Kaneš
E-dergimizin 13. Sayısındaki tüm yazılar için tıklayınız
Yazar: Kübra Karaköz[1]
Kaneš Kraliçesi
Eski Çağ’a ait tüm mitolojik anlatımlar, anlaşılması ve inanılması güç öykülerle doludur. Büyük kudrete sahip tanrı ve yarı tanrıların doğaüstü güçleri, mücadeleleri, insanlar ile olan ilişkileri, dünyaya getirdikleri yıkımlar ve yeni başlangıçlar anlatılır bu öykülerde. Her bir öykü, tanrıların maceraları haricinde toplumların kültürlerini ve geleneklerini de yansıtır. Eski Çağ insanının düşünceleri “öyküler, mitoslar, efsaneler, anlatılar” diye sıralanır. Anlatıların içindeki onların gerçekliği midir? Yoksa inanmak istedikleri düşünceleri, inanmak istemedikleri korkuları mıdır? Kutsalı anlatmak, insanlara yaymak ya da kıssadan hisse özellikleri ile toplum düzenini sağlamak için birleştirici hikâyeler midir?
Pierre Grimal’e (1997: 15) göre “Mit, dünyanın mevcut düzeninden önceki bir düzeni konu alan ve yerel ya da sınırlı bir özelliği değil de eşyanın doğasına ait organik bir yasayı açıklamayı amaçlayan bir anlatıdır.” Mircea Eliade (1993: 9), mitlerin zamanla dinden ayrılan, kahramanlıklarla dolu olan yaşadığımız dünyanın, mitin dünyasının yeniden üretilmesinden başka bir şey olmadığını savunur. Mitler, nesnel bir bilgi ayrımı olmadan insanın toplumsal, kültürel, sosyal, ekonomik hatta bazen siyasi olarak yaşadıklarının birer parçası, metaforik anlatımlar ile bezenen nesnel aktarımın son derece az olduğu olay örgüleri, gerçeklik ya da gerçekleşmesi temenni edilen beklentilerdir.
Eski Çağ’dan günümüze ulaşan mitler, isimler, yerler ve olaylar yalnızca kayda geçirildiği veya inanıldığı çağda kalmamıştır. Arkeolojik veriler, çivi yazılı tabletler, heykeller, mimari öğeler hatta bazen sözlü anlatı geleneği ile günümüze kadar gelmiş ve modern dünyada yer edinmiştir. Filmlerde, kitaplarda, görsel sanatlarda örneklerine rastladığımız sayısız Eski Çağ figürü ve hikâyesi vardır: Rüzgâr demonlarının efendisi Mezopotamya’nın güçlü demonu Pazuzu (The Exorcist-1971), Kıbrıs’ta doğan aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite (Afrodite, dea dell’amore-1958); yazarlara ilham veren, yüzlerce yıl boyunca masallarda destanlarda ozanların dilinde anlatılan, zenginliğini rüzgâr ve denizden alan görkemli kent Troia (Troy-2004), kanlı savaşların, sosyal mücadelenin yoğun yaşandığı Roma (Gladiator-2004, Agora-2009) ve sayısız filme konu olan Antik Mısır medeniyeti (Mummy-1999, Gods of Egypt-2016). Ancak her kent, toplum ya da efsane popüler kültür içinde tam olarak kendi hikâyesiyle bir anlatıya sahip olmamıştır.
Modern dünyanın görsel, edebi sanat eserlerinde yer edinmesi daha geç döneme tarihlenen çok değerli mitoslar, efsaneler ve inanışlarda bulunmaktadır. Bunlardan biri hem tarihsel hem sosyolojik hem de inanca ilişkin öğelerin, metaforik anlatımların iç içe geçtiği bir dünyadır Kaneš Kraliçesi Efsanesi.
Tarih 1970 yılını gösterdiğinde Boğazköy’de, Hitit başkenti Hattuša’da (Hattuşaş) yapılan kazılarda Eski Hitit Krallığı Dönemi’nden günümüze oldukça ilginç bir tablet ulaşmıştır. Birer yıl arayla otuz erkek ve kız çocuk doğuran Kaneš kraliçesinin öyküsü. Tablet, bir yüzünde mitolojik diğer yüzünde ise tarihsel olayların kayda geçtiği bir tablettir. Bir yüzünde Kaneš kraliçesinin çocuklarını tanrılara göndermesi, tanrılar tarafından kaderleri değiştirilen çocukların anne ve kardeşleriyle bir araya gelmesi, diğer yüzünde ise dönemin iki büyük kentini Kaneš ve Zalpa arasında mücadeleyi, Zalpa’nın ise nasıl yerle bir edildiği anlatılır.
Mitos, Kaneš kraliçesinin yaptığı doğumla başlar. Kraliçe bir yılda otuz erkek çocuğu doğurur ve bu doğumlara kendisi de çok şaşırır, adeta dehşete kapılır. Çocukları ne yapacağını bilemez bir hâlde çamurla sıvadığı kamış sepetlere koyarak nehre bırakır. Nehre bırakılan bebeklerin sepetleri ise Kaneš’ten Zalpa’ya doğru sürüklenir (del Monte, 1992: 191):
“Kaneš Kraliçesi bir yıl içinde otuz erkek çocuk doğurdu.
O dedi ki: “Nasıl bir güruh doğurdum! (Sepetlerin)
Kamışların için çamurla/kalın yağ ile sıvadı.
Çocukları içine yerleştirdi ve onları ırmağa bıraktı.
Irmak onları aşağıya Zalpa ülkesinin denizine sürükledi.
Tanrılar çocukları denizden çıkardılar ve onları büyüttüler.”
(Karauğuz, 2001: 198-199; Ünal, 2003: 180).
Sepetle nehirde sürüklenen çocuklar, nehrin bittiği noktada, Zalpa ülkesine ulaşırlar. O sırada Zalpa ülkesinin tanrıları onları beklemektedir. Bebekleri nehirden çıkarıp onların büyümesine yardımcı olan tanrılar, bu zaman zarfında onların kaderlerini de çizerler. Çocuklar tanrıların himayesi altında büyürken aradan yıllar geçer. Kraliçe ise yıllar içinde bir kez daha doğum yapar ve bu doğumunda otuz kız çocuğu dünyaya getirir. Kraliçe oğullarının aksine kızlarını bizzat kendisi yetiştirir. Tablet, nasıl büyüdükleri hakkında detaylı bilgi vermeden erkek çocukların yıllar sonra annelerini bulmak için Kaneš kentine doğru çıkmasıyla devam eder (Ünal, 2003: 180):
“Uzun yıllar sonra Kraliçe otuz kız çocuğu doğurdu
Onları bizzat kendisi büyüttü.
Oğlanlar bir eşekle Neša’ya dönmek üzere yola çıktılar.
Tamar[mara] köyüne geldikleri zaman derler ki:
“Bir odayı iyice ısıtın, şu (yorgun ve üşüyen) eşek canlansın!”
Çocukların eşekleri, soğuktan donup ölür. Ateşin onları canlandıracağını düşünseler de köy halkı aynı fikirde değildir. “Bizim geldiğimiz yerlerde (donan) eşek [asla] canlanmaz.” derler (Ünal, 2003: 181). Çocuklar, eşeklerin canlanmayacağını ifade eden köylülere kinayeli bir şekilde “Kadınlar normalde tek seferde bir ya da iki çocuk doğurabilmesine karşın bizim geldiğimiz yerde annemiz otuz çocuğu tek seferde doğurdu” diyerek cevap verirler. Köy halkı, çocukların söyledikleri karşısında şaşırıp kalırlar çünkü tek seferde otuz çocuk doğuran birini bilmektedirler. Bu kadın onların kendi kraliçeleridir. Kraliçe ikinci kez doğurduğu otuz çocuğunu kendi büyütmüşken, daha önce doğurduğu otuz çocuğun kayıp olduğunu söylerler. Böylece çocuklar, annelerini bulduklarını anlarlar. Artık annelerini bulmak için Neša’ya doğru yol almaları gerekmektedir.
Anneleri ve kız kardeşlerini bulmak için derhal yola çıkarlar fakat nedendir bilinmez, tanrılar onların kaderlerine müdahale etmeye karar verirler. Tanrılar, belki bir sınav belki de bir günahın bedeli olarak çocuklara kente gidiş amaçlarını unutturmuş, annelerini ve kız kardeşlerini tanımasınlar diye kaderlerini değiştirmiştir (Karauğuz, 2001: 199):
“Neša’ya ulaştıklarında tanrılar onları değiştirdiler
Ve onlar annelerini tanıyamadı!
(Anneleri onları tanıyamadı)”
Yalnızca çocuklar değil, onları sepete bırakan anneleri de tek seferde doğurduğu otuz erkek çocuğun varlığını unutur. Kaderleri tanrılar tarafından değiştirilen çocuklar, kız kardeşlerini tanıyamaz ve onlarla evlenmek isterler. Metne göre, kraliçe de bu evliliğe onay vermiştir. Tüm kardeşler içinde yalnızca en genç olanı “Biz şu kız kardeşlerimizle mi evleneceğiz? Sakın onlara yaklaşmayın! Onlarla beraber olmamız doğru olmaz!” diyerek bu evliliğe karşı çıksa da kardeşlerinin bu duruma ne tepki verdiği, uyarının ciddiyete alınıp alınmadığı belli değildir. Tabletin devamı kırık olduğu için okunmamaktadır. Bilinen tek şey düğünden sonra ertesi sabah Zalpa kentine gittikleri ve Zalpa’nın yok olmasıyla sonuçlanan tarihi olaylar dizisinin yaşandığıdır (Bryce, 2003: 239).
Mitosta annelerinin çocuklarını, çocuklarının anneleri ve kız kardeşlerini tanımamaları ilgi çekicidir. Yazılı kaynaklarda yer alan bilgilere göre insanların birbirlerini tanımamaları yalnızca ölümden sonra gittikleri yeraltında yaşanan bir durumdur. Hattuša’da bulunan ve muhtemelen Hitit diline başka bir dilden çevrilen metne göre: “Ölüler Diyarında hiçbir insan diğerini tanımaz. Aynı anneden olan kız kardeşler bile (birbirlerini) tanımaz. Erkek kardeşler de (birbirlerini) tanımaz. Anne öz evladını tanımaz, öz evladı da annesini tanımaz […]” (Ünal, 2003: 181). Tanrıların, anne ve çocuklarını neden bu şekilde sınadığı metinde yer almaz. Onları ensest birliktelik ile günaha girmelerine yol açan neden belli değildir. Hitit toplumunda, dininde ve kanunlarında ensest yasak ve günahtı. Tanrıların öfkesinden çekinen bu kavim için böylesine kötü bir olayın olması, onlara verilen bir ceza olmalıydı. Belki de annelerinin onları terk etmesinden, terk eden annelerini arama ihtiyacı hissetmeleri tanrıların onlara bu şekilde bir ceza vermesine yol açmıştı.
Tanrıların sınadığı kraliçe ve onun başarısızlığa uğrayan sınavını temsil ettiği düşünülen, mitosta yer alan din ve mitoloji öykülerinde de görülen otuz sayısı, düzen ve adaletle bağlantılı bir sayıdır (Schimmel, 1997: 259-260). Metnin bir yüzünde Kaneš kraliçesinin yaptığı eylemleri, tanrılar tarafından ona ve dolaylı yoldan çocuklara verilen cezayı aktarmakta, diğer yüzünde ise Zalpa’nın yerle bir edilişinden bahsetmektedir. Ünal’a göre (2003: 71), Zalpa’nın uzun seneler süren kuşatılmasının ardından şehrin yerle bir edilişinin, kuşatmayı yapan kenti haklı çıkartacak bir motivasyon sağlamasını amaçlanmaktadır.
Metinde öne çıkan otuz sayısından sonraki bir diğer önemli tema ise ırmağa bırakılan çocuklardır. Irmağın akıntısına korunmasız biçimde bırakılan çocuk motifi, geçmişine tanrısal bir gizem katmak isteyen kahramanlara atfedilmektedir. Aynı zamanda bu edebi motif, evlilik dışı ya da yoksul anne babadan olan çocukları da kapsamaktadır (Ünal, 2003: 68). Kırlara, nehirlere terk edilen ve yaşamak için daha fazla mücadele etmesi gereken çocukların büyüdüklerinde kazandıkları başarı da onların tanrı veya tanrılar tarafından seçilmiş olduğunu vurgulamaktadır. Bırakılan yerin neresi olduğu ise coğrafi olarak değişmektedir. Irmak ve nehir ile iç içe olan toplumların mitoslarında bu mekân suyla ilişkiliyken su kaynağının bulunmadığı yerlerde daha çok kırsal alanlar tercih edilmiştir. Yalnızca Zalpa öyküsünde değil, Sargon ve Musa Peygamber ile ilgili anlatılarda da sepet içinde nehre bırakılan çocuk motifleri bulunmaktadır.
Bu hikâyelere örnek vermek gerekirse Akkad Kralı Büyük Sargon’dan bahsedilebilir. Bir sepetin içerisinde Fırat Nehri’nde bulunan Sargon, kraliyet sarayında büyütülmüştür. IV. Kiş Hanedanı krallarından Ur-Zababa’nın hizmetine girdikten sonra kısa zamanda sakilik rütbesine erişmiştir. Krala isyan ederek yeni bir başkent kurmuş ve adını “kral gerçektir” anlamına gelen “Sarru-kin” olarak değiştirmiştir (Günbattı, 1997: 132). Ninova kentinde bulunan “Sargon’un Doğum Efsanesi” isimli bir metin Sargon’un doğumu hakkında bilgi verir:
“Bu benim, Sargon, kudretli kral Akkad Kralı (şöyle der): “Annem bir entum idi. Babamı tanımadım; babamın kardeşlerinin (…) dağlarda; Kentim Azupiranu, Fırat’ın kıyılarında. Annem entum, bana gebe kalmış, beni gizlice doğurmuş; Beni kamış bir sepete koymuş, kapımı ziftle yapıştırmış; suları yükselmeyen ırmağa bırakmış, ırmak bana yardım etti; beni su çekici Akki’ye götürdü. Su çekici Akki ibriğini doldururken çıkardı beni sudan, oğlu bildi beni, büyüttü, Su çekici Akki bahçesine bahçıvan yaptı beni. Bahçıvanken İştar bana âşık oldu; 56 yıl krallık yaptım.” (Kurth, 2013: 62-63).
Nehirlerin Yakın Doğu mitolojisinde ve dinlerinde önemli bir metafor olduğu aşikârdır. Kendisine özgü kültürel özellikleri ile Yakındoğu coğrafyasında önemli bir yeri bulunan Mısır’da da benzer bir örnek mevcuttur. Tek tanrılı İbrahimi dinlerde, Musa Peygamber, İsrail oğullarının baskı altında yaşadığı ve erkek çocukların Nil nehrine atılarak öldürüldüğü bir zamanda doğmuştur (Çıkış, 1/8-22):
“Levili bir adam kendi oymağından bir kızla evlendi. Kadın gebe kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. Güzel bir çocuk olduğunu görünce, onu üç ay gizledi. Daha fazla gizlemeyeceğini anlayınca, hasır bir sepet alıp katran ve ziftle sıvadı. İçine çocuğu yerleştirip Nil kıyısındaki sazlığa bıraktı. Çocuğun ablası kardeşine ne olacağını görmek için uzakta gözlüyordu. O sırada firavunun kızı yıkanmak için ırmağa girdi. Hizmetçileri ırmak kıyısında yürüyorlardı. Sazların arasındaki sepeti görünce, firavunun kızı onu getirmesi için hizmetçisini gönderdi.” (Çıkış,2/1-5).
Hizmetçinin getirdiği çocuk, firavunun kızı tarafından evlat edinilir ve adını sudan çıkarttığı için Musa koyar. Musa daha sonra İbrahimî dinler (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet) için önemli bir lider konumuna gelir.
Hitit mitine geri dönecek olursak metinde yer alan kentler, yazılı belgelerde de bilinen kentlerdir. Kaneš, Kültepe, Kayseri ili sınırları içerisinde bulunan Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın (MÖ 1.950-1.750) en büyük karumlarından biridir. Kent zenginliği ile diğer ticaret kentleri içinden sıyrılmaktadır. Bu çağda son derece parlak bir üne sahip olan kent Kuşşara kralı Anitta’nın Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nın sonlandırmasına neden olmasından sonra da Hitit döneminde varlığını sürdürmüştür.
Kaneš’ten farklı olarak Zalpa’nın lokalizasyonu tam olarak bilinememektedir. Mitosta anlatılan nehir ve kent hakkında araştırmacıların farklı görüşleri bulunmaktadır. Zalpa kentinin, Orta Karadeniz’de yer alan birkaç kentle birlikte sayılması, deniz kenarında olması nedeniyle nehrin Kızılırmak (Marasantiya), kentin ise Bafra Ovası’ndaki İkiztepe Höyük olabileceği üzerine durulmaktadır. Bu nedenle araştırmacıların bir kısmı Hattuša’nın kuzeyinde bir Zalpa kenti varlığını kabul eder (Yıldırım, 2016: 5). Bir kısım araştırmacı ise Zalpa’nın Hattuša’nın güneyinde yer alması gerektiğini savunur. Assur Ticaret Kolonileri Çağ’ında tüccarların Kaneš’e gitmek için kullandıkları yol üzerinde bulunan kentler arasında sayılması, Yamhad Krallığı [2] ile ilgili metinlerde Zalpa’nın yer alması aynı zamanda Mama Kralı Anum-Hirbi’nin[3] Kaneš Kralı Waršama’ya yazdığı mektupta yer alan ifadeden dolayı güneyde olması gerektiği savunulur (Sir Gavaz, 2006: 2). Seyhan’ın bir kolu olan Zamantı Suyu, öyküde bahsedilen nehirle eşleştirilir (Ünal ve Girginer, 2000: 46-47). Kentin İslahiye’deki Tilmen Höyük olabileceği öne sürülmektedir. Nehre bırakılan savunmasız çocuk motifi özellikle Mezopotamya’da yaygın bir motif olması da savı desteklediği düşünülmektedir. Yeri tam olarak bilinmeyen kent, gizemini hâlâ korumaktadır.
Mitoslar, o dönemde yaşayan insanların umutlarını, hayallerini aktardığı gibi bazen de yaşananlardan etkilenerek gerçekliği anlatan eserlerdir. Mitoslar tasnif edici, betimleyici ve kısmen de ütopik unsurlarla harmanlanan alt yapısındaki nesnellikten uzaklaşmaya başlayacak kadar sembolik anlatım içeren anlatılardır. İnsanın kendi varlığını ve dünyayı anlamlandırmasında yol gösterici olan bu hikâyeler edebiyat, tiyatro, heykel, müzik resim ve sinema gibi alanlarda yeniden üretilerek modern dünyada varlığını sürdürmüştür. Sanatın ve edebiyatın çeşitli dallarına konu olan ve birçok sanatçı ve yazara ilham veren mitosların, günümüz toplumu ile bağları son derece güçlüdür. Hangi zaman diliminden ne kadar süre geçerse geçsin Eski Çağ’dan günümüze kadar gelen birçok kral, kraliçe, kahraman, kent, tanrı, toplum ve insana dair öğeler yaşamaya devam etmektedir.
Kaynakça
Akrep, Mehmet Yunus (2010). “Hatay’ın Yanıbaşında Bir Krallık “Yamhad”” Tarih Düşünce ve Araştırma Topluluğu Sempozyum Bildirisi, 1 – 23.
Bryce, Trevor (2003). Hitit Dünyasında Yaşam ve Toplum. Dost Yayınevi. (çev) Müfit Günay, Ankara: Dost Kitapevi.
Dumankaya, Oktay (2019). “Kayı Kent Germanicia: Lokalizasyon Problemleri Üzerine Yeni Gözlemler” Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 66, 409-434
Eliade, Mircea (1993). Mitlerin Özellikleri. (çev) Sema Rifat, İstanbul: Simavi Yayınları.
Grimal, Pierre (1997). Mitoloji Sözlüğü Yunan ve Roma. (çev) Sevgi Tamgüç, İstanbul: Sosyal Yayınları.
Günbattı, Cahit (1997). “Kültepe’den Akadlı Sargon’a Ait Bir Tablet”, Anadolu Arşivleri (Emin Bilgiç Anı Kitabı) III.131- 155.
Günbattı, Cahit. (2017). Kültepe-Kaniş Anadolu’da İlk Yazı, İlk Belgeler. Kayseri: Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları.
Karauğuz, Güngör (2001). Hitit Mitolojisi. Konya: Çizgi Kitapevi.
Kınal, Firuzan (1967). “Yamhad Krallığı” Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, 5, (8-9), 193 – 211.
Klengel, Horst (1992). Syria 3000 to 300. Berlin: Akademi Verlag.
Kurth, Amilie (2013). Eski Çağ’da Yakındoğu I. (çev) Dilek Şendil, Ankara: İş Bankası Yayınları.
Monte, Guiseppe F.del (1992). Die Ots und Gewassernamen der hethitischen Texte (RGTC VI/2). Wiesbaden.
Schimmel, Annemarie (1997). Sayıların Gizemi. (çev) Mustafa Küpüşoğlu, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.
Sir Gavaz, Özlem (2006). “Hitit Kenti Zalpa’nın Yeri Üzerine”, Anadolu, 31, 1-18.
Ünal, Ahmet (2003). Hititler Devrinde Anadolu II. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Ünal, Ahmet- Serdar Girginer (2000). “Adana’da Kizzuwatna Krallığı Taş Devrinden Hitit Devleti’nin Yıkılışına Kadar” Adana ve Çukurova Tarihi” (haz) Emre Artun, Efsaneden Tarihe, Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 43- 69.
Yıldırım, Ercüment (2016). “Hitit Kaynaklarına Göre Mezopotamya İnanç Sisteminin Hurri Mitoloji Anlayışına Etkisi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 35/ 59, 1- 20.
İnternet Kaynakçası
Dura Europos Kilisesi, wikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/File:Dura_Europos_fresco_Moses_from_river.jpg
Musa’nın Nil’de bulunması
Pazuzu, The Exorcist (1971), Exorcist fandom https://exorcist.fandom.com/wiki/Al-Hadar
Sargon, Irak Müzesi https://theiraqmuseum.com/
Troy (2004), British Museum Blog https://blog.britishmuseum.org/troy-behind-the-scenes-of-a-hollywood-epic/
Yeni Ahit (Çıkış), https://incil.info/
Dipnotlar
[1] Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Tarihi Bölümü, Doktora Öğrencisi, karakozkubraa@gmail.com
[2] Amik ovasının doğusunda, merkezi Halep olan sınırları Akdeniz’e kadar uzanan bir krallıktır. Yamhad Krallığının başkenti olan Halep, güney ticaret yolunun kavşak noktasında, Mezopotamya ve Mısır’a uzanan yolda kullanılan istasyon noktalarından biridir Yaklaşık olarak MÖ 19.yy sonlarında ortaya çıkmıştır Yamhad’a ilişkin bilgiler genel olarak Alalah ve Mari arşivlerinden derlenmektedir (Kınal, 1967: 195-197; Klengel, 1992: 50-52). İlk kralı Šumu-Epuh’tur (MÖ 1810-1780). Tampon bölgede önemli bir rolü bulunan krallık kısa bir süre sonra Hitit egemenliğine geçmiştir (Akrep, 2010: 1-5).
[3] Mama Krallığı, Kahramanmaraş veya Göksun civarına lokalize edilmektedir. Kesin yeri tam olarak bilinmeyen kentle ilgili, Assur Ticaret Kolonileri Dönemine tarihlenen çivi yazılı belgelere göre, dağlardan dolayı ulaşımın zor olduğu hatta tüccarların kaybolduğu bir bölgededir. Zalpa’ya bağlı Mama krallığı ile Kaniš’e bağlı Taišama Kenti arasında yaşanan mücadeleden sonra Mama Kralı,Kaniš Kentine giden ticaret yollarını kapatmış, bazı tüccarları ise esir almıştır. Aradaki husumetin giderilmesi için birtakım yazışmalar meydana gelmiştir. Anum-Hirbi Kaniş Kralı Waršamaya’ya yazdığı mektupta “Nerede oturuyorlarsa elleriniz onları takip etsin. Eğer Mama’ya (gittilerse) Şil-Adad onları takip etsin. (Bu maksatla) ya Zalpa ya da Tegarama’ya (gitsin.) Onları tutuncaya kadar bir gece bile geçirmesin.” İfadeleri yer almaktadır (Günbattı, 2017: 50-51; Sir Gavaz, 2006: 2; Dumankaya, 2019: 410-412).