Zaviyeler
Yazar: Hüseyin Hakan Gazioğlu
Dinî ve Sosyal Bir Kurum Olarak Zaviyeler
Erken Osmanlı döneminde inşa edilen Anadolu zaviyeleri (12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar) zamanının en büyük yapı toplulukları olarak ortaya çıkmış, sosyal ve dinî fonksiyonlara sahip tarikat yapılarıdır. Bunlar genellikle kasaba, köy ya da kervan yolları üzerinde bulunan, belirli tarikat şeyhleri ve dervişlerinin yaşadığı, yolcuların ücretsiz misafir edildiği kurumlardır. İçinde bulunduğu kültürel bağlam ve öne çıkan fonksiyonlarına göre zaviyeler ribat, hanikâh, buk’a, savmaa, düveyre, medrese, imaret gibi isimlerle adlandırılmıştır.[1]
Zaviyelerin ilk olarak ne zaman yapıldığı bilinmemekle birlikte Ocak, zaviyelerin, 8. ve 9. yüzyıllarda tasavvuf akımıyla birlikte ortaya çıkmış olabileceğini söyler. İlk zaviyenin ise Sufi ünvanlı Küfeli Ebu Haşim Osman B. Şerik tarafından Şam yakınlarında bulunan Remle’de kurulmuş olduğu kabul edilir. Ocak’a göre Şam gibi Yahudi, Hıristiyan mistiklerin ve onların manastırlarının yaygın olduğu bir yerde İslam zaviyesinin kurulması, kurumun kökeni hakkında aydınlatıcıdır.[2] İlk olarak Anadolu dışındaki Arap bölgelerinde yaygınlaşan zaviyeler, Hıristiyan manastırlarıyla ilişkili görünür. Arap ülkelerinde Hıristiyan manastırlarını tanımlamak için kullanılan düveyre ve savmaa kavramları, bu bölgedeki zaviyeler için kullanılmıştır.[3] Benzer şekilde Barkan, Anadolu’ya yapılan Türk göçleriyle birlikte, Orta Asyalı Türkmen aşiret ve tarikat liderlerinin Anadolu topraklarında bir tür Türk-İslam manastırı olan zaviyeler kurduğunu belirtir.[4] Eyice bu tip derviş, şeyh ve aşiret önderleri için Batı’nın şövalye rahipleri özelliğine sahip, Anadolu’daki Türklerin iskânında önemli rolleri olan savaşçı liderler ifadesini kullanmıştır. Öyle ki bu kişiler, fethedilen topraklara yerleşilmesine manevi olarak destek oluyor, buralara kendi tarikatlarına bağlı zaviyelerini kuruyor, böylece bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasında misyonerlik yapıyorlardı. Gelip geçenlere yardım ettikleri gibi ıssız ve güvensiz yerlerde de yol güvenliğini sağlarlardı.[5] Aynı şekilde Barkan, zaviyelerin Anadolu’daki Türk göçmenlerin yerleşme ve örgütlenme merkezi olduğunu belirtir. Tercihen boş topraklar üzerinde kurulan zaviyeler kısa sürede kültür, imar ve din merkezleri hâline geliyor; hatta ordulardan önce sınırlara yerleştikleri için askerî harekâtı kolaylaştıran bir işlev de üstleniyorlardı. Barkan, zaviyelerin hem Anadolu Selçuklu hem de Beylikler döneminde -tıpkı bir jandarma karakolu gibi- seyahat ve ticaret için tehlikeli olan bölgelere kurulmasının teşvik edildiğini de ifade etmektedir.[6]
Ocak, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu’da kurulan zaviyelerin batıya doğru gelişim gösterdiğini belirtir. Bu yüzyıldan itibaren Anadolu’ya farklı tasavvuf ekollerinden Sünni ve heterodoks[7] derviş grupları gelmiş, fethedilen topraklara yerleşerek birçok zaviye inşa ettirmişlerdir.[8] Kübrevilik, Sühreverdilik, Melamilik gibi seçkin tarikatlara bağlı şeyhler Konya, Kayseri ve Sivas gibi kentlerde zaviyelerini kurmuşlar, kentleşme ve kent kültürünün gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Kasaba, köy ve göçebe bölgelerinde çoğunlukla heterodoks İslam anlayışına bağlı şeyhlerin zaviyeleri kurulmuş olup; bunlar Ocak’a göre Kalenderî, Vefailik, Yesevilik, ve Haydarilik gibi tarikatlara mensup, çoğunlukla okuma-yazma bilmeyen, dinî konularda fazla derinliği olmayan ve Sünni şeyhlerle anlaşamayan topluluklardı.[9] Aynı şekilde Kuban, bu tip tarikatların göçerlerin yerleşim yeri olan köylerde yaşadıklarını belirtir. Bu dervişler köylere yerleşiyor ve burada göçerlere toprak açıp zaviyelerini kuruyorlardı. Dolayısıyla kentlerde ve köylerde zaviyelerin yaygınlaşması Anadolu’nun fethi ve örgütlenme döneminin fonksiyonel bir yapı etkinliği olarak görünmektedir.[10]
Anadolu Selçuklu Devleti dağıldıktan sonra Anadolu’da bulunan, özellikle Babailik hareketine bağlı “Baba” ya da “Abdal” lakaplı pek çok derviş, cihat anlayışına uygun olarak Bizans yönetimindeki Osmanoğlu, Karesioğlu, Aydınoğulları ve Menteşeoğulları gibi beyliklerin topraklarına yerleşti. Bu bölgeler savaşçı dervişler için henüz İslamlaşmayan ve heterodoks fikirlerini rahatça yayabildikleri topraklardı. Rum abdalları denilen bu dervişlere Osmanlı Devleti, kendi fetih politikasıyla uyumlu olarak fazlasıyla cömert davranmıştır. İlk padişahlar, dervişlerin hizmetlerine karşılık olarak onlara zaviyeler açıp köyler bağışlamıştır. Ocak, bu durumu özellikle Osman Bey ve Orhan Bey gibi padişahların, sade bir yaşantıya sahip Türkmen reisleri olarak İslam ilahiyatını kavrayamamalarıyla ilişkilendirir.[11] Diğer yandan Aşık Paşazade, Anadolu’daki fetih öncesi toplumun en etkin grupları olarak Ahiler ve Abdalları gösterir. Bunlar 14. ve 15. yüzyıllarda din uğruna fetihlere katılıyor ve ordulardan bağımsız olarak küçük fetihler gerçekleştiriyordu.[12] Bu nedenle Osman Bey ve Orhan Bey tarikatların fetihlerdeki katkısını ödüllendirmiş, onlara tekke ve zaviyeler açmışlardı. Örneğin Edirne çevresindeki Türk iskânına bakıldığında, padişah ve devlet adamları haricinde baba ve dervişlerin de yerleşim kurucuları arasında bulunduğu görülmektedir. Bunlar sırtlarında post, bellerinde baltalarıyla dolaşan, İstanbul’un fethine kadar toplumda önemli ölçüde otorite sahibi Kalenderiyye, Yeseviye, Haydariye, Vefaiye tarikatlarına bağlı dervişlerdi.[13] Anadolu’nun Türkleşmesi ve dinin toplumda örgün hâle gelmesi, toplum üzerinde bir hayli etkin olan tarikatlar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Fethe kadar Anadolu’da kurulan Türk devlet ve beylikleri, kendi topraklarındaki şeyhlerin maddi ve manevi nüfuzlarından faydalanmak için tekke ve zaviyeler açmıştır. Özellikle ıssız alanlara ve yol kenarlarına kurulan zaviyeler, kuruldukları bölgelerde yerleşimin çekirdeğini oluşturmuştur.[14]
Bahsedilen bu tarikatlarla ilgili bir diğer önemli husus ise ilk Osmanlı hükümdarlarının bu gruplarla yakınlığı ve hatta üye olmalarıdır. Örneğin Osman Bey’in, kayınbabası Şeyh Edebali’nin Söğüt’teki zaviyesine gittiği ve burada misafir olduğu bilinir. Hatta Osman Bey Edebali’nin ileri gelen müritlerinden Derviş Torun için bir zaviye yaptırmış ve ona vakıflar bağışlamıştır. Orhan Bey, Bursa’nın fethine katılan Abdal Musa, Geyikli Baba ve Abdal Murad’a Uludağ eteklerinde 17. yüzyıla kadar faaliyette olduğu bilinen birer zaviye yaptırmıştır. Köprülü’ye göre Şeyh Edebali ve silah arkadaşları, Orhan Bey ve kardeşi Alaeddin, Ahi tarikatına mensuptur. İlk Osmanlı piyadesinin üniforması Ahi üniforması, yeniçerilerin başlığı Ahi başlığıdır.[15] Benzer şekilde kendisi de bir Ahi şeyhi olan I. Murad, Ahi şeyhleri için zaviyeler yaptırmıştır.[16] I. Murat, I. Beyazıt, I. Mehmet ve II. Murat dönemlerinde de zaviye inşaatları devam etmiş; kentlerdeki en büyük yapı etkinliği zaviye işlevli imaretler olmuştur. Kuban’ın belirttiği gibi Erken Osmanlı dönemi boyunca sultanların yaptırdığı en önemli yapı etkinliği olan zaviyeler, bu dönemde açık bir şekilde devlet ve tarikatlar arasındaki birlikteliği gösterir.[17] Öyle ki Eyice, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu’da askeri ve dinî yönleriyle nüfuz sahibi olan gazi, alp-eren ve dervişlerin Osmanlı toplumunda önemli yer aldığını ve Osmanlılığın Anadolu’daki gelişiminin bu velilerle yakından ilişkili olduğunu söyler.[18] Diğer yandan Osmanlı, topraklarını genişletip devlet idaresini sağlamlaştırdıkça zaviyeler askeri ve dinî karakterini kaybetmeye başlar.[19] Fatih Sultan Mehmet döneminde, Kalenderî gibi fetihte hizmetleri olan tarikatlara bağışlar yapılmasına rağmen bazı tarikatların ellerindeki topraklar alınmış ve tımara verilmiştir.[20] Zamanla birçok zaviye bozulmaya başlamış, tarikat ailesinin ya da aşiretin geçim aracına dönüşmüştür. Bazı şeyhlerin yolsuzluk yapmaları ise zaviyelerin kalıtsal mülkler olmasına rağmen devletin istismar edilen yapıları kamulaştırmasına neden olmuştur.[21] II. Beyazıt döneminden itibaren Sünniliğin resmi din hâline gelmesi, tarikatların itibarlarını ve ayrıcalıklı konumlarını giderek yitirmesine yol açmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yayılma dönemlerinde yaygın olarak görülen zaviyeler, sosyal fonksiyonlarını kaybetmeleri nedeniyle 16. yüzyıldan itibaren görülmez. Aynı dönemde Ahi teşkilatının fütüvvet (dinî ve mesleki birlik) özelliğini kaybedip sadece bir esnaf teşkilatı hâlini alması da Osmanlı Devleti’nin siyasal tercihlerindeki değişimin sonuçları açısından etkilidir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde kent ve kasabalardaki pek çok tarikat tasfiye edilmiş, buralardaki zaviyeler tabhâneli cami olarak adlandırılmış[22] ve zaviyeler, sosyal fonksiyonlarını kaybettikten sonra sadece tarikatlara bağlı yapılar hâline gelmiştir.[23]
Zaviye Tipolojisi
Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden itibaren kent, kasaba ve köylerde tarikat şeyhleri, devlet adamları ve padişahlar tarafından kurulan zaviyeler, daha önce de değinildiğini gibi farklı isimlerle anılmışlardır. Zaviye “inziva, münzevi” sözcükleriyle aynı kökene sahip olup yalnız başına, dünyadan elini ayağını çekmiş tarikat mensupları (zahid) için inşa edilen yapıları tanımlar.[24] Hanikâh ise içerisinde tarikat kurucusunun mezarının bulunduğu, tarikatın merkez zaviyesi anlamına gelmektedir. Şeyhin ruhani vizyonu ve tarikatın önemine atfen oluşan bu durumun, peygamberin kendi odasına defnedildikten sonra Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in de aynı yere gömülmesinin devamı olduğu düşünülür. Orta Çağ boyunca hanikâh kavramı genel anlamda bir zaviyeyi tanımlamıştır. Tekke daha çok şehir ve kasabalarda hanikâhtan biraz daha küçük zaviye anlamına gelmektedir. Dergâh ve âsitâne ise Mevlevi zaviyeleri için kullanılmıştır. Âsitâne, Mevlevi dervişlerinin talim ve terbiye gördükleri, çilecilikle dedelik aldıkları merkezî dergâhtır. [25]
Zaviye genellikle köyde veya şehirde kurulan, içinde dervişlerin yaşadığı tarikat yapılarıdır. Bunlar aynı zamanda devletten vergi muafiyetleri veya çeşitli bağışlar alan vakıf mülkleridir. Gelen-geçen yolcuların üç gün boyunca ücretsiz yemek ve konaklama yapabildiği bir tür sosyal yardımlaşma kurumlarıdır.[26] 15. yüzyıldan itibaren özellikle devlet adamları tarafından kentlere yaptırılan büyük zaviyelere imaret denilir.[27] Bunlar yolcuların konakladığı yerler olmanın yanında yoksullara yemek dağıtan bir aşevi fonksiyonu da üstlenmiştir. Aşık Paşazade, Orhan Bey’in İznik’te inşa ettirdiği günümüze gelmeyen ilk Osmanlı imaretinin açılışında kendi elleriyle halka yemek dağıttığını söyler.[28]
Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren cami olarak kullanılmaya başlanan kentlerdeki zaviyeler, geç Osmanlı kaynaklarında cami olarak değerlendirilmiştir.[29] Bu durum sanat tarihi yazınında bu yapıların zaviyeli cami, ters T planlı cami, Bursa tipi cami, tabhâneli cami, imaret ya da çok fonksiyonlu yapılar gibi adlandırılmasına yönelik bir terminoloji sorunu yaratmıştır. Eyice, zaviyelerin Osmanlı cami tipolojisi içinde değerlendirilmemesi ve farklı bir yapı kategorisi içinde ele alınması gerektiğini belirtir.[30] Diğer yandan zaviye tipolojisi içinde değerlendirilebilecek yapıların günümüze gelenleri ile günümüze gelmeyenleri (köylerde ve Orta Anadolu’da var olduğu bilinen zaviyeler) arasında biçimsel bir ilişki olup olmadığını anlamak oldukça zordur.[31]
Zaviye mimarisinin tasavvuf düşüncesiyle uyumlu olarak mütevazi yapılar olduğu düşünülür. Kuban, Anadolu’da 12. yüzyıldan itibaren inşa edilen zaviyelerin bir eyvan[32] ile bir kubbeli olup iki öğeli mekândan meydana geldiğini önermektedir. Benzer şekilde Eyice, zaviye mimarisinin Orta Asya’dan Türkler tarafından Anadolu’ya getirilen dört eyvanlı ve ortası avlulu plan tipinden geliştirildiğini söyler.[33] Bu modelde temel kurguyu iki öğeli orta mekân ve yan odalar meydana getirmektedir.[34] Eyice, Erken Osmanlı döneminde yapılan zaviyelerin öncüsünün, Anadolu Selçuklu döneminden günümüze gelen Konya Sahip Ata Hanikâhı olduğunu ifade eder.[35] Buna göre Osmanlı zaviye mimarisi, Selçuklu tipolojisini izlemiştir.[36]
Zaviye, Selçuklu veziri Sahip Ata Fahrettin Ali’nin Larende Kapısı karşısına yaptırdığı külliyenin camiden sonraki ikinci yapısıdır. Kitabesinde 1269-70 yılında yapılmış bir hanikâh olarak geçmesine rağmen, 18. yüzyıl kadı şeriyye sicilinde ve aynı yüzyılda imam tayini vesikasında hanikâh cami olarak geçmektedir.[37] Bu yönüyle zaviye, bir cami olarak inşa edilmemiş daha sonra cami işlevi kazanmıştır. Kitabesinde hanikâhın “Allah’ın salih kullarına konak ve mesken” olarak vakfedildiği yazar.[38] Dolayısıyla yapı zaviye fonksiyonlarına sahip bir tarikat yapısıdır. Yavaş, Lale Devri’ndeki Şeriyye sicillerinde yapının Halveti tekkesi olarak geçtiğini belirtir.[39]
Erken Osmanlı döneminde yapılan zaviyelerin çoğu kitabe ve vakfiyelerinde imaret olarak geçer. Bunlar Bursa Hüdavendigar, Bursa Orhan Gazi, İznik Nilüfer Hatun, Edirne I. Yıldırım Beyazıt İmareti, Ankara Karacabey İmareti gibi dönemin anıtsal yapılarıdır. Bir kısmı ise İznik Yakup Çelebi Zaviyesi, Postinpuş Baba Zaviyesi veya Amasya Beyazıt Paşa Zaviyesi gibi zaviye olarak adlandırılmıştır.[40]
Bu dönemde yapılan zaviyeler; adı zaviye, hanikâh, imaret veya tekke olması fark etmeksizin ortak bir şema içerisinde kurgulanmıştır. Eyice, günümüze gelen yaklaşık altmış kadar zaviyenin ortak özelliklere sahip olduğunu belirtir. Yapının ünite sayıları değişmekle birlikte, genellikle ana aks üzerinde ardışık iki mekân ve orta mekâna açılan yanlarda iki veya bazı durumlarda daha fazla üniteden oluşan T biçimli yapı formu, Erken Osmanlı dönemi boyunca yapılan zaviyelerin tipolojisidir. Eyice, ana aks üzerinde bulunan ilk mekânın, kapalı avlulu medrese planında olduğu gibi eyvanlı ve avlulu plan tipinin bir varyasyonu olduğunu söyler. Bu bölüm, mekânın avlu ya da sofası gibi bir kullanıma sahiptir. Kubbe veya tonoz[41] örtülü olan mekânın ortasında erken dönemde bir şadırvan bulunmaktaydı.[42] Buradan döşeme seviyesi yüksek ve iki basamaklı bir merdivenle çıkılan kubbeli ana bölüme geçilir. Bu kısmın erken dönemde tarikat ayinlerinin yapıldığı yer olduğu düşünülür. Mihraplı ve mihrapsız örnekleri vardır. Bu mekân iç tezyinatı açısından diğer bölümlerden daha süslüdür.[43] Kuban, Orhan Bey döneminde yapılan zaviye işlevli imaretlerin ana akslarının kıbleye yönlendirilmediğini söyler. Fakat tarikat yaşamında namazın önemi arttıkça sonraki yapılar kıbleye dönük olarak düzenlenmiştir.[44] Sonraki kullanımlarda namaza yer açabilmek için iki mekân arasında bulunan basamaklar kaldırılmıştır.[45]
Zaviyelerin yan bölümleri bazı kaynaklarda tabhâne, yani misafirhane olarak geçmektedir. Bunların doğrudan ibadet mekânı ile bağlantıları yoktur, her durumda sofaya açılırlar. Mekânların içlerinde oturma ya da konaklamaya işaret eden dolap nişleri[46] ve ocak bu mekânların temel prensipleri arasındadır.[47] Dolayısıyla bu mekânlar misafirler için düzenlenmiş bölümler olarak görünür.
Zaviyelerdeki imaret ya da aşevi fonksiyonuna ilişkin olarak mutfak yapısının yeri Osmanlı öncesinde net değildir. Budak, zaviye mutfaklarının Osmanlı döneminde yapı dışında bulunduğunu ve bunların ekmek fırını, kiler, ambar, yemek salonu gibi birden fazla mekânı içeren aşhaneler olduğunu söyler.[48] Bu durum 15. yüzyıldan itibaren zaviyelere aynı zamanda imaret denilmesinin sebebini açıklamaktadır. Öte yandan Budak, sonraki yüzyıllarda aşhane inşaatı durduktan sonra külliye programı içindeki imaret ve aşevi yapılarında görev alan yöneticilerin vakfiyelerde geçen unvanlarının şeyh olduğunu belirtir. Bu zaviye fonksiyonlarıyla bağlantılı olarak tarikat yöneticisi olan şeyhin, imaret ve mutfak ile olan ilişkisini gösterir. Bir gelenek olarak mutfak yöneticiliği şeyhlik ile bir devam etmiştir; ancak sonraki dönemde kullanımının dinsel bir karşılığı yoktur. Budak’ın belirttiği gibi buradaki şeyh sadece bir devlet memurudur.[49]
Sonuç olarak Anadolu’ya yapılan Türk göçlerinin erken dönemlerinden itibaren zaviyeler, iskân sorunu bağlamında yerleşimin odak noktasını oluşturmuş, yeni fetihlerin önünü açmış ve sosyal hayatın oluşmasında oldukça hayati bir rol oynamıştır. İstanbul’un 1453 yılındaki fethine kadar toplum ve kent yaşamında oldukça belirleyici olan tarikatlar, bu dönemde devlet erkiyle yakın bir ilişki içinde olmuştur. Bu durum hem ilk Osmanlı padişahlarının tarikatlarla olan ilişkileriyle hem de bununla bağlantılı olarak imar programlarında zaviye-imaret yapılarının en önemli yapı etkinliği olmasıyla materyal kültüre yansımıştır. Osmanlı Devleti’nin 15. yüzyıldan itibaren merkezîleşmesi ve idarî yapının yeni bir toprak sistemi içerisinde dizayn edilmesi, tarikatlara olan ihtiyacı giderek ortadan kaldırmış; devletin vakıflarıyla geçinen ve durumu bir tür derebeyi-kilise ilişkisine benzeyen tarikat yapıları, devletin kamusal işleri karşısında önemini yitirmiştir. Böylece süreç içinde pek çok zaviye camiye dönüştürülmüş, sosyal işlevlerini kaybeden tarikat yapıları cumhuriyete dek tekke biçiminde varlığını devam ettirmiştir.
Seçilmiş Bibliografya
Barkan, Ö. L. (1942). “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I. İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, (2), s. 279-386.
Budak, A. (2016). “İmaret Kavramı Üzerinden Erken Osmanlı Ters T Planlı Zaviyeleri ile Aşhanelerin (1) İlişkisi: Osmanlı Aşhanelerinin Kökenine Dair Düşünceler”, (2). Metu JFA/1, s. 21-36.
Eyice, S. (1963). “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, (23), s. 1-80.
Kuban, D. (2007). Osmanlı Mimarisi, Yem Yayınları: İstanbul.
Ocak, A. Y. (1978). “Zaviyeler (Dini Sosyal ve Kültürel Tarih Açısından Bir Deneme)”, Vakıflar Dergisi, (12), s. 247-269.
Parladır, H. S. (2010). Heterodoksi Türk Halk İslamı ve Evliya Kültü, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji ABD Genel Sosyoloji ve Metodoloji, Doktora Tezi, İzmir.
Turgut, D. (2015). Mahperi Huand Hatun ve Yaptırdığı Yapılar, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi ABD, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir.
Yavaş, A. (2007). Anadolu Selçuklu Veziri Sahip Ata Fadreddin Ali’nin Mimari Eserleri. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi ABD, Doktora Tezi, Ankara.
Dipnotlar
[1] Turgut, D. (2015): Kayseri-İncesı Şeyh Turesan Zaviyesi. Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Bölümü “Mahperi Huand Hatun ve Yaptırdığı Yapılar” adlı Yüksek Lisans Tezi sayfa 62-70 arası bölümü. S. 62.
[2] Ocak, A.Y. (1978). Zaviyeler (Dini Sosyal ve Kültürel Tarih Açısından Bir Deneme). Vakıflar Dergisi, 12. S. 247-269. S. 247.
[3] Ocak, 1978, s. 248.
[4] Barkan, Ö. L. (1942). “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I. İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, (2), s. 284.
[5] Eyice, S. (1963). “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesesi Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, (23), s. 29.
[6] Barkan, 1942, s. 290-296.
[7] Yunanca heteros (farklı) ve doksa (düşünce, kanı) sözcüklerinden meydana gelen kavram, genel kanının aksine ilerleyen düşünceyi temsil eder. Yalnız İslamiyet ile ilgili bir terim değildir (Ortodoks-Heterodoks). Heterodoksların kendilerine çizdiği yol, bilhassa otoritenin desteklediği resmi din düşüncesinden farklı yorumlar üzerinedir. (e.n.)
[8] Ocak, 1978, s. 254.
[9] Ocak, 1978, s. 255.
[10] Kuban, D. (2007). Osmanlı Mimarisi. Yem Yayın. S. 76-78.
[11] Ocak, 1978, s. 256.
[12] Kuban, 2007, s. 75.
[13] Kuban, 2007, s. 76.
[14] Ocak, 2007, s. 262.
[15] Barkan, 1942, s. 283.
[16] Ocak, 1978, s. 256-257.
[17] Kuban, 2007, s. 75.
[18] Eyice, 1963, s. 28.
[19] Eyice, 1968, s. 29.
[20] Kuban, 2007, s. 77; Ocak, 1978, s. 258.
[21] Barkan, 1942, s. 302.
[22] Budak, A. (2016). “İmaret Kavramı Üzerinden Erken Osmanlı Ters T Planlı Zaviyeleri ile Aşhanelerin (1) İlişkisi: Osmanlı Aşhanelerinin Kökenine Dair Düşünceler”, (2). Metu JFA/1, s. 33.
[23] Eyice, 1968. S. 30.
[24] Kuban, 2007, s. 77.
[25] Ocak, 1978, s. 249.
[26] Budak, 2016, s. 26.
[27] Ocak, 1978, s. 250.
[28] Budak, 2016, s. 27.
[29] Kuban, 2007, s. 77.
[30] Eyice, 1968, s. 11.
[31] Kuban, 2007, s. 77.
[32] Eyvan: Genellikle üç tarafı kapalı, üstü tonoz ya da kubbe örtülü iç avluya açılan mekândır.
[33] Eyice, 1968, s. 15.
[34] Kuban, 2007, s. 77.
[35] Eyice, 1968, s. 20.
[36] Kuban, 2007, s. 77.
[37] Yavaş, A. (2007). Anadolu Selçuklu Veziri Sahip Ata Fadreddin Ali’nin Mimari Eserleri. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı, Doktora Tezi. s. 132-133.
[38] Eyice, 1968, s. 20.
[39] Yavaş, 2007, s. 156.
[40] Eyice, 1968, 23.
[41] Tonoz: Çoğunlukla dikdörtgen ya da kareye yakın mekânları örtmek için kullanılan, art arda kemer sıralarından oluşan örtü formu.
[42] Eyice, 1968, s. 7-8.
[43] Eyice, 1968, s. 6-7.
[44] Kuban, 2007, s. 79.
[45] Eyice, 1968, s. 8.
[46] Niş: Herhangi bir kullanım amacına hizmet eden duvar içine yapılan boşluk.
[47] Eyice, 1968, s. 8-9.
[48] Budak, 2016, s. 28.
[49] Budak, 2016, s. 33.
Editör: Martı Esin Şemin