Alias Grace: Dizi İncelemesi
Yazar: İpek Türel (Bu yazı Gorgon E-Dergisi 5. Sayısı’nda yayımlanmıştır.)
*Okumak üzere olduğunuz yazı, Alias Grace isimli diziye yönelik spoiler içermektedir.
Alias Grace: Dizi İncelemesi
Alias Grace, Margaret Atwood’un aynı isimli romanından uyarlanmış ve gerçekten yaşanmış olaylara dayanan mini bir dizi. Dizinin başrolünde Grace Marks’ı canlandıran Sarah Gadon’ın yanı sıra David Cronenberg, Anna Paquin ve Zachary Levi gibi ünlü isimler de dizinin kadrosunda yer alıyor. Toplumsal cinsiyet ve psikolojiye dair birçok detay barındıran başarılı senaryosunun yanında, oyuncuların performansları da oldukça başarılı. Ben özellikle, Sarah Gadon’un Grace’i bize aktarış şekline hayran kaldım. Duygu geçişlerini iliklerinizde hissedebildiğiniz abartıdan uzak oyunculuğu ve ilk sahneden itibaren etkileyiciliğini koruyan mimikleriyle oldukça güzel bir performans sergilemiş kendisi.
Dizinin ana konusuna gelecek olursak, kahya olarak çalıştığı evin sahibi Thomas Kinnear ve o evin baş kahyası Nancy Montgomery’i öldürmekten yargılanan Grace Marks’ın, hapishanede geçirdiği 15 yılın ardından, Simon Jordan isimli bir psikiyatrist ile seansları ve flashbacklerle Grace’in cinayetlerden önceki hayatına eşlik ediyoruz. Hikaye ilerledikçe Dr. Jordon ve Grace’in arasındaki ilişkinin gelişim ve değişimine de tanık oluyoruz. Hapishanedeki gardiyanların tutumlarından, akıl hastanesindeki doktorların şimdilerde etik dışı olarak tanımlayabileceğimiz uygulamalarına kadar, kendi öz babası dahil olmak üzere Grace Marks erkeklerden hep kötü muamele görmüş bir kadın. Ancak, Dr. Jordan ile seanslarda kurdukları ilişki en başından beri güvene dayalı olarak ilerliyor ve Grace’in zamanla Jordan’a karşı daha da açık olmaya başladığını görüyoruz. Jordan’ın güvene dayalı bir ilişkinin psikiyatrist ve danışan arasındaki ilişkide önemli olduğunu savunan dönemine göre farklı bir doktor, ancak bu güvenin hızlı sağlanmasının nedeni bu mu yoksa Grace ile ikisinin arasındaki ilişkinin doğasından mı kaynaklı orası elbette ki muallak bir konu. Jordan’ın dizi süresince gördüğü rüyalarda da Grace’ten ne derece etkilendiğini görebiliyoruz. Seanslar sırasında, Dr. Jordan’ın cinayete ilişkili detaylar almak istediği sorularına Grace’ten hiç yanıt gelmiyor, ki Grace cinayetlerin olduğu döneme dair hiçbir anısı olmadığını da belirtiyor. Ancak bu hatırlatıcı sorularda, izleyici cinayetle ilişkili sahnelerle karşılaşıyor. Acaba bize gösterilen sahneler Grace’in hatırlayıp da yalan söylediği görüntülerden mi ibaret, yoksa sadece bizim için görsel destekleyiciler mi? Grace Marks gerçekten işlenen cinayetlerden sorumlu mu, yoksa yanlış zamanda yanlış yerde bulunan masum biri mi? Bunların cevabı elbette ki hikayenin içerisinde saklı.
Olay Örgüsü
Grace Marks, 16 yaşında ailesiyle birlikte Kuzey İrlanda’dan Kanada’ya gelen göçmen bir ailenin kızı. İrlanda’da doğmuş olmasına rağmen Grace’in babası İngiliz asıllı ve Protestandır. Kuzey İrlanda’dan ani göçlerinin sebebi de, İrlanda’nın önde gelen bazı Protestanlarının şüpheli ölümleri ve babasının bu isimlerle olan bağlantısından kaynaklanmaktadır. Dizinin ilerleyen bölümlerini ve Grace’in psikolojik durumunu daha net anlayabilmek adına bu detaylara yer vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Zira zorunlu göç, tek başına insanların psikolojik durumları üzerinde etkisi büyük yaşam deneyimlerinden biridir. Doğduğu ve yaşadığı yerden koparak, hiç tanımadığı bir yer olan Kanada’ya gelen Grace’in çekirdek ailesindeki yaşamı da benzer şekilde kolay değildir. Dört küçük kardeşinin bakımından sorumlu olan Grace’in babası da çocuklarını ve karısını istismar eden bir alkoliktir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, annesi Kanada’ya gitmek üzere gemiye binerlerken yan yana üç karga görür ve bunun kendi ölümüne delalet olduğunu söyler ve haklı çıkar. Annesinin ölümünden sonra, oradaki bir yaşlı kadın, ruhun bedenden çıkıp serbest kalması için pencere açılması gerektiğinden bahseder. Ölünün ruhu için pencere açmak Grace’in aklında yer edinecek ve kimi zaman aklını gölgelendirecek bir ayrıntıdır. Annesinin ölümünün ardından, Kanada’ya geldiklerinde istismarcı babasının ona karşı tutumu da beklendiği gibi sertleşir. Şiddetin her türlü boyutunu deneyimleyen Grace’in, babasını öldürme düşünceleri zihnini doldurur ancak günah olarak gördüğü bu eylemi gerçekleştirmez. Kısa bir süre sonra eve para göndermesi için başka bir eve çalışmaya gönderir ve böylece Grace’in hayatında yepyeni bir dönem başlar.
Toronto’da hizmetçi olarak geldiği evde, daha sonraları en yakın arkadaşı olacak, karakter olarak Grace’e göre duygularını daha yoğun yaşayan, daha hızlı konuşan, enerji dolu Mary Whitney ile tanışır. Grace, Mary’ye kıyasla oldukça sakin, mütevazidir. Grace, siyaset ve diğer sosyal konularla hiç ilgisi yokken, Mary radikal düşüncelere sahip bir aileden gelmektedir. Aralarındaki karakter farkını ikisinin bakışlarından dahi anlayabiliyorsunuz. Grace’in ayakları daha fazla yere basıyor ve parlak hayaller ya da eğlenceli hikayeler anlatmak pek onun karakterine oturtabildiğiniz şeyler değil. Mary ise tam tersi, hayat dolu, anında hiç bilmediği bir maceraya çıkabilecek kadar cesur ve yürekli. Mary’nin geçmiş hayatı hakkında, babasının radikal olmasından kaynaklı çiftliğini kaybettiği ve annesinin vefatı gibi ufak detaylar dışında pek bir şey bilmiyoruz. Grace ise çocukluğundan itibaren kısıtlanmış ve erken büyümek zorunda kalmış bir çocuk. Grace’in Toronto’da yaşadığı evdeki en büyük şansı Mary. Onu sürekli koruyup kollayan, hayat ve erkekler hakkında tavsiyeler veren, ilk adet görüşünde yanında olan, adeta Grace için abla rolünde denebilir.
Bu süreç içinde, hikayede gördüğümüz bir diğer isim Jeremiah. Grace’in çalıştığı yere seyyar satıcı olarak gelen Jeremiah, kadınların ilgisini üzerinde toplamayı başaran, çeşitli sihir şovları yapabilen, tabiri caizse şeytan tüyüne sahip bir karakter. İlk karşılaştıklarında Grace’in el falına bakıyor ve çok fazla acı dolu deneyim yaşayacağını ama bunların hepsinin geçeceğini söylüyor. Jeremiah buradan sonra ara ara kendini tekrar gösteriyor ama asıl rolünü dizinin finalinde göreceğiz. Hikayenin bu kısmında karşımıza çıkan bir diğer önemli karakter çalıştıkları evin oğlu, George Parkinson. Mary ile yasak bir ilişki yaşayan ve Mary hamile kaldıktan sonraki umursamaz tavırları ile de Mary’nin hiç de sağlıklı olmayan bir şekilde kürtaj yapmasına ve nihayetinde ölümüne yol açan George, dönemin patriark düzeninin adeta kanlı canlı bir yansıması. Margaret Atwood’un romanlarını ele alırsak, bir karakter üzerinden toplumsal cinsiyete dayalı sistem eleştirisinin de araya başarılı bir şekilde yedirildiğini görebiliriz.
Mary’nin ölümü, Grace için oldukça sancılı bir süreç başlatır. Aynı yatakta uyuduklarından sabah kalkıp onu ölü bulmasının çok da iyi bir başlangıç olduğu söylenemez. Mary’yi ölü bulduğu sabah odayı temizlerken, Mary’nin ona “beni içeri al” dediğini duyar ve annesinin ölümünün ardından ruhun çıkması için pencerenin açılması gerektiğini hatırlar. Çok geç olmamasını umarak pencereye koşar ancak Mary’nin ruhunun eve kapalı kalması düşüncesi Grace’i kemirir. Orada geçirdiği bir şok ile günlerce sürecek bir uykuya dalar. Dr. Jordan ile seansları sırasında bu dönemden bahseder ancak dönemle ilgili hiçbir anısı olmadığını da söyler. Psikoloji terimiyle konuşacak olursak, o dönem Grace için amneziktir. Uzun uyuduğu dönemin ortasında bir anda kalkıp Mary olarak konuşmaya ve Grace’ı aramaya başlar. Ve sonra yine uykuya dalar.
Buradan sonraki kısımda, Grace cinayetlerin gerçekleşeceği ve hayatının tamamen değişeceği yer olan Kinear’ın evine hizmetçi olarak gelir. Thomas Kinnear ve Nancy Montgomery cinayetlerinin adım adım yaklaştığını bilerek izlediğimiz bu bölümlerde, inceden bir gerginlik olduğunu söylemek bence yanlış olmaz. Durumun nereye varacağını bildiğimizden midir bilinmez ama evdeki huzursuzluk ve garip havayı izleyen çoğu kişi hissetmiştir diye düşünüyorum. Grace ile birlikte cinayetlerden sorumlu tutulan ama cezası hapse çevrilmeden idam edilen, evde çalışan biraz sorunlu bir tip olduğu da aşikar James Mc Dermont’un tavırları bir yandan, Nancy’nin ikircikli davranışları ve Kinnear’ın fazla inceleyen bakışları diğer yandan evin bu kasvetli havasına katkıda bulunuyor. Dizinin bu bölümlerinde genel olarak o evde yaşadıklarına şahit oluyoruz. Grace’in sakin tavırlarını bozan tek şey, Nancy ve Kinnear arasındaki ilişkinin varlığını öğrenmesiyle başlıyor ve kendi deyimiyle Nancy’e olan saygısını yitiriyor. Arkadaşı Mary, evli olmadığı bir adamla bir ilişki yaşayıp ölüyorken, Nancy’nin bu yaptığından dolayı cezalandırılmayacak olmasının ne kadar adil olduğu da bir yandan Grace’in kafasını kurcalamaktadır.
Finalin Analizi
Grace’in cinayetlerin işlendiği anlara ilişkin belirgin anıları olmadığını söylemiştik. Sona yaklaştıkça hikayenin Grace’in açısından nasıl olduğunu ve aynı zaman Mc Dermont açısından nasıl olduğunu dinlemeye başlıyoruz. Mc Dermont cinayetleri Grace için işlediğini, asıl suçlunun Grace olduğunu çünkü kendisini baştan çıkardığını söyler. Oysa ki Grace bölük pörçük anılarının arasında buna dair hiçbir anı kırıntısı yoktur ve Mc Dermont cinayetleri işlerken sadece sessiz bir eşlikçi olduğunu varsayabiliriz. Ancak bir yandan, Nancy’nin boğazını sıkmak için kullanılan mendil Grace’e aittir ve McDermont’la evden ayrıldıklarında Nancy’nin kıyafetleri Grace’in üzerindedir.
Dr. Jordan’ın dizinin başından beri anlamaya çalıştığı, Grace’in bütün bu yalanları uydurabilecek derece zeki bir psikopat olduğu yoksa bütün bu olaylara karşı amnezik oluşunun psikolojik bir sebebi olup olmadığıydı. Ancak dizi ilerledikçe, Dr. Jordan ve Grace arasındaki adı konulmamış çekim ve Jordan’ın zamanla Grace’e yönelik hislerinin daha da karmaşıklaşması Jordan için içinde bulunduğu durumu oldukça zor bir hale getirmiştir. Jordan’dan da Grace’in masum olup olmadığı ile ilgili rapor bekleyen kişiler de gitgide sabırsızlanmaya başlamışlardır. Bu noktada, dizinin başlarından aşina olduğumuz bir isimle tekrar karşılaşıyoruz. Jeremiah karşımıza, Jerome Depont isminde bir hipnoz uzmanı olarak karşımıza çıkıyor. En son Grace’in yanından hipnoz uzmanı olmak için ayrılmasının üzerinden 15 yıl civarı geçtikten sonra. Hipnoz altındayken Grace’e Kinnear’ın evi ve cinayetler ile ilgili sorular sormaya başlıyorlar. Grace’in bedeni ve sesinden cinayete ilişkin detayları ayrıntılı olarak bu sahnede öğrenmeye başlıyoruz. İzleyen herkes ve Dr. Jordan da dahil olmak üzere Grace’in hipnoz altındaki itirafını duyduklarında onun yaptığına ama sakladığına ikna oluyorlar. Ancak tam o noktada, Grace’in ağzından konuşanın aslında Mary olduğunu duyuyoruz. Cinayette kullanılan mendil, Mary’nin annesinden yadigar olan ve Grace’e hediye ettiği mendildir. Mary olarak konuşan karakter, Mc Dermont’u baştan çıkaranın da, cinayetler sırasında sorumlu olan kişinin de kendisi olduğunu ve Grace’in bunların hiçbirinden haberdar olmadığını söyler. Final bölümünde bütün dizi boyunca öğrenmek için beklediğimiz sorunun cevabı budur ancak bu noktada çeşitli teoriler de ortaya sunmaya başlayabiliriz.
Bunlardan ilki, dizi yapımını fantastik bir olay olarak ele almak ve dizideki karakterlerin bir kısmının da inandığı gibi, Mary’nin ruhunun Grace’in içine girmesinden kaynaklandığı yanıtına ulaşmaktır. Bu işin içinden kolayca çıkabileceğimiz bir boyut kazandırıyor. Diğer teorimiz ise, yeni literatürde dissosiyatif kimlik bozukluğu2 (DKB) olarak geçen ancak daha öncesinde ve popüler olarak bilinen adıyla çoklu kişilik bozukluğu ile karşı karşıya olduğumuzdur.
DKB’nin neden olduğu ya da oluştuğu ile ilgili elimizde elbette ki net cevaplar yok. Ancak çoğunlukla DKB’ye sahip kişilere baktığımızda, özellikle çocukluk çağına ait ciddi travmalara sahip olduklarını da görüyoruz. Bu açıdan, Grace karakterinin istismarcı baba figüründen kaynaklı olarak bu tabloya çok iyi uyduğunu da görüyoruz. Cinayetlerin gerçekleştiği 16 yaşına kadar aile içi travmalara maruz kalmış, kendinden küçük kardeşlerinin bakımından sorumlu ve erken yaşta annesini kaybetmiş bir karakter nihayetinde. Yazının başında İrlanda göçmeni olma durumundan ve zorunlu göçün tek başına şiddetli bir travma olduğundan bahsetmiştim ve bu da destekleyici bir faktör.
İkinci bir kimlik olarak Mary’i ele aldığımızda, aklıma ilk gelen Mary’nin gerçekten var olup olmadığıydı. Çoklu kimlikler söz konusu olduğunda bir ev sahibi kişilik ve bir veya daha fazla alter kişiliğin var olması beklenir. Bu alter kişilikler de, bir stres faktörünün tetiklemesi ile birlikte ortaya çıkabilirler. Mary ile ilk karşılaştığı zamana bakarsak, her ne kadar iyi bir ev ortamı olmasa da ailesinden ilk kez ayrılarak hiç bilmediği bir eve hizmetçi olarak geldiği zamana denk geliyor. Burada Grace’in yaşamış olabileceği stres ve endişe, Mary karakterinin ortaya çıkmış olmasına neden olmuş olabilir. Ancak böyle baktığımızda, dizinin kurgusuyla birlikte bu teorinin ne kadar temellendirilebileceğini de düşünmek gerekiyor. Aslında Mary ile birlikte geçirdiği zamanlar sadece Grace’in ağzından ve kendi gerçekliğinden dinlediğimiz için bence hikaye örgüsü de toparlanabilir. Mary’i tanıyan ve hapishane zamanı karşımıza çıkan tek kişi Jeremiah, ancak onun ağzından da Mary’nin varlığını inkar eden ya da onaylayan herhangi bir şey duymuyoruz. Ki Jeremiah da hipnoz uzmanı olurken kendi kimliğini değiştirip o mesleğe atıldığı için Grace’i tanıdığını belli edecek herhangi bir atılımda bulunmazdı da. Burada altını çizmem gereken bir nokta daha var; bu da bu teorinin ancak dissosiyatif kimlik bozukluğunun dizi ve filmlerde aktarılış şekliyle ele alırsak uygun olabileceği, çünkü bozukluğun gerçek belirti ve karakteristik özelliklerine bakılınca, farklı kişiliklerin birbirleriyle iletişime geçme ya da ortak zaman geçirme gibi anılarının var olmaması gerekir. Fight Club gibi filmlere yansıdığı Hollywood tarzıyla yaklaşırsak bu teoriyi eğlenceli ama gerçekle birebir uyuşmayan haliyle bir kenara koyabiliriz.
İkinci olarak ise, Mary’nin ölümünden sonra Grace’in yaşadığı yoğun stres ve pencereyi açamadığı için Mary’nin ruhunun evi terk edemediğini düşünmesi, Mary alterinin oluşmasına sebep olmuş olabilir. Ki Grace’in uyurgezerliklerinin ve belirli dönemlerde hafıza kayıplarının bulunduğu zamanlarda buradan sonra başlıyor. Kinnear’ların evine gittikten sonra, Mc Dermont’la gece bahçede buluşan ve onu cinayetleri işlemeye doğru yönlendiren, cinayetleri işlerken de yardım eden karakterin anılarına Grace sahip değil ve bunların hiçbirinin hatırlamıyor. Başından beri merak edilen, Grace’in cinayetlerde payı olup olmadığı sorusunun yanıtını hem evet hem hayır olarak verebiliriz. Evet bedenen cinayetleri Grace işlemiş olabilir ama adil yargılanmadan bahsedeceksek, Grace’in cinayetleri işlediği sırada cezai sorumluluğunun da tam olduğunu söyleyemeyiz.
Alias Grace, benim izlerken oldukça keyif aldığım mini dizilerden birisi olarak en sevilenler listemin içinde eminim her zaman kalmaya devam edecek. Ben yazımda diziyle ilgili bir giriş yaptıktan sonra psikolojik açıdan kapsamı çok da geniş olmayan bir analiz yapmaya çalıştım ancak dizi özellikle toplumsal cinsiyet açısından incelenebilecek ve üzerine konuşulabilecek birçok materyali bize sunuyor. Aynı insan öldürme suçundan yargılanan iki insandan erkek olan suçu kesin olarak görülüp idam edilirken, kadın olanın “kadın” katil olarak insanların ilgisini çekmesi ve yüceltilmesinin nedeni nedir? Mc Dermont idam edilirken, Grace yıllarını akıl hastanelerinde ve hapishanelerde taciz edilerek, insanların bakışlarına ve gereğinden fazla dikkatine maruz kalarak geçirmiştir. Alias Grace’in hikayesinin gerçek bir olaydan esinlenildiği düşününce, kadın ve suçluluk üzerine olayın yaşandığı 1800’lü yılların da genel bir incelemesini yaparak değerlendirmek yerinde olacaktır.
İyi Seyirler
Alias Grace Alias Grace Alias Grace Alias Grace
https://gorgondergisi.com/travma-kusaklar-arasi/
Salem Cadı Mahkemeleri Histerisi ve Giles Corey’nin Cesur Duruşu
2 comments
Gerçekten çok güzel özetlemişsiniz
Teşekkür ederiz 🙂