5. Sayı Yazıları

İşgal IV

İşgal IV

Yazar: Drake T. Wolfgang (Bu yazı Gorgon E-Dergisi 5. Sayısı’nda yayımlanmıştır.)

Kategori: Gorgon E-Dergisi 5. Sayı Yazıları

İkinci Sefer – Eğitimden Bir Dünya Yılı Sonrası

Gözlerini açtığı zaman hiçbir şey göremediğini fark etti. İlk saniyelerde kör olduğunu düşünmüştü ki gözlerinde hissettiği yoğun şeyin önünü karartmış olabileceği ihtimalini daha olası buldu. Tenine dokunmakta olan bir şey vardı ve bu şey her hali ile yoğun bir maddeyi andırıyordu. Bu yoğun maddenin nefes almasına da engel olduğunu anlaması birkaç saniyesini almıştı fakat neden olduğunu bilmediği bir sebepten bunu o kadar da önemsememişti. Ellerini sağa sola sallayıp içerisinde bulunduğu alanı ve maddeyi keşfetmeye çalıştı.

“Bu ne? Su mu? Su gibi. Ama daha yoğun! Boğuluyor muyum?”

Nefes alamıyordu fakat alma ihtiyacı hissetmiyordu. Konuşamıyordu. Madde engel oluyordu. Kendisini hayatta tutmaya ant içmiş içgüdüleri ise onun yerine konuşup:

“Nefes almasan da hayatta kalabilirsin. Konuşmasan da düşünebilirsin. Biliyorsun bunu.”

Diyerek garip bir özgüven sağlıyordu. Bu da onun farklı şeylere odaklanmasına sebep oluyordu.

“Göremiyorum. Nefes alamıyorum. Bir şeyin içerisinde yüzüyorum ya da sıkışmış durumdayım. En önemlisi de hiçbir şey duyamıyorum. Tabii bir de nerede olduğum hakkında en ufak bir fikrim yok! Ne kadar güzel bir gün geçiriyorum!”

Elinde bulunan olumsuzlukları kendi içinde sıraladıktan sonra nasıl kurtulacağını öğrenmek için üzerini aramaya karar verdi. Maddenin içinde oldukça yavaş hareket ediyordu ancak bu kıyafetlerini incelemeyi durdurmuyordu. Eli ilk önce belindeki kabzaya gitti. Ama parmakları aradığı şeyi bulamamış yalnızca geniş bir boşlukla karşılaşmıştı.

“Silahım yok. Zaten yerinde olsa şaşırırdım. Bakalım başka nelerimiz yok!”

Onun için de sorun tam olarak buydu. Üzerinde aradığı hiçbir şeyi yoktu. Silahı, bıçağı, donanımı… Hatta ayakkabıları bile yerinde değildi. Sadece bileğindeki üç boyutlu yazıcısı duruyordu. Kadın ona bunu ilk seferinde “Acil Durumlarda” kullanması için vermişti. Kadının acil durumlar olarak tarif ettiği şeyler onun kullanma yöntemi ile hiçbir zaman örtüşmemişti.

“Eski tip anahtar kullanan bir kilit görürsen, üç boyutlu yazıcı ile taratıp, yeni bir anahtar üretip onu açabilirsin. Ya da kredi yongası için sahte yongalar üretebilirsin. İstediğini satın alabileceğini düşünme sakın. Yongalar fark edilirse başın belaya girebilir. Ama ne istersen üretebilirsin unutma! Aklına ne gelirse!”

Demişti. Fakat o bunu sadece sigara oluşturmak için kullanmıştı. Farklı eşyalar üretmek için farklı materyaller eklemesi gerekmesine rağmen o sadece kâğıt, tütün ve filtre için kendisinin oluşturduğu “U-Bant” adlı materyalleri bilekliğine yerleştirmişti. Şu an içerisinde bulunduğu durumda bunun için pişman olması gerekirken, o sigara içemediği için üzülmüştü. Ama böyle şeyleri hatırlaması ona bir fayda sağlamış, kadının söylediklerinin çoğu hafızası tarafından ortaya çıkarılmıştı.

“Birkaç özelliği daha var ama kullanmasan da olur. Ar-ge takımım içerisine fener, çakmak gibi şeyler eklemiş. Gerekli olacağını düşünmüyorum. Ama aklında bulunsun.”

Dünya dışında yaşamaya başladığından beri hiçbir zaman yapay ışığa ihtiyaç duymamıştı. Uyandığı andan itibaren bir istasyon ve iki gezegen gezebilmişti fakat bulunduğu alanların hiçbirisi karanlık bir ortam barındırmıyordu. Şehrin, taşıtların ve hatta farklı canlıların kendilerine ait özellikleri bile ışıklarla bezeliydi. Bazı şehirlere yağan yağmurların içerisinde bile ışık hüzmeleri bulunuyordu. Hiçbir şey görmemesi sadece bu yüzden bile, onun içinde hem garip hem de güzel bir his uyandırıyordu.

İçindeki romantizme son verip elini bilekliğine attı. Birkaç kere bilekliği ile uğraştı ancak feneri açamadı.

“Bu makineyi kaç yüz kere kullandım. Ama fenerin yerini bulamıyorum. O da güzel tabii.”

Beş  altı defa bilekliği ile uğraşmasına rağmen hiçbir şey olmadı. Etrafını çevreleyen madde ise onu giderek rahatsız etmeye başlamıştı.

“Boğulsam her şey daha kolay olurdu.”

Bir anlığına gerçekten boğulmayı düşündü. Çevresindeki maddeyi ciğerlerine çekip kendisini boğsa, aynı kapsülde olduğu gibi hayatta kalıp kalamayacağını hesaplamaya çalıştı.

“Diyelim ki boğuldum fakat nereden geldiğini bilmediğim bu içgüdülerim beni hayatta tuttu. Yine aynı yerde uyanmayacak mıyım? Ne fark etti şimdi? Buradan çıkamadıktan sonra kaç defa ölmüşüm ne işime yarayacak? Hem beni buraya kim attı be!”

Her şeyden vazgeçip tekrar çıkış yolunu düşünüp elini bilekliğine attı.

“Çalışsana arkadaşım! Çalışsana çocuğum! Evladım! Bir tanem! Çalış be!”

Yanlışlıkla makinenin yazıcı kısmına bastı. Bilekliği yeni bir sigara yapma işine girişti. Bunun ona sağladığı tek faydası taslak aşamasıydı. Bileklik yeni üretime geçeceği zaman bir taslak çıkartıyordu ve üretimi onun üzerine yapıyordu. Bu taslak ise hologramdı ve çevresini az da olsa mavi renkte aydınlatıyordu. Ama üretilen şey çevresindeki maddenin içinde dağılıp gidiyordu. Bu yüzden bileklik en baştan üretime başlıyordu ve hologram bir türlü kapanmıyordu.

“Çok fazla aydınlatmasa bile en azından kör olmadığımı anlamış oldum.”

Bilekliğini çevresinde gezdirmeye başladı. Çevresindeki maddenin içinde ilerlemeye çalışıp, etrafını görmeyi denedi. Ama yaptığı hiçbir şey işe yaramadı. Hologramın ışığından başka bir şey göremiyordu.

“Belki feneri bulabilirim.”

Bilekliğinde görebildiği tüm düğme ve benzeri kısımları inceledi. En sonunda çok küçük bir düğme buldu. Düğmeye bir kez bastı ancak bir şey olmadı. Birkaç kez daha bastı. Yine bir şey olmadı.

“Bozuk mu acaba? Bir de şöyle bir şey deneyelim.”

Maddenin içinde hareket edebildiği kadar hızlı hareket ederek bilekliğine vurdu. Gözlerini kamaştıracak kadar yüksek bir ışık ortaya çıktı ve refleks halinde gözlerini kapattı.

Göz kapaklarının ardından gelen ışığın yansımasının bileklikten çıkmadığını o anda fark etti. Işık gözlerinin üzerindeki bir noktadan göz kapaklarına oradan da gözlerine yansıyordu. Göz kapaklarını yavaşça kaldırıp ışığın geldiği noktaya doğru bakmaya çalıştı.

Eğitimin Üçüncü Günü

Halbeili kadın, insansı görünümüne bürünmüş tepesinden ona bakıyordu. O ise bir tüp kapsülün içinde yüzüyordu.

“Beş kanat oldu! Tam beş kanattır suyun içindesin. Hem de nefes almadan duruyorsun. Siz insanların oksijene ihtiyacı var sanıyordum!”

Cam kaplı kapsülün içinde yüzerken kadının yüzüne gülümseyerek baktı ve ellerini açabildiği kısıtlı alanda yanına doğru açtı. Bunun anlamı: “Yani?” demekti.

“Nefes almadan suyun altında kalabilmen ne kadar muhteşem bir şey biliyor musun sen?! Hem de insan olarak!”

Ancak kadın yanlış anlamıştı. Onun sorduğu şey içinde bulunduğu durum değildi. O “kanat”’ın anlamını soruyordu.

Bir  süre daha kapsülün içinde kaldıktan sonra kadın onu dışarı çıkarmış ve bir banka oturtup eline hologram diskini alıp karşısına geçmişti.

“Belirli bir sıcaklığa dayanabiliyorsun. Ancak o sadece yarım kanat sürüyor. Suyun altında beş kanattan fazla durabiliyorsun. Sıvı değişkenlerini kontrol etmemiz lazım. Asidin içinde de yüzebilir misin?”

Kafasındaki garip bir iplikten yapılmış havlu ile dönüp kadına baktı. Yüzünde aşağılayıcı bir ifade vardı. Kadın sadece gülümsedi.

“Yüzemezsin sanırım. Ama bu da bir fikir tabii! Seferler sırasında ne olacağını bilemeyiz. Belki çeyrek kanat da olsa ona dayanabilirsin.”

Havluyu kafasından çıkarıp kadının gözlerinin içine baktı. Kadının değişen görüntüsünden sonra gerçekten gözlerinin içine bakıp bakmadığını merak ederek sordu;

“Beni öldürmeyi mi planlıyorsun? Ayrıca Kanat da ne?”

Kadın gülümseyerek eli ile hafifçe başına dokundu.

“Pardon. Sizin zaman diliminize göre… Hım. Saat! İstasyon’daki zaman dilimine Kanat deriz biz. Siz saat diyorsunuz. Ayrıca deney yaptığımızın farkındasın değil mi? Nelere dayanıklı olduğunu bilmem lazım. Ona göre donanım hazırlayacağım sana ve bunlar ucuz değil.”

“Biliyorum. Özür dilerim. Devam edelim o halde.”

Kadın yavaşça düzelerek hologram ekranına baktı. Onun portresi ekrandaydı ve isim kutucuğunun yanında bir boşluk vardı. İçerisinde, “Denek-01” yazıyordu.

Daha sonra kafasını yavaşça ona çevirdi.

“Adın ne senin?”

Kendisine sorulan bu soruya hiç düşünmeden başka bir soru sordu.

“Dünya ne durumda şu an?”

Kadın soruyu anlamamıştı fakat ona bir cevap vermek amacı ile odanın duvarlarından birine doğru yöneldi ve düşük bir ses tonu ile emir verdi: “Gezegen Dünya. Samanyolu Galaksisi. Son Durum. Rapor ver.”

Ekranda yaşadığı gezegenin oldukça değiştiğine tanık olmuştu. Binaların hiçbiri insan yapımı değildi artık. Arabalar, insanların kıyafetleri, şehirler ve hatta bitkiler bile değişmişti.

“Tanıdığım kişilere ne olmuştur sence?” diye sordu kadına.

“Direnişçilere katılmışsa ölmüş olabilirler. Ya da yaşıyor olabilirler. Bilemiyorum. İçeriden bilgi alamıyoruz. Ancak bu derece yüzeysel bilgi akışı sağlayabilirim sana.”

“Gerek yok. Tanıdığım insanlar da tıpkı Dünya gibi değişmiştir. Yani adımın artık gerekli olduğunu sanmıyorum. İstediğin gibi çağırabilirsin beni.”

Kadın gülümseyerek ekranları kapattı ve masasının yanındaki sandalyeye oturup ona baktı.

“Ben de bir şey anlatabilir miyim sana?” diye sordu ancak karşılık olarak yalnızca bir baş sallaması aldı. O da anlatmaya başladı:

“Bu istasyonda sürekli yapılan bir şenlik var. Ortak bir istasyon olduğumuzu söylemiştim. Bu şenliğin nasıl ortaya çıktığını bilen kimse yok. Sadece belirli bir günde yapılan öylesine bir şenlik. İsmi bile yok.”

Kadın gülümseyerek arkasındaki cam duvara dönüp istasyonu izlemeye başladı.

“Bu şenlikler içerisinde her ırk kendisine ait özelliklerle belirli şovlar yaparlar. Mesela biz yani Halbeiler nezaketimizi göstermek için her Halbei kentinde yetişen özel çiçeklerle alanı süsleriz. Gösterimiz budur. Vunganlar savaşçı kimliklerini sergiler. Palakatlar ne kadar dayanamasalar bile ışıklı gösterileri çok severler. Başka bir ırk daha var. Hizmet alanında kullanıldılar yalnızca.

Neden bilmiyorum. Oldukça güçlülerdir ama… Neyse konumuz bu değil. İstasyon içerisinde bir aile var: Xeanalar. Bunların bir üyesi var: Styrax. O gösterilerinde hep oyunlar oynar. Kendince bir metin yazar ve bunu canlandırır. Tek başına yapar bunu. Oynayacağı karakterin kıyafetlerini bile kendisi hazırlar. Bütün bir mekânı tek başına kurduğuna şahit oldum.”

“Ne oldu ona?”

“Hiçbir şey. Sadece etkinlikleri düzenleyen kurul tarafından hep en düşük puanı aldı. Hem de her şenlik zamanında. Hiçbir zaman yüksek puan alamadı. Hayatında belki bir kere pozitif bir sayı aldı. Onu da zorla eksiye düşürdüler. Ama o hep mutluydu. Bunun nedenini de bilmiyorum.”

“Oyunları çok mu kötüydü?”

“Aslında değildi. Mesela Halbeileri canlandırdığı bir komedi yazmıştı. Halbeiler radyasyon saldırısına maruz kalıyorlardı ve hepsi kötü canlılar oluyorlardı. Bütün evrene kötülük salıyorlardı. Kendisi ise kendi kimliği ile gelip onlara “iyilik” hapı içirip onları iyi Halbeiler haline getiriyordu. Çok gülmüştüm. Hatta bütün seyirciler kahkaha atmıştı.”

“Neden düşük puan alıyordu peki?”

“Xeanalar çok güçlü bir ırktır. Vunganların belki de korkulu rüyaları onlardır. Kıyafete ihtiyaç duymadan savaşa katılabilirler. Radyasyonun en yoğun olduğu ortamda istedikleri kadar yaşayabilirler. Fiziksel zarar almaları için en büyük silahlarla saldırıya uğramaları gerekir. Ancak Xeanaların nüfusu çok azdır. Demiştim ya neden bilmiyorum hep hizmet görevlisi olarak hayatta kaldılar. Kimse de onlara karışmadı. Ancak bu kadar güçlü bir ırkın sanat yapması, kimsenin istediği bir şey değildi. Özellikle kendi ailesi… Ondan nefret ediyorlardı sanki. Rezil olduğunu düşünüyorlardı.”

“Styrax. Bana böyle mi seslenmek istiyorsun?”

“Lillappaların zihin okuduğunu biliyorum. Siz insanlar, sizler de zihin okuyabiliyor musunuz?”

Birbirlerine bakıp gülümsediler.

“Neden peki?”

“Styrax’ın en sevdiğim özelliği oydu. Hiçbir zaman vazgeçmedi. Hep kötü puan alsa da asla oyunlarını bırakmadı. Güldürdü. Ağlatabildiği ırkları ağlattı. Kızdırdı. Korkuttu. Ama hep oynadı. Her şenlikte yeni bir oyun ile karşımıza çıktı. Hiçbir zaman pes etmedi. Ruh halini bilmiyorum ama fiziksel özelliklerin tıpkı onun gibi. Bedenin vazgeçmiyor. Donsan da yansan da nefessiz kalsan da vazgeçmiyor. İçindeki bir şey savaşıyor. Bunun ne olduğunu bilmiyorum. Ama buna olağanüstü bir hayranlık duyuyorum. Tıpkı ona duyduğum gibi. İzin verir misin?”

“İstediğin gibi seslenebilirsin.”

“Peki, o halde… Styrax!”

Devam edecek…

 

Related posts

Leave a Comment