Vikingler
Yazar: Joshua J. Mark
Çeviri: Cemil Erdem Bilgiç, Duru Akman
Vikingler
Vikingler yaptıkları seferler ve sonrasında kurdukları yerleşimler ile Avrupa kültürünü önemli ölçüde etkileyen, nüfuzları Akdeniz bölgesine kadar hissedilen, MS 790 – 1100 yıllarında İsveç, Norveç ve Danimarka’dan gelen muhtelif denizcilerdi. İskandinavların hepsi Viking değildi ancak Vikinglerin tümü İskandinavdı. Viking terimi diğer kültürler tarafından değil, ilk olarak İngiliz yazarlar tarafından diğer topraklara akınlar düzenleyerek servet elde etmek amacıyla denizcilik faaliyet yürüten kişiler için kullanıldı. Çoğu İskandinav Viking değildi ve başka kültürlerle ticaret yapanları Northmen, Norsemen ya da kökenlerini açıklayan başka isimlerle biliniyordu.
Vikingler, MS 793 yılında başlayarak ve 300 yıl boyunca devam ederek, Avrupa’nın kıyı ve iç kesimlerine akınlar düzenlemiş, doğuda ise Bizans İmparatorluğu’nun toprakları boyunca ticaret yapmışlardır. Hatta Bizans imparatoruna, seçkin Vareg Muhafız Gücü olarak hizmet etmişlerdir. Etkileşimde bulundukları kültürler üzerindeki etkileri; İskoçya, İngiltere, Fransa ve İrlanda bölgeleri başta olmak üzere hayatın her alanında gözle görünür bir öneme sahipti. Vikingler Dublin’i kurdular, Fransa’da Kuzeyli toprakları anlamına gelen Normandiya’yı sömürgeleştirdiler, Britanya’da Danelaw bölgesini kurdular ve İskoçya boyunca sayısız topluluğa yerleştiler.
İzlanda’da ve Grönland’daki yerleşimleri, İskandinav kültürünün Kuzey Atlantik’e doğru yayılmasını sağladı ve daha fazla keşif ve kolonizasyon için onlara önemli bir jeopolitik avantaj sağladı. Vikingler Kuzey Amerika’ya ulaşabilen ve orada yerleşim kuran ilk Avrupalılardı. L’Anse Aux Meadows’un Newfoundland bölgesi, erken Viking yerleşim yeri olarak tanımlanırken; Main’de Rhode Adası’nda ve hatta daha güneyde, Viking yerleşimlerinin ya da en azından bu bölgelere yapılan Viking seferlerinin kanıtlarının olup olmadığı konusunda tartışmalar devam etmektedir.
Vikingler’in, boynuzlu miğfer giyen savaşçılar olduğu yaygın ancak yanlış bir bilgidir. Boynuzlu miğferler savaş alanında kullanışsızdı ve büyük olasılıkla sadece tören amaçlı giyilirdi. Dahası, büyük savaşçılar olan Vikinglerin ismi günümüzde savaş, katliam ve yıkım ile anılsa da -popüler medya temsilleriyle teşvik edilen bir çağrışım- İskandinav kültürü oldukça gelişkindi ve diğer ülkelere yapılan Viking seferleri bu medeniyetin sadece küçük bir kısmını göstermektedir.
İsim
“Viking” kelimesinin kökeni bilim insanları tarafından hala tartışılıyor. Profesör Keneth W. Harl’ın temsil ettiği geleneksel düşünceye göre: “Viking kelimesi, korsanların pusuya yatıp ticaret gemilerini avlayabileceği bir yerden; koy ya da küçük fiyort anlamına gelen Norveççe vik’ten gelmektedir.” (3). Filolog Henry Sweet, bu kelimenin Eski Norsça’daki[1] “korsan” kelimesinden türetildiğini iddia ediyor (Whitelock, 222). Profesör Peter Sawyer, kelimenin Oslo fiyortlarının yanındaki Viken bölgesinden gelmesi gerektiğini ileri sürerek şöyle yazıyor:
“Danimarkalıların, Norveç’te üretilen demiri alabildikleri yer olan bu bölge oldukça önemliydi. Viking kelimesi aslen Viken yerlilerini niteleyen bir kelimedir. Ülkesinden ayrılıp sefere çıkmayı seçen Viken erkekleri için İngiltere doğal bir hedefti ve bu, neden yalnızca İngilizlerin İskandinav korsanlarını Viking olarak adlandırdığını açıklamaktadır.” (8)
Sawyer, diğer kültürlerin hepsinin bu aynı insanlara farklı isimlerle atıfta bulunduğuna ancak hiçbirinin onları Vikingler olarak adlandırmadığına işaret ediyor. İrlanda kayıtları Vikingleri paganlar ya da basitçe “yabancılar”olarak, Fransızlar; Kuzeyliler olarak, Slavlar; Ruslar (ki bu daha sonra Rusya’ya ismini vermiştir) olarak adlandırdılar ve Almanlar, tekneleri için dişbudak ağacından yararlandıkları için onları Ashmen[2] olarak bildiler.
Vikingler, başka topraklara yapılan, yağma amacı taşıyan silahlı akınları nitelendirmek için Viking kelimesini kullandılar. Eski Norsça ifade fara i viking’in (sefere çıkmak), meşru ticaret amaçları için deniz yolculuğuna çıkmaktan çok farklı bir anlamı vardı. Eğer birisi “Viking’e gitmeye” karar verirse; bu kişi, başka diyarlardaki oldukça kârlı hedeflere yapılacak bir akına katılma niyetini bildirmiş oluyordu.
Kültür
Viking kültürü; Jarllar (aristokratlar), Karllar (alt tabaka) ve Thrallar’dan (köleler) oluşan üç sınıfa bölünmüş İskandinav kültürüydü. Karllar için bir üst sınıfa geçmek mümkünken, Thrallar için aynı durum söz konusu değildi. Diğer topraklara yapılan Viking akınlarının başlıca motivasyon kaynaklarından biri olarak kabul edilen kölelik sistemi, İskandinavya boyunca yaygın olarak uygulandı.
Kadınlar İskandinav/Viking kültüründe diğer birçok kültüre göre çok daha fazla özgürlüğe sahipti. Kadınlar mülk edinebilir, evlenmemişlerse nerede ve nasıl yaşayacaklarını seçebilir, kendilerini yasaların önünde temsil edebilir ve bira fabrikaları, tavernalar, dükkanlar ve çiftlikler gibi iş yerlerine sahip olabilirlerdi. Viking kültüründe erkek dini lider yoktu; kadınlar tanrı Odin veya tanrıça Freyja’nın peygamberleri olarak tanrıların mesajlarını halk için yorumlardı.
Evlilikler klandaki erkekler tarafından ayarlanır ve ne erkekler ne de kadınlar kiminle evleneceklerini seçebilirdi. Kadınların elbiseleri ve mücevherleri kendileriyle aynı sosyal sınıfa ait erkeklerle aynıydı ve her iki cinsiyet de alt sınıflarla ilişkilendirilen bir takı olan küpeyi takmazlardı. Evi çekip çevirmek ve çocuk yetiştirmek gibi görevler kadının sorumluluğunda olsa da yemekleri erkek-kadın birlikte hazırlardı.
İskandinavların çoğu çiftçiydi ama aynı zamanda toplumda demirciler, zırhçılar, bira üreticileri, tüccarlar, dokumacılar, telli enstrümanlar üreten çalgı satıcıları, davul üreticileri, şairler, esnaflar, marangozlar, kuyumcular ve başka birçok meslek sahibi insanlar da vardı. Vikinglerin önemli gelir kaynaklarından biri bol miktarda sahip oldukları çam ağacının fosilleşmiş reçinesi olan amberin ticaretiydi. Sık sık İskandinav kıyılarına vuran amber ya kuyumculukta kullanılır ya da yarı işlenmiş bir şekilde Roma ve Bizans İmparatoruluklarına satılırdı.
Başka kültürlere sahip topluluklar kadar İskandinavlar da, spor yaparak, masa oyunları oynayarak ve festivaller düzenleyerek boş zamanlarını değerlendirirlerdi. Sporlar; savaş mizansenini, güreşi, dağcılığı, yüzmeyi, cirit atmayı, avcılığı, at dövüşü olarak adlandırılan –detayları tam olarak bilinmeyen- bir piyesi ve Knattleik olarak adlandırılan hokey benzeri bir oyunu içeriyordu. Masa oyunları ise zar oyunu, satranç tahtasında oynanan bir çeşit strateji oyunu ve satrançtan oluşuyordu.
Akıllardaki pis ve vahşi imajın aksine, Vikingler oldukça titizlerdi ve dış görünüşleri ile temizliklerine çok fazla önem verirlerdi. Doğuyla ticari faaliyet kurulduktan sonra, Viking Jarlları sık sık ipek giyip pahalı mücevherler taktılar. Bakımlı saçlarını ördüler, hoş pelerinler giyip titizlikle işlenmiş, el yapımı mücevher kolyeler, el ve kol bileklikleri taktılar.
Vikinglerde, temizlik yalnızca zenginlik ve statü göstergesi değildi, aynı zamanda dini öneme sahipti. Vikingler, devasa yılan Jormungat tarafından salıverilmiş Naglfar gemisinin sularda yüzerken göründüğü, tanrıların ve dünyanın sonunun alacakaranlığı olan Ragnarok gününe olan inançları yüzünden el ve ayak parmaklarının tırnaklarını daima kısa tutmaya özen gösterdiler. İnanışlarına göre, Nalfgar ölülerin tırnaklarından inşa edilmişti ve bu nedenle, kesilmemiş tırnaklarla ölen herkes gemiye inşaat malzemesi sağladığı için kaçınılmaz sonu hızlandırırdı.
İskandinav Dini
İskandinav inanışına göre dünyanın sonu mukadderdi ancak yine de buna karşı mücadele edilebiliyordu. İskandinav tanrıları insanlara yaşamın nefesini vermişlerdi ve bu armağanın hakkını vermek tamamen bireye bağlıydı. Tanrılar İskandinavya’ya, Bronz Çağı’nın (MÖ 2300- MÖ 1200) başlangıcına denk düşen bir tarihte Cermen göçleriyle birlikte gelmişlerdi. Bunlar zamanlarının sınırlı olduğunu anlayan ve hayatlarını bu sınırlı zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye adayan tanrılardı; onların takipçileri de aynısını yapmaya teşvik edildi.
İskandinav dini inancının ana kaynakları, MS 9. ve 10. yüzyılların sözlü geleneklerine dayanan Poetic Edda ve eski hikayelere dayanan bir masal derlemesi olan Prose Edda’dır (MS 1220). İskandinav yaratılış hikayesine göre dünyanın yaratılışından önce yalnızca buz ve büyük inek Audhumla’nın lütfuyla yaşayan Ymir adında bir dev vardır. Audhumla, Ymir’i dört memesinden aralıksız bir şekilde akan sütle beslerken aynı zamanda kendi besin ihtiyacını buz yalayarak sağlar. Onun buzu yalayışı, daha sonra Borr adında bir oğul doğuracak Tanrı Buri’yi düştüğü tuzaktan kurtarır.
Borr sonrasında; Odin, Vili ve Vé’yi doğuracak olan Buz Devi Bolthorn’un kızı Bestla ile evlenir. Bu tanrılar birleşip Ymir’i öldürür ve onun vücudunu dünyayı yaratmak için kullanırlar. İlk insanlar, Odin tarafından içlerine yaşam üflenene kadar ruh ve bir bedenden yoksun şekilde var olan ancak kendilerine diğer tanrılar tarafından sebep ve tutku bahşedilen Ask ve Embla idi.
Tanrıların yarattığı dokuz varoluş düzleminden oluşan dünya, Yggdrasil olarak bilinen muazzam bir ağaç olarak benimsenirdi. Bunların en ünlüleri: ölümlülerin evi olan Midgard, tanrıların evi Asgard, elflerin evi Alfheim ve Midgard’ın altında yer alan, kötü bir şekilde ölenlerin gittiği diğer bir diyar da Niflheim’dır. Özellikle doğum sırasında ölen kahraman kadınlar, ahiret hayatlarını Odin’in eşinin yanında geçirecekleri Asgard’daki Frigg Salonuna, savaşlarda kahramanca ölen erkekler ise Odin’in Valhala salonuna giderlerdi.
Odin ve diğer tanrılar buz devlerini yendikten sonra bütün evreni kendi prensiplerine göre kurmuşlardır. Buz devleri kendi diyarları olan Jotuheim’da yaşasalar da, Asgard ve Midgard için tehdit oluşturuyorlardı. Belirsiz bir gelecekte yer alan, tanrıların alacakaranlığı olan, Ragnarök olarak bilinen bu günde büyük bir yıkım yaşanacak, kaos zincirlerinden kurtulacaktır.
Ragnarök geldiğinde güneş; Kurt Skoll, ay ise Skoll’un kardeşi Hati tarafından yutularak dünya karanlığa sürüklenirken aynı zamanda Yggdrasil’in bütün düzlükleri ulu kurt Fenrir tarafından harap edilecekti. O gün geldiğinde tanrı Heimdall borusuna üfleyerek tanrıları savaşa; Odin ise Valhala’nın bütün kahramanlarını yaratılışın savunusu için tanrılarla birleşmeye davet edecekti. Tanrılar cesurca savaşacak olsa da en sonunda onlar savaşta ölürken, bütün evren de alevler içinde yok olarak derin sulara gömülecekti. Bu, dünyanın sonu anlamına gelse de varoluşun sonu değildir. Bu dünya yıkıldıktan sonra yeni bir dünya yaratılarak sulardan yükselecek ve bu döngü sürekli olarak kendini tekrar edecektir.
İskandinav tanrıları onlara inanan insanların davranışlarıyla onurlandılar. Hristiyanlıktan önce İskandinavya’da dini hiyerarşiye dair hiçbir kanıta rastlanılamadı. Tanrıların dokunduğu kadınlar Volva olarak adlandırılıyor, Volvalar kehanetleri duyabiliyor ve diğer fanilere tercüme ediyorlardı. Her ne kadar tanrılar için inşa edilmiş bazı tapınaklar olsa da ibadetin büyük kısmı belli bir tanrıyla bağlantılı olan doğal ortamlarda gerçekleşirdi. Uzun bir zaman boyunca sözlü olarak aktarılan Tanrılar, yaratılış ve Ragnarök ile ilgilli hikayeler ancak çok sonra İzlanda’da tarihçi/şair Snorri Sturluson tarafından yazıya geçirildi (MS 1179-1241).
Gemi Yapımı ve Viking Akınları
İskandinav mitolojisi, Viking kültürünü etkileyecek ve akınlarını teşvik edecekti çünkü Vikinglerin yaşamı, tanrıların yaşamlarına öykünmüştür. Cesur Viking savaşçıları kaotik ve tehlikeli gördükleri güçlere karşı savaşmak için başka ülkelere giderdi. Kiliselere, kutsal kitaplara, rahip ve rahibelere, ibadeti şekillendiren kurallara ihtiyaç duyan tek tanrı ve onun kurtarıcı oğlunu merkeze alan Avrupa ve Akdeniz dini inancı Vikingler’e tehdit edici ve absürd geliyordu. Bu durum Hristiyan öğretisinin İskandinav ideolojisiyle herhangi bir benzerlik göstermemesiyle de bağlantılıdır. Gemi inşasında ustalaşan ve sık sık “Viking’e gitmeye” başlayan İskandinavlar karşılaştıkları Hristiyan topluluklarına hiç merhamet göstermeseler de yabancı topraklara yerleşen ilk İskandinavlar çoğunlukla Hristiyanlığı kabul etti.
MÖ 4000-2300 yıllarına dayanan oyma eserler İskandinavya’da yaşayan insanların daha o tarihlerde nasıl tekne inşa edildiğini bildiklerini gösteriyor. Kürekler vasıtasıyla hareket ettirilen bu küçük gemilerin omurgaları yoktu ve bu, uzun mesafeli yolculukları tehlikeli kılsa da yine de bu yolculukların gerçekleştiği yönünde birçok kanıt var. Gemi yapımı küçük feribot yapımını aşarak MÖ 300-200 yıllarına gelindiğinde ancak ilerledi ve Romalı tüccarlar ve Roma teknolojisini kullanan Cermen ve Kelt tüccarlarla etkileşime geçilene kadar (MS 200-400) daha ileriye taşınamadı. Yelkenleri olmamasına rağmen denize kolaylıkla açılabilen ilk Viking gemisi Danimarka’da MÖ 350 ve 400 yılları civarında inşa edilen Nydam gemileri olarak bilinir.
Viking denizciliğinde, yelken ve gemi omurgasının gelişiminden uzun zaman önce bir grup İskandinav tüccar Avrupa’da kalıcı topluluklar kurdu. Bu topluluklar eski dini pratiklerini ve İskandinav tanrılarının hikayelerini unutup Hristiyan kültürünün etkisinde kalarak asimile oldular. Proffessor Harl’a göre:
“MS 650’ye gelindiğinde İskandinavların Batı Cermen akrabaları Hristiyanlığı benimsemiş ve kendi hikayelerini unutmaya başlamıştır. 650-700 yılları arası Frizya, Fransa ve İngiltere’de Hristiyanlığa dair yeni yaklaşımlar ortaya çıkmış ve bu, eski Roma İmparatorluğu’nun topraklarında kurulan yeni devletler ile İskandinavya arasında bir yol ayrımına sebep oldu.” (25)
Bu “yol ayrımı” dini anlayış ve pratikteki farklılıklardan kaynaklanıyordu. Hristiyanlıkta, tanrı kadir-i mutlak, her şeyi bilmesi, her zaman her yerde var olması gereken bir figürdür; ve bu yönüyle her biri farklı uzmanlık alanlarına, kaygılara ve yaşayışa sahip olan ve eylemleriyle fani dünyayı Hristiyan tanrısından farklı bir şekilde yorumlayan İskandinav ve diğer Pagan tanrılarından oldukça farklıdır. Vikingler için evren, dünyayı zorlu ve macera dolu bir yer haline getiren tanrılar, ruhlar ve doğa üstü enerjilerle doluyken, Hristiyanlara göre günahlarla dolu bir dünyaya önderlik eden tek bir tanrı tarafından yönetilirdi. Dünya görüşlerindeki bu farklılık, Vikingler’in akınlar sırasında karşılaştıkları Hristiyanlarla kurdukları ilişkiyi biçimlendirdi.
Bir İskandinav savaşçı için savunmasız sivilleri öldürüp, mal varlıklarına el koymak onursuz bir davranış sayılsa da MS 793-1100 yılları arasında Vikingler tam olarak böyle yaptılar. Bunda, varlıkları talan edilen kişilerin Vikinglerden farklı dini inanışlara sahip yabancılar olması ve Viking toplumunun devamlılığını sağlayan kuralların bu kişiler için geçerli olmamasının önemli bir payı vardı. Britanya’ya ilk gelişlerinde Lindisfarne manastırını talan eden Vikingler karşılaştıkları her rahibi öldürüp, bu kişilerin değerli bütün eşyalarına el koymuşlardır. Bu yapılanlar maktüllerin İskandinav olması durumunda ciddi bir suç teşkil ederdi. Fakat öldürülen rahipler zenginliğe erişimin önündeki en büyük engel olarak görülüyordu ve bu kişilerin kendi ibadethanelerinde kolayca öldürülebiliyor oluşu Vikingler için Hristiyan tanrısının kullarını koruyacak güçte olmadığı anlamına geliyordu.
Yayılma ve Miras
Hristiyan topluluklarına yapılan Viking akınları, yıllar önce Hunların Roma İmparatorluğuna yaptıkları akınlarda olduğu gibi, Tanrının; günahlarından ötürü kullarına olan gazabı olarak yorumlandı. Britanya’da Kral Büyük Alfred (MS 871-899) halkının eğitim seviyesini geliştirmek ve tanrının gazabını dindirmek için bazı reformları hayata geçirdi. Alfred aynı zamanda Hristiyan inancına ait bir ritüel olan vaftizi Vikinglerle anlaşmanın şartlarından biri haline getirdi. Alfred, Guthrum komutasındaki Viking ordusunu MS 878 yılında yendiğinde, Guthrum ve 30 Viking Reisi’nin vaftiz olarak din değiştirmesini sağladı.
Fransa’da Charlemagne (MS 800-814) İskandinav inancına göre kutsal olan yerleri imha eden askeri operasyonlar yoluyla İskandinavları Hristiyanlaştırmak için daha aktif bir tutum takındı ve Hristiyanlığı muhalif insanın düşman inancı haline getirdi. Charlemagne’ın çabaları bazı tarihçiler tarafından Viking akınlarındaki acımasızlığın temel motivasyonu olarak gösterilse de bu iddianın 783-800 yılları arasında gerçekleşen İngiltere ve İrlanda akınlarını hesaba kattığı söylenemez. Yine de Charlemagne’ın kutsal savaşlarının düşmanlık ve daha büyük ayrışmaya neden olarak İskandinavların Hristiyanlığı kabulünü zorlaştırdığı yönünde bazı şüpheler vardır.
Avrupa’da Viking çağının ilk yıllarında, deniz akıncıları korsanlardan biraz daha fazla olarak başlayıp zamanla karizmatik ve yetenekli askeri liderlerin komutasında büyük ordular haline gelecek, geniş toprakları fethedecek, topluluklar kuracak, en sonunda yerel nüfus ile asimile olacaklardır. Viking çağı, Halfdane olarak da bilinen Halfdan Ragnarsson (MÖ 865-877), erkek kardeşi Kemiksiz Ivar (MÖ 870), Guthrum (MÖ 890), Harold Mavidiş (MÖ 985), ve oğlu Çatalsakal Sven (MÖ 986-1014), Muhteşem Cnut (MÖ 1016-1035), Harald Hardrada (MS 1046-1066) gibi efsanevi İskandinav liderleriyle de tanınmaktadır. Eric the Red (MÖ 1003 yılında ölmüştür) ve Leif Erikson, Grönland ve Kuzey Amerika’yı keşfedip orada yerleşim kuran dönemin diğer ileri gelen kaşiflerindendir.
Vikingler hiçbir savaşın sonucu olarak topluca kıyıma uğramadılar ve Viking Çağı’nı sona erdiren tek bir çarpışma yaşanmadı. Harald Hardrada’nın Stamford Köprüsü Savaşı’nda öldürüldüğü tarih olan 1066, pek çok bilim insanı tarafından Viking Çağı’nın sonu olarak görülür fakat Viking Akınları bu tarih sonrasında da devam etmiştir. Viking Çağı’nın sonunu hazırlayan birçok faktörden bahsetmek mümkünken, bu faktörlerden en önemlisi İskandinavya’nın 9.ve 10. yüzyıl boyunca Hristiyanlaştırılmasıdır. Viking dini (Norse Religion), Hristiyanlığa yenik düşen son pagan inancıdır ve yenik düştüğünde de artık bu yeni inanç -Hristiyanlık- “Viking’e Gitmek” telkinini vermiyordu.
Vikingler savaş ve gemi yapımı başta olmak üzere, mimariden dile, altyapıdan şiirlere, kendinlerine özgü yer isimleri ve askeri reformlardan, yemek ve giyinme alışkanlıklarına kadar her alanda, etkileşimde bulundukları bütün diğer milletlerin kültürlerini etkilemiştir. Orta Çağ yazarları tarafından ölüm saçan dinsiz yağmacılar olarak tasvir edilen Vikingler; 20. yüzyılda soylu barbarlar olarak yeniden tasavvur edileceklerdi ve günümüzde de Vikingler genellikle bu şekilde gösterilmektedir. Aslında Vikingler bunların ikisi de değildi. Bununla birlikte onlar, dini inançlarına dayalı olarak, başka diyarları kişisel çıkar için yağmalamak söz konusu olduğunda kaybedecekleri hiçbir şeylerinin olmadığına inanan kültürlü ve sofistike savaşçılardı.
Kaynakça:
Arman, J. The Warrior Queen: The Life and Legend of Aethelflaed, Daughter of Alfred the Great. (Amberley Publishing, 2017).
Carlson, R. Norse Mythology. (CreateSpace Independent Publishing Platform, 2016).
Dersin, D. Vikings: Raiders from the North. (Time Life Education, 1993).
Ferguson, R. The Vikings: A History. (Penguin Books, 2010).
Harl, K. W. The Great Courses: The Vikings. (The Great Courses, 2016).
Hollander, L. M. The Poetic Edda. (Oxford University Press, 2014).
Keynes, S. & Lapidge, M. Alfred the Great & Other Contemporary Sources. (Penguin Classics, 1984).
Lindow, J. Norse Mythology: A Guide to Gods, Heroes, Rituals, and Beliefs. (Oxford University Press, 2002).
Oliver, N. The Vikings: A New History. (Pegasus Books, 2014).
Sawyer, P. The Oxford Illustrated History of the Vikings. (Oxford University Press, 2001).
Snorri Sturluson. The Prose Edda. (University of California Press, 2012).
Somerville, A. A. & McDonald, R. A. The Viking Age: A Reader. (University of Toronto Press, Higher Education Division, 2014).
Yazının Orijinali İçin
Joshua J. Mark / Ancient History Encyclopedia
https://www.ancient.eu/Vikings/
Dipnotlar:
[1] Old Norse: Vikingler tarafından konuşulan, Eddalar’ın ve İskandinav mitolojisinin kaynağını oluşturan metinlerin yazıldığı dil. Kaynak: https://norse-mythology.org/learn-old-norse/ (e.n.)
[2] Ash, İngilizcede dişbudak ağacı/kerestesi anlamına gelir. Ashmen ise “dişbudak adamlar” gibi bir anlama gelmektedir. (e.n.)
Redaksiyon: Büşra Erturan