Yazar: William Van Andringa[1]
Çevirmen: Arman Tekin
Antik Kutsal Mekânların Arkeolojisi
Antik dinlerin araştırılması için “yaşamış din” kavramı kullanıldığında kutsal mekânların arkeolojisi şüphesiz merkezi bir yerdedir. Kült alanları, aslında dinî deneyimler ve kutsallık ile ilişkili kontrollü etkileşimler için uygun yapıda olan topluluklar tarafından tanımlanmış ve biçimlendirilmiştir. Bu bağlamda kazılardan elde edilen arkeolojik veriyi kullanmadan ve çok sayıda dağınık buluntu parçalarını sorgulamadan önce, antik kült alanlarında yapılan arkeolojik araştırmaların ne tür bulgular verdiğini bilmemiz gerekir. Kutsal mekânlar hakkında yapılan hem güncel hem de eski yayınları incelediğimizde bu soruya basit bir cevap vermemizi sağlamaktadır: çok ve aynı zamanda çok az. “Çok az” çünkü kazı koşulları veya arkeolojik tabakaların korunma durumu ne olursa olsun, kutsal mekânlardaki ziyaretçilerin alışkanlıklarını, dinî bir törenin ayrıntılı kurgusunu ve bir kültün ne anlam ifade ettiğini (ayin yapan bir topluluk için her kültün belirli bir anlamı ve kendine özgü bir kimliği vardır) bir tapınaktan arta kalan altar, çömlek veya kemiklerin nadir bulgularından anlamak güç olacaktır. Üstelik birçok durumda tapınağın hangi tanrı için yapıldığını ve bir topluluğun kullandığı kutsal mekân, kasaba, okul, köy, aile veya mahalle hakkında bilgi veren yazılı hiçbir metni bilmiyoruz. Bu sadece Antikiteye özgü değildir. Arkeoloji, özellikle de küçük olan ya da olmayan toplulukların yazılı kaynaklarla belgelenmemiş olması nedeniyle bize sembolik ve doğaüstü alanlardaki dinî pratiklere dair doğrudan bir bağlantı vermemektedir.
Bununla birlikte kutsal mekânların arkeolojisi, dinî karakter gösterdiği (anıtsal yapılardan kurban ayinlerine ve yemek ziyafetlerinin artıklarına kadar uzanan) kesin kanıtlarla çok iyi tanımlandığı ve kabul gören yöntemlerle uyum gösterdiği takdirde her geçen gün antik dinlere dair sahip olduğumuz bilgiyi arttırabilmektedir. Sonuçların niteliği dinî pratiklerin ve kült alanlarının yeniden kurgulanmasına ve en önemlisi de sayısı giderek artan uzmanların katkıları ile yapılan arazi etüdüne ve interdisipliner özellikteki analizlerin niteliğine bağlıdır. Bugün modern arkeolojiye (seramoloji, zooarkeoloji, karpoloji, antropoloji, pedoloji vb.) uygulanan stratigrafik arkeolojinin ve bilimlerin gelişmesi, kült pratiklerinden ele geçen bulgular üzerinde yapabileceğimiz gözlemlerin kapsamını genişleten sonuçlara yol açmakta ve bu önemli sonuçlar antik dinlerin tarihine dayanan yorumsal bağlama dâhil edilmektedir (Van Andringa vd., 2013a; 2013b). Bu tür bir araştırma kutsal mekânlara mimarisinden çok daha geniş bir anlam vermiştir. Çünkü tapınaklar kendi mimarilerinin ötesinde, bazen de bir kült alanı herhangi bir mimari yapıya; alanın organizasyonuna ve sınırlarına, alandaki kült eşyalarına hatta duruma göre her topluluğun kendi tanrısı için inşa ettiği belirli bir dinî anlatım olarak ifade edilen kurbanın tedavisine yönelik kalıntılara sahip değildir. Ayinlerin tanımı, gerçekleştikleri alanda inşa edilen belirli bir yapıyla başlamaz mı? Akdeniz’in çevresindeki her yerde kazısı az veya çok yapılan binlerce kült alanı içindeki mekân ve eşyaları anlamlandırmayı amaçlayan bu tarz bir görüş, makalenin çeşitli kısımlarında yer alan arkeolojik soruları beraberinde getirmektedir. Mimari, heykeltaş, süsleme ve yerel mitlerle ilgili detaylara yönelmeden önce kutsal bir alanın özgün tarihine; kuruluşu, evrimi ve terk edilişi olarak üç aşamada değinilecektir. Son olarak ise kutsal mekânlardaki faaliyetler ele alınacaktır (Figür 2.1.)
Figür 2.1. Kazı yapma ve tasniflendirme: arkeolojik materyal üzerinden dini deneyimlerin yeniden oluşturulması
Kült Alanlarının Yapılışı ve Toplumsal Bağlamı
Kutsal bir mekân ne zaman yapıldı? Bu yapının tarihi kurucu topluluğun belirgin bir siyasi gelişimi ile ilişkili midir? Yunanistan’daki kutsal mekânların yapılışı ile Yunan şehir devletinin ortaya çıkışı arasındaki yakın benzerlik hemen akla Eretria ve diğer kült alanlarını getirmektedir (De Polignac, 1995). Bazı Kelt bölgelerinde yakın zamanda keşfedilen gelişmeler çok iyi bilinmemektedir. Bellovaciler tarafından MÖ 3. yüzyılda Kuzey Galya Gournaysur Aronde’da yapılmış olan kamusal bir kült alanı küçük Kelt devletlerindeki belirleyici bir siyasi gelişimin üstüne gelmektedir (Brunaux, 1988). Toplumun inşasında açıkça rol oynayan binlerce büyükbaş hayvana ait kemik parçaları, kutsal mekânın sınırları içerisindeki toplu adakların yapıldığı açmalarda ele geçmiştir. Corent’teki Arvernes kasabasında, MÖ 2. yüzyıla ait ortak ziyafet ve kurbanlık alanları ahşaptan büyük bir çitle çevrilmiştir. Aynı şekilde kült alanlarının yapılışı kendi tasarımı içinde tamamen orijinal sosyal değişimin bir çeşit formuna işaret etmektedir (Poux ve Demierre, baskıda). Seremoniler sırasında büyük ölçüdeki İtalyan şarap tüketimi -kutsal alanın zeminine yayılmış binlerce İtalyan amphorası ile kanıtlanmış- yerel seçkinlerce Arvernes tanrılarının şerefine düzenlenen yeni bir toplumsal törene geçiş olarak açıklanabilir. Bu koşullar altında şüphe yok ki yerel tanrı büyük ölçüde şarapla onurlandırılmıştır; bu olay vesilesiyle kendine özgü bir mimari çerçeveyle yeni bir kimlik kazanmıştır.
Koruyucu tanrılar için yapılan mekânların yer seçimi hakkında ne söyleyebiliriz? Kutsal alanlar bazen doğal nitelikte bir yerin (su kaynağı, göl, mostra, mağara, vb.) yakınına yapılırdı. Aslında, en azından Yunan ve Roma dünyasında, iki tür kutsal mekânın varlığını biliyoruz: tanrının doğal bir yerde yaşadığı kutsal mekânlar ve insanlar tarafından belirli kurallar gözetilerek inşa edilmiş kutsal mekânlar. Birçok örnekte doğal nitelikte kutsal mekânların tapınak formu veya dinî eşyaları olduğu gibi Roma konuk evlerine benzer biçimde misafirlerin ağırlandığı yapılara da sahiptir. Plinius’un aktardığına göre meşhur Clitumnus baharı şiiri, Roma döneminden bu yana varlığını sürdüren kutsal bir mekânın en güzel betimlemelerinden biridir (Plinius, Mektuplar 8.8.5-6; aşağıya bakınız). Aulerci Cenomanilere ait olan Galia Lugdunenesis bölgesindeki Vindunum (Le Mans) kasabasının dışında yapılan kazıda kutsal bir gölün kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Kumlarla çevrili gölet içinde şüphesiz nehir tanrısının heykelinin dikildiği bir mabet vardı. Üç asır boyunca kasaba yakınında yaşayanlar kutsal olan bu göle bozuk para, yüzük, toka ve (üzerinde yazı olan?) kırılmış kurşun levhalar atmışlardı (Chevet vd., baskıda). Bu ritüel bize Clitumnus’ta ilkbahar mevsiminde atılan ve Plinius’a göre suyun dibinde parlayan bozuk paraları hatırlatmaktadır.
Çok tanrılı dinlerde, yerleşim bölgeleri kadar -kırsal ya da kasaba fark etmeksizin- tapınak bulunmaktadır. Yunan ve Roma şehirlerinin sınırlarında bulunan kült alanlarını saymak yerine, çoğunlukla yerel mitolojinin bir vitrini yani Yunan şehir devletlerinin kültürel mirası olan birçok kutsal mekânı keşfetmemizi sağlayan Pausanias’ın kitaplarına bakmak zorunda kaldık. Dinî coğrafyanın kökeni ve gelişimini göz önüne aldığımızda Kuzey Galya’da bulunan Nesle bölgesinin yakınındaki Viromandui (Gallia Belgica) şehrinde bulunan ve Apolla Vatumarus’a adanan tapınak örneğinde olduğu gibi yer tercihi ile yerel tanrının geçmişte o bölgede oturmasının her zaman bağlantılı olmadığını kabul etmemiz gerekir. Bu durumda Gallik ismi kültün Roma öncesi bir kökenini açığa çıkarmaz; kazılar Roma döneminde tapınakların MÖ 1. yüzyılda yapılmış olduğunu ve ismin belirli bir dine özgü bir tanrının gücünü belirterek yerel bir vasıftan fazlası olmadığını göstermektedir. Nesleli Apollon, aslında bir kuyu şaftı yakınında ahşaptan anatomik bir adak sunusunda gösterildiği gibi Asclepius, Apollon’un oğludur (Cocu vd., 2013).
Şehirde kült alanları tıpkı her ev, dükkân, mahalle veya kavşak kadar yaygındı. Atina’daki Agora’da kült alanlarının ve kamusal anıtların bir arada olması, şehirdeki tanrısal etkilerin ve siyasi amaçların iyi bir örneğidir. Pompei’de bir düzineden fazla olan kutsal mekânlar, şehrin halka açık forum ve tiyatro gibi alanlarına yapılar kazandırmıştır (Van Andringa, 2009). Yunan ve Roma bağlamında, kamusal bir mekânın bulunduğu yerin, şehrin ve vatandaşlarının kurucusu veya vakfedeni tarafından değil, topluluk tarafından kült statüsünde tanımlandığını hatırlamalıyız. Roma’da bunun ayrımı Antik dönem üzerine çalışanlar tarafından (pro populo) bir millet adına yapılan kültler ve pro singilus hominibus, familiis, gentibus, bireyler, aileler ve klanlar tarafından yapılan özel kütlerdir (Festus p. 284, 18-21 Lindsay).
Pompei’deki Fortuna Augusta tapınağında olduğu gibi yapının bağlamı o günün siyasi durumu ile önemli derecede ilişkilidir. Peripteros görünümlü (birbirine eşit uzaklıktaki sütunlarla cellanın arka duvarlarının çevrelendiği sütunlu bir giriş) Korint tapınağı, yerel aristokrasinin seçkin bir üyesi olan Marcus Tullius tarafından son on yıllık zaman diliminde Forum’un kuzeyindeki önemli bir kavşak üzerine mermerden yapılmıştır. Buradaki sokağı köprü gibi birbirine bağlayan dört kenarlı kemer, yerel aristokrasinin başka bir üyesi olan Marcus Holconius Rufus tarafından -aynı şekilde muhtemelen kendisinin de içinde yer aldığı heykeller dizisinin bulunduğu hayırsever anıtı da- aynı zamanlarda yapılmıştır. Bu örneklerden de görüldüğü üzere Augustus dönemindeki kültlerin yapılışı iki koşula bağlıdır: kişisel strateji ve aristokratik rekabet. Bu davranışlar Roma’daki siyasi değişimlerin doğrudan bir sonucu olarak anlaşılmalıdır. Kültün konumunun tercihine yönelik temel sorular kült alanları ve bu alanlardaki organizasyonun tasvir edilmesi ve topluluğun düzenlediği kültün tanımlanması için önem arz eden arkeolojik kontekstin dikkatli bir şekilde araştırılmasına bağlıdır (Figür 2.2).
Figür 2.2. Pompei’deki Fortuna Augusta Tapınağı: Augustus Dönemi’nin siyasi durumu ile güçlü bir bağlantı sunan yapı konteksti
Kült Alanlarının Evrimi: Eşya, Restorasyon ve Kült Değişimleri
Yapılan en son kazılar, kült alanlarındaki evreleri (bazen on ila yirmi yıllık bir süre içerisinde kutsal bir mekânın dönüşümünü) detaylı olarak izlememizi mümkün hâle getirerek saptayabilir. İlk olarak kült alanlarındaki devamlılık konusu duruma göre tartışılmalıdır. Kült alanları gelenek abideleri olmaktan ziyade toplulukların tarihini ve bu toplulukların kendileriyle birlikte günümüze ulaşmamış büyük değişimlerini gösteren anıtlardır. Buna karşın iki üst üste gelmiş kült alanının izleri, bir kültün kusursuz devamlılığını kendi kendine kanıtlamaz; biliyoruz ki gelenek devamlı olarak yeniden yapılır ve şekillendirilir. Gallia Aquitania bölgesindeki Averni Corent’inde gerek dayanıksız malzemelerden apsidal temel üzerine yapılmış gerekse taşrada halka açık, şarabın bolca akıtıldığı şölen alanı ile çevirili olan bir alana dikilmiş Yunan tapınağı olsun öncelikle keşfedilen yapıların doğası hakkında düşünmek gerekir. Kült alanları aslında devamlı dönüşümlere bağlıdır; kutsal mekânlardaki ritüellerin ve sürekli ziyaretçilerin sayısındaki değişimlerin yeniden tanımlanması ile belirli bir şekilde bu dinî pratiklerin, yeniden yazım evrimini düşündüğümüz an bu durum mantıklı hâle gelmektedir. Yunanistan’da Eretria’daki Apollo Daphnephoros Tapınağı kült ayinlerindeki değişimlerle doğrudan bağlantılı olabilecek değişimlerle birlikte etkileyici bir uzun ömürlülüğe sahiptir. Roma şehrindeki eyaletler için şehir devletleri merkezli kentleşmiş kasabaların, yerel toplulukların ve kült alanlarının organizasyon üzerinde doğrudan etkiye sahip Roma modeline bağlı olarak gelişim gösterdiği kabul edilmektedir. Bu dönüşümler kuşkusuz evrensel bir kuralı gözetmemektedir. Galya eyaletlerindeki kutsal mekân yapıları içinde görülen aşırı derecede farklılıklar bunu kanıtlar niteliktedir. Roma İmparatorluğu eyaletlerinde yerleşim özelinde çeşitli tarihlerde -Cladius dönemi ile MÖ 1. yüzyılın sonları arasında diyebiliriz- kült alanlarının anıtsallaştırılması ve sonrasında kutsal mekânların, halka açık kült pratiklerinin belirli bir bağlam içinde yer aldığı, şehrin düzenlenmiş alanında esas bileşenler olarak düşünülmesi şüphesiz önemli bir aşamaydı.
Diğer önemli bir soru ise tapınak ve çevresinin restorasyonu ve genişletilmesinin değerlendirilmesi ile ilgilidir. Restorasyonlar sadece anıtların aşınmasının durması için mi yapılmıştı? Yoksa kutsal bir mekânın yeniden kullanılmasını bir topluluğun ya da kültün evrimi içerisindeki belirleyici bir müdahale olarak mı anlamamız gerekir? Pompei’de, şehre çok yakın bir yerde, MÖ 3. yüzyılda Dionysos/Loufir’a adanmış dor düzende bir tapınak inşa edilmiştir. İmparatorluk döneminde küçük bir katılımın olmasından sonra bu yerleşimin yeniden kullanımı, yapının basit bir restorasyonundan ibaret değildi; çok yönlü değişiklikler yapılması pronaosun sıra sütunları taş duvarlar ve tapınağın ön kısmındaki iki ziyafet odasına yakın olması, kutsal mekân içinde bir kült ayini olan thiasos’a göre yapılmasını beraberinde getirmiştir. Pompei’deki Fortuna Augusta Tapınağı’nda gördüğümüz üzere aristokratik bir çekişme içerisinde bir tapınağın güzelleştirilmesi göze çarpan bir saygıyla başlamış olabilir. Bir kült alanının ek özelliklerinin (altar, tiyatro, hamam, vb.) birleştirilmesiyle genişlemesi aynı zamanda dinî deneyimlerin kaçınılmaz bir şekilde güçlendiği bir kültün zenginleşmesi anlamına da gelebilmektedir. Delos’ta ise MÖ 3. yüzyılda bir tiyatroya adını veren Apollon’un kutsal şehri, beyaz mermerden büyük kaya bloklarından yapılan devasa istinat duvarı ile çevrelenmiştir. Latium şehrindeki Palestrina-Praeneste’de MÖ 2. yüzyılın sonlarında Fortuna Primigenia Tapınağı’nın olağanüstü anıtsallaştırılması ile en az iki asırlık yerleşim tamamen dönüşüme uğramıştır. Bu tarz bir müdahale hem yerleşimi hem de kültün özelliklerini kendi içinde değiştirmiştir. Nadir de olsa yazılı kaynaklar bir kültün evrimini çalışmamıza ve kült alanlardaki değişimi destekler nitelikteki değerli kanıtları anlamamıza ve yorumlamamıza olanak tanımaktadır.
Kutsal Mekânların Yıkımı ve Terk Edilmesi: Tanrıların Sonu
Yazılı kaynaklar bazen kültlerin kullanım dışı olmasıyla alakalı olarak bizi bilgilendirmektedir. En azından Augustus’a göre daha önce inanmak istediği şekilde düzenlenmiş olan belirgin kültler bir süre sonra artık onurlandırılmamıştı. Bunun yanında kaynaklar bu hususta sessizliğini korusa da arkeoloji kutsal mekânların bitişi hakkında bize detaylı bir bilgi sunmaktadır. Öyle ki bu antik kültlerin tarihi içerisinde yeni bir bölüm olarak ne olacağı ile karşımızda çıkar. Yakın zamanlarda yapılan kazılar bazı kentlerdeki büyük kutsal mekânların, Hristiyanlığın Kostantin zamanında resmi olarak başlamasından önce yıkıldığını gösteriyor. Şüphe yok ki fenomenin (belki dinî durumla ilişkili olan bu durumda) tam olarak kavranması için çok erken ancak Gallia Lugdunensis bölgesinde Chartres-Autricum’daki muazzam (200 metre genişliğinde) kemeraltı kompleksinin yıkımı muhtemelen kenarkentteki yerel otoriteler tarafından MÖ 3. yüzyılın ikinci yarısında dikkatli bir planlama ile benzerlik gösteren kutsal bir mekân ile ilişkilendirilmektedir. Aynı fenomene Aulerci Eburovices’deki (Gallia Lugdunensis) büyük Vieil-Evreux kutsal mekânında da rastlanmış; yakın zamandaki arkeolojik araştırmalar taş üstünde taş bırakmayacak türde bir yıkımdan ve belki de dinî özellikte bir kutsallıktan arındırma ritüelinden kanıtlar sunmuştur (Bazin 2013; Guyard, Fontaine ve Bertaudière, 2012). Aynı şekilde MÖ 3. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avenches ve Rennes’deki bazı kent ve kenarkent tapınaklarının neden yeni şehir duvarının dışında terk edilmeye bırakıldığını açıklayabiliriz. Başka bir yerde coşkulu kurban etme törenleri (kurbanlık ve şölen) MÖ 2. yüzyılın ikinci yarısı gibi belirgin bir zamanda yakın yerdeki bir kır evinin insanları ile kuvvetle muhtemel bir bağlantısı olan kırsal bir kült alanına ışık tutmaktadır. Öyle bile olsa imparatorluk döneminin başlangıcından beri korunmuş bir kült alanı MÖ 3. yüzyılda terk edilmiştir. Unutmamalıdır ki, Plinius’un Ceres Tapınağı örneği ile belirtildiği gibi kendisinin yaşadığı, yerel bir güç tarafından yönetilen şehrin sınırlarına büyük oranda kült alanları yapılmıştır:
“Haruspisklerin önerileri gereğince kendi mülkü içinde bulunan Ceres tapınağını onarmak ve genişletmek istiyorum. Yılın belli dönemlerinde akına uğradığı düşünülürse sadece çok eski değil aynı zamanda küçüktür. 13 Eylül’de ülkenin dört bir yanında gelen sayısız insan burada toplanmakta, işlerini görmekte, çokça yemin etmekte ve adak sunmakta lakin yağmura ve güneşe karşı koruyan bir sığınak bulunmamaktadır. Bunun üzerine düşündüm; eğer tapınağı dinî asil bir şekilde yeniden yaptırırsam, ilk olarak bunu dinî ve cömert bir şekilde tanrıların hizmetine sonra da insanların kullanımı için buna geniş bir kemeraltı eklerim” (Plinius, Mektuplar 9.39).
Açıkçası Plinius’un hürmeti kendi İtalyan mülkünde bulunan bu küçük kutsal mekân için eylemin devamlılığında merkezi bir rol oynamıştır. Herhangi bir durumda, kolayca çoğaltabilen bu örnekler arkeolojik belgelemenin MS 4. yüzyılda pagan karşıtı yasaların baskısıyla çok tanrılı kültlerin gitgide artan terk edilmelerinin sıkça-ileri düzeyde bir modeli değiştirmemize izin vermektedir.
Kült Alanlarının Tanımlanması ve Organizasyonu: Mimari, Heykel, Süsleme ve Yerel Efsaneler
Birincisi, kutsal mekân mimarisidir. Bu konu, uzun bir süredir Yunan mimarlık düzeninin gelişmesinden Batı Akdeniz’de Helenleşme etkisindeki kutsal mimarinin evrimine kadar olan sürede kutsal mekânların arkeolojisi üzerinde tartışmalara yön vermektedir. Arkaik dönemin başlarında kutsal mekânlar yerel toplulukların gelişimi ve zenginleşmesi ile bağlantılı olarak anıtlar neredeyse sistematik bir şekilde benimsenmiştir. Bir kült alanı zaman içinde bir anıt, bir sanat eseri, mimari bir çalışmanın kalıntısı, söz konusu bir tanrının mitolojik dünyası ve her konumda kült hâlini alan kültürel etkiler hakkında önemli bilgiler sağlar.
Uzun süreli bir tartışma konusu ise Roma eyaletlerindeki bütünleşme aşamaları üzerinde hâkim olan mimari tercihler olmuştur. Mimari yönde bir tercihe sevk eden şey nedir? Bilhassa evrim sürecindeki her bir topluluk için belirgin olan mimari uyarlamalar nasıl yorumlanabilir? Bir kültün statüsünü arttıran kutsal bir yapının korunması ile onun zamanın değer algısına bağlı olarak yeniden yapılması kıyaslandığında bunlardan argümanlardan hangisi hâkimdir? Bir kişi mimari yenilikleri bir kült pratiğinin evrimi veya bir halk, diğer bir deyişle, siyasal, dönüşüm ile nasıl açıklayabilir? Fransızca fanum, Almanca Gallo-römisch ve İngilizce Romano-Celtic olarak adlandırılan tapınak tipi buna iyi bir örnektir. Uzun bir zamandır düşünülen bu mimari tip bir vazo süslemesi (Nervii, Sainsdu-Nord) ile kökenini Roma tarafından kuşatılan Kelt dünyasından alan, açık veya kapalı kemeraltı ile çevrelenmiş merkezi bir kale içinde yer alan kült heykeli ile bilinmektedir (Van Andringa, 2000). Fakat elli belki de daha fazla yerleşimden bu tür bir plana sahip hiçbir Kelt kült alanı bugüne kadar kazılmamıştır. Buna karşı olan argüman ise bu tip bir yapının Augustus dönemine tarihlendirilmesidir. Araştırmanın bu aşamasında, şimdiye kadar Kelt bir kökene dair arkeolojik kanıtın olmaması, Augustus dönemindeki siyasi ve dinî değişimler içerisinde kendine özgü bir mimari tipin doğuşu ile ilgili olmalıdır. Yenilik çok tanrılı dinlerle bağdaşmamaktadır. Mimarideki bu yenilikler ayinleri ve insanların kutsal mekânları ziyaret ederek edindiği gündelik nitelikteki dinî deneyimleri şüphesiz etkilemiştir.
Diğer bir soru ise dinî yapılardaki yapım aşamalarıdır. Bir ya da birden fazla tanrıyı barındırmak amacı taşıyan tapınak, en başta insanlık âleminden ve herhangi bir ticari eylemden ayrı tutulan ilk yer olmuştur. Kutsal usulen tanrıya ait olanı ifade etmektedir. Roma’da tapınmanın belirli kuralları kamu yasalarıyla meşru olup tapınağın yapımı sırasında bazen, ender olarak da temel çökeltilerinde olduğu gibi bıraktığı arkeolojik izler üzerinden gözlemlenmiştir. Gallia Belgica’da Atrebates’in sınırları içerisindeki Arras-Nemetacum’da Mater Magna’ya adanmış bir mabedin temelinin saf cıva içeren bir kutunun duvarla birlikte çökertilmesidir ki bu ritüel Flavian döneminde Roma’daki Capitolium’un yeniden inşa edilmesini akla getirmektedir. Tacitus’a göre işlenmemiş metaller temel çukurlarına atılmaktaydı (Tacitus, Tarih 4.53): “Altın, gümüş ve el değmemiş cevherler yağmuru herhangi bir ocakta hiç eritilmemiş ama kendi tabiatı içerisinde temelin her yerine atılmış vaziyetteydi. Haruspiskler taşın veya altının başka bir amaçla kullanılmasının kutsal olana saygısızlık olduğu konusunda uyarmışlardı.” Bu temel ve adak ritüellerinin (tanımlaması her şekilde güç) arkeolojik kanıtları az bile olsa yapım alanlarının evreleri ve mimari tercihler ile daha çok kanıta ulaşmak mümkün olmaktadır. Bir tapınağın yapıldığı arazi ayrıca, özellikle kentsel alanlarda, bir topluluk tarafından özerk bir yönetime gereksinimi olan büyük bir anıtsal yapıydı.
İkincisi ise süslemelerdir. Cicero’ya göre (Verres’e Karşı 4.48-52) Verres, Enna’da bulunan Ceres Tapınağı’ndaki kutsal statüdeki süslemelere elini koyduğunda galeyana gelen bölge sakinleri onu tanrının kudretine (numen), ayinlerin saygıdeğer niteliğine (sacra) ve kutsal mekânın dinî karakterine (religio) leke sürdüğü gerekçesiyle suçlamışlardır. Bir kült alanındaki süslemeler, heykeller ve eşyalar kurucular ve dindarlar tarafından açık bir biçimde toplanması bu yerleşimde devamlı olarak religio yaratmaktadır. Bir kişi Capua’daki meşhur Diana Tifatina Tapınağı’nda muhtemelen Pön Savaşları’nda kaçırılan Nestor’un kadehi ve filin kafatası gibi sıra dışı objeleri aklına getirebilir. Tüm boyutlarda büyük bir çeşitliliğe sahip sunu ve diğer adak tipleri, açıkça her bir kült alanındaki religionun belirtilmesi için yapılan bağışlar ve süslemelerin önem arz eden illüstrasyonları olarak hizmet eder.
Üçüncüsü ise kutsal mekânlardaki imgeler ve kült heykelleridir. Kült imgeler üzerine yapılan çalışmalar bugün bir topluluk tarafından külte atfedilen bir kimlik olduğu göz önünde bulundurulduğunda sanat tarihinin büyük bir parçasıdır. Kült heykelin tanrının kudretinin bir temsili olarak hangi bakış açısıyla dikilmişti? Plinius, Clitumnus Nehri’ndeki tanrı heykelini şu şekilde tanımlar (Mektuplar, 8.8.5): “Yakınındaki nehir tanrısı Clitumnus’un toga prawtexta içinde giyinik olarak durduğu ilkel ve kutsal bir tapınak.” Kült alanlarında heykelin tabiatı ve duruşu, kült anlayışı için diğer önemli bileşenledir. İlke olarak tanrıya, ana tapınak içinde yaşadığı kutsal mekânın ismi verilir. Çok tanrılı kutsal mekânlarda ana tanrı, sıkça Pompei’deki Apollon Tapınağında olduğu gibi kendi asıl altarını veya avluya dikilmiş olan yine kendisine ait iki ikincil altarını paylaştığı ortak tanrılar ile beraberdir. Her kutsal mekân araştırması külte yüklenen anlam birliğini yeniden oluşturmayı denemelidir. Tanrıların ortaklıklarının karakteri incelenirken, bunun yöresel özellik taşıyıp taşımadığı sorusu esastır. Kutsal mekânlar içinde görülen tanrıların statüsü sorgulanmalıdır. Tanrıların belirli imgeleri koruyucu tanrı için yapılırken diğerleri kült içinde resmi bir yere sahiplerdi. Her bir kültün yerel anlamı kutsal mekânlardaki sergilenen kombinasyonlar üzerinde önemli bir rol oynamıştı. Binlerce Apollon, Jüpiter ve Venüs heykeli bulunmakta ancak tanrıların bir yerden başka bir yere, bir kutsal mekândan başka bir kutsal mekâna farklı bir kimlik kazanması sebebiyle kutsal mekânlarda heykeller çeşitlilik göstermişti. Örneğin Pompei’deki kutsal mekânlarda ağırlıklı olarak Venüs’ün her yerde bulunması örneği bu durumu açıklayabilir. Bir şehrin koruyucu tanrıçası olarak Venüs, yerel mitolojide ana figür olduğu gibi şehrin diğer tanrılarıyla da ayrıcalıklı sahte ilişkiler kurdu. Nitekim bu, kendisinin ağırlıklı olarak hem kamuya açık hem de gizli kutsal mekânlarda imgesel gösterimi olmasıyla açıklanabilir.
Kutsal Mekânlardaki Faaliyetler: Kurbanlıklar, Kutlamalar ve Katılımlar
Herhangi bir faaliyet için kült alanlarının mimari düzenlemesi (tapınak, altar, galeri, kemeraltı, ek mabed, çevre duvarı, muhtemelen hamamlar ve performans alanları), bu mekânların gösterimi ve kullanımına yönelik ritüel pratiklere temel bir kısıtlama getirmektedir. Bir kazı, dinî pratiklerin yapılmasının bir parçası ve ayrıca geçmiş toplulukların sosyal betimlemeleri olarak ifade edilen yapı ve eşya kalıntılarını açığa çıkarmaktadır. Bir başka deyişle dinî deneyimin gerçekliği ve organizasyonu içinde kült alanlarının mekânsal düzeni temel bir rol oynamaktadır. Bundan dolayı, söz konusu tanrının tapınak içerisinde konumlandırılmasını ve tapınağın iç düzenlenmelerini incelemek çok önemlidir. Ayrıca kutsal bir mekândaki altarın konumu kurban etme töreninin odak noktasındadır. Kutsal mekânlara yapı kazandıran kemer altlarının ve avluların araştırılması yeniden doğuş temelli dinî faaliyetleri gerçekleştirmek için yerel tanrıları ziyaret etmeleri oldukça önemlidir. Kült eşyalarının kimlikleşmesi ve yerelleşmesi kutsal mekânların (kült heykel ve kült imgeler, altar, bağışlanan tablolar, su havzası, depo alanı, mutfak, banklar, hazine sandığı vb.) iç kısımlarındaki ayinsel sirkülasyonu düşünmeyi beraberinde getirmektedir.
Dinî pratiklerin karakteristik düzenlemeleri arasında özellikle ayin salonları ve mutfaklarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Korint’teki Demeter Tapınağı’nda arkeologlar küçük yemek odaları içindeki ziyafetlerde bir araya gelen çok sayıdaki katılımcının toplanmasına olanak sağlayan bir tören alanı kompleksini ortaya çıkarmışlardır. Hatta bazı tabakalardaki kalıntılar Demeter’in huzuruna sunulan menüyü yeniden inşa etme imkânını bize vermektedir. Eğer kurban etme, tanrılar ve insanlar arasında ayrılan bir ayini ve aynı şekilde kurbanlık etin tüketimini içeriyorsa kutsal mekânlardaki kazılar bazen tamamlayıcı bilgiler sağlar ki bu da “kurbanlık mutfağı” olarak adlandırılırdı. Pompei’de birçok kült alanında mutfak yoktur; bunun kanıtı ise kurbanlık etin çoğu önce pisliğinden arındırılır, kutsal mekânların dışında tam da bu tür bir kullanıma yönelik pazarda (macellum) dağıtılır veya satılır.
Son olarak yeterliliğini kanıtlamış olan Isiaci of Isis, Fortuna Augusta veya Venerii of Venus gibi kültün ve inananlarının devamlılığını sağlayacak işlevsellikte donatılmış bir mutfağa sahip olan kutsal mekânlardır. Bu durum yazılı kaynaklarda çok az bahsi geçen ve sadece arkeologlar tarafından yakın zamanda kurban etme ve ayinler dikkate alındığı için doğal olarak kutsal mekânların tarihinin bir parçasını bize anımsatmaktadır. Hangi kurban izlerini ve adakları kutsal mekânlarda buluruz? Günümüze değin dinî kalıntılar bazı dolgularda ve çok katmanlı tabakalarda keşfedilen pişmiş topraktan figürinler ile sınırlıdır. Bunun yanında örnek vermek gerekirse kutsal mekân kontekstlerinde bulunan hayvan kemikleri kurbanlık hayvanların tür, yaş ve cinsiyet üzerine bize anatomik kanıtlar sunması gibi her tipte çok fazla ize ulaşılmaktadır. Ancak hatırlayalım ki, kutsal bir mekânda bulunan tek bir kırık kemik parçası kurban edilme törenini kanıtlamaz. Pompei’deki Dionysos/Loufir (S. Abbondio) Tapınağı’nda yapılan kazılarda toprak dolgusu ve faaliyet alanlarından sadece birkaç kırık kemik parçası ele geçmiştir. Kötü şekilde korunmuş bu kemikler Dionysos’a yapılmış hayvan kurbanını kanıtlama noktasında çok fazla umut verici değildir. Öte yandan İngiltere’de Britanya eyaletinin sınırındaki Uley’de (Woodward and Leach 1993) kutsal mekândaki Merkür’e kurban edilen hayvanların (genelde keçiler) kemikleri bunu saptamayı mümkün kılmıştır. Bu, aynı zamanda altar üzerinde kesilen hayvan başları üzerinden hayvanların hangi dönemlerde kesildiğini belirlememize olanak sağlamıştır. Birçok kutsal mekânda kazısı yapılan ve belirgin kontesktlerde ele geçen, özellikle çukurlardaki kurban edilme ve ziyafet artıklarını gösteren hayvan kemikleri, kurban etme faaliyetlerini ciddi ölçüde belgeler niteliktedir. Hayvan kemikleri ve bitkisel kalıntıların çalışılması kutsal mekanlardaki ritüel davranışlara yönelik anlayışımızı güçlendirmektedir. Pompei’deki riütel dolgular üzerinde yapılan bir araştırma buluntu topluluğunun bir çukurdan diğeri arasında çok farklılık göstermesi seromonilerde ayrı zamanlarda farklı törenlerin yapıldığını kanıtlamaktadır (Van Andringa, 2011). Bu çoklu dinsel birey yorumları çok tanrılı dine imkân tanımaktadır. Muhtemelen kamuya açık büyük kutsal mekânlarda çok daha istikrarlı ve kuralcı ritüeller yapılmıştır. Roma’daki Arval Kardeşler tarafından yapılan ritüeller bunun iyi bir örneğidir.
Aynı çeşitlilik kutsal mekânlardaki adaklar, figürinler, kişisel eşyalar, tanrının minyatür sembolü ve diğer objeler gibi çok sayıda tip için de geçerlidir (Veyne, 1983). Bu pişmiş toprak figürinlerdeki çeşitlilik, bir kültün doğası gereği veya kutsal mekânın tanrılarının olduğunu anlamamızda sonuca götürür nitelikte olsa bile çok fazla olması yönüyle tedbirli olmayı gerektirmektedir. Eretria’daki Apollon Daphnephoros Tapınağı (Huber, 2003; Verdan, 2013) yakınındaki alanda veya korunması için bilhassa kazılan çukurda olduğu gibi altarın sol kısmındaki dolgu tabakalarına kasıtlı olarak yayılmış adakların önemine değinmiş olalım.
Sonuç
Antik kutsal mekânlardan ele geçen kanıtların bolluğu, bu mekânların dinî ritüel alanlarının ötesinde olduğunu göstermektedir. Gelenek olmaktan çok uzakta ancak faal olan bu yerler, devamlı olarak yeniden süslenmiş, restore edilmiş ve bazen terk edilmiş ama sıklıkla tanrılara yapılan ziyaretler ve kurban törenleri sonucunda adanan adaklarla değiştirilmiştir. Yazılı kaynaklar kutsal mekânlardaki yaşama dair anıtsal imgeler sunarken arkeoloji kült alanlarının evrimi, yerel religionun oluşması ve ritüellerin yapısı hakkında bizi bilgilendirmektir. Aslında kutsal tanrılarla etkileşime geçilmesi ile elde edilen günlük deneyimlerin karmaşıklığı ve “yaşayan dinler”in zenginliği değerlendirme hususunda iyi bir noktadadır.
Kaynakça
Alcock, Susan A. and Robin Osborne (eds.) 1994. Placing the Gods: Sanctuaries and Sacred Space in Ancient Greece. Oxford.
Arcelin, Patrice and Jean-Louis Brunaux (eds.) 2003. “Cultes et sanctuaires en France à l’Âge du Fer.” Gallia 60: 1–268.
Bazin, Bruno, ed. 2013. “Le complexe monumental suburbain et l’ensemble funéraire de Saint-Martin-au-Val (Chartres, Eure-etLoire).” Gallia 70 2: 91–196.
Brunaux, Jean-Louis. 1988. The Celtic Gauls: Gods, Rites and Sanctuaries. London.
Chevet, Pierre et al., eds. forthcoming. “Un étang sacré au MansVindinum.” Gallia 71(2).
Coarelli, Filippo. 1987. I santuari del Lazio in età repubblicana. Rome.
Cocu, Jean-Sébastien et al. 2013. “Un nouveau dieu provincial chez les Viromanduens: Apollon Vatumarus.” Gallia 70(2): 315–22.
De Polignac, François. 1995. Cults, Territory, and the Origins of the Greek City-State. Chicago.[Originally published as La Naissance de la cité grecque. 1985, Paris].
Derks, Ton. 1998. Gods, Temples and Ritual Practices: The Transformations of Religious Ideas and Values in Roman Gaul. Amsterdam Archaeological Studies 2. Amsterdam.
Frankfurter, David. 1998. Religion in Roman Egypt: Assimilation and Resistance. Princeton.
Guyard, Laurent, Christiane Fontaine, and Sandrine Bertaudière. 2012. “Relecture du dépôt de de l’époque romaine du Vieil-Évreux (Eure): des dépôts rituels liés à la fermeture du temple.” Gallia 69(2): 151–94.
Huber, Sandrine. 2003. L’Aire sacrificielle au nord du Sanctuaire d’Apollon Daphnéphoros. Eretria 14. Gollion.
Insoll, Timothy (ed.) 2011. The Oxford Handbook of the Archaeology of Ritual and Religion. Oxford.
MacMullen, Ramsay. 1981. Paganism in the Roman Empire. New Haven, CT.
Pedley, John. 2005. Sanctuaries and the Sacred in the Ancient Greek World. Cambridge.
Poux, Matthieu and Matthieu Demierre. Forthcoming. L’Oppidum de Corent (Puy-de-Dôme, Auvergne) I: Le Sanctuaire: vestiges et rituels. Paris.
Renfrew, Colin. 1985. The Archaeology of Cult: The Sanctuary at Phylakopi. British School at Athens suppl. 18. London.
Van Andringa, William (ed.) 2000. Archéologie des sanctuaires en Gaule romaine. SaintEtienne.
Van Andringa, William. 2002. La Religion en Gaule Romaine: Piété et Politique (Ier- IIIIème Siècle Apr. J.C.). Paris.
Van Andringa, William. 2009. Quotidien des dieux et des hommes: La vie religieuse dans les cités du Vésuve à l’époque romaine. Rome.
Van Andringa, William. 2011. “À la table des dieux: offrandes alimentaires et constructions rituelles des cultes de Pompéi.” In Vinciane Pirenne-Delforge and Francesca Prescendi (eds.), Nourrir les dieux? Sacrifice et représentation du divin. Kernos suppl. 26. Liège. 79–88.
Van Andringa, William et al. 2013a. Mourir à Pompéi: Fouille d’un quartier funéraire de la nécropole romaine de Porta Nocera (2003– 2007). Collection de l’École française de Rome 468. Rome.
Van Andringa, William et al. 2013b. Archéologie et religion: le sanctuaire dionysiaque de S.Abbondio à Pompéi. MEFRA 125 (1) http://mefra.revues.org/1165.
Verdan, Samuel. 2013. Le sanctuaire d’Apollon Daphnéphoros dans la période géométrique. Eretria 22. Gollion.
Veyne, Paul. 1983. “‘Titulus praelatus’: offrande, solennisation et publicité dans les ex-voto gréco-romains.” Revue Archéologique 2: 281–300.
Woodward, Ann and Peter Leach. 1993. The Uley Shrines: Excavation of a Ritual Complex on West Hill, Uley, Gloucestershire: 1977–9. London.
Dipnotlar
[1] Dr. William Van Andringa, Université Paris Sciences et Lettres, École Pratique des Hautes Études, Section des Sciences Historiques et Philologiques