12. Sayı Yazıları

Anadolu ve Mezopotamya Çivi Yazılı Metinleri Işığında “Tufan” Anlatımı

Tufan

Bu yazı Gorgon E-Dergisi’nin 12. Sayısında yayımlanmıştır. 12. Sayımıza ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Arman Tekin[1]

Anadolu ve Mezopotamya Çivi Yazılı Metinleri Işığında “Tufan” Anlatımı

1. Tufan Kavramına Genel Bir Bakış

İnsan, birlikte yaşadığı diğer tüm canlılar gibi doğal yaşamın bir parçasıdır. Sürekli olan doğum-yaşam-ölüm döngüsü içerisinde “doğum” varoluşu, “yaşam” bu varoluşun devamlılığını ve “ölüm” bu devamlılığın sona erdiğini ifade etmektedir. Ancak bunun kendini sürekli tekrarlayan bir döngü olması, bu döngüyü canlı yaşamı için önemli kılar. Bu döngünün vuku bulduğu “doğa” içerisinde insan, evrim sürecinin ilk başlarında bağımlı bir değişken rolündedir. İnsanın üreyerek neslini devam ettirmesi ve her nesilde tecrübenin aktarılma ve gelişme süreci geçirmesi ile birlikte insan, doğa üzerinde egemen bir güç, bağımsız bir değişken olmuştur. İnsanın teknolojik açıdan gelişimini hem savunma hem de hükmetme yönünde kullanmasında en büyük etken doğa, diğer bir deyişle yaşadığı coğrafya olmuştur. Bu noktada ilk olarak büyük İslam bilginlerinden İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir.” sözü akla gelmektedir (Şahin ve Belge, 2016: 446). Mikro ölçekte bakacak olursak her coğrafyanın gerek jeolojik gerekse iklimsel yapısı kendi içinde birtakım benzerliklere ve farklılıklara sahiptir. Bu benzerlikler ve farklılıklar insanın sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan yaşayışını şekillendirmiştir.

İnsanın yaşadığı coğrafya ile bu coğrafya sınırları içerisinde inşa ettiği kültürel yapıyı anlamak için insan toplulukların yarattığı mitler önemli bir kaynak rolü üstlenmiştir. Bunun sebebi ise insan gruplarının yarattığı mitlerin yaşadıkları coğrafya özelinde gelişmesidir. Bu açıdan baktığımızda su, insanın yaşamını sürdürmesinde en temel olan öğelerin başında gelmektedir. Bilindiği üzere yerkürenin dörtte üçlük bir bölümünü sular oluşturmaktadır. Güncel bulgular ışığında ilk yaşamın milyarca yıl önce suda başladığı ve ilk canlıların ise algler olduğu bilinmektedir (Sakınç, 2006: 11). Hâl böyleyken canlılar için yaşamın kaynağı olan su, birçok yaratılış mitinde de varlık göstermiştir.

“Sudan çıkma”nın bir yaşamın doğuşunu ve bundan hareketle “suya dalma”nın bir yaşamın bitişini simgelemesi tüm kozmogonilerde kendine yer bulmuştur. Suya dalma yani su altında kalma tufan olayı ile ilişkilendirilmektedir. İnsan ruhunun ikinci ölümünü veya vaftiz yoluyla kabulünü ölümün sembolik bir tasavvuru olarak görebiliriz. Buna verilebilecek en belirgin örnek kuşkusuz tufan olayı olacaktır. Çünkü yapısal açıdan tufan, yeni bir dünyanın vaftizi yani yıkanarak arınması ile yeni bir yaratılışı ve yeni insan için birçok yönden yeni bir kurtuluşu meydana getirmiştir (Gezgin, 2016: 170). Bu “yeni” yaratımı sağlayan “tufan” olayı ise etimolojik açıdan Aramice ṭūphān kelimesinden türemiş olup taşma, su basma ve sel anlamlarına gelmektedir.[2] Tufan kelimesi İbrânîce’de mabul, Akkadca’da abubu, Latince’de diluvium olup hepsi de “yağmur fırtınası, sel, her şeyi kuşatan su baskını” olarak ifade edilmektedir. Tufan kavramının su haricinde ateş, deprem, kan, kar gibi unsurlarla gerçekleşen felâketler için de kullanıldığı görülmektedir. Örnek vermek gerekirse Typhon, Yunan mitolojisinde Gaia ile Tartaros’un en küçük oğlu olarak bilinmektedir. Titanların gökten kovulmasının ardından tanrılara başkaldırır ve gökyüzüne hücum eder. En nihayetinde Zeus, Sicilya denizini geçerken üstüne Etna Yanardağı’nı fırlatır ve Typhon dağın altında kalır. Etna Yanardağı’ndan çıkan alevlerin Typhon’un öfkesini kusmasının bir göstergesidir. Ancak bu örnekteki gibi ateş haricinde göklerle ilişkilendirilmesi sebebiyle “tufan” kelimesi ile de köken olarak bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Mitolojide geçen bu savaşın MÖ 1613’te Santorini Adası’nda gerçekleşen büyük yanardağ patlaması ve Etna Yanardağı’ndaki bir patlama (MÖ 735) ile ifade edildiği yönünde düşünceler de mevcuttur (Erhat, 2015: 16). Lakin semavî dinler içerisinde kendine Nuh peygamberin zamanında meydana gelen ve her şeyin su altında kalmasını sağlayan büyük felaket olan Nuh Tufanı ile ilintilidir.[3] Tufan olayının yaşanmasının özünde ise tanrıların insanları cezalandırmak istemesi yatmaktadır.

Bu yazı kapsamında en başta ilk yazılı metinlerdeki tufan tasviri ve anlatımı üzerinde durulmuştur. Tufan kavramının ilk yazılı metinlerdeki betimi ve aktarımının daha sonraki metinler ve hikâyelerde görülmeye devam etmesine bağlı olarak bu devamlılığın bugünlere kadar kalıcılığını nasıl koruduğu birçok kozmogoni üzerinden ele alınmıştır.

2. İlk Yazılı Metinlerde Tufan Anlatımı

2.1. Sümerlerde Tufan Anlatımı

Sümerler, MÖ 4000’lü yıllarda Mezopotamya’nın güneyinde kurulmuş olan güçlü bir uygarlıktır (Çığ, 2009: 15). 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan kazılar ve elde edilen buluntuların bilhassa tabletlerin dilbilimciler tarafından çözümlenmesi ve yayımlanması sayesinde bu uygarlık hakkında bilgi sahibi olunabilmiştir (Çığ, 2009: 13). Sümerler, birçok alanda yaptıkları çalışmalarla biliniyor olsa da yazıya dair ilk buluntu olarak değerlendirebileceğimiz tabletlerin ve bu tabletlerde kullanılan yazı sistemi ile “Tarih Sümerle Başlar” düşüncesi oluşmuştur. Bu yazı sistemi, işaretlerin ıslak kilin üzerine kalem görevi gören ucu üçgenimsi, ince ve uzun bir kamışın bastırılması ile yazılmasından ötürü çivi yazısı adını almıştır.

1914 yılında Arno Poebel’in Philadelphia Üniversite Müzesi Nippur koleksiyonunda yayımlanan tablet (Görsel 1) içerisinde tufan hikâyesinin de yer aldığı görülmüştür (Kramer, 2002: 187). Çok hasar görmüş olan tablet MÖ 3000’e tarihlendirilmiştir. Bu tablet sayesinde daha öncesinde bulunan ve ilk tufan hikâyesi olarak değerlendirilen Gılgamış Destanı’nın Sümer kökenli olduğu anlaşılmıştır (Hooke, 1993: 38).

Resim 1: Tufan hikâyesinin yer aldığı Sümerce
tabletin kopyası, Kaynak1

Tabletin tufan hikâyesinin anlatıldığı bölümün 37 dizelik bir kırık sebebiyle baş kısımları bilinmemektedir. Temelde, Ziusudra’nın ölümsüzleştirilmesi mitini konu alan bir şiirin parçasıdır (Kramer, 2002: 237). Günümüze üçte birlik kısmı ulaşırken başlangıç bölümünün yer aldığı sol üst kısım eksiktir. Bu nedenle metnin nasıl başladığı bilinmemektedir. Genel olarak tablette tanrıların insanlığı yok olmaktan kurtarması, insan, hayvan ve bitki gibi canlıların yaratılışı, tufan kararı alan, bu karara üzüntü duyan tanrılardan ve tufan sonra kurulan krallıktan ve kentlerden bahsedilmektedir (Kramer, 2002: 188-190).

Tablette tufan ile ilişkilendirebileceğimiz bölümlerde genel itibarıyla eksikler olmasına karşın tufan hikâyesinin ilk olarak nasıl ele alındığını göstermesi açısından kayda değer ölçüde bilgi vermektedir:

“Tufan ..

Öyle karar alındı

O zaman Nintu …. gibi gözyaşı döktü,

Kutsal İnanna halkı için bir ağıt tutturdu,

Enki kendi kendine karar aldı,

An, Enlil, Enki ve Ninhursag…,

Göğün ve yerin tanrıları An ile Enlil’in adını söylediler.” (Kramer, 2002: 190-191).

Bu kısımda ilk olarak tufan için bir karar alındığını görüyoruz. “Tufan” kelimesi ile başlayan ilk satırdan sonraki bölümlerin olmayışı nedeniyle tufan kararının ortaya çıkışı hakkında net bir bilgiye sahip değiliz. Dağların kraliçesi veya birçok tanrı ve tanrıçanın annesi olması yönüyle doğum tanrıçası olarak bilinen Ninnu’nun (Ninhursag) ve Sümerlerin aşk ve güzellik tanrıçası olarak bildiğimiz İnanna’nın bu durumu üzüntüyle karşılamıştır. Öte yandan suyun ve yaratımın tanrısı Enki’nin buna kendi başına karar verildiği görülmektedir. Son kısımda belirtildiği üzere göğün tanrısı An ile yeryüzünün tanrısı Enlil duruma sonradan müdahil olmuştur.

“O zaman kral Ziusudra, …. ‘nın paşişu’su,

Dev bir …. inşa etti;

Alçakgönüllülükle, itaatle, saygıyla, o …. ,

Her gün uğraşarak, durmadan … . ,

Her türlü düşü görerek …. ,

Göğün ve yerin adlarını anarak …..

…. tanrılar bir duvar .. .. ,

Ziusudra, duvarın yanında durarak, dinledi.

‘Solumda, duvarın yanında dur… ,

Duvarın yanında sana bir söz diyeceğim, sözümü dinle,

Öğütlerime kulak ver:

Bizim …’mızla bir tufan ibadet merkezlerini silip süpürecek;

İnsanoğlunun tohumunu kurutmak için

Karar böyle, tanrılar meclisinin sözü.

An ve Enlil tarafından verilen emirle…

Krallığı, kanunu (sona erdirilecek).” (Kramer, 2002: 191).

Tufan hikâyesinde baş kahramanımızın Kral Ziusudra olduğunu görüyoruz. WB62 tabletinde yer alan Sümer Kralları listesindeki Ziusudra, tufandan önce varlık sürdüren son Şurrupak (bugünkü Irak-Tell Fara) kralıdır (Lambert ve Millard, 2000: 19). İnşa edilen araç bu tablette okunamıyor olsa bile sonraki çivi yazılı metinler göz önüne alındığında bunun bir gemi olduğu düşünülebilir. Ziusudra, tanrılar karşısında itaatkâr ve inançlı tutumu nedeniyle dindar bir kişi olarak tasvir edilmiştir. Bu tutumunun karşılığı olarak onun yanında olan tanrılar tufanı kendisine bildirmişlerdir. Öğüt kısmının ilk başında eksik olan kısmın mantıken “kararımızla” olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu metnin ilk başlarında Enki’nin kendi başına aldığı karar gibi gözükse de devamında An ve Enlil’in, Enki’nin ötesine geçerek karar mercii olduğu anlaşılıyor. En nihayetinde bunun tanrıların ortak kararı olduğu belirtilerek en baştaki eksik kısımlar ilgili daha net bir şeyler söylememize yardımcı olmuştur. Tufan kararının altında yatan sebebin ise insanlığın ve kurduğu krallıkların sonunun geleceği açık bir şekilde ifade edilmiştir:

“Olağanüstü kuvvetli fırtınaların hepsi, bir olup saldırdılar,

Aynı anda tufan ibadet merkezlerini kapladı.

Yedi gün, yedi gece boyunca,

Tufan ülkeyi kasıp kavurdu,

Fırtınalar koca gemiyi azametli dalgalara çarpıp dururken,

Işığını yere göğe saçan Utu çıktı.

Ziusudra koca geminin bir penceresini açtı,

Kahraman Utu ışınlarını koca geminin içine saldı.

Kral Ziusudra,

Utu’nun önünde yerlere kapandı,

Bir öküz kesti kral, bir koyun kesti.” (Kramer, 2002: 192).

Bu bölümde tufanın başladığı ve aynı anda tüm binaları kapladığından bahsedilmektedir. Bu binaların arasında bilhassa ibadet merkezlerinin belirtilmesi ile tanrıların inançlı insanların ibadet etmelerini istemedikleri anlaşılmaktadır. Tufanın yedi gün, yedi gece sürdüğü ve Ziusudra’nın tahmin edildiği üzere yaptığı geminin dalgalarla mücadelesine yer verilmiştir. Enki’nin kızı olan tekstil tanrıçası Utu ise Ziusudra’nın ışığını görüp geminin bir penceresini açarak ışığın gemiye girmesine izin verir. Kral Ziusudra bu durum karşısında tanrıça Utu’nun önünde eğilir ve onun için kurban keser.

“An ile Enlil’in . .’larıyla çıkardı klan «göğün soluğu, «yerin soluğu» her yere yayıldı,

Topraktan çıkan bitkiler boy attı.

Kral Ziusudra,

An ile Enlil’in önünde yerlere kapandı;

An ile Enlil Ziusudra’yı bağırlarına bastılar,

Ona tanrılarınki gibi bir hayat verdiler:

Tanrılarınki gibi ebedi soluğu onun için yere indirdiler.

Böylece kral Ziusudra’yı,

Bitkilerin adının ve insanoğlunun tohumunun koruyucusunu,

Geçiş ülkesine, Dilmun ülkesine, güneşin doğduğu yere yerleştirdiler.” (Kramer, 2002: 192-193).

Devamında ise An ile Enlil’in nefesiyle dünyada yeni bir hayatın başladığı, bitkilerin var olup boy attığı görülür. Kral Ziusudra bunun üzerine An ve Enlil önünde diz çöker. An ile Enlil, Ziusudra’yı kabul eder ve ona tanrılarla eş bir hayat verirler. Buradan Ziusudra’ya ölümsüzlüğün bahşedildiği anlaşılmaktadır. Böylece Ziusudra bitkilerin ve insanlığın neslinin koruyucusu ilan edilir ve güneşin doğduğu Dilmun ülkesine gönderilir. Dilmun ülkesinin bazı araştırmacılar tarafından Basra Körfezi’ndeki Bahreyn ülkesiyle özdeşleştirildiği belirtilmiştir (Hooke, 1993: 34). Tabletin bundan sonraki 39 dizelik son bölümü hasarlı olduğu için devamında Ziusudra’nın neler yaşadığına dair fikir beyan etmek mümkün değildir.

2.2. Babillerde Tufan Anlatımı

2.2.1. Atrahasis Destanı

Kronolojik olarak baktığımızda Gılgamış Destanı’nın 11. tabletinde yer alan tufan hikâyesinin George Smith tarafından çözülmesi ve yayımlanmasının ardından bu alanda yapılan kazılar artmıştı (Çığ, 2009: 18). Yapılan kazılarda Gılgamış Destanı’ndan önce yazılmış olan bir tufan hikâyesi açığa çıkarılmıştı.

Resim 2: Tufan hikâyesinin Yer Aldığı
Atrahasis Destanı Tableti, Kaynak2

Yazılmış olan bu metnin dili Akadça’dır. Bu durum hikâyenin Sümerceden Akadçaya olay örgüsü açısından aktarıldığını göstermektedir. Yüce Bilgelik Şiiri olarak da adlandırılan bu metin Ku-Aya adında bir “küçük yazman” tarafından yazılmıştır. Metin 1245 dizeden oluşmakla birlikte insanın yaratılışı ve ardından gelen tufan hikâyesi ile dikkat çekmiştir. Bu metnin MÖ 1700’lerde yazıldığı dile getirilmektedir (Kramer, 2000: 275).

Tanrıların konuşması ile başlayan destanda; insanın yaratılışı, yapılacak işlerin yoğunluğu ve bu yoğunluktan şikayetçi olan hizmetkârlar[4] yüzünden tanrılar meclisi toplanır ve insanın yaratılışı aşağıdaki bölümden anlaşılacağı üzere gerçekleşir:

“Enki ağzını açtı

Ve yüce tanrılara konuştu:

‘Ayın yedisinde ve on beşinde

Temizlenmek için yıkanmayı başlatıyorum.

Bir tanrı kurban edilsin!

Böylece tanrılar onda yıkanıp arınacak,

Onun eti ve kanıyla

Nintu kili karıştıracak

Böylece tanrı insan karışacak

Birlikte yoğurulacak

Geri kalan zamanda büyük davulu duyacağız!

O tanrının etinde bir ruh vardır

Onun işaretleri yaşayanlarda çıkacaktı

Böylece bu ruhun varlığı unutulmayacaktır.” (Kramer, 2000: 276).

İnsanın yaratılışı tanrılar için oldukça rahatlatıcı olmuştur. Çünkü insan hem uzun ömürlü hem de çalışkan olması yönüyle dünya işlerini yerine getirmek konusunda iyidir. Ancak, insanların farklı türlerde ve sayıca kalabalıklaşması, öküzlerin böğürmesine benzeyen konuşmaları ve gürültüleri tanrıların, özellikle de tanrı Enlil’in, uykularını kaçırır ve bu soruna kökünden bir çözüm bulmak adına insanlığın yok olması gerektiğini düşünür. Bunun üzerine birkaç sefer salgın denemesinde bulunur. Lakin tanrı Ea, karşı bir tutum sergileyerek bu durumdan rahatsız olan Enlil’in insanlığı yok etmeye yönelik denemelerini boşa çıkarır. Bunun sonucunda Enlil’in tepkisini çeken Ea, gelecek sefer haber vermemesi üzerine yemin ettiği için öncesinde hikâyemizin kahramanı olan Atrahasis’e söyleyemez. Ancak bunu dolaylı bir şekilde ona anlatacaktır:

“Duvar, dinle beni!

 Kamış duvar, her sözüme kulak ver.

Bir evi yık – bir gemi inşa et.

Mal mülk mü? Onlardan nefret et.

Hayatı kurtar.” (Kramer, 2000: 277).

“Onun üstünü apsu gibi kapla

 Böylece güneş içini göremeyecek

 Üstünü ve altını kapla.

 Halat takımlarını sağlam yap.

 Zifti- güçlendirmek için sertleştir onu.

 Sonra senin üzerine sağanak yağdıracağım

 Kuşlardan rüzgâr, balıklardan sel olacak” (Kramer, 2000: 278; Çığ, 2009: 45).

“İnsanları ziyafete davet etti

Ailesini gemiye aldı

Yalnızca içeri girip çıkmakta

Ne oturmakta ne de yerinde durmakta

Kalbi yorgun düşmüş, endişeden hasta” (Çığ, 2009: 46).

Ea’nın ilk olarak Atrahasis’e bir evi yıkmasını ve bir gemi inşa etmesini istediği görülür. Bu önceki versiyonunda olduğu gibi ama daha kapalı bir anlatımla tufanın habercisidir. Ancak daha sonraki dizelerde dünya nimetlerinin önemsizliğinden nefret söylemi ile bahseder. Öyle ki önemli olan dünyadaki canlı yaşamının kurtarılmasıdır. Sonrasında ise inşa edilmesi gereken geminin tarifi yapılır. Eksik olan bu kısımlara karşın geminin sağlamlığı konusunda itinayla durulmaktadır. Atrahasis gemiyi yapar ve gemiye yedek malzemeler, eşyalar ile birlikte ailesini, sevdiklerini, ustabaşını, evcil ve vahşi hayvanları bindirir ve ambarın ağzını kapatır. Sonrasında Atrahasis büyük bir şölen verir. Tanrının tufan işaretini beklemektedir. İşaret gelir ve tufan başlar:

“Havanın görünüşü değişiyor

Bulutlarda Adad gürlemeye başladı,

Tanrılar gürültüyü duydular,

Kapısını kapamak için zift getirdi,

Bu arda kapısını sürgüledi,

Adad bulutlar arasından görülmüyor,

Korkunç rüzgâr yükseliyor

Bağlı ipi çözdü…” (Çığ, 2009: 46).

“Altı gün, yedi gece: Fırtına kasıp kavurdu.

Anzu (Yırtıcı dev tanrı) pençeleriyle gökyüzünü parçaladı:

Bu gerçekten de Tufandı.

Şiddeti insanların üzerine bir Savaş[5] gibi düşmekteydi

Hiçbir şey görünmüyordu,

Bu kıyımın içinde hiçbir şey ayırt edilemiyordu

Tufan tıpkı bir öküz gibi böğürüyordu,

Rüzgâr tıpkı bir kartal gibi bağırıyordu!

Ortalık zifir karanlıktı: Güneş artık yoktu!

Yeryüzünü yerle bir ettiğinde, yedinci gün gelmişti,

Acılar içindeki bir kadın gibi darbelerini indirdikten sonra,

Tufan’ın savaşçıl fırtınası dindi;

Su kitlesi alçaldı; Bora dindi:

Tufan sona ermişti!

Ambarın kapağını açtım ve serin hava yüzüme çarptı!

Ardından, gözlerimle Engin su ufkunda kıyıyı aradım:

Aşağı yukarı iki yüz metre ileride ince kara şeridi görünüyordu.

Kadırga buraya demirledi: Burası, geminin yanaştığı Nisir Dağı‟ydı.

Bir güvercin aldım ve onu dışarı saldım;

Güvercin gitti ama geri geldi:

Konacak bir yer bulamadığı için geri döndü!

Ardından bir kırlangıç aldım ve onu dışarı saldım:

Konacak bir yer bulamadığı için geri döndü! Sonunda bir karga aldım ve dışarı saldım:

Karga da gitti, ama suların çekildiği yeri bulunca,

Yemlendi, gakladı ve geri gelmedi! ” (Bottero, 2015: 215).

Yedi gün yedi gece süren tufan sonunda Atrahasis, ailesiyle birlikte dışarı çıkar ve tanrılar için kurban adarlar. Tanrılar kokuyu alır ve kurbanın başına “sinek” gibi üşüşürler. Atrahasis ve ailesinin kurtulduğunu gören Tanrı Enlil bu durumdan hiç hoşlanmaz, öfkelenir. İnsanlık yok edilmek istenmiş ancak tam olarak bu mümkün olmamıştır. Kuşkusuz bu kararı alan tanrılar ile bunun karşısında olan tanrılar arasındaki tartışma Ea’nın bir çözüm bulmasıyla son bulur:

“Gel. Çağırın doğum tanrıçası Nintu’yu

Szler toplantı da yok muydunuz?

Ve Ea, Nintu’ya konuştu:

Sen doğum tanrıçası, kaderleri veren,

Bütün insanlara ölümü sen getirdin!

Bundan sonra halk arasında üç kadın olsuné

Halk arasında doğuran, doğurmayan kadın olsun!

Halk arasında dişi cin olsun!

O doğuran kadının kucağında bebeğini kaçırsın!

Yüksek rahibe ve rahibeliği meydana getirsin!

Onlara yasak olsun ve çocuk doğumu bitsin!”

“Nasıl bir Tufan yaptık?!

Fakat bir adam kurtuldu bu felaketten,

Sen, danışmanısın,

Senin emrinle insanlar kurtuldu,

İgigiler seni öven bu şarkıyı işitsin,

Senin büyüklüğünü birbirlerine anlatsınlar,

Tufanı bütün halka şarkı ile söyleyeceğim,

Dinleyin!!!” (Çığ, 2009: 49).

Ea’nın çözümü ile artık insanlığın keyfi olarak üremesi engellenmiştir. İnsanlığın türeyişi sadece Atrahasis ve ailesi yoluyla olacaktır. Doğuran, doğurmayan ve bir nevi demon olduğunu söyleyebileceğimiz dişi bir cin olmak üzere üç tip kadının var olmasını isteyen tanrılar bu sayede hem bir doğum kontrolü yapacak hem de insan seslerinin fazlalığından muzdarip olamayacaklardır. Tufan hikâyesinin anlatıldığı üçüncü tabletin son bölümünde tufanın yapılmasının gereksizliğine dem vurmakla birlikte Ea, insanlığı kurtardığı için övgüyü hak etmiştir. Bu methiyeler ardından söylenen Tufan şarkısı ile hikâye sona erecektir (Çığ, 2009: 49).

2.2.2. Gılgamış Destanı

Ninive’de Koyuncuk Höyükte araştırmalar yapan Austin Henry Layard 1850’li yıllarda yaptığı kazılarda Kral Assurbanipal’in kütüphanesini bulmuştu. Bu olay sonrasında birçok çivi yazılı tablet bir bölüm kırık, bir bölümü bozulmamış şekilde ele geçti (Ryan ve Pitmann, 2003: 49). Bu kütüphane içerisinde ele geçen tabletleri Henry Creswicke Rawlinson’un asistanı olan George Smith konularına göre ayırarak arşivlemişti. Bu arşivleme sırasında K63 numaralı bir parça dikkatini çekmişti. Çünkü bu tablette bir teknenin dağ üzerinde bir karaya oturması ve güvercinin konacak yer bulamayıp geri dönmesinden bahsediliyordu. Bu durum Smith’in Tevrat’ta geçen “Nuh Tufanı” hikâyesine benzer nitelikler taşıması nedeniyle dikkatini çekmişti. Bu gelişmenin ardından yoğun bir çalışma sonucunda bu anlatının geçtiği diğer tabletleri aramaya koyulmuştu. Yöneticisi Rawlinson’un yaratılış hikâyesini bulduğu tabletle başlayan serüven Smith’in tufan hikâyesini anlatan diğer tabletleri bulmaya devam etmesiyle sürecekti (Ryan ve Pitmann, 2003: 52-54). Smith’in 1862 yılında sunduğu bildiriyle de tüm dünyanın dikkati bölgeye çekilmiş ve bu ilgi sayesinde araştırmalar devam etmişti (Çığ, 2009: 17).

Resim 3: Gılgamış Destanı’nda Tufan Hikâyesinin Yer Aldığı 11. Tablet, Kaynak3

Yaklaşık olarak MÖ 1200 yıllarına tarihlendirilen ve Akadça yazılmış olan Gılgamış Destanı’nın şeytan kovan anlamına gelen “Sınleqe’unnenni” isimli bir yazman tarafından yazıya geçirildiği bilinmektedir (Bottero, 2005: 51). Her biri ayrı olmak üzere 12 tabletten oluşan Gılgamış Destanı’ndaki 11. tablette ise tufan hikâyesi konu edilmiştir (Çığ, 2008: 77). Bulunuş tarihi açısından ilk niteliği taşıyan destanın bir diğer özelliği ise birkaç kelime haricinde eksiksiz bir şekilde ele geçmiş olmasıdır. Bu yönüyle bugüne kadar bulunan belirgin olması yönüyle en eski destandır. Buna bağlı olarak da Babilli şairlerin Sümer kökenli tufan hikâyesini uyarlayarak değiştirmek suretiyle kaleme aldıkları da ifade edilmektedir (Kramer, 2002: 237).

Gılgamış Destanı içerisinde daha öncesinde bulunan Sümer Kral Listesi’nde de ismi geçen Gılgamış bu listeye göre, Uruk’ta Tufan’dan sonra iktidarı ele geçirmiş olan ilk hanedanın beşinci kralıdır. Öyle ki “Kiş Kralı” ve Agga’nın babası Mebaragesi’nin (Enmebaragesi), Gılgamış’ın kendisi olduğu ifade edilmektedir.

Gılgamış Destanı’nda geçen tufan hikâyesi, Gılgamış’ın tufanda hayatta kalan Utnapiştim’e ölümsüzlüğün sırrını sorması ile başlar. Bunun sebebi Gılgamış’ın dostu Enkidu’yu kaybetmiş olmasıdır. Utnapiştim ise bu sırrını başından geçen tufan hikâyesini anlatarak cevap vermeyi tercih eder:

“Gılgamış şöyle dedi

 Uzaktaki- Utnapiştim’e:

 “Sana bakıyorum

Utnapiştim: Hiç de

Farklı görünmüyorsun (benden):

Bana benziyorsun!

Tek farkımız şu:

Savaşacak yürek yok (artık) sende.

Yan gelip yatmaktan başka

Bir şey yapmıyorsun!

[Söyle bana] nasıl oldu da Tanrılar Meclisi

Arasına katılıp ölümsüzlüğe eriştin!

Bunun üzerine, Utnapiştim şöyle dedi

Gılgamış’a:

“Sana bir sır açıklayacağım

Gılgamış,

Tanrıları

Bir sırrını anlatacağım sana!

Fırat’ın [kıyısına]

Kurulmuş

Şurrupak Kenti,

Tanrıların doluştuğu

Eski kent, biliyorsun.

İşte orada Tufan›ı kışkırtmak

Hevesine kapıldı (en) yüce tanrılar.” (Bottero, 2005: 188-189).

Başlangıçta dostunu kaybettiği için Utnapiştim’e ulaşan Gılgamış, önce kendisini ona benzetmiş sonra da kendisini küçük görmüştür. Utnapiştim ise tufandan sonra hayatta kalan tek kişi olarak taşıdığı bu sırrı Gılgamış’a anlatacağını söyler. Olay, Fırat Nehri’nin kıyısındaki Şurrupak kentinde geçmekte ve tanrıların buna istekli olduğunu belirtir. Öyle ki tanrı Ea, tanrı Enlil’e tufanı kimseye haber vermeyeceği konusunda söz verir. Bu yüzden de kamış bir çit aracılığıyla bunu haber verir:

“Kamış çit! Ey kamış çit!

 Duvar! Ey duvar!

 Dinle, kamış çit!

 Hatırla (bunu) duvar:

 Ey Şurrupak’ın Kralı

 UbarTutu’nun Oğlu,

 Yık evini de

 Bir gemi yap (kendine)!

 Yüz çevir dünya nimetlerinden

 İstiyorsan eğer sağ salim yaşamak!

 Birlikte bin gemiye

 Hayvanların her türlüsüyle

 Yapacağın geminin

 Eni boyuna

 Eşit olsun

 Güvertesini örten çatı

 Apsu’nunki gibi olsun!” (Bottero, 2005: 190).

Utnapiştim’e kamış vasıtasıyla haber verilir. Açık bir şekilde söylenmeksizin evini yıkması ve bir gemi yapmasını söyler. Dünya nimetlerinden elini eteğini çekmesini ister. Yaşaması için bu gerekli olandır. Geminin eni boyuna eşit olmalı ve her türlü hayvanı da içine almalıdır. Bu süreç gemi yapım için büyük bir ekibin toplanması ve geminin inşasına başlanmasıyla devam eder. Geminin inşaatı çok detaylıdır ve sonrasında bir ziyafet verilecektir:

“Sığırlar kestirdim

 Ustalar için

 Ve de koyunlar boğazlattım her gün.

 Halis bira,

 Zeytinyağı ve şarap

 Tüketti bu işçiler

Sanki Akitu şenliği idi

Kutladıkları.” (Bottero, 2005: 193).

“O sizin üstünüze talih yağmuru yağdıracak

 Sürüyle kuş, en nadir bulunan balıklar.

 Zengin hasat verecek size.

 Şafakta, ekmek;

 Gece, buğday sağanağı- boşaltacak üstünüze” (Kramer, 2000: 280).

Bu öğüdü hatırlayan Utnapiştim buğday sağanağı başladığında ambar kapağını kapatır ve beklemeye başlar. En nihayetinde tufan başlar:

“Nergal

Açtı gök (savaklarının) vanalarını

Ve Ninurta

Taşırdı (yukardan) barajların sularını

Cehennem tanrıları

Meşaleleriyle

Ülkeyi tutuştururken.

Göğü

Ölüm sessizliğine bürüdü Adad,

Işıyan (her şeyi)

Karartarak.

Bir çömlek gibi

Paramparça ettiler ülkeyi.

İlk gün

 Kudurmuş gibi esti fırtına

 Ve (lanet yağ)dı

 İnsanların üstüne

 Göz gözü görmüyordu.

 Oluk oluk akan bu sularda

 Kalabalıklar görülmez oldu gökten.

 Bu tufandan dehşete düşen

 Tanrılar

 Kaçıp

 Göğün en tepesine tırmandılar.

 Köpekler gibi tortop olmuşlardı orada

 Ve yere çömelmişlerdi.

 Doğuran bir kadın gibi

 Bağırıyordu Tanrıça” (Bottero, 2005: 195-196).

Tufan başlamıştı ve tüm şiddetiyle devam ediyordu. Tufanın şiddeti tanrıları yukarı kaçmaya itmiş ve tanrıça bu karar için kendini suçlamıştı. Sadece tanrıça değil tüm tanrılar üzgündüler. Yedinci güne gelindiğinde tufan sona ermişti. Utnapiştim dışarıya baktı:

“Sessizlik hüküm sürüyordu!

 Balçığa dönüşmüştü

 Bütün insanlar;

 Ve denizin üstü

 Bir taraça-dam gibiydi.

Nissir dağı

Gemi o dağa oturmuştu” (Bottero, 2005: 197-198).

“Bir güvercin salıverdim.

Güvercin uçtu gitti

Sonra geri geldi:

Kanacak bir yer bulamadığı için

Geri geldi.

(Sonra) bir kırlangıç

Salıverdim.

Kırlangıç uçtu gitti:

Ama geri geldi:

Kanacak bir yer bulamadığı için

Geri geldi.

(Sonra) bir karga

Salıverdim:

Karga uçtu gitti

Ama suların çekilmiş olduğunu görünce

Ne bulduysa yemeğe koyuldu, gak gak öttü, pıskırdı

Ama geri dönmedi artık.

Bunun üzerine, (her şeyi) dört bir yana savurdum,

Ve bir yemek şöleni hazırladım tanrılara.

Dağın doruğunda bir sofra kurdum:

Her bir yana

Yedi şarap küpü yerleştirdim

Ve, bu küplerin gerisinde, buhurdanlara

Güzel kokulu <kamış>, sedir ve mersin ağacı yaprağı doldurdum,

Tanrılar bu güzel kokuyu alınca

Sinekler gibi üşüştüler

Sofranın başına” (Bottero, 2005: 199).

Ziyafete katılan tanrılardan Enlil, insanların tufandan sonra hâlâ yaşadığını fark ederek öfkelenir. Ancak Ea araya girer ve cezayı haksız bulduğunu ifade eder:

“Suçlu kimse

 Onu cezalandır (sadece)

 Ve günahının cezasını

 Günahkâr çeksin (sadece)

 (Ya da) öldüreceğine

 Bağışla onları,

 (Yok etmeye) kalkışma,

 Acı onlara!” (Bottero, 2005: 201).

Enlil hatasını anlamış olacak ki Utnapiştim ve karısını gemiye çıkartarak diz çöktürür. Sonra onları kutsayarak ölümsüz kılar:

 “Utnapiştim, şimdiye kadar

 Ölümlü bir yaratıktı sadece,

 Bundan böyle, o ve karısı

 Biz tanrılar gibi ölümsüz olacaktır!

 Ama uzakta:

 Irmakların Ağzı’nda yaşayacaklardır!” (Bottero, 2005: 202).

Utnapiştim ve karısı ölümsüzlükle mükâfatlandırılmıştır. Ancak bu ölümsüz yaşam için “Irmakların Ağzı” yaşayabilecekleri tek yerdir. Bu yerin cennet ile ilişkilendirilebileceği düşünülmektedir (Bottero, 2005: 202). Utnapiştim’in anlattığı bu tufan hikâyesi sona erer ancak Gılgamış’ın ölümsüzlüğe ulaşma arzusu diğer destanı oluşturan diğer maceralarda devam edecektir.

2.3. Hititlerde Tufan Anlatımı

Hititler, Anadolu coğrafyasında sadece kendinden önceki kültürler ile değil aynı zamanda Mezopotamya kültürü ile de etkileşim içindeydi. Öyle ki Hititçe, Akadça ve Hurrice gibi dillerdeki çivi yazılı tabletler kültürel benzerlikleri ortaya koymuştur (Kıymet, 2013: 733). Hattuša kazılarında ele geçen çivi yazılı tabletlerde Gılgamış Destanı’nın Akadçanın yanı sıra Hititçe de yazıldığı görülmüştür.

Resim 4: Atramhaši Destanı’nda Tufan Hikâyesinin Yer Aldığı Tablet (Hattuša), Kaynak4

Babil Tufan Anlatımı içerisinde hem Atrahasis hem de Gılgamış Destanı olarak yer bulan tufan hikâyesi, Hattuša’daki çivi yazılı tabletler Hititçe verilse de oldukça az sayıda ve parçalanmış olarak ele geçmiştir. Hititçe ele geçmiş olan ve tufan hikâyesinin yer aldığı düşünülen tabletlerden birinde Tanrı Enlil, veziri Nušku’yu ağır iş yükü nedeniyle şikâyet eden tanrılara göndermiş ve bu isyanın sebebini öğrenmek istemiştir:

“Biz yükü atarız

Şimdi ise iş (yükümlülüğünden) dolayı tanrılar

 Enlil’in karşısına çıktılar

Tanrı Nušku, tanrıların sözünü dinledi

 Geri efendisine gitti,

 Ve efendisine yanıt verdi

Efendim, sen beni tanrılar toplantısına gönderdiğin için

Ben gittim, tanrıların huzuruna

Ve onlara senin sözünü aktardım.”[6]

Aynı şekilde Hattuša’da Aşağı şehirde yer alan Büyük Tapınak içerisinde bulunan Akadça tabletin çift dilli olduğu düşünülmektedir. Bu Akadça olan metnin bir Hitit kâtibi tarafından yazılmıştır. Bu tablet (KUB 36.74) Orta Hitit Dönemi’ne (MÖ 1500-1350) tarihlendirilmiştir (Kıymet, 2013: 740).

Tufan hikâyesinin anlatıldığı Hititçe bir metinde:

(CTH 347.1.A): KUB 8.63 + KBo 53.542)

Öy I:

“1’ [ ][

2’ “<[ ] yaparım, dost bana [

3’ pına[r] Fakat sen ölürsün”

4’ [ve] Hamša Kumarbi’nin sözlerini duyduğunda

5’ oğlu Atramhaši’ye konuşmaya başladı]:

6’ “Bu sözleri (Kumarbi) söyledi, onları dinle!

7’ [ ]. Hangi bayramsa, o seni çağırıyor.

8’ [ ] niçin o sevilen bir dosttur/dosttu? [

9’ [ ] insanoğlu nasıl ölür [

10’ [ ] taşıyacaksın, ahşap bir heykel yap [

11’ [ ] şöyle söyle: Hamša’yı [“ (Kıymet, 2013: 741).

Ay IV:

“1’ [ ] o verdi (?) [

2’ [A]tramhaši, Hamša

3’ [o] araziler diğerine?

4’ onlar [ ] diğerin[e?

5’ [o] araziler ki[me?

6’ [ ] hangileri di[ğerine?

7’ Üçüncü y[ılda? ] ise Kumar[bi

8’ [kar]ınca? O kork[ar

9’ [g]ömülü ve hepsini din[le/di?

10’ Hamša, oğlu Atramhaši’ye [söyler:

11’ Kumarbi bu sene [

12’ bir karınca yiyip bitirecek ve şöy[le

13’ hutanuenzi al ve eğer k[arınca

14’ haršanta ve hutanu[enzi

15’ ve yük arabalarını sür ve [

16’ sür ve mahsulü [

17’ silik

18’ Atramhaši (ve) Hamša [

19’ çevrede hendekler/çukurlar[

20’ o Atramhaši’ye gitti [

21’ [ ] fakat har[šanta

22’ [ ] bir diğerini [

23’ [Ara+ba[ları] s[ür” (Kıymet, 2013: 741-742).

Bu metinde tufan hikâyesine daha önceki versiyonlarında yer almayan kişilerin eklendiğini görüyoruz. Öyle ki bu destanda Atrahasis’i Atramhaši olarak verilirken, babası Hamsa ve Tanrı Kumarbi’dir. Burada Hamsa’nın Ea olduğu düşünülmektedir. Kumarbi ise burada insanlığın yok olmasını isteyen tanrı olarak Enlil ile özdeşleştirilebilir. Daha sonrasında da bir bayramdan söz edilmekte ve ahşap heykellerin yapılması istenmektedir. Ancak buradaki diğer farklı nokta Atramhaši versiyonunda tufan felaketinin karıncalarla sembolize edilmesidir. Buna bağlı olarak tahılların korunması gereklidir. Çünkü karıncaların yiyip bitirme tehlikesinden söz edilmektedir. Hendekler veya çukurlar ile bir önlem alınmak istendiği ancak bunun neye karşı olduğu belirtilmemiştir. Kıymet (2013: 743) ayrıca yok etme görevini üstlenen yine Kumarbi’nin yer aldığı Hedammu mitini örnek verir. Bu mitte tanrıların iş yükü sebebiyle insanlara ihtiyaç duyuyor olması söz konusudur. Ea insanlığın yok edilmesi düşüncesinden rahatsızdır ve Kumarbi insanlığı yok etmek istemektedir. Çünkü insanlar tanrıları için kurban vermemekte ve onlara hizmet etmemektedirler. (Bromiley, 1979: 82).

3. Çivi Yazılı Metinlerde “Tufan” Anlatımının Değerlendirilmesi

Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası içerisinde ele geçen çivi yazılı tabletler içerisinde birçok yer verilen hikâye içerisinde kuşkusuz tufan sadece bir hikâye değil aynı zamanda bir mitos olarak karşımıza çıkmaktadır. Tufan olgusu içerisinde sadece bir felaket değil aynı zamanda bir varoluş anlatımı söz konusudur. Bu varoluş ise kaotik temeller içerisinde yeniden bir evren ve insanlık yaratımı düşüncesi ile gerçekleşmiştir. Bu anlatımın Anadolu ve Mezopotamya içerisinde ele geçen en belirgin dört destanın varlığından söz etmek mümkündür. Bu destanların belirli ortak noktaları olduğu gibi birbirinden ayrılan birtakım özellikleri de vardır.

Öncelikle bu metinlere zaman olarak baktığımızda Sümer Tufan Hikâyesi ya da kahraman ismiyle özdeşleştirerek söylemek gerekirse Ziusudra Destanı MÖ 3. bine tarihlendirilirken, Babil Dönemi içerisindeki Atrahasis Destanı MÖ 1700’e, Gılgamış Destanı MÖ 1200’e ve Atramhaši Destanı ise Orta Hitit Dönemi ile yani yaklaşık MÖ 1500-1350 yılları arasına tarihlendirilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Sümerce yazılmış tufan hikâyesi, dünya tarihindeki en eski tufan hikâyesidir. Babil dönemine gelindiğinde bunu Atrahasis Destanı ve Gılgamış Destanı takip etmiştir. Ancak tarihler açısından baktığımızda Hititlere atfedebileceğimiz ve Hattuša (Boğazköy) tabletleri içinde yer alan ve tufan hikâyesinin anlatıldığı tablet Babil Dönemi’ndeki Gılgamış Destanı’ndan öncesine tarihlendirildiği için tufan hikâyesinin Anadolu’ya yaklaşık olarak Eski Hitit Dönemi (MÖ 1650-1500) olmasa bile daha sonrasında geldiği ve Gılgamış Destanı’nın daha sonra yazıldığını düşündürmektedir. Bu durumda Tufan mitosu Hititlerin Gılgamış Destanı’ndan önce Atrahasis Destanı’ndan da etkilenerek Hititçeye değişerek geçmiştir.

Karakterlere baktığımızda Sümer Tufan hikâyesinde Ziusudra, Sümer Kralları listesinde de yer alan Şurrupak’ın kralıdır. Aynı şekilde Babil Atrahasis Destanı’ndaki Atrahasis de Şurrupak’ın kralıdır. Babil Gılgamış Destanı’nda ise Gılgamış tufanın gerçekleşmesinden sonra kurulan Uruk krallığın beşinci hükümdarıdır. Ancak tufan hikâyesinde tufanı yaşayan, tufanı dolayısıyla ölümsüzlük sırrını Gılgamış’a anlatan Utnapiştim (veya Utnapişti) tufan hikâyesinin asıl kahramanıdır. Ama Gılgamış’ın maceralarının anlatıldığı Gılgamış Destanı’nda tufan 11. tablette yer alan ve tufan ile ilişkili tek hikâyedir. Hititlerdeki Atramhaši ise Atrahasis ile özdeşleştirilse de Hamsi’nin oğludur. Hamsi ise aslında tanrı Ea ile ilişkilendirilmiştir. Bu durum kahramanın Mezopotamya coğrafyasında tufan kahramanının kral olsa da Anadolu coğrafyasında tanrının yeryüzündeki varlığı niteliğinde tanrının oğlu kisvesindedir. Tufan hikâyesinde edilgen bir role sahip olan Mezopotamya kralları düşünüldüğünde Anadolu’da tufan hikâyesinin başrolleri sadece tanrısal karakterlerdir.

Kahramanların isimlerinin anlamına bakıldığında Sümer Tufan Hikâyesi’ndeki Ziusudra “uzun yıllar devam eden hayat” anlamına gelmektedir. Bunun sebebi ise Tufan’dan sağ kurtulması ve kendisinin ölümsüzlükle ödüllendirilmesidir. Babil Atrahasis Destanı’ndaki kahramanımız Atrahasis ise Akadça “Yüce Bilge” anlamına gelmektedir. Gılgamış Destanı’ndaki Utnapiştim ise napişti(m) (hayat) anlamına gelirken başa gelen utna kelimesi ile “Sonsuz hayatı ben buldum” şeklinde bir anlam kazanmıştır. Atramhaši ise “Yüce Bilge” anlamındaki Atrahasis’in Hititçe versiyonudur.

Tufan tanımı açısından baktığımızda genel olarak su ile gelen bir yıkım akla gelmektedir. Yunan tufan hikâyelerinde volkanik patlama temelli bir anlam da söz konusudur. Tufan hikâyelerine baktığımızda Sümer ve Babil kökenli hikâyelerde genel olarak tufan suların yükselmesi şeklinde vuku bulmaktadır. Ancak Atrahasis’in Hititler versiyonu olan Atramhaši Destanı’nda tufanın sular sayesinde gerçekleştiğinden söz etmek mümkün değildir. Tam aksine bu yıkım karıncalarla sembolize edilmiştir. Öyle ki tahılların karıncalardan korunması gereklidir. Gılgamış Destanı’nda tufanın habercisi olan buğday sağanağı düşünüldüğünde tahıl üzerinden bir tutumun iki tufan öyküsünde olduğu görülmektedir. Sümer Tufan Hikâyesi ve Babil Atrahasis Destanı içinde balıklarla temsil edilmesi sebebiyle Anadolu’da Hititlerin Gılgamış Destanı ile benzer bir yönü görülmüştür. Bu etkilenme biçimi coğrafyası ve zamanı açısından dikkate değerdir.

Tufan felaketinin tüm tufan hikâyelerinde özellikle tanrıların istemesi ile gerçekleştiği görülmektedir. Öte yandan tufan hikâyelerine baktığımızda Sümer Tufan Hikâyesinde ve Atramhaši Destanı’nda tufana karar verilmesi ve çıkış sebebi belirtilmezken, Babil Atrahasis ve Gılgamış destanlarında genelde bir tanrının insanlara kızması ve insanlığın yok olmasını istemesiyle tufan olayı yaşanmıştır. Sümer ve Hitit tufan hikâyelerinde bu kararın ve kararın gelişme sürecinin yer almamasının sebebinin bu iki hikâyenin yer aldığı tabletlerin tam olarak ele geçmemesinden kaynaklı olduğu kuvvetle muhtemeldir. Tufanın kararının verilmesi sürecine baktığımızda Babil tufan hikâyelerinde insanların nüfusunun artışı, insanların çeşitliliği ve çok gürültü yapıyor olmaları ile ilişkilendirilirken Atramhaši Destanı’nda insanların tanrılara kurban vermemesi ve hizmet etmemeleri söz konusudur. Her tufan hikâyesinde sonuç aynı olmuş; bir tanrının çok kızması ve insanlığın yok olmasını istemesine yol açmıştır.

Tufan hikâyelerinin hepsinde bir tanrının bunu çok hararetli bir şekilde istemesi ve diğer bir tanrının da onun karşısında olması şeklinde bir zıtlaşma vardır. Tufan kararına bir şekilde engel olan tanrı, daha sonrasında uyarılmış ve engellememesi için yemin ettirilerek uzak tutulmuştur. Bunun üzerine de insanlığın yok olmasını istemeyen tanrı insana tufanın geleceği haberini dolaylı bir şekilde anlatma gereği duymuştur. Tufandan haberi olan kahramanlar ise tanrının isteği üzerine tufana yönelik önlemler almıştır. Bu önlemler Sümer ve Babil tufan hikâyelerinde bir geminin yapılması ve her çeşit hayvanın gemiye yüklenmesi şeklinde olmuştur. Atramhaši Destanı içinde önlem olarak hendek ve çukur kazıldığından söz edilmiştir. Atramhaši Destanı’nda bir gemi yapımına yer verilmemesi ve çeşitli hendeklerin/çukurların yapılması tufanın su temelli gerçekleşmediği şeklinde değerlendirilebilir. Bu önlemlerle ilgili bir diğer nokta ise arkasında saklı olan anlam yani alegorik anlatımdır.

Babil tufan hikâyelerinde bir tanrı gemi inşa edilmesi için evin yıkılması gerektiğini dile getirmektedir. Bu düşüncenin Sümer Tufan Hikâyesinde de var olduğunu ancak tabletteki bozulmalar sebebiyle eksik kaldığı düşünülmektedir. Bu eylem ile aslında tanrının evin yıkılacağını, bu yüzden de evin yıkılıp kullanılması gerektiğini tufan kahramanımıza bu şekilde anlatmıştır. Atrahasis Destanı’nda yer alan “Hayatı kurtar” ifadesi ile canlı yaşamının korunması gerektiği vurgulanmıştır. Sümer Tufan Hikâyesinde de bitkilerin önemi Ziusudra’nın bitkilerin koruyucusu olması ile anlatılmak istenmiştir. Yine Atrahasis Destanı’nda ayrıca mal, mülk gibi şeylerden nefret edilmesi gerektiği de ayrıca belirtilmiştir. Atrahasis Destanı’nda yer alan bu anlatım ile maddi şeylere verilen değerlerin anlamsızlığı şiirsel bir dille ifade edilmiştir.

Tufan hikâyelerinin hepsinde, kahramanların, tufanın bitişinin ardından tanrılara kurban verme maksadıyla ziyafet verdiği görülmektedir. Bu ziyafetlerin ardından tanrılar kokuyu alarak ziyafete katılmışlar, daha sonra da yaptıklarından pişmanlık duyarak tufandan hayatta kalan kahramanları ve ailelerini bağışlamışlardır. Bu noktada destanların kendi içlerinde farklılıklar vardır. Sümer Tufan Hikâyesi ve Gılgamış Destanı’nda kahramanların tanrıların tufan kararının yanlış olduğuna kanaat edip üzülmelerinin ardından, kahramanlar aileleri ile kutsanarak ölümsüzlüğe eriştikleri ve cennet ile ilintili bir yerde yaşamaları için gönderilmişlerdir. Buna karşın Atrahasis Destanı’nda tufan kararından rahatsız olan tanrı, tufanı şiddetle isteyen tanrıya bir öneri ile gitmiştir. Bu öneriye göre insanlarda kadınlar doğuran, doğurması yasak olan ve doğuran bebeği kaçıran cin kadın olarak yaratılmıştır. Böylece tanrılar, insanların sayıca ve türce çoğalmalarına engel olarak sessizliği sağlamışlardır.

Sonuç

Çok şiddetli yağmur fırtınaları ve sel gibi genelde su temelli felaketler olarak nitelendirilen tufan olgusu gerek jeolojik açıdan gerekse edebi açından yazılı kaynaklarda yer bulmuştur. Yazılmış en eski tufan hikâyelerinin ele alındığı bu araştırmada, tufan olgusunun çok köklü bir yok oluş ve yaratılış mitosu olduğu görülmüştür. Günümüzde destekçisi olan tek tanrılı dinlerde özellikle de Tevrat’tan bilinen “Nuh Tufanı” aslında ilk olarak MÖ 3. binlerde Sümerliler tarafından kaleme alınan bir hikâyedir. Tufan hikâyesinin Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında toplumların kültürlerine bağlı olarak farklı dillerde ve farklı uyarlamalarla anlatım geleneğinin bir parçası olarak devam ettiği gözlenmiştir. Benzerlikleri ve farklılıkları ile tufan hikâyeleri dönemin kültürünü, ekonomisini, demografisini ve din anlayışını göstermesi açısından büyük bir öneme sahiptir. Anlatım geleneğinin devamlılığı ile birlikte tufan olgusu, bir zamanlar yaşamış ve günümüzde yaşayan birçok toplumda kendi örneklerini vermesiyle devamlılığını koruyacaktır.

Dipnotlar

[1] Hacettepe Üniversitesi, Arkeoloji Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi, armantekin@hacettepe.edu.tr

[2] https://www.nisanyansozluk.com/?k=tufan (Erişim Tarihi: 20.06.20)

[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/tufan ( Erişim Tarihi: 20.06.20)

[4]  Bahsedilen hizmetkârlar, metinlerde İgigiler olarak geçer. İgigiler, üst sınıf Annunnakilere hizmet eden üretici konumundaki alt sınıf tanrı topluluğudur. Yüce Bilgelik Şiiri’nde İgigiler işlerinin yoğunluğundan şikâyet ederek grev yaparlar. Bunun üzerine Annunnakiler çözümü insanı yaratmakta bulur (Bottero, 2015: 215).

[5] Orijinal metinde “kašūšu silahı” olarak geçmektedir. Bunun Nergal’in kıyamet silahı olarak düşünenler de mevcuttur.  Dalley, S., Myths from Mesopotamia : Creation, The Flood, Gilgamesh, and Others, 2009, Oxford World’s Classics, Oxford University Press, s. 330.

[6] E. Rieken et al. (ed.), hethiter.net/: CTH 347.2 (TX 2009-08-31) ; Kıymet, 2013: 739-740.

 

Kaynakça

Bottero, J., (2005). Gılgamış Destanı- Ölmek İstemeyen Büyük İnsan, (Çev. Orhan Suda), İstanbul: YKY.

Bottero, J., (2015). Eski Yakındoğu- Sümer’den Kutsal Kitap’a, (Çev. Adnan Kahiloğulları, Pınar Güzelyürek, Lale Arslan), Ankara: Dost Kitabevi.

Bottero, J., (2015). Eski Yakındoğu- Sümer’den Kutsal Kitap’a, (Çev. Adnan Kahiloğulları, Pınar Güzelyürek, Lale Arslan), Ankara: Dost Kitabevi.

Bromiley, G. W. (1979). The International standard Bible encyclopedia. Grand Rapids, Mich: W.B. Eerdmans.

Çığ, M. İ. (2008). Gilgameş Tarihte İlk Kral Kahraman, İstanbul, Kaynak Yayınları.

Çığ, M. İ. (2009), Sümerlilerde Tufan Tufanda Türkler, İstanbul: Kaynak Yayınları.

Dalley, S., Myths from Mesopotamia : Creation, The Flood, Gilgamesh, and Others, (2009). Oxford World’s Classics, Oxford University Press.

E. Rieken et al. (ed.), hethiter.net/: CTH 347.2 (TX 2009-08-31)

Erhat, A. (2015).  Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Gezgin, D. (2016). Su Mitosları. İstanbul: Sel Yayıncılık.

Grimal, P. (1997). Mitoloji Sözlüğü Yunan ve Roma, İstanbul: Sosyal Yayınları.

Hooke, S., H. (1993). Ortadoğu Mitolojisi Mezopotamya Mısır Filistin Hitit Musevi Hıristiyan Mitosları, (Çev. Alaeddin Şenel), Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

Kıymet, K. (2013). “Hititler’de Bir Tufan Öyküsü: Atra(m)haši”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Volume 6 Issue 2, s. 731-746.

Kramer, S. N. (2000). Sümerlerin Kurnaz Tanrısı Enki, (Çev. Hamide Koyukan), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Kramer, S., N, (2002). Tarih Sümerde Başlar: Yazılı Tarihteki Otuzdokuz İlk, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Lambert W. G. and Millard A. R., (2000). Atrahasīs: The Babylonian Story of the Flood (with ‘The Sumerian Flood-story, Eisenbrauns.

Oldroyd, D. (1996). İnsan Düşüncesinde Yerküre. (Çev. Ülkün Tansel), Ankara: Tübitak Yayınları.

Sakınç, M., (2006). “Jeoloji ve Biyolojik Evrim İç İçe: Yerin Evrimi”, Bilim ve Gelecek Dergisi, 26, s. 8-33.

Şahin, C. ve Belge, R . (2016). “İbn Haldun’da Coğrafi Determinizm”, Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, (57), s. 439-467.


Web Kaynakçası

https://britishmuseum.withgoogle.com/object/cuneiform-tablet-with-the-atrahasis-epic (Erişim Tarihi: 20.06.20)

https://en.wikipedia.org/wiki/Gilgamesh_flood_myth#/media/File:British_Museum_Flood_Tablet.jpg (Erişim Tarihi: 20.06.20)

https://islamansiklopedisi.org.tr/tufan (Erişim Tarihi: 20.06.20)

https://www.hethport.adwmainz.de/fotarch/touchpic.php?ori=&po=0&si=100&bildnr=BoFN02046a&fundnr=Bo%20403&xy=6913d0259d172fbaacbaeb56702489d9 (Erişim Tarihi: 20.06.20)

Görsel Kaynakçası

1- Kramer, 2002:89
2- https://britishmuseum.withgoogle.com/object/cuneiform-tablet-with-the-atrahasis-epic
3- https://en.wikipedia.org/wiki/Gilgamesh_flood_myth#/media/File:British_Museum_Flood_Tablet.jpg
4- https://www.hethport.adwmainz.de/fotarch/touchpic.php?ori=&po=0&si=100&bildnr=BoFN02046a&fundnr=Bo%20403&xy=6913d0259d172fbaacbaeb56702489d9

Related posts

Leave a Comment