• Home
  • Sinema
  • Televizyonlarımızın Altın Çağı: Çöküşün Ortasında Yeni Bir Aile Doğuyor
Sinema

Televizyonlarımızın Altın Çağı: Çöküşün Ortasında Yeni Bir Aile Doğuyor

Televizyon

Yazar: Martin Shuster

Çevirmen: Hande Küçükcoşkun Dönmez

Televizyonlarımızın Altın Çağı: Çöküşün Ortasında Yeni Bir Aile Doğuyor

The Walking Dead televizyon dizisinden Rick Grimes (Andrew Lincoln) ve ailesi. Courtesy AMC

Televizyon, pek çok kişinin fark ettiği üzere karmaşık, yaratıcı ve etkili dizilerin yükselişiyle beraber günümüzde yeniden altın çağını yaşamaktadır. Sanat türlerinin dünyadaki en köklü ve sarsıcı değişiklik taleplerini karşılamak için tarihte defalarca yükselişe geçtiğini biliyoruz. Birkaç yüzyıl önce, roman ve onun Macar filozof György Lukács’ın 1914’te “aşkın yurtsuzluk”[1] olarak adlandırdığı ilişki kurma konusunda iddia edilen yeteneğiydi. Romanı takiben filmler, Walter Benjamin’den Robert Warshow’a kadar birçok düşünürün de dikkat çektiği üzere aksi halde uyumsuz olacak deneyimimizi en azından birkaç saatliğine düzene sokma becerisi ile devreye girdi. The World Viewed: Reflections on the Ontology of Film (Görünen Dünya: Film Ontolojisi Üzerine Düşünceler) (1979)’da filozof Stanley Cavell’in ifade ettiği gibi “Herkes bir şekilde filmleri umursuyor, onları bekliyor, tepki veriyor, hatırlıyor, üzerine konuşuyor, bazılarından nefret ediyor, bazıları için ise şükran duyuyor”. Bunu şöyle de açıklamak mümkün; hareket eden görsellerin doğası gereği eşitlikçi bir niteliği var. Hareketi ve sesi anlayıp bunu takdir etmek için ise bir beceriden biraz daha fazlasına ihtiyacınız var.

Televizyonun yükselişi hangi ana denk gelmektedir? Peki, bu aracının önemi nedir? Hepsinin ötesinde yeni televizyon, kuralcı bir otoritenin her yerde ve zamanda tamamen yitip gitmesine kaybolmasına, insanların kendi dünyaları içerisinde, evlerinde hissetmelerinin tamamıyla yok olmasına şu yanıtı verir: Kendi hükümetlerine, liderlerine, rol modellerine, geleneklerine ve hatta kendi hislerine güven. Haftalar, aylar, yıllar sürecek olsa da yeni televizyon, böylesi bir dünyaya film gibi bir düzen sunarak bu durumla politik ve sanatsal olarak yüzleşir.

Sons of Anarchy (2008-14)Imdb

Televizyon programları içerisinde aile, kuralcı otoritenin hâlâ varlığını sürdürdüğü tek tür olarak karşımıza çıkar. Hâlâ bir anlamı olan tek motivasyon da bu. Şayet birisi kalkıp programlardaki karakterlerin “aileleri için” yaptıklarını saysaydı, yeni televizyon programlarının sayısına neredeyse eşit olurdu. Bu bağlamda, dizileri oldukça geniş kapsamda düşünebilirsiniz. Motosiklet çeteleri hakkında bir dram olan Sons of Anarchy (2008-14), banliyölerde uyuşturucu ticaretini ele alan bir komedi olan Weeds (2005-12), Sovyetler dönemindeki casuslarla ilgili bir gerilim dizisi olan The Americans (2013 – günümüz), politik bir vampir dizisi olan True Blood (2008-14), cenaze töreni yapılan bir yer hakkındaki dram dizisi olan Six Feet Under (2001-05) ve 20. yüzyılın başlarında geçen ve İngiliz gangsterleri hakkındaki Peaky Blinders (2013 – günümüz) dizileri buna örnek gösterilebilir.

In The Origins of Totalitarianism (Totalitarizmin Kaynakları) (1951) adlı kitabında Hannah Arendt, yeni dünyanın getirdiği atomlaşmaya dair kaygılarını paylaşmıştır. Bu öyle bir atomlaşmadır ki kitlelerin oluşmasını körükler. Özünde hiç kimse olmayan yani hiçbir şeyi temsil etmeyen ve dolayısıyla herhangi bir şeye bağlanmayan bireylerin yığınları olan kitleler, Arendt’in çalışmasına yön veren totaliter fenomenin ana verisidir. Arendt, kitlelerin “rekabetçi yapısı ve bunun beraberinde gelen yalnızlıkla” dikkat çeken “oldukça atomize olmuş bir toplum”dan meydana geldiğini belirtir. Arendt’in bunları yazmasından bu yana 70 yıl geçtiğini göz önünde bulundurursak artık kitlelerimizin çok daha atomize olmuş, çok daha rekabetçi ve dolayısıyla çok daha yalnız olduğunu söyleyebiliriz. Bu değişikliklerin altında yatan sebepler arasında hiper-kapitalizmin yükselişi, farklı türdeki otoritelerin bütünlüğünün bozulması ve yenilerini kurmadaki güçlükler, yeni sömürgeciliğin yayılışı, ırkçı düşüncenin yeniden oluşması ve daha fazlası yer almaktadır.

Sıklıkla David Lynch’in Twin Peaks (İkiz Tepeler) (1990-91) adlı dizisiyle ilişkilendirilen yeni televizyon, kendisini bağlayan, hatta belki de imkanları çok daha iyi kullanan bir tür olan filmi ortaya çıkarmıştır. (O dönemde Lynch’in televizyon ile sinema için “tıpatıp aynı şey” demesi tesadüf değildir.) Bu nedenle televizyon, çoğunluk için önemli olan bir sanat dalıdır. Peki ama neden?

FringeImdb

Yeni televizyonun günümüz ilişkilerine yönelik cevabının arka planında zengin politik akımlar yer almaktadır. Yeni televizyonun, günümüz dünyasının radikal atomlaşma hâline verdiği zorlama cevabın boyutunu bir düşünün. Polisiyelerden (The Wire, The Shield), bilim kurgu efsanelerine (Fringe, Dollhouse, Battlestar Galactica), hukuk temalı dramlardan (Better Call Saul, Damages), gangster dizilerine (Peaky Blinders, The Sopranos), kovboy dizilerinden (Deadwood, Justified), dönem dizilerine (Mad Men, Boardwalk Empire) ve daha nicelerine, yeni televizyon izleyicilere kuralcı otoritenin çöküşünü her yerden göstermektedir. Hangi mecradan hangi kurumlar gösteriliyor olursa olsun, onları kullanan kişileri desteklemedeki yetersizliği yansıtmaktadır. Bunlarda hiçbir şey iddia ettiği ya da olmak istediği gibi değildir, her şey içten içe çürür. Kişilerin kendilerini evlerinde hissetme kapasitelerini eninde sonunda yıkan bir çöküş hâlidir bu.

Buradan hareketle The Walking Dead (2010 – günümüz) kendi türünün ilk örneği olma niteliğine sahiptir. The Wire (2002-08), Baltimore’daki pek çok kuruluşun detaylı incelemesinde ortaya çıkan kuralcı otoritenin kaybının ve bunun beraberinde getirdiği boşluğu ele alır. Deadwood (2004-06), Batı Amerika’nın ilk yıllarda yer alan sosyal düzensizliği konu edinir. Breaking Bad (2008-13) de günümüz bilimi veya çetelerin yer altı dünyasını anlatırken The Walking Dead ise konuya bu kadar üstü kapalı yaklaşmaz. İzleyiciyi zombi kıyameti formatıyla basit ama etkili bir şekilde yakalar. Böylece bu dizilerin gösterdiği kuralcı otoritenin kaybı, tüm dünyada kişilerin de hissettiği kuralcı otoritenin kaybını mükemmel bir şekilde yansıtarak buna bir cevap verebilir.

Peki biz yeni televizyonun aileyi kullandığını nasıl anlayabiliriz? Burada ilk dikkat edilmesi gereken şey, çekirdek ailenin tasvip edildiği geleneksel “aile değerleri”ne bir bağlılık olmamasıdır. Karakterlerin canlandırdığı aileler çeşitlilik gösterir ve pek de geleneksel bir yapıya sahip değildirler. Burada bir taklitten ya da mülkiyetten bahsetmiyoruz. Ancak bu kullanma hâlinin potansiyel olarak gerilediği sonucunu da çıkarmamalıyız. Pek çok yeni televizyon programı, onu en çok temsil eden kurumun içine çekilip onu idol haline getirerek dünyamızda giderek artan atomlaşmayı ve kırılmayı gösterip buna cevaben içerik hazırlamaktadır.

Justified (2010-15) Imdb

Aile, kuralcı otoritenin işleyen son alanı olarak görülmektedir. Her tarafa nüfuz eden kırılmadan bir şekilde muafmış gibi gösterilir. Ne var ki aile yapısı bu mesihvari ağırlığı taşıyamaz ve bizi kurtaran şey de olmayacak. Aynı zamanda Weeds (2005-12), Justified (2010-15) ve Buffy the Vampire Slayer (1997-2003) gibi diziler de politik olasılık için en iyi metafor olan aile fikri etrafında aile kavramına bağlılıklarını gösterir. Bu bakış açısıyla da aileyi kullanma hâli Arendt’in çağdaş politikanın vazgeçilmezi olarak tanımladığı bir çeşit açıklık ve “korkuluklar olmadan düşünme”ye bağlılık anlamına gelir.

“Korkuluklar olmadan düşünme”, dünyaya yeni bir şey sunma becerisini ifade eder. Bu beceriyi de bizim onunla ilişkimizi hedef alan yeni bir kavram ya da kategori ortaya koyan özel bir olay tanımlayabiliriz. Böylece bu tip bir düşünce yapısı herhangi mevcut bir kuralcı otoriteden bağımsız (buna cevaben hareket ettiğinde bile) hareket eder. Bu şekilde böyle bir otoritenin görünürde tamamen kaybolması ile tamamen uyuşmaktadır.

Kısaca özetlemek gerekirse yeni televizyonun başarısı, yeniliği öven politik resmi sunan aileyi dizginler. Bunu yaparak da “bizi kurtaracak tek bir şey varsa o da bütün yönleriyle hem insan hem de yeni bir şey olacaktır” savını öne sürer. Tüm iyi sanat dalları gibi yeni televizyonun büyük başarısı da odağımızın yalnızca bu unsurların ya da şu an mevcut olan unsurların üzerinde olamayacağını ileri sürerken bile mevcut dünyaya odak unsurları getirebilme becerisidir. Öte yandan yeni televizyon, meyvelerini toplamak için herhangi bir eğitim ya da derinlemesine öğrenme gerektirmeyip herkesin erişimine açık hâliyle üstünlüğünü sağlayıp bazen de radikal potansiyelini (hatta avangart türünü her zaman içinde barındıran filmlerden daha da fazla) gösterir.

 

Dipnotlar

[1] Aşkın Yurtsuzluk (Transcendental homelessness), György Lukács’ın 1914 yılında kaleme aldığı “Romanın Kuramı” adlı eseri ile birlikte felsefe dünyasına kazandırdığı bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. En basit ifadeyle Lukács bu kavram ile yaşanmış bir deneyim olarak bütünlüğün parçalanmış olsa dahi her zaman bir bütünlük ihtiyacının olmasının yarattığı bir “olması gereken” ile “olan” arasındaki kopukluğu ve bunun kahramanın yolculuğundaki etkisi olarak değerlendirilebilir. Ayrıntılı bilgi için bknz: Lukacs, G. (2003), Roman Kuramı, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Metis Yayınları.

 

Redaktör: İlknur Özcan

Editör: Cemre Yıldırım

Yayın Kurulu: Arman Tekin, Burak Erdem, Martı Esin Şemin

Related posts

Leave a Comment