Müzik
Müzik ve Sanat yazılarımız için tıklayınız.
Yazar: Lawrence Kramer
Çevirmen: Feyza Harmanoğlu
Müzik Hakkında Konuşmak Onu Anlamamıza Katkıda Bulunabilir Mi?
Söz ve müzik arasında uzun zamandır bir çekişme vardır. Bu çekişme, yüzyıllardır süregelse de her zaman aynı meseleler üzerinde olmamıştır. İlk sırada ezgiler vardı. Sözler müziğe uyarlandığında öncelik hangisinde olmalı? Her zaman sözleri duymalı mıyız? Yoksa sözler ezgiye, sese veya dokuya dönüşebilir mi? Bir eseri sözlü anlatım mı yoksa müzikal biçim mi yönlendirmeli? Bu sorular 17. yüzyıl boyunca ön planda olmuş ve hiçbir zaman da tam olarak yanıt bulamamışlardır. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde anlaşmazlık konusu sözlü müzikten enstrümantal müziğe dönüşmüştür. Müzikteki sözler, müzikle ilgili söylenenlerden daha az önemli hâle gelmiştir. Müzikal anlamın konumu, sözlerin tınısından ziyade ne ifade ettikleri yönünde değişmiştir. Asıl soru, müzikal anlamı veya ifade edilişini açıklamak için sözlerin yeterli olup olmamasıyla ilgiliydi. Daha doğrusu insanın öznelliğine ve ruhunun derinliklerine yerleşmiş olan müzik, belirgin olarak sözlerin ifade edebildiği her şeyin ötesine geçtiğinde kelimeleri bu amaç doğrultusunda kullanıp kullanmamak üzerineydi. Müzik, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde bir kurtarıcı olmuştu. Hatta bu noktada kifayetsiz olanı aşkın değer açısından erişilebilir ve yeniden üretilebilir kılmıştı. Müzik, bu kifayetsizliği bir meta haline getirmişti. 19. yüzyıldaki bu anlayış hâlâ devam ediyor. Aslında günümüzde de birçok insan müziği sözlerle anlatmanın yetersiz olduğu görüşündedir. Ben ise sık sık bunun aksini savunan yazılar kaleme aldım. Sözlerle tarif edemediklerimiz için sürekli olarak dili kullanırız. Neden müzik bunun dışında tutulsun? Neden müzikal deneyimin gücünü ayrıntılı olarak açıklamak için dili yaratıcı bir şekilde kullanmaktan korkalım?
Bu durum, sözlerle müzik arasındaki çekişmede göz ardı edilen önemli bir konuya işaret eder. Müzikal deneyimi anlatmak için sözlere başvurmak ya da başvurmamak önemli değildir çünkü zaten bunu yapıyoruz. Daha da önemlisi bazı müzikal deneyimler bizi derinden etkilediğinde asıl bu yola başvuruyoruz. Böyle sonuçlanan bir konuşmaya ya da yazıya ne gözle bakmalıyız? Bir tür günlük kaydı olarak mı? Duygusal bir ifade biçimi olarak mı? Kişisel görüşe dayalı bir tepki olarak mı? Yoksa bir keşif eylemi ya da bir iç görü biçimi olarak mı?
Buna cevap olarak “yukarıdakilerin hepsi” doğrudur diyebiliriz ama bu hiçbir işe yaramaz. Kullandığım dilden de anlaşılacağı gibi ben, bunun bir keşif ve iç görü biçimi olduğunu düşünenlerdenim. Müzik bir anlama aracıdır. Ancak ne tür bir anlayış bunu mümkün kılar? Bu konu neden önemli? Burada söz konusu olan şey nedir?
Pek çok şey. Müzik, hayat ve ölüm gibi temel sorulara değinebilir. Bunun için yakın zamanda Richard Strauss’un senfonik şiiri Ölüm ve Başkalaşım (Death and Transfiguration) (1889) hakkında New York Times’a bir yazı yazan Theresa Brown’a bakılabilir. Brown bir müzikolog değil. O, bir bakımevi hemşiresi. Dolayısıyla ölüm konusunda alışılmadık bir bilirkişi konumunda. Richard Strauss’un 1889’daki eserine kıyasla ölüm ızdırabı hakkında çok daha fazlasını biliyor.
Brown’un tecrübesi başlangıçta önünü kesmişti. Müzik ona işini çok derinden hissettiriyordu, bu nedenle konsere gitme konusunda isteksizdi. Yalnızca oğlu orkestrada olduğu için konsere gitmişti. En başta seyircilerin arasındayken müziğe dikkatini vermekte zorlandı. Özellikle bir bölüme karşı içgüdüsel tepkisi bir çeşit somut eleştiriye dönüştü çünkü bu parçayı duyduğunda korktuğu başına gelmişti. Parçanın bu bölümü ona yaşlı bir hastanın mücadelesini anımsatmıştı. O hasta, yaşam ve ölüm arasındaki savaşın başkalaşım yönünde bir adım olmadığına, sadece acı içinde kan kusarken daha güzel bir varoluş durumuna geçiş olduğuna inanıyordu. Ölüm mücadelesini temsil ettiği söylenen müziğin bu bölümünde, kontrbas notalarının karamsar ses uyumsuzluğuna, kulakları tırmalayan bandoya ve kemanların hiddetli sesine rağmen Brown, kendine hâlâ acı veren anılara dalmıştı. Devamındaki melodik ve hüzünlü bölüme kadar da müziği tam olarak duymamıştı.
Tam bu noktada başka anılar aklına gelmişti. Yakın zamanda bakım evinden alınıp hastaneye götürülmesinin ardından huzur içinde ölen bir hastasının, emeklerinden ötürü kendisine minnettar olduğunu hatırlamıştı. Hastasının sükût içinde ölme dileği gerçekleşmişti. Brown, “Ta ki parçanın sonundaki başkalaşımı anlatan uzun ve yürek sızlatan çok ince notaları duyuncaya kadar bunu anlamamıştım” diyerek söz seçiminin ne kadar önemli olduğunu dile getirmiştir. Brown bilmediğini ya da anımsamadığını söylememiş, bunu anlamadığını ifade etmiştir. O, bunu ancak ölümün “dehşet verici” olduğunu unutturmayan, aynı zamanda bir “kurtuluş” olabileceğini de gösteren notaların melodisini duyduğunda anlayabilmiştir.
Brown’un dili uygun olsa da istisnai değildir. Anladığı şey yalnızca sözlerle de ifade edilebilir. Yine de bu anlayışın müzik yoluyla sonuca ulaşması gerekmişti. Farklı bir bağlamda yorumlamak gerekirse Brown’un kendini müziğe vererek dinlemesi seste bir şey keşfetmesini sağlamıştır. Müzik ile değişen sadece bakış açısı değil aynı zamanda anlayış biçimiydi; bu, yaşamını etkileyen bir olaydı. Sözleri bunu gösterir niteliktedir. Üstelik bunu şu ya da bu cümleyle sınırlamadan, burada yorumlamaya çalıştığım gibi, sadece okuyarak değil metnin bütününe bakarak değerlendirmek gerekir. Bu dinleme, yazma ve yorumlama arasındaki bağ, müzikal anlamın dil aracılığıyla bizlere nasıl ulaştığını örneklerle göstermektedir. Müzik bize ne diyeceğimizi söylemez. Ancak duyduklarımız hakkında konuşmaya istekliysek o da bizi dinleyecektir.
Redaktör: İrem Elçi
Editör: Cemre Yıldırım
Yayın Kurulu: Arman Tekin, Melis Fettahoğlu-Hallier
Metnin orijinali için: https://aeon.co/ideas/can-talking-about-music-add-to-our-understanding-of-it