• Home
  • Tarih
  • Roma’nın Küçük Asya’daki Kabusu: VI. Mithradates
Tarih

Roma’nın Küçük Asya’daki Kabusu: VI. Mithradates

Roma’nın Küçük Asya’daki Kabusu: VI. Mithradates

Yazar: Utku Baran Ertan

Roma’nın Küçük Asya’daki Kabusu: VI. Mithradates

            Roma, efsanelerin aktardığı kadarı ile bir cinayet üzerine kurulmuştur [1]. Geçtiğimiz nisan ayında (21 Nisan) kuruluş yıl dönümünü geçirdiğimiz bu imparatorluk, şiddet yanlısı geçmişi ile birlikte kuruluş anından itibaren kaderini şekillendirecek pek çok savaş ve mücadele geçirmiştir. Roma’nın tarihi boyunca sürekli düşmanları olmuştur. Büyük bir devlet olmanın gereği olarak karşısında sürekli mücadele etmesi gereken düşmanlara ihtiyacı vardı. İşte bu düşmanlardan birisi de, Küçük Asya’nın kuzeydoğusunda, coğrafi olarak ”Pontus” olarak adlandırılmış bölgede, Hellenistik Dönem’in çalkantılı dünyasında doğmuş olan kral Mithradates VI Eupator (Büyük Baba) idi.

Pontus Krallığı

            Mithradates, ailesinin kökeni gereği Büyük İskender’in hayalini kurduğu ideal dünya insanı kimliğine sahipti. MÖ 132’de doğan Mithradates’ten yaklaşık iki yüzyıl önce İskender, doğu seferi neticesinde Akhaemenid (Pers) İmparatorluğu’na son vermiş, kendi kurduğu Makedon İmparatorluğu için ise belirlediği kıstas, doğulu ve batılı kültürlerin birbirleriyle  kaynaşması olmuştu. Bu noktada Mithradates, köken olarak Greko/Pers karışımı bir aileden geldiği için İskender’in hayalini kurduğu ideal kimliğe sahipti. Zira isminin anlamı ”Mithra’dan gelen”, ”Mithra’nın hediyesi” anlamı taşımaktadır ki Mithra, antik Pers inancında söz hakikat ve doğruluk kavramlarını bünyesinde barındıran tanrı olarak bilinmektedir.

            Mithradates’in doğduğu dönemde ise Hellenistik Dünya yeterince çalkantılıydı. İskender’in ani bir şekilde ölümünün ardından onun generalleri (Diadokhlar), Makedon İmparatorluğu’nu kendi aralarında paylaşmışlardı ve küçük Hellenistik krallıkların kendi aralarında kıyasıya çarpıştığı karmaşık bir siyasi atmosfer, Doğu Akdeniz Dünyası’nda söz konusuydu. Şüphesiz Küçük Asya özelinde düşünüldüğünde, Hellenistik Dönem krallıkları içerisinde en pragmatist ve başarılı olan krallık, Küçük Asya’nın batısında yer alan

Pontus Sikkesi

Pergamon Krallığı idi. Bir tesadüfler silsilesi sonucunda Philetairos tarafından kurulmuş olan krallık, Attalos Hanedanlığı’nın yönetimi altında siyasi ve kültürel anlamda gelişmiş, başarılı diplomatik hamleler neticesinde ise Küçük Asya’nın batı bölümünde tek güç konumuna erişmişti [2]. Kültürel ve sanatsal açıdan ise Klasik Dönem Atina’sına öykünen başkent, bir kültür ve sanat merkezi olarak parlamış ve ”Hellenistik Dönem’in Atina’sı” konumuna erişmişti. Ancak Pergamon, Pontus ve daha birçok küçük Hellen Krallığı için batıda yeni bir tehdit hızla büyümekteydi ve bu tehdit, büyük devlet olmanın sorumluluğuna vakıf olarak doğudaki bu küçük krallıkları kendisine yeni düşmanlar olarak belirlemişti…

            Roma, uzun süren Pön Savaşları sonucunda Kartaca‘yı deyim yerindeyse ezip geçtikten sonra Batı Akdeniz’de tek büyük siyasi güç konumuna erişmişti. Kartaca’nın düşmesi ile birlikte kendisine yeni bir genişleme alanı bulmak zorundaydı ve doğuda birbirleri ile kıyasıya mücadele eden küçük Hellen krallıkları, gücünün doruğunda olan emperyal güç için muazzam birer hedef konumundaydılar. Roma, ilk başta Kıta Yunanistan’dan başladığı bu genişleme kampanyasına, MÖ 133 yılında Attalos Hanedanlığı’nın son üyesi olan III. Attalos’un vasiyet yolu ile krallığını Roma’ya bıraktığını açıklamasının ardından hızlı bir şekilde ulaşmıştı. MÖ 133 yılı itibarı ile Roma, Küçük Asya’nın batı bölümünde artık hakim bir güçtü ve Hellenistik dönem ile gelişmiş olan Küçük Asya kentleri, Roma için muazzam birer ganimet niteliğindeydiler.

Doğu Akdeniz Siyasi Haritası

            Roma’nın Küçük Asya’ya gelmesi ile birlikte aslında yeni sıkıntılar baş göstermişti. Küçük Asya’nın yerli halkları ve ağırlıklı olarak da burada yaşayan Hellenler, Roma’lı vergi memurlarının baskıları altında ezilmekteydiler. Devletin kalbi olan Roma’ya olan uzak mesafenin de sayesinde yönetici sınıf, Asya Eyaleti’nde özellikle vergiler bazında keyfi kararlar alıp, yerel halkın tepkisini çekiyordu. Toplumda Romalılara karşı genel bir nefret kazanı fokurdamaya başlamıştı. İşte böyle bir ortamda Mithradates, Doğu Karadeniz’de krallığının başına geçmişti. Erken yaşlarından beri öldürülme korkusu ile büyüyen bu kral, annesini ve kardeşini öldürterek Pontus tahtına geçmişti ve artık gözünü batıdaki hasımlarına çevirmişti. Yine Küçük Asya üzerindeki bir başka küçük krallık olan Bithynia’ya[3] gözünü çevirmiş olan kral, Roma’nın koruması altındaki bu krallığa karşı yapacağı savaş karşısında Roma’nın, Bithynia tarafında yer alacağını açıklamasının üzerine, güneyinde bulunan Kappadokia’yı işgal etti. Doğu Karadeniz coğrafyasının zenginlikleri, Kuzey Karadeniz ile olan ticari ilişkileri ve hakimiyet alanını buraya kadar genişletmesi neticesinde Mithradates, bir çeşit Karadeniz İmparatorluğu’na hükmetmekte idi ve uzun yıllar boyunca Roma’ya meydan okuyabilmesinin ardında yatan sebep de şüphesiz elindeki kaynakların bolluğu olacaktı. Tarihe ”Mithradates Savaşları” olarak geçecek savaşların öncesinde, Küçük Asya’daki siyasi durum aslında Roma’nın tam da hedeflediği şekilde ilerlemekteydi. Küçük Hellenistik krallıkların birbirleri ile mücadele etmeleri ve Roma’nın karşısında tek bir büyük düşman olmaması, Roma için kaçırılmaz bir fırsattı. Roma çoğu zaman bu küçük krallıkları birbirlerine düşürmüş, ikisi de zayıfladıktan sonra ikisini de bertaraf ederek hedefine ulaşmıştır.

            Mithradates’in hedefleri ise daha başkaydı. O, tıpkı İskender gibi destansı bir şöhret kazanarak, Küçük Asya’yı ve Yunanistan’ı Roma emperyalizminden kurtarmayı amaçlıyordu. Bu noktada öncelikli hedefleri, Bithynia, Galatia, Paphlagonia ve Kappadokia idi. İlk etapta kral, Paphlagonia’ya saldırdı. Ardından Galatia, Kappadokia ve Bithynia’yı ele geçirdi. Ancak bu noktada Bithynia’nın yanında yer

Mithradates VI

alan Roma’nın araya girmesi ile Mithradates’in yayılması engellendi. Ancak, tarihe ”I. Mithradates Savaşı” olarak geçecek olan savaş, MÖ 88’de Bithynia tahtına geçebilmek için Roma Consul’ü Aquillius’a ve diğer Romalılara rüşvet veren IV. Nikomedes’in Roma’nın da kışkırtmaları ile Pontus topraklarına saldırması ile başladı.

            Tam bu noktada, Karadeniz Coğrafyası’nın sınırsız kaynakları, Kırım’da yer alan vasal krallık olarak adlandırılabilecek Bosphorus Krallığı ve Doğu Karadeniz’de yer alan Kolkhis’in de her türlü lojistik desteğini arkasına almış devasa bir orduya sahip olan Mithradates için ömrünün sonuna kadar sürecek olan mücadele başlamıştı. Üç koldan saldıran Roma ordularını ve Roma’nın uydusu olan Nikomedes’in küçük ordusunu Mithradates büyük bir başarı ile yenmiştir. Bunun sonucu olarak Romalılar, arkalarında onu kovalayan Mithradates’in orduları ile beraber kıyı kentlere doğru batıya kaçmaya başlamıştır. Ele geçirdiği kentlerde Mithradates kurtarıcı olarak selamlanmış, ”Kurtarıcı”, ”Büyük Baba”, ”Neo Dionysos” diye selamlanmıştır. Küçük Asya’daki Hellen kentleri, Roma zulmünden bıkmıştı ve buraları ele geçiren Pontus ordularına karşı sempati ile yaklaşmışlardır.

            Yıkımdan kaçan Roma orduları, kıyı kentlerine sığınmışlar ve sonrasında da en yakın adalara kaçmışlardır. Bu savaşın baş sorumlusu olan Asya Consul’ü Aquillius ise Pergamon’da ele geçirilmiş ve Pergamon tiyatrosunda büyük bir kalabalığın önünde Mithradates tarafından ağzından içeri erimiş altın akıtılarak öldürülmüştür. Artık Küçük Asya, Roma ordularından temizlenmişti ancak Roma kökenliler halen kentlerde yaşamaktaydılar ve kurtarıcı kral Mithradates’in aklında kimsenin aklına dahi gelmeyecek bir zalimlik vardı. Küçük Asya’yı Romalılardan temizlemek adına Mithradates önceden haber verdiği ve örgütlediği birliklerinin koordineli hareketi ile MÖ 88 baharı veya yazında tarihe ”Ephesos Akşamı” olarak geçecek katliamı yapmıştır. Küçük Asya’da ikamet eden kadın, erkek, yaşlı, çocuk, köle, özgür tüm Roma ve İtalya kökenli sivil halkın sistematik olarak öldürülmesini emretmiştir.  Bu katliamda yaklaşık 80.000 kişinin öldürüldüğü düşünülmektedir.

            Roma’nın hiç beklemediği bu ani yenilgi üzerine Consul Sulla, emrinde iki ordu ile birlikte doğuya gönderilmiştir. Bu esnada Asya’yı Roma’dan kurtarmış olan Mithradates’in yeni hedefleri ise Ege Adaları ve Kıta Yunanistan olmuştur. Adalarda kısmi başarılar elde etmiş[4], önemli bir nokta olan Rhodos Adası’nı ise ele geçirememiştir. Kıta Yunanistan’a çıkan Pontus orduları ise burada Sulla’nın orduları ile karşılamış, Khaironeia ve Orkhomenos’ta yapılan savaşlar ile Pontus orduları Yunanistan’dan atılmıştır. Daha sonrasında Dardanos’ta[5] yapılan barış neticesinde Mithradates ele geçirdiği yerlerden geri çekilmiş ve savaş tazminatı vermiştir. Sulla ise Asya’dan çekilmiş ve yönetimi Murena’ya bırakmıştır. Murena’nın provakatif eylemlerde bulunması ise 2. Mithradates Savaşı’nın başlamasına sebep olmuştur. Pontus sınırlarını ilhak eden Murena’yı yapılan savaşla geri püskürtmesi üzerine ise Mithradates yeniden eski gücüne kavuşmuştur. IV. Nikomedes’in MÖ 74 yılında ölüp krallığını vasiyet yolu ile Roma’ya bırakması üzerine ise Mithradates yeniden Bithynia’yı işgal etmiştir. Bunun üzerine Kilikia Valisi Lucullus’un Pontus ordularına yaptığı başarılı saldırılar sonucunda Pontus topraklarına giren Lucullus’un ilerlemesi üzerine Mithradates, damadı Armenia kralı Tigranes’in yanına kaçmıştır. Tigranes’in devasa ordusunu yerle bir eden Lucullus ise Phrygia’ya çekilmiştir. Mithradates ise bu fırsattan yararlanarak gücünü toplamaya çalışmıştır. Lucullus’un senatodaki rakipleri tarafından bertaraf edilmesi üzerine ise bu fırsattan yararlanan Mithradates, kendi topraklarında, Zelea[6] yakınlarında Roma ordusuna karşı büyük bir zafer elde etmiştir. Ancak artık kralın ilk savaşta olduğu gibi büyük bir zaferler silsilesi kazanması mümkün değildir. Korsan savaşlarında ün salmış olan, daha sonrasında kendi askerleri tarafından ”Magnus”[7] olarak selamlanacak olan Pompeius artık Roma için fazlası ile uzun sürmüş Mithradates sorununun çözülmesi ve Küçük Asya’da düzenin sağlanması için görevlendirilmişti. Tarihe ”Üçüncü Mithradates Savaşı” olarak geçmiş olan savaşta Pompeius Mithradates’i  büyük bir yenilgiye uğratıp Pontus topraklarına girmiştir. Ardından Mithradates’i takip edip, Kolkhis’e girmiştir ve Mithradates’e yardım eden Tigranes’i de yenerek Armenia’ya girip Artaxarta kentini ele geçirmiştir. Burada yaptığı düzenlemelerin ardından ileride yeni bir Pontus sorununun çıkmaması adına Bithynia ile Pontus topraklarını birleştirerek ”Bithynia Ad Pontus” eyaletini kurmuştur.

            Tüm hayatı boyunca Roma ile savaşmış olan Mithradates ise, Kolkhis üzerinden mitolojide Prometheus’un zincirlendiği Kafkas Dağları’ndan geçerek Kuzey Karadeniz’deki Bosphorus Krallığı’na ulaşmıştır. Burada Phanagoria kentine gelen kral, kendi öz oğlunun ihaneti sonucu Pompeius’un birliklerinin onu teslim almaya geldiğini görünce tıpkı Hannibal gibi intihar ederek, onur kırıcı bir teşhir ve infazdan kurtularak hayatına son vermiştir.

            Bu noktada Mithradates, Roma ile olan amansız mücadelesi ile Pyrhhos ve Hannibal’den sonra Roma için en büyük sorun olmuştur. Bir rivayete göre, şayet başarıya ulaşsaydı Mithradates’in de tıpkı Hannibal ve Pyrhhos gibi İtalya’ya sefer düzenlemeyi planladığı aktarılmaktadır. Roma ile mücadelesinin haricinde kral, kişiliği ile de tarihte enteresan bir figür olmuştur. Küçük yaşlardan beri annesinin onu öldürteceği korkusu ile yaşamış olan Mithradates, zehirler konusunda bir uzman olmuştur ve zehir ile öldürülmenin önüne geçmek adına, gençliğinden itibaren kendisini küçük dozlarda zehirleyerek vücudunun bağışıklık kazanmasını sağlamıştır. ”Mithridatium” olarak anılan sıvı ile bunu gerçekleştirmiş olan kralın orijinal tarifi günümüze ulaşamamış olmasına karşın, Ortaçağ hanedanlıklarında bile farklı Mithridatium tarifleri zehirlenmeye karşı kullanılmıştır. İçinde bulunduğu paranoyak ruh hali öyle bir boyuttaydı ki Mithradates, annesini, kardeşini ve erkek evlatlarından dört, kızlarından ise üç tanesini öldürtmüştür.  Farklı etnik kökenlerden gelen askerlerden oluşan bir orduya sahip olan Mithradates’in 22 dil bildiği ve farklı coğrafyalardan (İskit, Pers vs)  gelmiş her askeri ile kendi lisanında konuştuğu rivayet edilmektedir. Düşmanlarına karşı son derece acımasız davranmıştır. İntihar edeceği zaman ise kendisini zehirlemiştir ancak zehire karşı gençliğinden beri kazandığı bağışıklık ile ölememiştir. Yakınında bulundurduğu Galatia’lı[8] korumaları tarafından kılıçlanarak öldürülmüştür. Hellenlerin Roma zulmünden kurtulması için bir ümit olmuş olan Mithradates, savaş ve karmaşa ile dolu Hellenistik Dünya’da belki de İskender’den sonraki en büyük hükümdarlardan birisidir.


Kaynakça:

Eurtropius – ”Roma Tarihinin Özeti”, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2007.

Errington, R.M., ”Hellenistik Dünya Tarihi”, Homer Kitabevi, İstanbul, 2010.

Mayor, A., ”Mithradates Zehirlerin Kralı Roma’nın En Amansız Düşmanının Hayatı ve Efsanesi”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 2013.

Tozan, M., ”Roma’nın Anadolu’daki Egemenlik Politikası Kentler ve Bağımlı Krallıklar (İ.Ö. 133-İ.Ö. 89)”, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2016.


Dipnotlar:     

[1] Detaylı bilgi için: Grimal, 2012, 698-702.

[2] Bu noktada Pergamon Krallığı’nın kuruluşu enteresandır. İskender’in generallerinden olan Lysimakhos, Seleukoslar ile savaşmaya gitmeden evvel, elinde bulundurduğu hazineyi çok güvendiği Paphlagonia’lı bir general olan Philetairos’a emanet etmiştir. Lysimakhos’un ölümünün ardından ise Philetairos elinde bulundurduğu bu hazinenin de yardımı ile konuşlandığı Pergamon’da kendi hanedanlığını ve krallığını kurmuştur.

[3] Bugünkü Marmara Bölgesi sınırları içerisinde kalmaktadır.

[4] Delos Adası’nı ele geçiren Mithradates burada da aynı katliam yöntemini tercih etmiş ve bütün Romalıları kılıçtan geçirmiştir.

[5] Antikçağ’da Troas Bölgesi’nde yer alan yerleşim, mevki. Bölge günümüz Çanakkale il sınırları içerisindedir.

[6] Günümüzde Tokat – Zile mevkisidir.

[7] Latince ”Büyük”.

[8] Bugünkü Ankara-Eskişehir civarlarında yaşamış Avrupa kökenli Keltlerdir.

Related posts

Leave a Comment