Tarih

Buda’nın Şöhreti

Buda

Yazar: Cristian Violatti

Çevirmen: Polina Cengiz

Tarihteki diğer ünlülerin aksine Buda hiçbir zaman ünün peşinden gitmeyle, sıra dışı bir hayatla, zenginliğini artırmakla ve başarılı bir kariyer ile ilgilenmedi. Hikayesi bunların tam tersi. Böyle bir karakter insanlık tarihinin en ünlü isimlerinden biri haline nasıl gelebilir?

Siddharta Gautama babasının izinden gitmeli ve önde gelen politikacılardan biri olmalıydı. Himalayaların eteklerinde tarihi bir devlette yönetici klanında doğdu, ayrıcalıklarından vazgeçti ve evsiz bir sofu oldu. Hayatının erken dönemlerindeki lüks hayat, kendini maddi varlıklarından ayırmasıyla sade bir varoluşa dönüştü. Siddharta’nın hikayesi, bir dünya dini hakkında hiçbir şey bilmeden harekete geçen bir adamın arayışıdır.

Bir Çare Arayışı

Zaman devasa bir parçalanma ile başladı. Bin gözlü ve uzuvları olan kozmik bir varlık olan Purusha, evrenin okyanusunda yüzüyordu. Tanrılar bu yaratık etrafında toplandı ve yaratığı parçalara ayırdı. Gözleri ateşe verildi ve güneş doğdu. Aklı yandı ve ay oldu. Ayaklarından hizmetçi sınıfı ve uyluğundan sıradan halk oluştu. Kollarından kshatriyalar (içinde önemli asker ve yöneticilerin olduğu Hindistan’daki kast sisteminde 4 sınıftan biri). Ağzından toplumun en üst seviyesini oluşturan, Tanrı’nın elçileri, Brahminler (din adamları) oldu.

Bu yaratılış hikâyesi Antik Hindistan’daki tüm dini metinler içerisinde en etkini olan Rig Veda’dan geliyor. Efsaneye göre, bu kozmik fedakarlık sırasında, Purusha’nın yaralarından, din adamlarının hegemonyasını güvenceye almak için hasat etmeyi öğrenmeleri gereken adı büyü olan bir şey kaçtı. Ve büyünün içine Tanrıları manipüle etme gücü ile doğanın temel kuvvetlerini yönetme gücü hapsoldu. Tabii ki sadece din adamları büyülerin yasal uygulayıcılarıydılar. Tanrı’nın elçisi olmak iyiydi, onların isteğini şekillendirebilmek ise daha iyiydi.

Bir bütün olarak toplum, özellikle de refah bir hükûmet yöneten yöneticiler, rahiplerin elinde olan ritüel işleyişe güvenmek zorundaydılar. Bu kabul yüzyıllarca değişmeden kaldı, ta ki MÖ 600-300’de bu inanışlar mutlak olana kadar. Şehirlerin ve devletlerin yükselişi bu dönemde Hindistan’ın sosyal ve siyasi ortamına yön verdi, dünya düzenini yeniden şekillendirdi. Vedik gelenek yeni çağın değişimlerinin gerisinde kaldı: geçerliliği giderek azalırken diğer dini söylemler boşluğu doldurmaya hazırlanıyordu.

Din adamlarının gücü eski din önemini kaybettiği için azaldı. Çaresizlik içinde olan rahipler, ritüelleri ve Tanrı’ya sunulanları daha karmaşık ve pahalı hale getirerek sertleştiler. Brahman ilk kurum kendi ağırlığı altında ezilmeye başladı ve buranın yıkıntılarından başlıca vedik öğretilerini reddeden yeni okul ve mezheplerin üyeleri olan pek çok Sramana yükseldi. Birçok Sramana farklı felsefi görüşe sahip olan evsiz soysuzlardı ancak farklılıklara rağmen hepsi bir noktada birleşti: Hindistan’ın dini hayatı hastalıklıydı ve Sramana’lar bir tedavi üzerinde çalışıyorlardı.

Sessizlikteki Cevaplar

Vedik dine göre, ruhsal alan (realite) en üst ve nihai gerçekliktir. Bazı Sramanlar bunun tam aksine, Tanrı’nın, ruhun ve ölümden sonra yaşamın olmadığına, hayatın amaçsız olduğuna, bedenlerimizin biz öldükten sonra tamamen parçalara ayrılıp ayrışacağına ve bilincimizin tamamen unutulacağına inandılar.

Bu kutuplaşma derinleşirken, daha dengeli bir bakış açsı olan yeni bir Sramana ortaya çıktı. Kendisi toprağını cevaplar aramak için terk eden bir Kshatriya idi. Adı Siddharta ve soyadı Gautama idi.  20’li yaşlarının sonunda insan acılarının farklı boyutlarıyla karşılaştığı sıralarda kişisel bir probleminin ardından her şeyden vazgeçti. Daha sonraki kısım için efsaneler, Siddharta’nın yaşlı bir adam ile, hasta bir adam ile, ölü bir adamla ve bir dilenci ile karşılaştığı bir bölüm anlatır. Bu görüntüler, doğduğundan beri gerçek dünyadan korunmuş olan Siddharta’yı şoke eder. Bu kriz ile birlikte Siddharta’nın aklına bir soru düşer: insan acıları için bir panzehir olabilir mi?

Siddharta’nın yolculuğunun heves kırıcı bir başlangıcı oldu. Birkaç öğreticiyi takip ettikten sonra aradığını bulamadı. Bir şekilde kendini amacına hiç yaklaştırmayan aşırı güçlük çektiği bir hayatın içinde bulmuştu. Kendi kişisel yenilgisi zamanının dini ortamının da başarısını yansıtıyordu: Kör dini adanmışlığı, neredeyse gülünç bir şekilde, materyalist bir dünya görüşü ile değiştiren bir dünyada aşırı lüksten sertliğin son noktasına giden bir hayat.

6 yıllık sonuçsuz mücadelenin ardından ikinci kez her şeyden vazgeçti; cevaplardan çok, daha fazla soruya boğulmuştu. Din ve materyalizm arasında geçiş yapmaya mahkûm muyduk? Orta bir yol olabilir miydi?

Daha dengeli bir yaklaşımı benimsedikten sonra Siddhartha bir incir ağacının altında arayışının doruğuna ulaştı. Efsaneye göre, burada derin bir meditasyon transının sessizliğinde bütün cevapları aldı ve Nirvana’ya, büyük aydınlanmaya, erişti. Cahilliğin derin uykusundan kaçmıştı. Uyanmıştı. O Buda’ydı.

Buda’nın Nirvana sırasında deneyimlediği, öğretilerinin birçok unsuru da içinde olmak üzere, farklı okullarda farklı yorumlandığı için halen bir tartışma meselesidir. Bazı anlaşmazlıklara rağmen, öğretilerinin bazı yönleri sorgulamanın ötesindedir. Buda kurban ayinlerine ve hayvanların katledilmesine karşıydı. Kurbanlar anlamsızdı çünkü sadece bireysel hedeflere ulaşmak içindi ve kurbanların bireyin ahlaki yükselişi ile bir alakası yoktu.

Kurbanlar kurtuluşa giden yolu açmak için kullanılamazdı. Kurtuluşun gerçek anlamları sadece meditasyon, bilgi ve kişisel gelişimdi. Kurtuluştan kasıt, günahtan kurtuluş değildi. Çünkü Buda’ya göre günah yoktu, sadece cehalet vardı. Kast düzeni sistemli bir kötüye kullanımdı; tüm insanlar eşitti. Birlikte var olabilmenin tek mantıklı yolu hoşgörü idi. Kaynağına bakmaksızın size söyleneni kabul etmeyin; her zaman gidin ve doğruyu kendiniz bulun.

Aydınlanmanın ardından Buda yeni anlayışlarını başkalarıyla da paylaşmaya karar verdi ve şu anda Varanasi olarak bilinen Sarnath’a ilk halka açık konuşmasını yapmak üzere yola çıktı. İlk takipçiler kısa bir süre sonra kendisine katıldı ve yeni bir Sramana hareketi başlamış oldu.

Şöhrete Giden Yol 

Budist kutsal metinler, Buda’nın hayatı boyunca Hint toplumunun üzerinde büyük bir etkisi olduğunu söyler. Buna ne ölçüde inanabiliriz? Tarihçiler böylesine etki altında kalmış kaynaklarla karşılaştıklarında normal olarak bir şüphecilikle yaklaşmışlardır. Buda şehirden şehre özgürce giden, güçlü liderlerle konuşan, kalabalıkları etrafında toplayan, herkesin görmek istediği karizmatik dilenci şeklinde tasvir ediliyordu. Gerçekten de öyle miydi?

Bir dereceye kadar evet. Buda’nın bir etkisi oldu ancak kendi yaşadığı dönemde etkisi şüphelidir. Hayatı onun yönettiği topluluğun üyeleri arasında kalıcı bir etkiye sahip olmasına rağmen, bize söylenen tanınma seviyesine sahip olması pek olasılık dahilinde değildir. Kendisini dini bir lider olarak görmediğini ve bilinçli olarak yeni bir din başlatmak için yola çıkmadığını biliyoruz. Peki, o zaman dünyada en yaygın takip edilen dinlerden birinin temellerini nasıl attı?

Buda öldükten sonra kurduğu topluluk zaman içinde dini bir harekete benzer bir şekilde evrildi.  Yaklaşık yüzyıl sonra, tarihten önemli bir ders alıyoruz: bir din ne kadar ilham verici olursa olsun, devlet desteği olmadan baskın hale gelemez. Bunun en bilinen örnekleri Çin’deki Hanedan yöneticileri tarafından desteklenen Konfüçyüsçülük ve İmparator Konstantin tarafından benimsenen Hristiyanlıktır.  MÖ 3. yy’da Budizm, Hint İmparatoru Ashoka tarafından eşi benzeri görülmemiş bir destek gördü. Budizm’in ilk yıllarında büyük bir etkisinin olduğunu destekleyen tek bir parça güvenilir tarihi ya da arkeolojik veri yoktur. Net olan şu ki, Ashoka’nın desteği ile Budizm ününün artması için gerekli ivmeyi kazandı.

Ashoka çok ırklı ve çok dinli bir ülkeyi yönetti ve bu çok çeşitli nüfusun huzurlu bir şekilde varlığını devam ettirebilmesi ile ilgilendi. Kayalıklara, mağaralara ve taş sütunlara oyulmuş yazıları bazı hesaplamalara göre 40 yılı aşkın süre Kuzeydoğu, Kuzaybatı ve Orta Hindistan boyunca dağıtmıştır. Bu sütunların bir kısmı ahlaki fikirleri ifade ederken diğer kısmı Ashoka’nın kutsal Budist bölgelere olan kutsal yolculuğunu anlatmaktadır.

Bu, bizi Ashoka’nın, Budizmi desteklemeye iten temel sebebe getiriyor: Buda’nın hayatı ile bağlantılı olan önemli hac yerlerinin sponsorluğu. Buda’nın doğduğu Lumbini’de MÖ yüzyılın ortalarında Ashoka’nın ziyaretinin anısına olan sütunlardan birini halen görebilmekteyiz. Ashoka sadece Budizmin kabul edilmesi için uygun ortamı hazırlamakla kalmadı aynı zamanda misyonerlik faaliyetlerini de teşvik etti ve destekledi. Ashoka’nın döneminin sonunda Budist elçiler Hindistan’ın çoğuna ve ilerisine Sri Lanka, Orta Asya, Mısır ve Suriye’ye de ulaşmıştı. Buda’nın öğretilerini alan her yeni toprak ile birlikte, Buda’nın adı dünya çapındaki ününe bir adım daha yaklaştı.

Talih Kuşu

Buda 80 yaşında Kushigar’ı ziyaret etti, hastalandı ve öldü. Kalıntıları yakıldı ve farklı anıtların içinde korunacak 8 parçaya bölündü. İmparator Ashoka, Buda’nın küllerini 8400 parçaya ayırdı ve kendi ülkesinde ve ilerisinde yeniden dağıttı. Kelimenin tam manasıyla bakıldığında bu hesap abartılı gelse de, metafor olarak bakıldığında Ashoka’nın Budizm ve Budizmin kurucusu Buda için yaptıklarını anlamamız açısından bize fikir verebilir.

Devlet /Kurumsal bir himaye olmadan, dini bir idealin yarının kitaplarında paragraftan başka bir şey olma ihtimali yoktur; başarısına ve zamanın kurgusuna bakılarak belki bir bölüm belki de bir tüm bir kitap haline gelebilir. Eğer bu desteklerden yoksunsa son bir umut vardır: ölümden sonra bir talih kuşu. Eğer bu şans hevesli bir imparator formunda gelirse ideal bir paragraftan, bir kitaptan fazlası olup yaşayan ve dünya çapında bir gelenek haline dönüşebilir ve idealin yükselişi ile idolü de tarihi bir ünlü konumuna gelebilir.

 

Yazının Orijinali için:

https://www.fairobserver.com/culture/buddha-hinduism-buddhism-religion-history-celebrity-09121/

Related posts

Leave a Comment