Karnavalesk Günlükler
Yazar: Gizem Korkmaz
(Bu yazı Gorgon e-Dergisi’nin 4. Sayısı’nda yayınlanmıştır.)
Bunu yaptığıma inanamıyorum. Otuz dört yıldır tek başıma, hiçbir iz bırakmadan yaşadığım bu değersiz hayatı günlük tutarak kayıt altına almanın mantıksızlığı ile savaşırken bir yandan kelimeler kontrolüm dışında kâğıda dökülüyor. Bunu neden yapıyorum, bilmiyorum. Her şey o kazadan sonra başladı. Sıradan bir günün sıradan sabahında, şehrin en kalabalık saatinde hiçbir özelliği olmayan sıradan vücudum aniden yerle yeksan oldu. Ağır çekimle beynime kazınmış toplam üç saniye ve vücudumdaki sayısız kırık ve çatlaklar… O güne kadar -kendimi bildim bileli- neredeyse bir kere bile başımın ağrıdığını; dişçiye uğradığımı, dizlerimi kanattığımı, görme veya işitme becerilerimde herhangi bir kayıp yaşadığımı ya da en önemlisi ve en alakasızı, hiçbir inşaat malzemesinin beni öldürmeye çalıştığını anımsamıyorum. Ve şimdi ağrılarım, kırıklarım, çantamda taşıdığım parçalanmış plastik klasörlerim ve aklımdaki milyonlarca soru yüzünden beynim uyumayı reddediyor. Neden bunların benim başıma geldiğini bilmiyorum. Rastlantılara ve sürprizlere inanmam. Hiçbir şeyin yolunda gitmemesi için bir sebep yoktu. Kazadan önce ne zaman başladığını bile hatırlamadığım bir düzenle günde bir saat spor yapardım. 07.00’da işe gider, öğlen hafif bir şeyler yerdim. Mutlaka fazla mesai yapar ve biraz fedakârlığın ve ekstra çalışmanın beni yücelteceğine inanırdım. 23:30’da yatağıma girer, beş dakika içerisinde uykuya dalmış olurdum. Altı saatlik minik bir ölüm sessizliğinin ardından ise muhteşem düzenime geri dönerdim. Görüldüğü gibi hayatım oldukça düzenlidir, asla beklenmedik şeylerle karşılaşılmayan mükemmel bir düzen. Kontrol her zaman, bütünüyle, sorgusuzca bendedir. Günlük, haftalık, yıllık planlamalarım ile yapacaklarım bellidir. Gideceğim ve gitmeyeceğim yollar bellidir. Mesela cuma akşamları mutlaka iş çıkışı bir kahve içerim. Pazar sabahları kahvaltımı birkaç saat geç yapmak hoşuma gider. Alışverişlerimi aylık yaparım. Yaz tatili için yurt dışı, kış tatili için yurt içi tercih ederim. Ayda iki kez sinemaya giderim, asansörlerden pek hoşlanmam ve lafı uzatmak huyum değildir. Yıllardır, doğrusu ne zaman başladığımı hatırlamadığım kadar uzun zamandır çalışıyorum. Tembelliğin ne demek olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Babamın okula başladığım gün, “Çalışmak insanı çürümekten alıkoyar.” dediğini anımsıyorum. Vakit kaybı konusunda asla taviz vermezdi. Ben de bu yüzden asla vakit kaybetmedim. Bugünlere gelebilmek için çok çalıştım. Muhteşem düzenim ile çalışma sistemim rahmetliyi inanılmaz gururlandırıyor olmalı. Onu çok özlüyorum.
O kaza beni sadece ağrılarla ve çalışamamakla değil, daha da acısı boşlukla, kafamı acıtacak düşüncelerle ve en korkuncu da sayısız, anlamsız, acımasız rüyalarla tanıştırdı. O güne kadar hayatımdan o kadar memnundum ki rüya görme ihtiyacı dahi hissetmiyordum. Gerçekliğimin bana veremediği hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. Fakat şimdi gün boyunca yatmak zorunda olduğum o yatakta hiçbir yere kaçamadan, hiçbir şey yapamadan, hareketsizce duruyorum. Ayık olmanın mı yoksa kâbusların içerisinde kaybolmanın mı canımı daha çok acıttığını bilemiyorum. Yarattığım her şeyin korkunç bir utanç içerisinde yok olduğunu ve bu yok oluşa tüm benliğimle dâhil olduğumu hissediyorum. Gün içerisinde kımıldamadan, amaçsız, adeta gelişine yaşadığım yetmiyormuş gibi artık zorla daldığım uykularımın da kontrolünü elimden kaybediyorum. Algılayamıyorum. Anlamlandıramıyorum. Düzenleyemiyorum. Yavaşlıyorum. Bu düzene ait olmayan her şeyi kâğıtlara hapsetmek istiyorum. Başlıyorum.
13 Ağustos 19–
Gözlerimi açıyorum. Gözlerimi açamıyorum. Evdeyim; fakat bu ev benim evim değil. Benim odam, benim yatağım. Gördüğüm her şeye kendimi ait hissediyorum ve kaçmak istiyorum. Evet, burası büyüdüğüm ev. Bir şeyler doğru değil. Alışılmış hislerim doğru değil. Nedenini öğrenmek için yukarıya çıkmam gerekiyor. Yukarıya çıkıyorum. Hayır, aşağı iniyorum. Odaların yerini kim değiştirdi? Umurumda olmuyor. İnanılmaz bir kalabalık. Ruhum çekiliyor. Yetişkinlik yıllarımı yarılamış olmama rağmen rahmetli babamın bu sahneye karşı oluşacak korkunç yüz ifadesini tahmin ettikçe baştan aşağı titremeye başlıyorum. Hayır, titremiyorum. Sadece gülüyorum. Başım büyük dertte. Sayısız renklerle oluşan kaosun içerisinde dolaşırken aslında titremediğimi, sadece güldüğümü fark ediyorum. Kahkahalarla gülüyorum. Sigara dumanları arasında ayakkabılarımın yatağın üzerinde zıpladığını görüyorum. Bütün saatler gece 02.00’ı gösteriyor. Kalabalık gittikçe artıyor ve maskelerle saklanmış yüzler evin her köşesinde dans ediyor. Maskelerin ve dumanlarının arasından yemek masasını görüyorum. Hiyerarşik düzenin baş kısmında babam; hayatta, dimdik, soğuk ve mimiksiz. Elinde kadehi ile yumruk büyüklüğünde fosforlu düğmeleri, vatkalı yeşil ceketi, kıvırcık peruğu ve kırmızı top burnuyla gözlerimin içine bütün ciddiyetiyle uzun uzun bakıyor. Babamı seviyorum. Babamdan nefret ediyorum. Ona acıyarak bakıyorum. Şerefine kaldırdığım bardağımı ona doğru uzatıyorum. Babam, öznesinin ben olduğum bir cümleyle yok oluyor. Varlığından ölümüne korktuğum adamın yokluğu, beni rahatlatıyor. Alışmamış hislerim ait oldukları doğru yerleri buluyorlar. Korkuyorum. Gözlerimi açıyorum, uyanıyorum.
17 Ağustos 19–
Gözlerimi açıyorum, gözlerimi açamıyorum. Başım dönüyor. Elimde bir nebukadnezar şişesi var. Benim elimde? Alkolün tadını bile bilmiyorum. Ne bildiğimi bilmiyorum. İnsanlar üzerime doğru geliyor. Hayır, insanlar üzerime doğru gelmiyor. Sanırım insanlar benimle beraber geliyor. Ofise doğru. Oraya. Ruh emici ofis malzemelerine. Katiller! Müdür odasına toplanıyoruz. Sevgili müdürlerimiz masanın üzerindeler. Minik taç giydirme törenlerine yetişememişiz ama telafi edeceğiz. Tahttan indirildikleri kudretli anlarında yanlarında olacağız. Bu bizim için bir must oluyor. Öncelikle yakmamız gereken birçok ofis var. Deadlineları aşmamak için zaman kaybetmiyoruz. Hemen acil bir felaket, dev bir yıkım schedule ediyoruz. Yayılan yanık kimyasal kokuları arasında dans eden insanları gördükçe kendimi modern bir Pagan festivalinde gibi hissediyorum. Dev bir kravat iğnesi kurban etmemiz an meselesi. Motivasyon çanları çalıyor. Numaratörlerden çıkan rehber hayvanla- rımızı tek lokmalarla yutarken, dört bir yandan son ses müzik dolduruyor odaları. Kralımız çok yaşa! Müzik sesi, yaklaşan müdire hanımın topuklu ayakkabılarının sesi kadar dayanılmaz bir hale geliyor. Sesler tüm gücü ile her şeyi ve herkesi yıkıyor ve midemdeki alkol yavaş yavaş dışarı çıkıyor. Hemen bir check ediyorum. Evet, gerçekten “kendimin en iyi versiyonu” oluyorum. Paramparça edilmiş fotokopi makinesinde önlü arkalı kopya edilmiş sayısız potansiyeliniz gözlerimizi dolduruyor ve emeklerinizin karşılığını yıllar sonra mutlaka alacaksınızlar alev alıyor. Bugün yüksek enerjilerimizle hedeflerimize ulaşıyoruz. Korkuyorum. Gözlerimi açıyorum, uyanıyorum.
23 Ağustos 19–
Gözlerimi açıyorum, gözlerimi açamıyorum. Sokaktayım. Güneş bulutların arasından tüm geceyi aydınlatıyor. Etrafıma bakıyorum. Yıllar önce izlediğim bir Orta Çağ belgeselinin ortasına düşmüş gibiyim. Aptallar bayramı. Festa stultorum. A feast of the ass. Paskalya kahkahası. Risus paschalis. Anlamını bilmediğim kelimeler beynimde dans ediyorlar ve elimde süpürgeyle susmaları için kafatasıma vuruyorum. Her bir darbede canım daha az acıyor, rahatlamaya başlıyorum. Göklerin ve yerlerin köşe kapmaca oynadığı bir dünyada herkese kendilerini komik duruma düşürdükleri için saygı duyuyorlar. Kahkahalarla başlayan dualar edildikten sonra çocuklar, annelerinin ellerinden tutarak onları keyif almaktan koruyor. Gökyüzüne yağmurlar yağıyor, çöpçüler tahtlarına doğru yol alıyor. Koyulan her kural bir bir yıkılırken, daha fazla maske takılıyor. Doğru filtrelenmiş her bir durum için yeteri kadar beğeni dokunuşu yapılıyor. Hangi zaman diliminde bu kadar maske ve bu kadar az yalan bir arada olmuştu? Gülüyorum. Yıllar sonra ilk defa ne düşündüğümü bilmeden gülüyorum. Muhteşem kahramanlıkların tohumları atılıyor ve ardından hepsini can suları ile öldürüyorlar. Daha iyisi için, daha bereketli olması için. İleriye doğru gerilerken ânı kanımda hissediyorum. Zamanı geldi, gözlerimi açabilirim. Şimdi korkma zamanı. Bazı şeyler ters gidiyor ve korkmuyorum. Zinciri kırıyorum. Gözlerimi açmıyorum, uyanmıyorum. Bütün kurallar bir bir yıkılmışken var olan tek kuralı yok ediyorum ve uyanmayı reddediyorum.
Hayatımda ilk defa korkmuyorum ve bu dünyaya ait olmayan en önemli şeyi, kendimi, bu kâğıtlara ve rüyalara hapsediyorum. Beni tutsak eden kaza, beni özgürleştiren bir mucizeye dönüşüyor. Özgür hissediyorum.