4. Sayı Yazıları

Byzas!…

Byzas!…

Yazar: Radi Dikici (Bu yazı Gorgon e-Dergisi’nin 4. Sayısı’nda yayınlanmıştır.)

Megaralılar yüz yıl kadar önce atalarının İtalya’da gördükleri baskı üzerine kaçarak Yunanistan’a göçmüşler ve kıyıda Salamis ismini verdikleri küçük bir şehir kurmuşlardır. Ancak bu küçük şehir dışarıdan gelecek saldırılara açık olduğu için daha içeride, Atina şehrinin yaklaşık 27 km batısında bir yer seçerek başkent olarak inşa edip yerleşmişler ve ona Megara adını vermişlerdir. Bazı küçük çatışmalar dışında MÖ 660 yılına kadar barış içinde yaşamışlar ve zenginleşmişlerdir.

Her iki şehrin toplam nüfusu yaklaşık 25 bini bulmuştur. Atalarından onlara miras kalan kumaş dokumacılığı ve küçük ev aletleri konusunda döneme göre çok başarılıdırlar. Doğal olarak balıkçılık ve gemi yapımı onların en gelişmiş yönleridir. Özellikle ülkenin bir donanması vardır ve daha çok ticari amaçla kullanılmaktadır. Yakın adalara Megara’da üretilen mallar satılmakta, karşılığında daha çok buğday satın alınmaktadır.

En büyük ticareti ise kara komşusu Atina Şehir Devleti iledir. Yaklaşık 200.000 kişilik nüfusu ve 10.000 kişilik ordusu ile güçlü bir devlettir. Cumhuriyetle yönetilmekte ve her yıl Atina Arenası’nda toplanan yetişkinlerin verdiği oylarla devlet başkanı seçilmekte ve iki yıl ülkeyi yönetmektedir. Özellikle Atina Şehir Devleti son on yıl içinde çok zenginleşmiştir.

Megara-Atina Şehir Devleti ilişkileri mükemmeldir. Aralarında hiçbir ihtilaf yoktur.

İki hafta önce Atina şehrinin elçileri Byzas’ı ziyarete gelmişler ve bu bölgede birlik sağlamak için altı ay içinde Megara’nın Atina Şehir Devleti’ne katılmasını istemişlerdir. Esasında bu bir tehdit değil, bir davettir ama, Byzas, böyle bir talebe karşı koymanın güçlüğünü bilmektedir. Byzas’ın atalarından kendisine kalan en önemli miras, bağımsızlıktır. Bu nedenle son derece rahatsızdır.

Mütevazı sayılabilecek minik sarayın salonunda çoğu yaşlıların teşkil ettiği 30 kişilik meclisi toplantıya çağırır. Toplantıda durumu açık açık anlatır. Ancak böyle bir talebi içine sindiremediği sözlerinden anlaşılmaktadır. Yapılan müzakereler sonunda meclis üyelerinin çoğunluğu Atina ile birlikte yaşama fikrini uygun görürler.

Ondan sonraki bir hafta boyunca geçmişi düşünen Byzas için geceleri uyku diye bir şey kalmamıştır. Yine uykusuz bir gecenin sabahında 30 yıllık eşi Eirene, kocasına, “Lütfen derdini benimle paylaş,” der.

“Atina bizim kendisine katılmamızı istiyor. Bunu bir türlü hazmedemiyorum. Üç tane yetişkin oğlumuz var. Böyle bir şey yaparsam onların yüzüne nasıl bakarım.”

“Zor bir durum içinde olduğunu anlıyorum. Ama benim aklıma başka bir şey geliyor. Neden Delphi’deki Apollon Tapınağı’nın kâhinine gidip durumu anlatmıyorsun. O akil ve yol göstericidir.”

Byzas oturduğu yerden fırlayarak karısına sarılır, “Sen olmasaydın acaba ben ne yapardım,” der.

O gün hazırlıklarını tamamlar. Üstüne sade bir kıyafet giyer ve yola düşer. Delphi’deki Apollon Tapınağı üç günlük yoldadır. İlk iki gün kolaydır. Atıyla gidebilecektir. Ancak son gün atını bırakıp tapınağın bulunduğu yere varmak için dağa tırmanması ve dağdan da bir düzlüğe inip tapınağa varması gerekmektedir.

Üçüncü gün ancak karanlık basınca tapınağa varabilir. Ancak tapınağın merdivenlerini tırmanırken, binanın sütunlar üzerine yükseltilmiş giriş bölümünün alnındaki “Kendini Bil” (NOSPE TE IPSUM) yazısı dikkatini çeker. Onu kapıda karşılayan bir görevli hemen içeri alır. Yiyecek bir şeyler ikram edip yatacak yer gösterirler. Ona hiç kimse, “Kimsin, nereden geldin?” diye bile sormaz.

Ertesi sabah erkenden kalkar, oradaki görevliye ismini verir ve baş kâhin ile görüşme isteğini iletir. Görevli kalkar gider. Yarım saat kadar sonra dönünce, “Beni takip edin,” der. Uzun koridorlardan geçerler. Bir kapıyı açar ve içeri girmesini işaret eder.

Küçük pencerelerinden içeriye ışık sızan büyük bir salondadır. Gözleri güçlükle en az yirmi basamakla çıkılabilen bir platform üzerinde bir koltukta otu- ran uzun beyaz sakallı kâhini seçer. Diz çökerek onu selamlar.

Derinden gelen bir ses duyar. “Sizi dinliyorum,” der.

O da başından geçenleri anlatır.

Kâhin,” Yarın aynı saatte gel,” der.

Sonra sanki birden her taraf kararır ve kâhini göremez olur. Görevli kapıyı açarak onu dışarı alır.

Ertesi sabah huzura varınca kâhin boğuk bir sesle şöyle der:

“Tanrı senin alnına başka şeyler yazmış. Onu yerine getirmelisin. Halkını alıp uzun bir yolculuğa çık…” Bir an susar. Sanki bir önceki ses değişmiştir. Byzas onun ağladığını düşünür. Hıçkırır gibi bir hali vardır. “Zor günler görüyorum, çok zor günler… Ama sakın yılma. Cesur ol. Kuzeye doğru git…” “Kuzeye doğru git, unutma… Bir boğazdan içeri gir. Sonra Körler Ülkesinin karşısına yerleş… Körler Ülkesi… Unutma Körler Ülkesi. İşte orası senin dünyan… İşte orası senin evin…” Tekrar susar. Tekrar boğuk bir sesle devam eder. “Dünya seni binlerce yıl anacak.”

Şehirlerin Kraliçesinin Doğumu !..

Byzas kâhinin söylediklerini hiç unutmamıştır ama ne dediğini ve nereye gitmesi gerektiğini de pek anlamamıştır. Megara’ya doğru yola çıktığında bütün söylenenleri kafasından geçirir, durur. Hiçbir şeyi çözememiştir. Kuzeye gidecektir. O tamamdır. Peki, körler ülkesi neredeydi? Sonunda, ”Herhalde körler ülkesinin nerede olduğunu bilen vardır, sorar öğreniriz,” diye düşünür. Megara’ya varınca araştırır, soruşturur ama hiç kimse körler ülkesi diye bir yer duymamıştır. Ama kâhin ona yönü göstermiştir.

Ertesi gün bir emirname yayınlar ve altı ay içinde kuzeye doğru yola çıkacak lardır. Bu seyahate gönüllü olarak katılacak ailelerin resmen başvurmasını ister. On beş gün sonra anlaşılır ki Salamis ve Megara’dan yaklaşık 5 bin kişi onunla birlikte gelecektir. Megaralılar çoğunlukla Atina Şehir Devleti ile birlikte yaşamaktan yana tercih kullanmışlardır.

Kral Byzas hemen bir hafta içinde seyahatin programını yapar. Birden Salamis Limanı o zamana kadar olmamış bir faaliyetin merkezi olur. Programa göre mevcut 500 geminin yarısını alacaklardır. Bu nedenle gemiler elden geçirilmeye başlanır. Kadın ve çocukların kalacağı gemilere, onların rahatlıkla seyahat edebilmeleri için eklemeler

yapılır. Biraz daha büyükçe 50 kadar yeni geminin yapımına başlanır. Bunlarla hayvanlar ve yol boyunca ihtiyaç duyulacak yiyecek ve içecekler taşınacaktır.

659 yılının Haziran ayı geldiğinde her şey hazırdır. Bir hafta süreyle yükleme işlemleri bir düzen içinde yapılır. Hazinenin bir kısmı kaptanlık gemisine yüklenir. Karısı ile birlikte kalmak istediğini belirten

ikinci oğluna yönetimi bırakır. 6 Haziran Perşembe günü geride bıraktıkları ile vedalaşarak rota kuzey olmak üzere yola çıkarlar.

Ancak ilk 4 ay sonunda kışı geçirmek üzere Ege Denizi’ndeki büyükçe bir adanın doğal limanına sığınırlar. Ertesi yıl bahar ayları yaklaşırken tekrar yola çıkarlar. Sürekli kuzeye doğru giderler ve çeşitli yerlere uğrayarak hep körler ülkesini sorarlar. Ama bir cevap alamazlar. Ertesi kış yine tedbirli olurlar ama iyi denizci olmalarına rağmen beklenmedik şekilde ve zamanda yakalandıkları fırtınalar gemilerden bir kısmını batırır. Birinci yıl sonunda gıda maddelerinin tamamı bitirilmiştir. Yol boyunca beslenmelerini genellikle balıkla sağlarlar. Uğradıkları yerlerden altın karşılığı et, meyve ve su temin ederler.

İkinci yılın ilkbaharında bir sabah uyandıklarında bir boğazın kenarındadırlar. Byzas, kâhinin dediklerini hatırlar ve gemisini doğrudan boğazdan içeri sokar. Diğer gemiler onu takip ederler. Marmara Denizi’ne (Propontis) gelmişlerdir. Hava değişmiştir. Bol balık vardır. Ayrıca yanaştıkları sahillerde bol su kaynaklarına rastlamışlardır. Özellikle meyve bakımından çevre çok zengindir. Moralleri iyice düzelir. Yola devam ederler.

Ne yazık ki, ne kadar dikkatli ve tedbirli olsalar bile yaklaşık iki yıl süren yolculuk boyunca gemilerinin ve insanların üçte birini, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere kaybetmişlerdir.

MÖ 657 yılının Mayıs ayında bir sabah uyandıklarında gördükleri manzara onları şaşkınlığa uğratır. Sağ taraftaki kara parçasında yerleşim olduğu bellidir. Sol taraf ise (Sarayburnu’ndan başlayan) hafif sisler içindeki yarım ada tümüyle bakirdir. Biraz sonra güneş yükselip sis dağılınca her tarafın ormanlarla kaplı olduğunu görürler. Şırıl şırıl akan suların ve öten kuşların sesleri gemilere bile ulaşmaktadır. Manzaranın güzelliği tarif edilir gibi değildir. Esasında başlangıçta körler ülkesinin nerede olduğunu bilseler, onlar gibi mahir denizciler için bu yol üç aydan fazla sürmez ve kayıpları da olmazdı.

Byzas karısına döner:

“Şimdi kâhinin söylediklerini anladım. Böylesine dünyanın en güzel yerini bırakıp karşıya yerleşmek için kör olmak lazım. Orası “Körler Ülkesi”dir (Khalkedon-Kadıköy). Biz ise onun karşısına yerleşiyoruz,” der.

Sahile çıkarlar ve böylece ilk yerleşim başlamış olur. Aradan on yıl kadar geçince bugünkü Eminönü, Sirkeci, Topkapı ve Ayasofya’nın bulunduğu yerleri içine alacak şekilde bir şehir kurarlar. Bu yeni kurulan minik şehir, Byzas isminden esinlenerek Byzantion olarak anılmaya başlar. Böylece tarih, tüm dünya uluslarının içini çekerek baktığı, ele geçirmek için savaştığı “Şehirlerin Kraliçesi”nin doğumuna şahit olur. Daha sonra Roma İmparatoru Vespesian (M.S 69-79) şehrin ismi Byzantion’dan Byzantium’a çevirir.

Tarihte hiçbir zaman Bizans İmparatorluğu diye bir devlet olmamıştır. 1453’te İstanbul’un fethine kadar onlar kendilerini hep Romalı olarak bilmişlerdir. Ancak 16. yüzyılda bir Alman tarihçi Hieronymus Wolf “Corpus Historiae Byzantinae” adlı eserinde Roma İmparatorluğu yerine Bizans İmparatorluğu tabirini kullanınca, bu isim süreklilik kazanmıştır. Yani Roma İmparatorluğu’nun 330-1453 yılları arasındaki 1123 yıllık dönemi tarihçiler Bizans İmparatorluğu olarak ifade etmekte ve kullanmaktadırlar.

Böylece kâhinin dediği doğru çıkar ve Byzas ismi bugüne kadar yaşamaya devam eder.

 

Devamı var

 

Related posts

Leave a Comment