Yazar: Kübra Karaköz
Eski Çağlardan beri insan düşüncesinde yer alan kutsal fakat bir o kadar da gidilmek istenmeyen yegâne mekân: Ölüler Diyarı.
Ölüm, insanlık tarihinin zihinleri meşgul eden en korkutucu konularından biridir. Bir varlığın ebediyen son bulması, canlıların başına gelebilecek en büyük felakettir. İnsan, her durumda kendisine bir çözüm yolu bulabilmişken yalnızca ölüme herhangi bir çözüm bulamamıştır. Ebedi sondan kaynaklanan korku ve bu korkudan kaynaklanan tedirginlik; onu aşma, alt etme fikrine karşı duyulan umut insanların düşüncesinde, kültüründe, geleneğinde, inancında her zaman var olmuştur.
Doğayı inceleyen insanlık yeryüzüne ait bereketliliğin ve canlılığın belirli dönemlerde sona erdiğini, bu duruma bağlı olarak yaşamın da kesintiye uğradığını görmüştür. Bir süre sonra doğada var olan her şeyin yeniden canlanışı, bereketin yeniden gelişi ve hayvanların bir kısmının bu dönemde üremesi, insan zihninde yeniden canlanma ya da ölüme karşı gelebilme fikirlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Eski Mezopotamya inancında ölümlü olmak, kozmik ahenk içerisinde insan ve hayvan dünyasını, tabiattan ve tabiata hükmeden tanrılardan ayıran en büyük özelliktir. Tanrılar ölümsüzdü. Tanrılardan güç alan krallar da öldükten sonra gökyüzüne gitmekteydi. Tabiat ise yaşanılan mevsimsel doğa olaylarından dolayı ölür; fakat bir süre sonra tüm tazeliği ile canlanırdı. Tabiatın belli dönemlerde “ölmesi” sonra yeniden dirilmesi, fakat tanrıların ebediyen ölümsüz olması insanlara bu konuda umut vermiştir: Ölüler Diyarından çıkış var mıydı?
Ölüler Diyarı, ölülerin ruhlarının yaşadığı bir alandı. Kutsal, içerisinde tanrıların ve ataların yaşadığı, kurbanlar sunulan, korkulan fakat oraya ait olmak istenilmeyen bir dünyaydı.[1] Güneşin burada da doğduğu ve ayın burayı da aydınlatmış olduğuna ilişkin mitler var olmasına karşın genel olarak kasvetli bir yer olarak algılanırdı. Her türlü kötülük, büyüler ile Ölüler Diyarı’na defnedilmekteydi. Ölüler Diyarı’nda yaşayan egemen tanrılar aynı zaman da en adil tanrılardı. Burası, yeryüzü ve gökyüzünden farklı bir konumda bulunmaktaydı. Kozmik olarak devasa bir boşluk olarak görülmekteydi. Burada insanların ruhları hiyerarşik olarak yaşamaktaydı. Öldükten sonra yorgun düşen ruhun, kasvetli Ölüler Diyarı’na inmesi için yedi kapıdan geçmesi gerekmekteydi.[2] Mitoslarda Ölüler Diyarı’na insanların kurtlar ve böcekler tarafından yenildiği tozlu bir yer olarak bahsederdi.[3] Korkutucu olduğu kadar yaşamın devam ettiği yerdi.
Mezopotamya’da, Sümer metinlerinde Ölüler Diyarı’na karşılık gelen pek çok kelime bulunmaktadır. Kur, Kukku, Uru. Gal bu kelimelerden yalnızca birkaç tanesidir. Kur, Sümer dilinde sembolik anlamda yeryüzünün kabuğu ile ilksel deniz arasındaki alandır. Dağ anlamından uzakta, tekin olmayan yer olarak da düşünülmektedir. Burada ölümlerin gölgeleri, ruhları yer almakta ve ölümlülerin ruhları kadar ölümsüzler de burada yer almaktadır.[4]
Sümerler, Ölüler Diyarının kapısına merdivenle inilen bir yer olduğuna inanırdı. Bu merdiven Ganzir’dir. Yeraltında büyük bir çukur bulunduğuna bu çukur etrafında ise abzu denilen tatlı su okyanusu bulunduğuna inanılırdı. Ayrıca Sümerlerin yaşam alanından uzakta bulunan nehirlerin Ölüler Diyarı’na ait olan nehirler olarak adlandırılmaktaydı. Muhtemelen Ölüler Diyarı, yeryüzünün uzak ve erişilemez bir bölgesinde, belki de uzak batıda bulunduğu yönünde rakip bir inancı ortaya koyar. Sümer toplumunda da yeraltı kötü ve kasvetliydi. Korkutucu cinler ve karışık varlıklar bulunmaktaydı. Ölü ruhlar susuzluk çeker ve sadece toz yerlerdi. Bazen çıplak olarak bazense kuşlar gibi tüylü kanatlar takmış olarak tasvir edilmişlerdir. Burası insanlar için olduğu kadar tanrılar ve kahramanlar içinde oldukça korkutucu bir yerdi. Ölüler Diyarının kendi tanrı ve tanrıçaları bulunmaktaydı. Yeryüzüne nadir çıkan bu ilahlar aynı zamanda adalet ile ilişkiliydiler.[5]
Sümer Yazılı tabletlerinde Ölüler Diyarı detaylı olarak yer almaktadır. Ana tanrıça İnanna’nın Ölüler Diyarı’na İnişi’ni anlatan mitos, her sene İlkbahar Bayramlarında müzik ve danslar eşliğinde okunan mitoslardan biridir.[6] Buna göre, Mezopotamya’nın en kudretli tanrıçalarından Tanrıça İnanna yeryüzüne hükmeden büyük tanrıçalardan biri olmasına karşın yeraltına da hükmetme arzusu içerisindedir. Ne yapacağını görmek için kardeşi Ereşkigal’in hüküm sürdüğü karanlık, kasvetli dünyasına, Ölüler Diyarı’na inmeye karar verir. Bütün takılarını, giysilerini giyip süslenir:
“Yukarı Büyük’ten aşağı büyük”e inmeyi aklına koydu tanrıça.
“Yukarı Büyük’ten aşağı büyük”e inmeyi aklına koydu İnanna.
Hanımım göğü terk etti, yeri terk etti, indi Ölüler Diyarına.
Efendilik haklarını terk etti, hanımlık haklarını terk etti, indi Ölüler Diyarına.
Eanna’yı Uruk’u bıraktı, İndi Ölüler Diyarına,
Emuşkalamma’yı Badtibira’da bıraktı, indi Ölüler Diyarına,
Giguna’yı Zabalam’da bıraktı, indi Ölüler Diyarına…
Yedi tanrısal yasayı yanlarına bağladı, tanrısal yasaları topladı,
Eline aldı, bütün yasaları hazır bekleyen ayağına yerleştirdi,
Şugurra’yı, ovanın tacını başına koydu, ışıltıyla yüzünü kapladı,
Lacivert taşından… değneğini elinde sımsıkı tuttu,
Küçük lacivert taşlarını boynuna taktı,
Parıldayan… taşlarını göğsüne tutturdu,
Altın bileziğini bileğine taktı,
…zırhını göğsüne taktı,
Hanımlık giysilerinin hepsiyle gövdesini örttü,
…merhemini yüzüne sürdü…”[7]
İnanna, Ölüler Diyarı’na inerken Veziri Ninşubar’a eğer üç gün içinde dönmezse onun için yas törenleri düzenlenmesini ve üç büyük tanrı Enlil, Nanna, Enki’ye kendisine yardımcı olması için harekete geçmesinin gerektiğini iletmesini ister. Eğer Enlil reddederse Nanna’ya, Nanna reddederse Enki’ye gitmesini söyler. İnanna Ölüler Diyarı’na iner; kardeşi Ereşkigal’in lapis taşından yapılmış olan sarayına yaklaşır.[8] Burada yedi kapının bekçisi Neti ile karşılaşır:
“İnanna, Ölüler Diyarının lacivert taşından sarayına vardığında,
Ölüler Diyarının kapısında şeytanca davrandı,
Ölüler Diyarının kapısında şeytanca konuştu:
“Evi aç, kapıcı, evi aç
Evi aç, Neti, evi aç, tek başıma gireceğim.”
Neti, Ölüler Diyarının baş kapıcısı,
Kutsal İnanna’yı yanıtladı:
“Kimsin sen rica ederim?”
Gökyüzünün, güneşin doğduğu yerin kraliçesiyim ben.”
“Eğer gökyüzünün, güneşin doğduğu yerin kraliçesiysen,
Niye dönüşü olmayan ülkeye geldin rica ederim?
Yüreğin yolcunun asla geri dönmediği yola seni nasıl getirdi?”
Kutsal İnanna onu yanıtladı:
“Ablam Ereşkigal’in,
Kocası efendi Gugalanna öldürüldüğü için,
Cenaze törenine katılmak için…
bırak geçeyim.”[9]
Bunun üzerine Neti, Ölüler Diyarı’nın hâkimi Ereşkigal’in yanına giderek ona İnanna’nın geldiğinden bahseder. Ereşkigal, kardeşinin fikrinin ne olduğunu anladığından Neti’ye onu içeri almasını fakat ölümlülerin uyduğu gibi Ölüler Diyarı’nın kurallarına uymasını tembih eder. İnanna Ölüler Diyarı’nın her bir kapısından geçtiğinde üzerindeki değerli eşyalarını teker teker çıkarmak zorunda kalır. Son kapıdan geçtiğinde ise İnanna tamamen çıplaktır.[10] Ölüler Diyarı’nın hâkimi Ereşkigal tahtında oturmakta çevresi ise Anunnakiler tarafından sarılmış bir hâldedir:
“Kutsal Ereşkigal tahtında yerini aldı,
Anunnaki, yedi yargıç, onun huzurunda hükümlerini bildirdiler,
Ölüm bakışlarını, gözlerini ona diktiler,
Sözleri üzerine, ruha işkence eden sözleri,
…
Güçsüz kadın bir cesede dönüştü,
Ceset bir kazığa asıldı.”[11]
İnanna’nın üç günden sonra geri dönmemesi üzerine sadık veziri Ninşubur, sırayla Enlil’e giderek İnanna için yardım istemiştir. Fakat Enlil, Ninşubur’un yardım talebini reddeder:
“Benim kızım büyük göğü istedi, büyük yeri (de) istedi.
İnanna büyük göğü istedi, büyük yeri (de) istedi.
Ölüler Diyarının tanrısal güçleri, istenmemesi gereken tanrısal
Güçlerdir, her kim onları aldıysa Ölüler Diyarında kalsın…”[12]
Enlil’in İnanna’ya yardım etmemesi üzerin Ninşubur, Nanna’ya gitmiştir. Fakat Ölüler Diyarı’nın kuralları gereği hiçbir varlık oradan çıkamayacağı Nanna Ninşubur’a yardım etmek istemezler. Yalnızca Enki İnanna’yı kurtarmak için bir çözümde bulunur. Mezopotamya’nın kurnaz tanrısı tırnak arasındaki çamurdan Kurgarru ve Kalaturru’yu yaratır. Onlar; cinsiyetsiz ve cansız iki yaratıktır. Onlara “hayat yiyeceği” ve “hayat içeceği” adını verir. İnanna’nın yanına inmelerini ve bunu onun cesedine altı kez sürmelerini söyler.[13]
İnanna dirilir fakat inanışa göre Ölüler Diyarı’na giden bir daha asla geri dönemez. İnanna’nın Ölüler Diyarı’ndan çıkabilmesinin tek yolu yerine bir başkasını koyması olacaktır. Böylelikle yanındaki acımasız cinlerle beraber, kendisinin yerine geçmesi gereken bir tanrı bulmak için yeryüzüne çıkar.[14]
“İnanna canlandı, Ölüler Diyarından çıktı,
Annunnakiler kaçtı,
İnanna Ölüler Diyarından çıktı,
(Ve) ölüler diyarından olanlar uysallıkla ölüler diyarına indi;
İnanna ölüler diyarından çıktığı zaman,
Ölüler gerçekten de önüne geçti.
İnanna ölüler diyarından çıktı
… kamışı gibi küçük cinler,
Tablet çivisi gibi koca cinler,
Çevresini sardı.
Önünde yürüyen, …sız olan, elinde bir asa tutuyordu,
Yanında yürüyen, …sız olan, belinde bir silah taşıyordu.
Önünden yürüyenler,
İnanna’nın önünden yürüyenler,
Yiyeceği bilmeyen, içeceği bilmeyen varlıklardı,
Onlar yiyeceği olmayan içeceği olmayan varlıklardı,
Serpilen unu yemeyen,
Sunulan şarabı içmeyen,
Erkeğin kucağından karısını kaçıran,
Emziren ananın göğsünden çocuğunu kaçıran varlıklardı.”[15]
İnanna peşindeki cinler önce veziri Ninşubar’ın yanına uğrar. İfritler onu almak istese de İnanna engel olur. Sonra iki farklı Sümer kentine iner. Bu kentlerin koruyucu tanrıları Şara ve Latarak, İnanna’nın yanındaki korkutucu ifritleri görünce dehşete kapılırlar. İnanna’nın ayaklarına kapanıp ondan af dilerler. İnanna bu yere kapanıştan hoşnut olur ve ifritlerin onları almasını engeller. [16] Daha sonra Sümerlerin Kullab dediği kente doğru yola çıkarlar.
Kullab kentinin koruyucu tanrısı Çoban Tanrı Dumuzi’dir. Dumuzi aynı zaman da Tanrıça İnanna’nın kocasıdır. İnanna’yı gördüğü zaman kocası olduğu için onun ayaklarına kapanmaz ve af dilemez. Tam tersine üstünü güzelce giymiş ve tahtına oturmuştur. Bu duruma sinirlenen İnanna ona ölümün gözleri ile bakar ve yanında bulunan korkunç ifritler onu alıp Ölüler Diyarı’na götürürler.
İfritler Dumuzi’yi götürdüğü sırada Dumuzi kendisine yardımcı olması ve onu yılana dönüştürmesi için Güneş Tanrısı Utu’ya yalvarır. Bu sırada da kız kardeşi Geştinanna‘nın yanına sığınır. Bir ifadeye göre Geştinanna onu saklar ve Galla ifritlerinin onu almasını engeller. Bir başka ifade de Geştinanna onu saklamayı reddeder ve onu teslim eder. Geştinanna’nın evinde yakalanıp götürülen Dumuzi için ağıt yaktığı ve çok üzüldüğüdür. Bu yüzden Tanrı Utu, yılın bir bölümü Geştinanna’nın yeraltında; diğer bir bölümü ise Dumuzi’nin yer altında kalmasına karar verir. Diğer bir ifadeye göre de Geştianna; İnanna’ya kardeşi için yalvarmıştır.[17] İnanna onun yalvarmalarından dolayı yılın bir kısmında Dumuzi’nin bir kısmında Geştianna’nın kalmasına karar vermiştir.[18]
Bir ritüel mitosu olan İnanna’nın Ölüler Diyarı’na İnişi, mevsimsel döngüyü sembolize etmektedir. İnanna’nın yeraltına egemen olmak istemesi ama yeryüzünün en büyük ilahlarından biri olmasına rağmen Ölüler Diyarı’nda çaresiz kalması; yerine yeraltına gidecek birini bulması teması ile işlenmiştir. Doğanın mevsim değişimlerinde yeraltına çekilmesiyle beraber canlılığın, hayatın tazeliğini kaybetmesi; insanların ve tanrıların bu durumda çaresiz kalması şeklinde yorumlanabilir. Bu mitos muhtemelen göçebe yaşamdan yerleşime geçildiğinde tarım ile uğraşıldığı ilk dönem kış aylarında kalınan çaresizliğin sembolik bir yansımasıdır.
Kaynakça
[1] Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi I Taş Devrinden Eleusis Mysteria’larına, (çev. Ali Berktay), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003, s. 121.
[2] Noah Samuel Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 134.
[3] K. Alice Turner, Cehennemin Tarihi, (çev. Ayhan Sargüney), Ayıntı Yayınları, İstanbul 2004, s. 19.
[4] Noah Samuel Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 194.
[5] Jeremy Black – Anthony Green, Mezopotamya Mitolojisi Sözlüğü Tanrılar İfritler Semboller, (çev. Necdet Hasgül), Aram Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 231-232.
[6] Samuel Henry Hook, Ortadoğu Mitolojisi, Mezopotamya- Mısır- Filistin- Hitit- Musevi- Hıristiyan Mitosları, (çev. Alaaddin Şenel), İmge Kitapevi, 2015, Ankara, s. 23.
[7] Noah Samuel Kramer, Sümer Mitolojisi, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 158-161.
[8] Noah Samuel Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 197.
[9] Noah Samuel Kramer, Sümer Mitolojisi, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 163-164.
[10] a.g.e., s. 158.
[11] a.g.e., s. 167.
[12] Ömer Kahya, “Sümerce Kaynaklara Göre Ölüler Diyarı’nın Yeri”, Archivum Anatolicum, 9/2, 2015, s. 36.
[13] Noah Samuel Kramer, Sümer Mitolojisi, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 159.
[14] Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi (Çeviren: Ali Berktay). 2.Baskı. Cilt I. İstanbul: Kabalcı
Yayınevi, 2007. sf. 86 akt. Jean Bottero, Annuaire de VEeole des Uautes Etudes, 1971-72, s. 85.
[15] Noah Samuel Kramer, Sümer Mitolojisi, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 1999, s. 170.
[16] Samuel Henry Hook, Ortadoğu Mitolojisi, Mezopotamya- Mısır- Filistin- Hitit- Musevi- Hıristiyan Mitosları, (çev. Alaaddin Şenel), İmge Kitapevi, 2015, Ankara, s. 21-22.
[17] Noah Samuel Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002, s. 389.
[18] a.g.e., s. 459.
Editör: Arman Tekin