9. Sayı Yazıları

Balkanlarda Osmanlı Mimarisi: Atina Örneği

Yazar: Martı Esin Şemin

Atina’nın Kuruluşu ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Atina

Osmanlı İmparatorluğu, Atina’yı Türk topraklarına kattığı yaklaşık üç yüz elli yıl boyunca kente birçok iz bırakmış; bu izlerin başında da kendi üslubunu yansıttığı mimari eserler gelmiştir. Atina, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altına girene dek Bizans’a tabi olmuş, Fatih Sultan Mehmed yönetiminde 1458 yılında fethedildiği zaman Osmanlı topraklarına dâhil olmuştur. Fatih, şehrin idaresini Osmanlı akıncı beylerinden Turahan oğlu Ömer Bey’e[1] vermiştir. Yunanistan (Atik) eyaletinin en büyük şehri olup; etrafı tepelerle çevrili olan Atena Körfezi’ne kadar açık bir yerleşimi vardır. Şehrin bugün bile merkezi olan Akropolis, Lycabettius Tepesi ile birlikte şehrin en yüksek noktasını oluşturur.[2]

Unvanlarından biri de Kayser-i Rûm[3] olan atih Sultan Mehmed kendini hem Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı hem de Doğu ve Batı’nın efendisi, dolayısıyla da Müslümanlığın ve Hristiyanlığın yöneticisi olarak görmekteydi. 1458’de şehre giren Fatih Sultan Mehmed, Akropolis’e çıkmış ve burada bulunan Antik Yunan yapılardan çok etkilenmişti. Kuşatma sırasında halkın çoğu kaçmışsa da şehirde kalmaya devam eden az sayıdaki nüfusla görüşen Fatih, onların istek ve sıkıntılarını dinlemişti. Bu isteklerin başında ise Latin kilisesinin kaldırılması gelmişti. Böylece Fatih’in bu şehirdeki ilk işlerinden biri Latin Kilisesi’nin, Yunan halkı ve dinî yaşamları üzerinde uyguladığı baskıyı ortadan kaldırmak olmuştur. Fatih, Atina halkına bazı imtiyazlar bahşetmiş, onların istekleri doğrultusunda Latin papazlarını şehirden uzaklaştırmıştır.[4] Latin işgali altındaki Yunanların ve genel olarak Ortodoksluğun durumu Fatih Sultan Mehmed’in geliştirdiği politikalar ile yönlenmiştir. Fatih, Ortodoks Patrikhanesi’ne kilise ve cemaat ilişkilerinde Bizans’ta dahi görülmemiş bir rol vermiş; oluşturduğu bu statü ile Yunanca konuşan Ortodoks nüfusun kaderini belirlemiştir. Bu durum Osmanlı İmparatorluğu yıkılana dek devam etmiş saltanatın çöküşüyle birlikte patrikhane; dinî ve kültürel bir emanete dönüşmüştür.[5] Fatih, şehirden gitmeden evvel bir cami inşa edilmesini emretmiş ve Atina’da toplattığı esir ve sanatkârlar içinde İstanbul’a göç etmek isteyenleri de yanına alarak başkent İstanbul’a dönmüştür.[6]

Osmanlı döneminde Atina, Athina veya Athenai şehri “Medinet-ül Hükema” (Bilginler Şehri) adıyla bilinirdi. 1669 senesinde Atina’yı ziyaret eden Evliya Çelebi bu durumu seyahatnamesinde “Bu şehir içinde 7 bin adet Rumi hekimler [filozoflar] toplandığında bütün milletlerin tarihçileri bu şehre ‘Hekimler şehri’ diye isim verdiler.” ifadesiyle açıklamıştı.[7]

İngiliz düşünür Robert Burton (1577-1640), Atina’da, Antik Yunanistan’dan geriye pek bir şey kalmadığını The Anatomy of Melancholy (Melankolinin Anatomisi) (1621) adlı eserinde aşağıdaki cümle ile ifade etmişti:

“Atina’da Xenocles tarafından inşa edilen Lanthorn (Lisikrat Anıtı), Perikles’in tiyatrosu, Musikles’in ünlü Pire Limanı, Callicrates’in Pantheon’u[8] [sic]: Ancak bu görkemli anıtların hepsi çürümüş ve harap olmuş, mimarlarının isimleri ise yalnızca yazarların aktardıkları sayesinde ilerlemiştir.”[9]

Atina, dönemin nüfus kayıtlarına göre 16. yüzyılın ortalarında Edirne ve Selanik’ten sonra Balkanlar’ın üçüncü büyük şehri olmuştur. Atina’daki Türk ahalinin Rumca, Yunanların da Türkçe konuşabildikleri bilinmektedir. Ayrıca burada yaşayan Hristiyanların vergilerinin düşük olduğu ve diğer Hristiyanlara nispetle daha iyi koşullarda bir hayat sürdükleri de belirtilmektedir. Panayis Skouzes’in 1841’de kaleme aldığı kronikte dönemin Atina’sında (1700’lü yılların sonuna denk gelen dönem) 1500 Hristiyan ve 350 Osmanlı ailenin yaşadığı, kentin ise 36 mahalleden teşekkül ettiği ifade edilmektedir. Şehirde bunlar dışında 25 Müslüman Çingenesi aile ve 350 kadar Siyahi Müslüman (Etiyopyalı) aile yaşamaktaydı. Türk evlerinin yarısı Hristiyan evlerinden ayrı iken diğer yarısı karma bir yapılaşma içindeydi. Skouzes’e göre Türkler ve Hristiyanlar barış içinde yaşamaktaydı.[10] Evliya Çelebi ise ayrıca üç Türk mahallesi bulunduğunu ve şehirde toplam yedi bin ev olduğunu ifade etmiştir.[11]

Atina tasvirleri ve bu tasvirler içindeki Osmanlı eserleri ciddi olarak ancak 18. yüzyılda resmedilmeye başlanmış; bu tarihlerden önce şehri ziyaret eden gezginler Atina’nın antik dönemlerine ait yapılara odaklanmıştır.[12] Atina’nın bir Türk kasabası görünümünü özellikle  1801-1805 yılları arasında şehirdeki Osmanlı idaresi sona ermeden burayı gören ressam Edward Dodwell’in Atina Çarşısı’nı tasvir eden resminde bulmak mümkündür. Burada ön planda önleri ahşap direkli sundurmalara sahip dükkânlarla arkada iki caminin minareleri yer alır. Dükkânların önleri ve caddeler kadınlı erkekli kalabalıklarla doludur.

Resim 1: Edward Dodwell, Atina Çarşısı, Yunanistan’dan bir görüntü, 1821.

Şehir tamamıyla Osmanlı yönetiminden çıkmadan evvel 1687-88 yıllarında Venedikliler tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal sebebiyle şehir büyük yıkıma uğramış, üç bine yakın Müslüman Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. 18. yüzyılda Osmanlı yönetimi Atina’da yoğun bir imar girişiminde bulunmuş (Mustafa Ağa Cami ve Fethiye Cami), böylece şehir harap olmuş görüntüsünden uzaklaştırılmıştır. E. Hakkı Ayverdi’ye göre Atina’da on iki cami, kalede bulunan tabya (ayrıca bir de Türk yapısı tabya), bir medrese ve üç mektep, iki han, üç tekke ve iki zaviye, dört hamam bulunmaktadır.[13] Bu yapıların çoğu Evliya Çelebi’nin ziyaretinden sonra inşa edilmiştir.

Atina’nın Osmanlı topraklarından ayrılması ise 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu yüzyılın başlarında çıkan Yunan isyanı sırasında Atina Kalesi asiler tarafından işgal edildi ise de (1821) çok geçmeden Reşid Paşa tarafından kurtarılmıştır. Ancak çarpışmalar sırasında harap olan şehir 1833’te Yunanlara bırakılmış, bir süre sonra da yeni devletin eş deyişle Yunanistan’ın başkenti olarak ilan edilmiştir.

Bu şehirle ilgili Evliya Çelebi “Sözü uyarınca işitmek görmek gibi değildir. Bu 1050 [1640] tarihinden beri yeryüzünün 7 iklimini gezmek zevkim vardır ki âlemi gezip dolaştım, ama bu Atina şehrinde, Frengistan’ın Roma şehrinde ve Ungurus’un Üstürgon Kalesi’nde, Beç şehrinde ve Felemenk’in Amsterdam şehirlerinde olan ibretlikleri bir diyarda görmedim.”[14] demiş, hem şehrin güzelliğini hem de bir alt başlıkta bahsedeceğimiz İç Kale Cami’yi anlatmıştır.

Atina’da Türk Mimari Eserleri

İç Kale Cami

Atina’nın ilk camisi, MÖ 447-438 tarihlerinde inşa edilmiş olan Parthenon Tapınağı’nda idi. Buraya Hristiyanlığın daha ilk asırlarında bir apsis[15] eklenmiş ve o zamandan beri kilise olarak kullanılmıştı. 1208’den itibaren ise Latin ibadetine tahsis edilen yapıya Osmanlı zamanında bir minare inşa edilmişti. Tabanda eni 31 metre, boyu ise 70 metre yakın olan Dor nizamında sütunlarla çevrili olan bu cami, iç kaleyi oluşturan Akropolis’in ortasında bulunmaktaydı.[16] Maalesef bu caminin uzaktan yapılmış gravürlerinden başka günümüze bir şey kalmamıştır. Bu gravürlerin cami ile ilgili detaylı bir görünüm vermemesinin sebebi ise bölgeye Türkler dışında ziyaretçi kabul edilmemesiydi. Bu uygulama 17. yüzyılda şehri ziyaret eden gezginlerin notlarından öğrenilmektedir. Örneğin Jacob Spon[17] ve Sir George Wheler[18] aylar boyu Atina’da topografya çalışmaları yapmışlar ancak bir kez bile Akropolis’i görme şansını elde edememişler, bu ziyaret için yetkili mercilerden izin alamamışlardır.[19] Aynı şekilde Atina’ya gelen başka gezginlerin notlarında da Akropolis’in yabancılar tarafından ziyaret edilmesinin pek mümkün olmadığı ifade edilmiştir.[20] Ancak yine 17. yüzyılda, Atina şehrinin planı ve mimarisi ile ilgili gezgin ve topograflar tarafından yapılan birçok çizim bulunmaktadır.

Resim 2: Atina’nın 1686’daki Görünümü, Vincenzo Coronelli.

Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu cami için “Bu Atina Cami içinde ve avlusunda olan insan emeği güzel işler bütün o anılan yerlerin ibretliklerinden fazla sanatlı ve acayip güzeldir. Ve bu şehri gelip görmeyen dünyayı görmüş âlem seyyahıyım demesin[…] Dünyadaki bütün camileri gördük, ancak bunun benzerini görmedik.”[21] demiş ve “Önceleri tanrı heykelinin durduğu bölmeden mihrap ile minber arasında dört kırmızı sütun daha vardır.” diyerek camiyi etraflıca betimlemiştir. Evliya Çelebi, bu sütunlar üzerinde öd ağacından[22] oymalı bir kubbe bulunduğunu da sözlerine ekler. Ayrıca sütunları ve muntazam işlenmiş taş­ların güzelliğini anlattıktan sonra heykel karakterinde olan kabartmalara ait çeşitli hurafeler de anlatır:

“Bu sütunlar üzerinde kıble olan yerde ûd ağacından Fahri oyması gibi yüksek bir kubbe yapılmış, safi nakışlı zerkâr-ı halkâr mina kubbedir, gören adamın aklı perişan olur. Bu ûd ağacından yapılma kubbede hekim Eflatun-ı İlahi bir şeb-çerağ[23] kandil asmış. Caminin gündoğusu tarafındaki duvarda kağıt gibi incecik şeffaf harekân mermerleri, yani ateş taşları koyup alemi aydınlatan güneş ufuktan baş gösterip yükseldikçe güneşin şiddetli ısısından o ateş taşlan kızıp cami içindeki o şeb-çerağ kandilleri ısınıp neft ile karışmış fitiller yanıp cami içi aydınlanırmış. Bütün kefereler buna tılsım diye itibar edip kudret nuru kandili derlermiş.”[24] Çelebi bu yapının tüm ayrıntılarını detaylı olarak anlatmıştır:

“Dış avlusunun 4 tarafında 60 adet beyaz şeşhane ibretlik yüksek sütunların boyları yirmi beşer arşındır, ama cami içindeki gibi tek parça sütunlar değillerdir. Ancak her ne kadar dikkat eylesen bu avludaki sütunların birleşme yerlerini de göremeyip tek parça mermer direklerdir dersin. Zira bütün sütunları mermer ustası zıhlı, oluklu, burmalı sanatlı ve eski tarz şeşhane direk etmiştir. Bu 60 adet sütunlar servi gibi camin avlusu çevresine hendese ilmine göre düzgünce çırpı ile dizilip camin saçakları altında olan sütunlar ve duvar üzerinde olan beyaz mermerden çeşit çeşit iri ibretlik heykellerin şekillerini, tarz ve tavırlarını bir bir yazsak müsveddemiz bir cilt kitap olup seyahatimize engel olur. İnsan aklı kuşatamaz bir çeşit büyüleyici suretlerdir. Ancak Aristo akıllı olan bu işçilikleri görüp insan kerametidir deyip susar. Zira bu şekillere ibret gözüyle bakılsa her biri canlı sanılır. Sözün özü, âlemin yaratıcısı Cenab-ı Allah bu yeryüzünü “kün/ol” kelimesiyle yarattığından beri Hz. Âdem’den kıyamete kadar ne kadar canlı kısmı yarattıysa bu camin avlusu çevresinde mermerden heykelleri ve tasvirleri vardır.”[25]

Resim 3: 1687’de İç Kale Cami’nin Venedikliler Tarafından Yakılması,Fanelli

İç Kale Cami bu biçimi ile 1686’da İtalyan kartograf Vincenzo Coronelli tarafından yapılan gravürde görülmektedir. Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu şehrin Mekke ve Medine vakfı olduğunu, Kızlarağası nezaretinde bir hâss-ı hümâyûn (padişah hassı) bulunduğunu belirtmiştir. Bunlar dışında şehirde kadı, müftü, yeniçeri serdarı, kalenin dizdar ağası, yüz elli adet hisar muhafızı, mimar ağası, haraç ve emin ağaları, şehir subaşısı ve Rumlar için bir patrik olduğunu da ifade etmiştir.[26]

Venedik yöneticisi Francesko Morosini 1687’de Atina’yı kuşatmış, kaçak bir Osmanlı askerinin cephane dolu olduğunu haber verdiği İç Kale Cami’sine top mermisi isabet etmiştir. Fanelli’nin gravürlerinde caminin, top güllesi gelmesi sonucu yanışı gösterilmiştir. Osmanlı, şehri ele geçiren Venediklilerden tekrar almıştır. Şehir yeniden Türk idaresine geçtiğinde neredeyse harabeye dönmüş ve tümden boşaltılmıştı. İç Kale Cami’si ise tamamen yıkıldığı için onarımından vazgeçilmiş ve yerine kiremit örtülü, tek kubbeli, son cemaat yeri olan küçük çapta bir cami inşa edilmiştir. Kale de bu yıllarda onarım görmüştür. Kasnaklı tek kubbesi kiremit kaplı ve herhalde üç kubbeli bölümlü bir son cemaat yeri olan bu caminin bir resmi J. Stuart ve N. Revett tarafından yapılarak yayımlanmıştır. Bu ikinci caminin hiçbir zaman bir minaresi olmadığı anlaşılmaktadır. Yunanistan kurulduktan sonra Akropolis’te kazı, araştırma ve restorasyon çalışmalarının başlaması üzerine İç Kale Cami yıkılmıştır. Akropolis’te İç Kale Cami haricinde propilede[27] nöbetçiler için mescit bulunuyordu. Bu mescit de camiyle aynı kaderi paylaşmış ve günümüze ulaşamamıştır.

Fethiye Cami

Resim 4: Pierre Peytier, Fethiye Cami ve Rüzgar Kulesi

Pazar Cami, Büyük Cami veya Çarşı Cami isimleriyle de bilinen Fethiye Cami (Yunanca Τζαμί του Σταροπάζαρου, Tzami tou Staropazarou),[28] Atina’da günümüze ulaşabilen Türk eserleri içinde en iyi durumda olandır. İsmail Bıçakçı’ya göre, temeli 1458’de Fatih Sultan Mehmed’in Atina ziyaretinde atılmış ve adını buradan almıştır.[29] Semavi Eyice ise Fethiye Cami için Atina’nın Venediklilerden geri alınışı yani ikinci fethinin hatırası ile de bağlantılı olabilir demiştir.[30] Fatih Vakfiyesinden olduğu 1791-1792 yıllarına ait bir tamir kitabesinden anlaşılmaktadır. Fethiye Cami, uzun zaman bir askeri yapının içinde gizli kalmış, Agora’da yapılan kazılar esnasında meydana çıkmıştır. Cami, 1824’ten sonra Müzikseverler Derneği Okulu olmuş, sonrasında ise askeri cezaevi ve askeri fırın olarak kullanılmıştır. Yapının aslında Panayiya Sotirou tu Stavru adında bir kilise olduğu ve Osmanlı tarafından camiye dönüştürüldüğü düşüncesinden ise vazgeçilerek caminin bir Osmanlı-Türk eseri olduğuna karar verilmiştir.[31]

Yapı birçok onarım geçirmiş fakat ilk plan taslağını korumuştur. İsmail Bıçakçı, yapının ismine bakıldığında 15. yüzyıl yapısı olması gerektiğini savunmuş; 18. yüzyıla işaret eden beş kubbeli son cemaat yerinin sütun başlıklarının geç bir dönemde yeniden yapıldığını veya ilave edildiğini ifade etmiştir.[32] Semavi Eyice ise “[…] Fatih devrine, yani 15. yüzyılın ortalarına ait ise Türk mimarlık tarihi bakımından çok değerli bir eserdir. Ancak pencere kemerlerinin biçimleriyle bilhassa içerideki kubbe ve yarım kubbeleri taşıyan sütunların dilimli bir süslemeye sahip başlıkları 18. yüzyıla işaret etmektedir” şeklinde açıklamaktadır.[33] Kısacası caminin yapıldığı yüzyıl kesinlikle net olmamakla birlikte Semavi Eyice her iki durumun da göz önünde tutulması gerektiğini belirtmiştir.

Fethiye Cami beş kubbeli bir son cemaat yeri ile kare bir ana mekândan ibarettir. Bu mekân dört sütun üzerinden yükselen kemerlerle ayrılmış olup merkezde basık kasnaklı bir kubbe vardır. Kubbe dört taraftan dört yarım kubbe ile desteklenmiş olup yapının köşelerinde ayrıca dört küçük kubbe daha bulunur. Bu örtü sistemi ile Fethiye Cami, Osmanlı devri Türk mimarisindeki “dört yarım kubbeli” cami tipinin bir örneğidir. Fethiye Cami’ndeki bu kubbe sistemi Sultanahmet Cami, Yeni Cami ve Mimar Sinan tarafından Şehzade Cami’nde uygulanan yöntemin bir öncülü olup erken tarihli bir örnek olması açısından çok önemlidir.[34] Cami tuğla ve kırma taştan yapılmış olup bütün kubbe ve yarım kubbeleri kiremitle kaplanmıştır. İki sıra pencereli duvarlar moloz taş kullanılarak yapılmıştır. Revak sütunları mermerdir. Caminin kapısı basık kemerli ufak ve silmeli çerçevelidir. [35]

Yapı, Atina hükümeti tarafından 1935 yılında yıktırılmak istenmiş ancak Türkiye’nin girişimleri sonucu yapı yıkılmak yerine tamir görmüştür. Caminin çevresindeki mezarlar bugün kaybolmuş olsa da yan duvarlarında yönü kıbleye uzanan kırık iki mezar taşı hâlâ durmaktadır. Bunun dışında bahçesinde bir Türk çeşmesi vardır. Bu caminin de minaresi yıkılmıştır ancak kaidesi hâlâ mevcuttur. Kaidenin bulunduğu yere bakıldığında minarenin, ana yapıdan bağımsız olduğu ve cami ile minare arasında kemerli bir geçit bulunduğu revakta bulunan izlerden görünmektedir.[36]

Mustafa Ağa Cami

Resim 5: James Skene, Mustafa Ağa Cami, 1839

Bu yapı Aşağı Şadırvan Cami, Cizderiye Cami, Altı Fıskiye Cami veya Voyvoda Cami (Yunanca Τζαμί του Κάτω Σιντριβανιού, Tzami Tou Kato Sintrivaniou)[37] olarak da bilinmektedir. Atina’nın hâlâ ayakta kalabilen ikinci camisidir.  Bu yapı kitabesinde de belirtildiği üzere 1763-64 yıllarında Voyvoda Mustafa Ağa tarafından Eski Cami’nin yerine yaptırılmıştır. Monastiraki Meydanı’nda (Μοναστηράκι) Hadrianus revakları denilen Roma kalıntısının bitişiğinde bulunmaktadır.[38] Yapının kitabesi şu şekildedir:

Essalâ ey âbidan-ı dergâh-ı Rabdül-ezam

Mustafa Ağa ibadet bâbını fetheyledi

Ola cari ta ber-ruz restahiz iş bu eser

Geldi üç, Sühanver dediler tarihini

 

Essalâ ey sâlikân-ı meslek-i darüs-selam

Sad Hezaran afetin ona ki koydu nik-nam

Hak teala bu cihanda etsin aynı şadkam

Cami-i nur-u safay-ı Mustafadır bu mekam[39]

                                                                                                   1177 (1763)

Mustafa Ağa Cami, fevkani[40] ve tek kubbelidir. Kubbe çapı 10,5 m., 1m. duvarlı, yanlarda ve kıble duvarında iki sıra dörder pencereli, sekiz köşe kasnaklı bir yapıdır. Kubbeye geçiş, üst üste bindirilmiş iki sıra kemerli tromp[41] ile sağlanmıştır. Kubbe Barok üslupta alçı işlemelerle bezenmiştir. Her bir cephesinde birer pencere bulunan sekiz köşeli yüksek kasnağa oturan kubbe kiremit kaplıdır. Yan taraftan bir merdivenle çıkılan üç bölümlü ve üç kubbeli son cemaat yerindeki dört mermer sütunun başlıkları sadedir. Kapısı barok ve rokoko stilinden kabartma çiçeklerle süslüdür.[42] Yapının altında dükkanlar ve mahzen bulunmaktadır. Şehir Yunan idaresinde geçtikten sonra minaresi yıktırılmıştır. 1923 yılından itibaren El Sanatları Müzesi olarak kullanılmış sonrasında seramik koleksiyonunun sergilendiği müze ek binası olarak kullanılmaya devam etmiştir.

Yeni Cami

Resim 6: Louis Dupré, Yeni Cami(?), 1827

Atina’nın içinde olan Yeni Cami hakkında pek bir bilgi yoktur. Bazı gravürlerden anlaşıldığına göre dış mimarisi Fethiye Cami’ne benzer. Bu gravürlere göre cami, kubbeli bir son cemaat yerini takip eden kare biçimli bir mekândan oluşmaktaydı. Ortada sekizgen yüksekçe bir kasnak üstünü ana kubbe örtüyordu. Dört tarafta dört yarım kubbe, köşelerde de dört basık küçük kubbe vardı. İki sıra pencere içini aydınlatıyordu. Resimden anlaşıldığına göre etrafında Türk mezar taşları ile dolu geniş bir haziresi vardı. Eyice, Dupré’nin gravürü için Fethiye Cami’ni tasvir ettiği düşünülse bile bugün artık kesin bir açıklama­ yapma imkanı kalmadığını ifade etmiştir.[43] Bu gravür kaynaklarda Mustafa Ağa Cami, Fethiye Cami veya Yeni Cami olarak geçebilmektedir. Semavi Eyice’nin de ifade ettiği gibi kesin bir bilgi yoktur.[44]

Kephisias Cami

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçen Eski Cami veya Bey Cami olması mümkündür. Üç kubbeli bir son cemaat yerini takip eden tek kubbeli ana mekândan ibaret bu yapının 1930’larda minaresinin bir parçası ve yan duvarının küçük bir kalıntısı olduğu bilinmektedir.[45]

Bu camiler dışında Atina’da bilinen ama günümüze ulaşmamış başka camiler de inşa edilmişti. Kaynaklarda belirtilenler arasında; Softa Cami, Sütunlu Cami, Küçük Cami, Yeni Cami, Kifisiye Kazası Cami vardır. Bu camiler özellikle Yunanistan’ın kurulmasıyla birlikte tamamıyla yıkılmıştır.[46]

Tekkeler

Evliya Çelebi, biri Akropolis’in girişi karşısında bulunan Hüseyin Efendi Tekkesi diğeri de İbrahim Efendi Tekkesi olmak üzere iki tekkenin adından söz ederken, sonradan bu tekkelerin sayısı beş olmuştur. Bunların, Fethiye Cami’nin karşısında olanı, Türklerin hakimiyetinden çıktıktan sonra uzun zaman Katolik Kilisesi olarak kullanılmış ve Agora kazısı esnasında yıktırılmıştır.[47] Bedesten meydanı ile Akropolis’in güney yamacı dibinde yer alan diğer üç tekkeden hiçbir iz kalmamıştır. İbrahim Efendi Tekkesi adını taşıyan beşinci tekke, Rüzgar Kulesi adı verilen bir anıtın yanında bulunuyordu. MÖ 1. yüzyıl­da yapılan bu hidrolik saat, Evliya Çelebi tarafından Eski Cami yakınında “Eflatun çadırı” diye adlandırılarak, dışındaki kabartmalar ayrıntılı biçimde tarif edilmiştir:

“Eski cami yakınında tüm hekimlerin toplantı yeri var ki ona Eflatun Çadırı derler. Sekiz rüzgara karşı 8 köşe yekpare taştan ibretlik bir çadırdır. Bu çadırın her köşesinde birer adam resmi yapılmıştır, onlar da tek parça beyaz mermerden düzülmüş. Her bir resmin elinde birer rüzgar alameti aletleri var. Sekiz rüzgarın dördü erkek ve dördü dişi yapılmıştır. Erkekleri güneş parçası, ay yüzlü oğlan çehresindedir. Dişileri mahbube avratlar suretindedir. Poyraz, yıldız, karayel ve gündoğusu rüzgarlarını erkek görüntüsünde yapmış, ama lodosu, batı, inbatı ve keşişlemeyi avrat suretinde etmiştir. Ama gerçekten büyüleyici timsaller etmiştir ki yine her biri rüzgarlarına nazır olup durur. Bu çadır kubbesinin içi 12 burç üzere 12 terek tarh olunmuş beyaz mermerden kubbedir.”[48]

Resim 7: Mevlevi Dervişler, Edward Dodwell, 1819

Ancak sonraları buranın bir Mevlevi tekkesi olduğu ve Rüzgar Kulesi’nin de semahane olarak kullanıldığı bilinmektedir.[49] Bu tekke büyük ihtimalle İbrahim Efendi Tekkesi’dir. Kulenin zamanında tekke müştemilatı olarak kullanıldığı da kaynaklarda geçmektedir. Yapı Agora kazılarında tamamen yıkılmıştır. [50]

Tekkelerde Mevlevi derviş­lerinin semâ yaptığını gösteren iki adet gravür vardır. 1801-1805 yıllarında Yunanistan’ı dolaşan İngiliz E. Dodwell, 1819’da bu semahanenin renkli iki resmini yayımlamıştır (Resim 7). Bunlardan birinde kapıdan içinin görünüşü, diğerinde ise semahanenin içi tasvir edilmiştir.

Medreseler:

Evliya Çelebi Atina’da üç adet sıbyan mektebi ile bir medreseden bahseder.[51] Bugün Roma agorası yakınında bir medresenin harabeleri durmaktadır. Kapısı üstündeki uzun kitabe okunmaz halde olmakla beraber Ayverdi yaptığı araştırmada, bu medresenin Mustafa Ağa Medresesi olduğunu ifade etmektedir. Ayverdi, kitabenin tarihini 1133/1720-21 olarak tespit ettiğini belirtmiştir.[52] Bir süre cezaevi olarak kullanılan medrese 1914’te kısmen yıktırılmış, sadece cümle kapısı korunmuştur. Medresenin kubbeli ve bacalı hücreleri L biçiminde bir avlu etrafında sıralanıyordu. Hücrelerin önlerinde de kubbeli ve sütunlu revaklar vardır. Revakların sütun başlıkları yapının 18. yüzyıla ait olduğunu gösteriyordu. Tamamı kesme taştan yapılan cümle kapısı ince köşe sütunları, rozetler, burmalı silmeler ve kabartma olarak işlenmiş kandil ve servi motifleriyle süslenmiştir.[53]

Hamamlar

Evliya Çelebi Atina’da “hoş havalı hamamlar” olarak tanımladığı üç hamamın adını verir. Bunlar Bey, Hacı Ali ve Abid Efendi hamamlarıdır.[54]  Bunlardan İbrahim Efendi Tekkesi yanında olanı Agora kazısı sırasında 1890’da yık­tırılmış, Flote ve Nikodemu sokakları köşesinde olanı ise bilinmeyen bir tarihte kaybolmuştur. Üçüncü hamamın çok değişmiş bir halde 1960’lara dek çalışmıştır.[55]

Çeşmeler

Evliya Çelebi Atina’da Türk devrinde yapılmış çeşmelerden bahsetmemek ile birlikte bu dönem öncesindeki çeşmelere seyahatnamesinde yer vermiştir: “Abıhayat çeşmelerinin sayısı: Kefere[56] zamanında bu şehir içinde 118 yerde hayat pınarı çeşme var imiş ki her hanede birer berrak sular akarmış. Şimdiki halde yolları harap olup çeşme yerleri açıktadır.”[57]

Resim 8: Osmanlı Çeşmesi, Edward Dodwell, 1819

Çeşme gibi hayır tesislerinin özellikle Atina’nın ikinci fethinden sonra (Venediklilerden geri alınması), 18. yüzyıl boyunca yapıldığı düşünülmektedir. Örneğin Atina voyvodası Hacı Ali Haseki tarafından yaptırılan 1960’lara dek mevcut olan mermer cepheli çeşmesi çok sade mimarili olmakla beraber barok üslup özellikleri de göstermekteydi. Eyice’nin belirttiği üzere A. Orlandos Atina’da bir de Ali Ağa Çeş­mesi’nin bulunduğunu belirtir. Dodwell’in bir gravüründe aşağı şehir sur duvarında geçit veren kapının karşısında bir Türk çeşmesi gösterilmiştir. Stuart ve Revett’in 1751 ‘de çizdikleri gravürde de bir Osmanlı çeşmesi görülmektedir. Bu sokak günümüzde de pek değişmeden durmakla beraber çeşmeden bir iz kalmamıştır.[58]

Resim 9: Atina’da Rüzgar Kulesi ve Yanındaki Çeşmeden Su Dolduran Atina Halkı, Martinus Rorbye, 1836, Stoneman (1998)

Voyvodalık

Atina’da şehrin içinde Hadrianus Stoasının hemen yanında Osmanlı döneminde yapılmış bir de voyvodalık (valilik) makamı bulunuyordu. Bunun kare planlı yüksek bir kulesi vardı. Voyvodalık sarayının iç mimarisini 1819’da Dupré tarafından çizilen ve voyvoda ağasını tasvir eden bazı eski resimlerden tanımak mümkün olmaktadır.[59]

Resim 10: Osmanlı Atina Voyvodası Mehmed Efendi, Louis Dupré, 1819

Sonuç

Osmanlı İmparatorluğu fethettiği her yerde olduğu gibi Atina’da da birçok imar faaliyeti gerçekleştirmiş; kaleler, yollar ve kamuya yönelik yapılar inşa etmiştir. Yaklaşık dört yüz yıl boyunca Türk idaresinde kalan Atina’da beş tekke, üç hamam, büyük bir medrese, sebil, Voyvodalık sarayı ve yukarıda tek tek anlatmaya çalıştığımız birçok cami bulunmaktaydı. Ancak ne yazık ki 1800’lerden itibaren başlayan isyanlar ve kurulan Yunanistan’ın politikaları neticesiyle bugün şehirde bulunan Türk yapılarının sayısı parmakla gösterilebilecek kadar azdır. Bu sebeple makalede sıkça faydalandığımız Atina’yı ziyaret eden sanatçılardan kalan eserler, Osmanlı’nın Atina topraklarındaki varlığını anlamlandırabilmek açısından ayrıca önem kazanmaktadır.

 

KAYNAKÇA

Ayverdi, E. H. (1982). Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV. Cilt, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul.

Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul.

Eyice, S. (1954). “Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri”, Türkiyat Mecmuası, XI, s. 157-182.

Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 76-79.

Hasol, D. (2005). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, Yapı Yayınları, İstanbul.

Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul.

Karpat, K. H. (2012). Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik, Timaş Yayınları, İstanbul.

Lowry, H.W. (2009). Ottoman Architecture in Greece (A review Article With Addendum & Corrigendum), Bahçeşehir University Press, İstanbul.

Stoneman, R. (1998). A Luminous Land: Artists Discover Greece, J. Paul Getty Museum, Los Angeles.

Strauss, J. (2011). “Yaşanan ve Anımsanan Osmanlı Yönetimi Türkokrasi Döneminin Bazı Yerel Kronikleri Üzerine Yorumlar”, Osmanlı ve Balkanlar Bir Tarihyazımı Tartışması içinde, (Çev. Beril İdemen), İletişim Yayınları, İstanbul.

Stuart, J. &Revett, N. (1762). The Antiquities of Athens and Other Monuments of Greece, London.

https://eng.travelogues.gr/collection.php?view=78 Erişim: 14.10.2019

https://islamansiklopedisi.org.tr/fethiye-camii–atina Erişim: 10.09.2019

https://islamansiklopedisi.org.tr/kayser Erişim Tarihi: 05.11.2019

https://islamansiklopedisi.org.tr/turahan-bey Erişim: 05.11.2019

Dipnotlar

[1] 15. yüzyılda yaşamış Osmanlı uç beylerinden Turahan Bey’in (Teselya Fatihi olarak da bilinir)  kendi gibi uç beyi olan iki oğlundan biri Ömer Bey’dir (Diğeri Ahmed Bey). Fatih Sultan Mehmed 1456’da başlayan Mora seferinin ardından bölgenin hâkimiyetini Ömer Bey’e vermiştir. 1456’da Atina’nın aşağı kısımlarını ele geçiren Ömer Bey, 1458 senesinde şehre tam anlamıyla Osmanlı egemenliğine katmıştır. https://islamansiklopedisi.org.tr/turahan-bey Erişim: 05.11.2019

[2] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 21.

[3] Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yıkılmış ve bu tarihten itibaren Osmanlı padişahları -özellikle de 16. yüzyılda- “kayser” unvanını benimsemişlerdir. https://islamansiklopedisi.org.tr/kayser Erişim Tarihi: 05.11.2019

[4] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 21.

[5] Karpat, K. H. (2012). Balkanlar’da Osmanlı Mirası ve Milliyetçilik, Timaş Yayınları, İstanbul, s. 87.

[6] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 21.

[7] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 245.

[8] [Sic] ifadesiyle de belirtildiği üzere çeviride Burton’un kendi cümlesine sadık kalınmıştır. Ancak burada bahsedilen yapı Roma’daki Pantheon değil, Atina’daki Parthenon’dur. (y.n.)

[9] Stoneman, R. (1998). A Luminous Land: Artists Discover Greece, J. Paul Getty Museum, Los Angeles, s. 13.

[10] Strauss, J. (2011). “Yaşanan ve Anımsanan Osmanlı Yönetimi Türkokrasi Döneminin Bazı Yerel Kronikleri Üzerine Yorumlar”, Osmanlı ve Balkanlar Bir Tarihyazımı Tartışması içinde, (Çev. Beril İdemen), İletişim Yayınları, İstanbul, s. 247.

[11] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 22.

[12] Stoneman, R. (1998). A Luminous Land: Artists Discover Greece, J. Paul Getty Museum, Los Angeles, s. 13-14.

[13] Ayverdi, E. H. (1982). Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV. Cilt, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s. 198.

[14] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 253.

[15] Apsis veya apsit kiliselerde ibadet için yönü belirleyen ve koro kısmının arkasında bulunan yarım daire ya da çokgen biçimli tonozla örtülü bölümdür. Hasol, D. (2005). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, Yapı Yayınları, İstanbul, s. 48.

[16] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 22.

[17] Nümismatik üzerine çalışmalar yapmış bir antika tutkunu ve arkeolog olan Fransız doktor Jacop Spon’un yazdığı birçok eser yanında Voyage d’Italie, de Dalmatie, de Grece, et du Levant: fait aux années 1675. & 1676 adlı seyahatnamesi Atina çalışmaları için bilhassa önemlidir. (y.n.)

[18] Spon’la Venedik’te tanışan ve birlikte Doğu seyahatlerine çıkan İngiliz rahip ve seyahat yazarı Wheler, aynı zamanda yukarıda belirttiğim seyahatnameyi Spon ile kaleme almıştır. (y.n.)

[19] Stoneman, R. (1998). A Luminous Land: Artists Discover Greece, J. Paul Getty Museum, Los Angeles, s. 14.

[20] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 22.

[21] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 253.

[22] Öd ağacı; sandal ağacı familyasına bağlı, güzel kokulu ve birçok dinî, mitolojik hikâyeye konu olmuş bir bitki türüdür. (y.n.)

[23] Gece çırası, kandili anlamına gelen Farsça sözcüktür. (y.n)

[24] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 248.

[25] A.g.e., s. 251-252.

[26] A.g.e., s. 247.

[27] Antik dinî yapı ya da saray komplekslerinin girişinde yer alan anıtsal kapılara verilen addır. Propile, bilhassa Atina Akropol’ü için kullanılır. Hasol, D. (2005). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, Yapı Yayınları, İstanbul, s. 380.

[28] Lowry, H.W. (2009). Ottoman Architecture in Greece (A review Article With Addendum & Corrigendum), Bahçeşehir University Press, İstanbul, s. 49.

[29] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 24.

[30] Eyice, S. (1954). “Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri”, Türkiyat Mecmuası, XI, s. 161.

[31] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 24.

[32] A.g.e., s. 24.

[33] Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 78.

[34] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 25.

[35] Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 78.

[36] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 24.

[37] Lowry, H.W. (2009). Ottoman Architecture in Greece (A review Article With Addendum & Corrigendum), Bahçeşehir University Press, İstanbul, s. 49.

[38] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 25.

[39] Eyice, S. (1954). “Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri”, Türkiyat Mecmuası, XI, s. 160.

[40] Osmanlı mimarisinde tek kattan yüksek yapıları niteleyen sözcüktür. (y.n.)

[41] Kare bir mekandan kubbeye geçişi sağlayan küçük tonoz biçimli geçiş ögesine tromp adı verilir. (y.n.)

[42] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 26.

[43] Eyice, S. (1954). “Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri”, Türkiyat Mecmuası, XI, s. 163.

[44] Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 78.

[45] A.g.e., s. 78.

[46] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 27-28.

[47] Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 78.

[48] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 256.

[49]Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 27.

[50] Ayverdi, E. H. (1982). Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV. Cilt, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s. 201.

[51] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 254.

[52]Ayverdi, E. H. (1982). Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV. Cilt, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s. 201.

[53]Bu medrese ile ilgili Ayverdi ve Eyice farklı adlardan bahsetmektedir. Ayverdi bu yapıya Mustafa Ağa Medresesi derken Eyice, okunan kitabede Hacı Mehmed adında bir hamiden bahseder. (Ayverdi, E. H. (1982). Avrupa’da Osmanlı Mimarî Eserleri. Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk, IV. Cilt, İstanbul Fetih Cemiyeti, İstanbul, s. 201. ve Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 79.)

[54] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 254.

[55] Bıçakçı, İ. (2003). Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri. İslam Tarih, Sanat ve Kültürünü Araştırma Vakfı, İstanbul, s. 28.

[56] Müslüman olmayanlar, kâfirler. (y.n.)

[57] Kahraman, S. A. (2011). Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 8 (1), YKY, İstanbul, s. 255.

[58] Eyice, S. (1991). “Atina’da Türk Mimari Eserleri”, TDV İslâm Ansiklopedisi, 4. Cilt, s. 79.

[59] A.g.e., s. 79.

Related posts

Leave a Comment