Bu yazı Gorgon Dergisi’nin 8. Sayısında yayımlanmıştır.
Yazıyı görselleri ile birlikte okumak için 8. Sayımızı okuyabilirsiniz.
Yazar: Arman Tekin
Öncelikle hoş geldiniz
Bugün sizi burada ağırlamaktan son derece mutluyum.
Okuyucularımız için bir bilgilendirme yapalım. Alp Bey Gorgon Dergisi’nin ilk kurulduğu günden bu yana bizi çok yakından takip ediyor. Hatta kendisi gururla söylüyorum. Tam bir Gorgon!
Ancak yine günün size özel ilk varlık sor(g)usu geliyor. Alp Aracı Kimdir?
Öncelikle hoşbulduk. Gorgon Dergisi tarafından ağırlanmak benim için bir onur. Sorunuza gelince, kendimi bir öğrenci olarak gördüm ben. Şanslı, meraklı bir öğrenci. Annem ve babamın kökleri Balkanlar’a ve Girit’e uzanıyor. Tarihe meraklı bir babam vardı. İlk okumaya babasının tarih dergilerinden başlayan bir çocukluk benimkisi. Anne ise Girit geçmişini ve kültürünü sürekli günlük yaşamına yansıtan ve bunları dillendiren biri. İlkokul öğretmenim Semahat Ural sadece beni değil tüm sınıfı özgüven aşılama, sorup sorgulama ve bilgiye ulaşırken zevk alma konularında çok uygar ve özel bir yeteneği olan eğitimciydi. Bornova Anadolu Lisesi eğitim yöntemi ve arkadaş grubu ortamı gerek kişiliğimin gelişmesi, gerekse de merak etme ve derinliğine öğrenme disiplinini kazandırmış olmalı. Tıp eğitimi özellikle Ege Üniversitesi’nde ezberden daha çok analitik düşünme yolu ile öğrenmemizi sağladı. Bütün bunlar üst üste geldi. O yüzden şanslı diyorum.
2- Alp Bey tıp doktorusunuz. Daha açık bir ifadeyle aile hekimisiniz. Ancak bugün fantastik-kurgu olarak nitelendirebileceğimiz bir romanın yazarı olarak karşımdasınız. Buna sizi iten ilk kıvılcım neydi? Ve tabii ki diğer etmenleri de merak ediyorum.
Tek bir etken olmadığını söyleyebilirim. Tıp çok somut ve güzel bir alan. Her detayı determinist bir yaklaşımla yorumlamak mümkün. Bununla ilgili bir çelişki yok. Bundan memnunum. Ancak belli bir süre sonra sanki sadece bununla bir ömrü geçirmenin yaşamı sadece bu “mekanik” yaklaşımla geçirmenin beni tam tatmin etmediğini fark ettiğimde kırılma noktası oluştu. Bütün günler güneşli ve bulutsuz olmasın. Bazı günler yarı karanlık pus içinde başlasın sislerle geceyi tamamlasın istedim. Her şey tak tak tak çok belirgin olmasın. Bazı şeyler gizemli kalsın. Düşünceler karıştıkça üst bir aydınlık düzeyine ulaşılsın. İnanılmaz gerçek dışı şeyler olsun biraz. Yoksa yaşam çok sıkıcı ve tekrarlayıcı. Bunu en azından yazar olarak yapabilmeli kişi. Gerçeküstücülük resime nasıl bir boyut getirdiyse, fantastik kurgu da bu ihtiyacı karşılıyor. Güney Amerika Edebiyatı yazarlarında bu ihtiyaç çok iyi karşılanır örneğin. Kahramanlar gerçek dünya içinde dolanırken gerçeküstü bir lezzetin baharatları okuyucuyu sarıp sarmalar. O nedenle benim romanda prenses kahraman aniden yer çekimine karşı koyarak uçmaya başlıyor. Vahşi kuşlar konuşuyor. Sihirli gerçeklik tadı bu. Bunu başarabilirseniz en sıkıcı tarih bilgisini okuyucuya zevkle aktarabilirsiniz. Ülkemizde tarih eğitiminin en büyük sorunu öğrencilere tarih adı altında “savaş tarihi”ni mekanik bir biçimde anlatmaya çalışmaları. Kültür tarihi yok. Sanat tarihi yok. Olay ve kişilerin psikolojik alt yapısının analizi yok. Buna çözüm olarak tarih eğitimine birebir insanların konuştuğu iletişime girdiği kurgulamanın eklenmesinin gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Metamorfoz Günlükleri’nde belli tarih kesitleri için bunu yaptım. Fantastik kurgu da bu işin tadı baharatı oldu.
3- Bildiğim kadarıyla kitap satışa çıktı. Okuyucusu bol olsun. Neler hissediyorsunuz?
Heyecanlı bir süreç. Kucağınıza aldığınız bir bebek. Çok okunsun, çok paylaşılsın istiyorsunuz. Geri bildirim istiyorsunuz. Kitap tanıtımı ve reklamı kısıtlı bütçelerle zorlayıcı süreçler. Genel tanıtımla özellikle bu tür kitapların okuyucuya kavuşma şansı düşük. Ancak doğru kanalla doğru okuyucuya ulaşırsanız, ki “Gorgon Ailesi” kitabın profiline uygun kitle olarak gözüküyor, yazar-kitap-okur üçgeni keyifli bir sinerji oluşturacaktır.
4- Kitabın kapağına baktığımda siyah üstüne koyu mor bir tasarım görüyorum. Üstelik içinde sizin de yer aldığınız bazı fotoğraflar mevcut. Kitabın geçtiği dönemi betimleyecek tarzda olması da dikkat çekiyor. Genel olarak romanın tasarım hikâyesi nasıl gelişti?
Roman ağırlıklı olarak olayların geçtiği coğrafyalarda yazıldı. Yazlırken tasarım fikirleri de oluşmaya başlandı. Mor, erguvan bildiğiniz gibi Bizans’ın yönetim, asalet, hükümranlık rengi. Porphyrogenetto, mor, erguvan odada doğmuş demek. Yani dışardan değil babadan asil. Örneğin Konstantinos Prorphyrogenettos, sahiden mor, erguvan renkli mermerleri olan imparatoriçe doğum odası var sarayın içinde. Böyle olunca kapak rengini seçmek kolay oldu. Fotoğraflara gelince, yazarken birebir yaşandı bazı şeyler. Manastırda günlerimi geçirdim. Cübbe giydim. Kendimce dualar ettim. Duadan kastım, kendinizi ruhani bir iyilik moduna sokuyorsunuz. Düşünüyor, dinleniyorsunuz. Buna tıpta “alfa modu”na girmek diyoruz. Bir ada nasıl batar? Adanın en yüksek tepesinden boş kayalıklara saatlerce günlerce baktım. Bütün o süreçler bir belgesel gibi fotoğraflandı. En iyileri kitaba girdi. Fotoğrafları çok iyi bir fotoğrafçı olan Fatih Balkan çekti. Tasarımı İkinci Adam Yayınları’nın usta kadrosu gerçekleştirdi.
5- Kitabın ismi “Metamorfoz Günlükleri”. Biyolojik açıdan bu kavramı başkalaşım olarak tanımlayabiliriz. Ancak romandaki olay örgülerinin merkezinde yer alan ruhun daha doğrusu ruhların zamanlar arasındaki yolculuğuna vurgu var. Daha da açarsak Platon’un Phaidon adlı diyaloğunda geçen “aslında tüm yaşayanların ölülerden doğması” yani “doğmamızdan önce özlerin ve ruhların var olması” ve “ruhun yeniden doğması için beden ölümünün gerçekleşmesi gerektiği” gibi birtakım önermeleri bu kitaptaki kurgunun özünde görüyoruz. Peki öyleyse neden kitabınızın ismi “Reenkarne” değil de “Metamorfoz Günlükleri”?
Güzel soru. Bunun iki nedeni var, aslında ikisi de birbirine bağlı. Metamorfoz’un az bilinen Ortodoksluk’a bağlı bir anlamı daha var. Yine değişim içerikli ama biyolojideki anlamından farklı bir değişim. Hz. İsa’nın acı çekmemesi için tüm ruhu ve vücudu göğe yükseliyor ve tanrısal bir kimlik kazanıyor, Kutsal Ruh’un bir parçasına dönüşüyor, değişiyor yani. Buna Metamorfoz deniyor. Mısır ve başka mitolojilerde de görüyoruz. İkincisi manastırın ismi o. Olay örgüsünün önemli bir bölümü Metamorfoz Kilisesi’nde geçtiği için kitabın adını oluşturdu. Yoksa sizin dediğiniz gibi romanda tanık olduğumuz ruhun vücut değiştirmesi konusunda sizinle hem fikiriz. O anlamda anlatılan tipik bir reenkarnasyon fantazisi. İşin ilginç yanı bu fantazinin ada halkı tarafından gayet sakin kabullenilmiş olması. Aslında hepimiz kurgusal fantaziler yaparız. Bunlardan kimileri gerçek olur kimisi gerçekleşmez. Buna da “yaşam” deriz.
6- Romanın coğrafya olarak Göbeklitepe’den başlayarak Kınalıada’ya kadar uzandığını görüyoruz. Mekân seçimi yaparken nelere dikkat ettiniz?
Mekânların kesişme noktaları bir, “sevgi dili”nin oluşturulduğu gizemli mekânlar olması, iki Azize niteliğinde bir kadın olması . En geriye gidebildiğim ve somutlaştırabildiğim mekân Göbeklitepe oldu. Fantastik-kurgunun ucu açıktır Buzul Çağı’na başka gezegenlere de gidilebilirdi. Göbeklitepe gizemi ile yeterli bir dengede kaldı. Göbeklitepe heykellerinin arasına bir azize, arkada dolunay ile hiç zorlanmadan oturdu. Gerisi zaten tarihi gerçekler. Enheduana-Ur Kenti, Paraskevi-Roma, Paraskevi-Atina ve Ama Azize-Kınalıada. Bunların hepsi kesişme oktasında gerçekten birleşmiş zaten. Bunu fantastik-kurguyla romana dökmek bir Ortodoks duacıyla sohbete girmekten geçiyormuş. Ne şans ki bu sohbeti yapmak bana düşmüş!
7- Dikkatimi çeken bir isimlendirme hususu var. Örneğin romanda Göbeklitepe, Titriş höyük gibi arkeolojik açıdan önemli merkezler var. Bildiğiniz gibi fantastik evrenlerin en başta kendi gerçeği ve dili olur. Ancak siz fantastik edebiyatın tabir-i caizse size sunduğu bu özgürlükten yararlanmak yerine gerçek dünya ile iç içe olmayı tercih etmişsiniz. Bunun sebebi veya sebepleri nelerdir?
Bu da çok güzel bir soru. Bu bir denge meselesi. Göbeklitepe ve Titriş sadece bu halleriyle bile yeterince gizemliler. Onlara daha fazla gizem yüklersek işin kötü bir “box-office hasılatı” kaygılı bir kurgu-bilim dizisine dönüşme tuzağı bekler sizi. Hiç istemezsiniz. Onun yerine Ur kenti gibi gizemli yerlerde günlük basit olaylar seyredebilsin. Hiç beklenmedik yerlerde de örneğin turistik bir ada olan Kınalıada’da saklı bir şapelden gizemli insan kemikleri çıksın, metamorfozlar olsun isterim. Beni böylesi heyecanlandırıyor.
8- Anlattığınız gerekçelere bağlı olarak yer isimleri gerçekçi bir yapıya sahip. Bunun yanında örnek vermek gerekirse Göbeklitepe ile ilgili bölümde bahsi geçen “saman balyası” meselesi var. Her ne kadar Göbeklitepe’de ehlileştirilmiş tahıl bulunmuş olsa da gerçek anlamda tarımın yapıldığını net bir biçimde söylememiz zor. Romanda bu ve benzeri sıra dışılıklara rastlıyoruz. Bu sizin öngörünüzle alakalı fantastik bir kurgu mu?
Bir kurgu tabii ama fantastik değil. Samanı tahıl samanı olarak değil çevresi bağlanmış, hayvanlara verilmek üzere bir araya getirilmiş otlar olarak algılamakta yarar var.
9- Romanın sonlarına doğru Kınalıada’nın özel bir yerde olduğunu düşünüyor insan. Malum Kınalıada ile başlayan yolculuk Kınalıada’da son buluyor. Bunun özel bir sebebi var mı?
Kınalıada’da çalışıyorum. Orada yazıldı. Fikirler orada çıktı. Kınalıada’yı seviyorum. Ada bana çok verdi. Ben de ona bir şeyler bırakmak istedim. Biraz boynu büküktür Kınalıada’nın. Onun değeri arttırılmalı.
10- Romanın genel olarak neredeyse tüm bölümlerinde yemek kültürüne ve bu kültürün günlük hayat içindeki önemine yer verilmiş. Buradan Kınalıada’ya hatta bölgesel yemek kültürüne karşı özel bir ilginiz olduğunu düşünebilir miyiz?
Hayır, Kınalıada’ya özgü bir ilgi değil bu. Bu Bizans yemek kültürü ile ilgili bir yansıma. Kınalıada’da yemek anlamında hiçbir miras kalmamış maalesef. Bizans yemekleri ile ilgili bir başka dosyam var hazır tuttuğum. Bunu belki bir gün Metamorfoz Günlükleri’ni okumuş olan okurlarıma sürpriz olarak armağan ederim. Kim bilir belki de Gorgon Dergisi’nden yaparım. İyi bir tarih aşçısıyımdır. Aşçı Gorgon’dan diğer Gorgonlar’a diye yayınlarız belki. Kim bilir?
11- Kınalıada’da bir efsane doğmuş sizinle. Romen Diogenes (Diyojen) efsanesi… Kurgu mu gerçek mi?
Efsane değil gerçek. Kitabın son sayfasında Kınalıada’da gömüldüğü çok ciddi referans kitapta belirtiliyor. Bu referansta ünlü imparatorun Kınalıada’ya götürüldüğü ve gömüldüğü gerçek. Bir an önce manastırın yanında mezarının yeniden yapılması gerek bence.
12- Roman “Yamas” yani “Şerefe” ile bitiyor. Buradan bu romanın devamının geleceğini söyleyebilir miyiz?
Evet, üzerinde çalıştığım bir başka Bizans Tarihi kesitini fantastik kurgu ile harmanlamaktayım. Umarım bu da ilgi çekici olacaktır.
Bize zaman ayırdığınız için Gorgon Dergisi adına teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim. Zevkti.