7. Sayı Yazıları

İstanbul Surları – Theodsian Walls

(Bu yazı Gorgon Dergisi’nin 7. sayısında yer almaktadır.)

Yazar: Radi Dikici

Tarihte çok kere doğru zamanda, doğru işleri yapıp bir imparatorluğun bin yılını etkileyen kişiler nedense tarihçiler tarafından ya birkaç satırla geçiştirilir ya da bir satır bile ayrılmadığı olur.

İmparator II. Theodosius (408-458) zamanının en büyük devlet adamlarından biri olan Flavius Anthemius bunlardan biridir. 350 yılı civarında doğduğu tahmin edilmektedir. İyi bir aileden gelmiş ve iyi bir eğitim görmüştür. Daha önce çeşitli devlet görevinde bulunan Anthemius’u, İmparator Arcadius (395-401) önce 400 yılında Hazine Bakanlığına (comessacrarumlargitionum) atar. 404 yılında ise imparatordan sonra devletin en yüksek makamı olan Magister Officiorum yani başbakanlığa getirilir.

Anthemius, 400 yılında Hazine Bakanıdır. Yaptığı inceleme sonunda, o sırada nüfusu 200 bini biraz aşan Konstantinople giderek büyümüş ve Büyük Konstantin tarafından yaptırılan Konstantinople Surlarının dışına taşmıştır. Ayrıca 24 Ağustos 358 yılında Nicomedia’da olan büyük deprem Konstantin Surlarının önemli bir kısmını yerle bir etmiştir. Arcadius döneminde ve Anthemius’un da şahit olduğu 402 yılında olan depremle surların önemli bir kısmı daha tahrip olmuştur. Böylece surlar herhangi bir tehlikeye karşı Konstantinople’u koruyamaz durumdadır.

403 yılında Anthemius’un tedirginliği artmıştır. Çünkü mayıs ayında havaların düzelmesiyle birlikte, yanına birkaç mühendis ve mimarı alarak surları dolaşmaya başlar. Onlardan yaptıkları tespitleri bir raporla kendisine bir ay içinde vermelerini ister.

Raporlar kendisine ulaştığında durumun tahmin ettiğinden kötü olduğunu görür. Oturup kendisi bir rapor düzenleyerek imparatorun huzuruna çıkar.

İmparator Arcadius raporlarla ilgilenmez bile. Ama anlattıklarını dinler:

“Majesteleri ülkemizin ve özellikle kardeşinizin yönetimindeki Batı bölgesi sıkıntı içindedir. Hunların baskısıyla Batı’ya göçen Vizigotlar İtalya’yı ele geçirmişlerdir. Gelen istihbarat raporları bizim için de tehlike arz etmektedir. Balkanlar’da başlayan mücadele bir anda kapımıza varabilir. Kendim bizzat Konstantin Surlarını mühendislerle dolaştım. Onların hazırladığı raporlara göre, surlar şehrimizi korumaya yeterli değildir. Kulelerin bir kısmı yıkılmıştır. Duvarların bir bölümü ise artık mevcut değildir.”

“Anladım. Bu durumda ne yapmak gerekmektedir?”

“Majeste, şehrimiz çok büyümüş ve neredeyse yarısı surların dışındadır. Onları da içine alacak şekilde geride yeni ve güçlü surlar inşa etmeliyiz. Aksi halde Konstantinople herhangi bir tehlikeye düşerse, hem onları, hem de şehri korumak mümkün değildir.”

“Anladım, bu konuyu düşünelim derim. Ama sen bu konuda gerekli hazırlıkları yap.“

“Emredersiniz majeste.”

Akşam yemekte Arcadius bu durumdan karısına bahsedince, İmparatoriçe Eudoxia kıyametleri koparır.

“Sen deli misin Arcadius? Nereden çıktı şimdi bu? Bahsettiği düşmanlar buradan neredeyse binlerce fersah uzakta. Onların buraya gelmeleri imkânsız. Sen güzel kafanı böyle şeylerle yorma. Biz yiyip içip keyfimize bakalım,” der, sonra hizmetkâra döner, “bize Kıbrıs şarabı getirin.”

Çok akıllı bir kadın olan imparatoriçe, böyle bir işe kalkışıldığında istediği gibi harcama yapamayacağını bilmektedir. Çünkü kocasına pek sadık olmadığı dedikodusu iyice yayılan imparatoriçe o sırada Haliç kıyısına muhteşem bir saray yaptırmaktadır.

Bir süre sonra Anthemius bir şeylerin ters gittiğini anlamıştır ama imparator çalışmaları durdurması için bir emir de vermemiştir. Sarayda özel bir büroda mimar, mühendis ve matematikçilerden kurulu büyük bir ekip kurar. Yeni surların yapımı ile ilgili plan hazırlıklarına hızla devam eder. Yapılan tespite göre arazinin elverdiği ölçüde yeni surlar, mevcut Konstantin Surlarının 2.000-3000 metre gerisine yapılacaktır. Eski surların yıkılmış bölümlerindeki taşların çoğu yeni surların yapımında kullanılacaktır. Hesaplara göre, burada çıkanlar ancak surların beşte birine yetecek kadardır.

Bu bile maliyeti önemli ölçüde düşürecek ve yeni surların yapımını hızlandıracaktır. Sonra en yakın taş ocakları tespit edilir. Buradan Konstantinople’a karadan ve denizden yapılacak nakliye programlanır.

Anthemius bir ara imparatora konuyu açmak ister. İlgilenmediğini görünce üstüne gitmez. Ama talih hem ondan, hem de Konstantinople’dan yanadır. Gelmiş geçmiş imparatoriçeler içinde en müsrif ve muhtemelen en ahlaksızlardan biri olan Aelia Eudoxia çok genç yaşta, 404 yılında aniden ölür. İmparatoriçenin vefatından bir süre sonra, imparator onu başbakan yapar ve rahatına düşkün Arcadius bütün görevleri Athemius’un üzerine yıkar. Bu onun için bulunmaz bir nimettir. Bir taraftan arazi çalışmalarına başlatır ve surların çizimleri yavaş yavaş ortaya çıkar. Hatta çok kere Anthemius yapılan çizimlere göre yerleşme planını görmek için araziye bile çıkar. Bir taraftan da imparatoru bilgilendirmeye devam eder. Çünkü gerektiğinde işe başlayabilmek için onayına ihtiyaç duyulacaktır.

1 Mayıs 408 Cumartesi gecesi acil olarak saraydan çağrı alır. Saraya vardığında Patrik Atticus ve din adamlarının imparatorun başında dini görevlerini yerine getirdiğini görür. 31 yaşında olmasına rağmen İmparator Arcadius bir kalp krizi sonunda hayatını kaybetmiştir.

Ertesi gün yedi yaşındaki oğlu Theodosius taç giyerek imparator olur. İmparatora naip olarak da Anthemius atanır. Esasında devleti esas yönetecek şimdilik odur. Bir taraftan surlar için hazırlık devam ederken, asıl önemli husus Konstantinople ve büyük şehirlerde açlık tehlikesi belirir. Çünkü Mısır’dan gelmesi gereken tahıl nakliyesinde, kış yaklaşırken büyük sorunlar yaşanmaya başlamıştır. Anında müdahale eder. Derhal Akdeniz’e donanmayı çıkarır ve İskenderiye’ye ve Libya’ya gönderir. Anlaşıldığı kadarıyla gerek Mısır’dan gelecek tahıl, gerekse Libya’dan gelecek meyve ve yağların nakliyesinde güneyden gelen kabilelerin saldırısıyla aksamalar olmuştur. Donanmayla gönderilen birlikler duruma müdahale eder. Kabileler şiddetle cezalandırılırken, gıda nakliyesi hızlanır. Sorun kış tam başlamadan çözülür ve böylece gerçek bir lider olduğunu ispat eder.

Geceleri rüyalarına giren surların yapımına başlamak için artık bir engel kalmamıştır.

(Bizans İmparatorluğu tarihi ile ilgili sayısını tahmin etmekte bile zorlanacağımız çok sayıda kitap vardır. Özellikle İmparator II. Theodosius döneminin anlatıldığı kitaplarda Theodosius Surları ile ilgili çok detaylı bilgi vardır. Surlar kaç km’dir? Kuleleri ve kapı sayıları ne kadardır? Kalınlıkları ne kadardır? Kaç sıra sur vardır? Ayrıca surları gösteren yüzlerce çizim ve resim vardır. Yüzlerce detayla her türlü bilgiye ulaşmak mümkündür. Ama hiçbir kitapta surların nasıl inşa edildiğine dair bilgi yoktur. Bugüne kadar hiçbir tarihçi yazmadı ve hiçbir tarih kitabında bulmak mümkün değil. Bu konuyu 2015-16 yılında yazmadan önce; mühendis, mimar ve bir de topoğraf bir arkadaşımla surları boydan boya dolaştık. Zaman zaman çok güçlük çektik. Gerek surların ön yüzünün önemli bir kısmı gecekondularla kaplıydı. Her gidişimizde bize şüphe ile bakıyorlardı. Arka taraflarını dolaşırken müthiş güçlüklerle karşılaştık. Evler ve bahçelerle kaplanmıştı. Bizi asla içeri almadılar. Yer yer çizimlere bakarak gördüğümüz yerlerle yetindik. Dört ay süren çalışma sonunda, gece ve gündüzümü birbirine kattım ve Anthemius’un neler yaptığını anlamaya çalıştım. İnşaat faaliyetini gördükçe şaşkınlıktan şaşkınlığa düştüm. Açıkçası o dönemde bana bunların yapılması mümkün değil gibi geldi. Ama o başarmıştı.)

Bir hafta devletle ilgili diğer sorunları çözdükten sonra, Mayıs ayında plan, proje ve uygulama elemanlarının tümünü son durumu görüşmek için çağırır.

“Sizlerle yaklaşık dört yıldır bu konuda çalışıyoruz. En ince detayına kadar ne yapacağımız belli. Önümüzdeki Pazartesi günü faaliyet başlıyor. Yıkım ve yapım ekipleri belli. Tam sekiz bin kişi gece gündüz demeden, tam gün çalışmaya başlayacak.

Yine yaptığımız projeye göre 7,5 km uzunluğundaki bu surlar tam beş yıl içinde bitecek. 413 yılının 1 Eylül[1] günü yılbaşı şenlikleri kutlanırken İmparatorumuz Theodosius Altın Kapı’da surların açılışını yapacaktır. Şimdi yola koyulun. Devamlı yapılanları denetleyeceğim. Hiçbir aksaklığa müsaade etmem ve cezalandırırım.”

Böylece 18 Mayıs 408 Pazartesi günü faaliyet başladı. Ama öyle hummalı bir faaliyetti ki, sanki tüm Konstantinople ayağa kalkmıştı. İlk kazıya başladıkları anda zorluklar da başlamıştı. Arazi 7,5 km boyunca inişli çıkışlıydı. Bunu göze almışlardı. Ancak, surların sağlam bir şekilde yükselebilmesi ve özellikle kulelerin yapımında sorun çıkmaması için 5-6 m derinliğinde temel kazılması gerekiyordu. Projeye göre bazı yerlerde daha derine inilmesi gerekliydi. Çünkü, ileride düşmanları fark ettirmeden izleyebilmek için yer yer gizli tüneller yapılacaktı. (Bu konu özellikle 1453’te Bizanslıların işine çok yaradı. Osmanlı lağımcılarının, surları yıkabilmek için açtığı tüneller anında tespit edilip yok edilebildi. Bu da kuşatmanın süresini uzattı.) Ancak sık sık kayalara rastlanıyordu. İnsan gücüyle kayaların parçalanması zaman alıyordu. Bir fayda da sağlıyordu. Temelden çıkan taşlar temel yapımı için malzeme olarak ayrılıyordu. Plana göre zaman kaybedilmemesi gerekiyordu. Bu nedenle sert kayaya rastlandığında ya ileriye ya da geriye toprak zemin aranıyor, bulunduğunda çizimlerde değişiklik yapılıyordu.

Temel kazımı ileriye doğru devam ederken, kazılan alanlarda surların ve kulelerin yapımına hemen başlandı. Gece ocaklardan veya Büyük Liman’a yanaşan gemilerden taşlar indirilip arabalara yükleniyordu. Kademe kademe taşlar ait oldukları yerlere taşınıyor ve ülkenin her tarafından getirilmiş bin beş yüz taş ustası onları sürekli yontuyordu.

İlk yılda hızlı gidildi çünkü Konstantin Surlarından sökülen taşların çok önemli bir kısmı kullanılabildi. Plana göre Marmara kıyısından başlandı. Duvarlar 12 m yüksekliğinde ama 5 m kalınlığındaydı. Her 55 m’de bir 20 m yüksekliğinde kule yapılmaya başlandı. Kuleler üç kattı. İlk katın kapısı sur içine açılıyordu ve zemini topraktı. Buraya cephane ve silahlar koyulacaktı. İkinci katın zemini ahşaptı. Surların on üç kapısına yakın kulelerde, barış zamanında kapıları koruyan askerler yatacaklardı. Bu kulelere ayrıca yandan merdivenler de yapıldı. Savaş zamanında tüm kuleleri ise ordu mensupları kullanacaktı.

Tam dokuz ay sonra Altın Kapı’nın olduğu yere varılmıştı. Anthemius Altın Kapı için özel dizayn yaptırmıştı. Hem kapının, hem de kapıyı çevreleyen surların üstüne konulacak heykeller ısmarlanmıştı. Bu kapıdan girildikten sonra başlayan Mese (büyük ve geniş ana cadde) Hipodrom ve Ayasofya’nın önüne varıyordu. Zafer kazanan imparatorlar bu yoldan yürüyerek Hipodrom’a kadar gelecekler ve kutlama orada yapılacaktı.

Zaman zaman can sıkıcı kaza haberleri geliyordu. Ama bu derece büyük bir şantiyede yine de oran çok düşüktü. İyi planlamanın faydalarından biri de bu idi.

411 yılının 1 Eylül günü yılbaşı büyük şenliklerle kutlandı. Şantiyenin tümünde özel yemek çıkarıldı ve kaliteli şarap dağıtıldı. Anthemius yanına aldığı on yaşındaki İmparator II. Theodosius ile baştan başa şantiyeyi dolaştı. İmparatorlarını çalışanlar büyük bir coşku ile karşıladılar. O da zaman zaman arabadan indi ve onlara el salladı.

Çalışmalara hiç ara verilmedi. Hazine bakanlığı sırasında Anthemius gerekli hazırlıkları yapmış ve bu iş için ayrılması gereken muazzam bir meblağı sürekli olarak yedekte tutmuştu. Biliyordu ki, yeterli para olmazsa ve çalışanların parası tam zamanında ödenmezse bu iş bitirilemezdi. Hatta belirli aralıklarla ödül olarak teşvik için para dağıtılması bile hesaplanmıştı.

412 yılı ortalarında surların altı kapısı tamamlanıp geçilmiş ve Lycus Irmağı’nın olduğu noktaya gelinmişti. Aksilik, yağan yağmurlar taşkına neden olduğu için bir duraklama olmuştu. Durum Anthemius’a haber verildiğinde koşup geldi. Anında müdahale etti. Şantiyeden sorumlu olan baş yardımcısına, durumu inceleyip hemen emir verdi. Irmağın olduğu bölüm atlanacak ve taşkın sona erer ermez daha önce planlandığı gibi, Lycus Irmağı’nın mecrasında küçük bir sapma yapılarak surların altından geçirilecek, içeride minik bir göl yapılıp sular orada toplanıp ve oradan da sular ırmağın mecrasına bağlanıp Theodosius Limanı’ndan denize akacaktı. Aynen öyle yapıldı.

413 yılının başlarında ise Blackhernae bölgesine varılmıştı. Önlerinde dokuz ayları vardı ama zorluk buradaydı. Çünkü tam orada kayalık bölüm bitiyor ve sarp bir yamaçla Haliç’e bağlanıyordu. Görüldüğü kadarıyla oraya herhangi bir sur yapma şansı yoktu. Zaten ne kayalar, ne de sarp yamaç geçiş imkânı veriyordu. O zaman yamacın önüne kadar sur uzatılarak tamamlanması kararlaştırıldı. Hatta yamacın olduğu noktaya gizli küçük bir kapı (Kerkoporta) yapılarak özel amaçla kullanılması kararlaştırıldı. (Theodosius Surlarının bu noktadan sonraki kısmı 600’lü yıllardan başlayarak birçok imparator döneminde yapılan eklerle Haliç Surlarına bağlanmıştır. En önemli nedeni ise, o bölgede yapılan ve imparatorların ikamet için seçtiği Porphyrogenitus (Blachernae veya Tekfur Sarayı’nı koruma altına almak içindir.)

Geri kalan sekiz ay boyunca 96 kulenin tahkimi tamamlandı. Altın Kapı dahil 13 güçlü kapının montajı bitirildi. Altın Kapı özel olduğu için üzerine konulacak fil heykelleri yerine konuldu. Son ay çevre temizliği yapılarak, inşaat artıkları tahliye edildi. Tüm çalışanların paraları dağıtıldı. Özellikle ülkenin her tarafından gelip beş yıl süreyle geceli günlü çalışan personel ülkelerine dönmeden Altın Kapı’nın karşısındaki boş alanda (daha sonra Campus Maltius adıyla askeri birlikler için barakalar yapılacaktı) 25 Ağustos 413 gecesi için imparatorluk çadırı kuruldu. O akşam İmparator II. Theodosius, Anthemius ve devletin bütün üst yöneticileri dahil oradaydılar. Özel mutfak kurulmuştu. Her tarafta kazanlar kaynadı. Sadece çalışanların katıldığı bu partide sabaha kadar yenildi, içildi, dans edildi. İmparator ve yöneticiler ilk defa onlara minnetlerini ödemek için birlikte yemek yediler.

Ertesi gün öğleye doğru surların etrafında büyük bir sessizlik hâkimdi. Çünkü çalışanların neredeyse tamamı yaşadıkları yerlere dönmek için çoktan yola çıkmışlardı. Ama esas tören yılbaşı, yani 1 Eylül 6023[2] Pazartesi günü, Aya İrini’deki ayinle (Ayasofya 404 yılında yanmıştı. İmparatorun kız kardeşi Pulcheria yenisini yaptırıyordu ama henüz bitmemişti) başladı. Daha sonra imparator Altın Kapı’daki törenle surların açılışını yaptı. Öğleden sonra hipodromda yarışlar yapılacak, nüfusu iki yüz bini bulmuş Konstantinople halkı, taşradan gelenlerle üç gün üç gece eğlenecekti.

Bu kutlamalara katılmayan sadece dört kişi vardı. İmparatorun ablaları Pulcheria, Arcadia, Flacilla ve Marina. Onlar bu günler boyunca Büyük Saray’ın küçük kilisesinde günlerini dua ile geçirdiler. Özellikle büyük abla Pulcheria son derece mutaassıp bir kişidir. Onun hayatında dine bağlılık dışında başka bir unsur yoktur. Sabahtan başlayan dua seansları aralıklarla akşama kadar devam ederdi.

Anthemius’un projesi araya su hendeği de koyarak üçlü bir yapıyı öngörüyordu. Ancak birinci ve ana surları yapımı hazineye pahalıya patlamıştı. Bu surlar, o günkü teknolojiye göre şehri korumaya yeterliydi. En az on yıl beklenerek hazine güçlendirilmeliydi. Ondan sonra hem kara surları tamamlanmalıydı ve hem de ileriyi düşünerek deniz tarafına da surlar yapılmalıydı.

Konstantinople’da olumlu hava her tarafa yansımıştı. Ancak Prenses Pulcheria bir konuda çok rahatsızdı. Kardeşi imparatordu ama bütün yetkiler Anthemius’ta idi. O bugüne kadar hiçbir kusur işlememişti ama yarın başka şeyler düşünebilirdi. Başına taç koyarak devleti yönetmesi işten bile değildi. Zaten hiç kimse, surlara imparatorun adı verilmesine rağmen Theodosius Surları demiyordu ki. Herkesin ağzında surların adı Anthemius Surları idi.

Bir sabah erkenden Theodosius’un odasına gitti. Kendisine imparatoriçe unvanı verilmesini istedi. Çünkü Pulcheria günler boyunca yaptığı inceleme sonucunda anlamıştı ki, imparatoriçe olduğu takdirde doğrudan her makama emir verme ve bu emirlerinin de yerine getirilmesi mecburiyeti vardı.

Öğleden sonra imparator bir mabeyinci ile Anthemius’u çağırdı ve ne istediğini söyledi. Anthemius bunda bir sakınca görmedi. Nihayet etliye sütlüye pek karışmayan, bütün gününü kilisede geçiren genç bir kıza imparatoriçe unvanı verilirse ne sağlayacaktı ki? Derhal gerekli hazırlıklarının yapılması için emir verdi ve Pulcheria’nın imparatoriçe olduğunu belirten emirname yayınlandı ve hayatının en büyük hatasını yapmıştı. Pulcheria kasım ayı boyunca son derece gizli olarak hazırlıklarını ilerletti. Kimin ne zaman nerede olacağı tespit edildi.

27 Kasım 414 Perşembe günü sabahı, henüz hava karanlıkken Anthemius’un konağının kapısı çalındı. Kapıyı açan hizmetliye, imparatorun çok acele Anthemius’u Büyük Saray’da beklediği haberi verildi. Çok kısa zamanda giyinen Anthemius aşağıya indiğinde kendi atı yerine bir muhafız birliğini karşısında buldu.

Komutan, “Efendimiz, imparatorumuz sizinle özel olarak buluşmak istiyor. Onun için lütfen gönderilen arabaya binin,” dedi.

Anthemius durumu biraz garipsedi ama aklına bir şey gelmedi. “İmparatorun herhangi bir bildiği vardır,” diye düşündü. Hiç penceresi olmayan arabaya bindiğinde sonsuzluğa doğru gittiğini hiç bilmiyordu.

Pulcheria öyle bir hazırlık yapmıştı ki, o günden sonra Anthemius’tan hiç kimse, hiçbir haber alamadı. Yok olmuştu. Sanki öyle birisi dünyaya gelmemişti. Ne kadar büyük bir hizmet yaptığının farkına bile varılmamıştı. O ise o kısacık on dört yıl içinde bir imparatorluğun bin yılından fazlasını kurtarmıştı. Çok değil tam 28 yıl sonra Hun Kralı Atilla, Gelibolu’da Bizans ordusunu yok ettikten sonra 442 yılında surların önündeydi. Ama surları aşmasının mümkün olmadığını görünce kısa bir süre sonra geri döndü. Pulcheria bu duruma şahit olacak kadar yaşamıştı.

Flavius Anthemius’un kendisi yok olmuştur ama aileden birisi imparator olmuştur. Kızı Lucinda’nın oğlu, yani Anthemius’un torunu Procopius Anthemius’un ise 12 Nisan 467 tarihinde imparator olmuştur. Ancak İtalya’da savaşırken kafası kesilerek 11 Temmuz 472’de idam edilmiştir.

Yazıda bahsedilen görsellere ve yazının kaynakçasına Gorgon Dergisi 7. sayısından ulaşabilirsiniz.


[1] Bizans takvimine göre yılbaşı 1 Eylül günü idi.

[2] Roma-Bizans İmparatorluğu’nda kullanılan takvim 5509 önceden başlıyordu. Yılbaşı 1 Eylül olduğuna göre (414+5509=) 6023 yılbaşını kutlamışlardı.

Related posts

Leave a Comment