Körlük
Yazar: Arman Tekin
Gören Gözler Bir Gün Görmez Olduğunda…

Corona Virüsü (Covid-19) ile imtihan edildiğimiz bir süreçten geçiyoruz. Tarihsel açıdan birçok virüse maruz kalan, hastalığa yakalanan ve salgınlar atlatan bir türün devamı olduğumuzu düşünürsek, kuşkusuz bu virüse de önce bağışıklık kazanacağız. Daha sonra da belki hiç yaşamamış belki de yaşamış ve ders almış bir şekilde hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz. Bilim, binlerce yıl sonra bile ayakta olduğu müddetçe yaşadığımız bu tecrübe, birey için dramatik, insanlık için ironik bir olay olarak tarih sayfalarında yer alacak.
Sayfa demişken. Elbette film aynı isme sahip ve 1998 Nobel Edebiyat Ödüllü bir José Saramago romanı. Romanda körlüğün bir salgın hâlini alarak ilerlemesi ve tüm dünyaya hâkim olması konu ediliyor. Öyle ki bu salgın çok hızlı bir şekilde ilerliyor ve korkunun her şekilde yaşanmasına neden oluyor. Devamında ise insanın ahlaki değerlerini bir bir yıkıp geçtiğini görmek çok da sürpriz bir son değil elbet. Bu romandan esinlenilerek çekilen bu film içinse birkaç şey söylemek mümkün.
Blindness (Körlük) 2008 yapımı bir film. Filmin senaryosu Don Mckeller’a ait. Yönetmen koltuğunda ise Fernando Meirelles’i görüyoruz. Meirelles’i çektiği filmlerle hatırlamak istersek Cidade de Deus (Tanrıkent) ve The Two Popes (İki Papa) sanırım yeterli olacaktır. Gerçekçi ve sıra dışı bir sinema algısı olan Meirelles’in Körlük filmi de çarpıcı bir gerçeklik sunuyor ve bizi bu gerçekliğin içine çekiyor.
Oyuncu kadrosuna baktığımızda Jullianne Moore (Doktor’un karısı), Mark Ruffalo (Doktor), Gael Garcia Bernal (Üçüncü Koğuşun Lideri) ve Danny Glover (Göz Bandı Takan Adam) gibi başarılı kariyerleriyle ön planda olan oyuncuları baş rollerde görüyoruz. 2008 Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen eserde oyunculuklar açısından oldukça başarılı bir performanslar izliyoruz. Özellikle de Jullianne Moore ve Gael Garcia Bernal için bunu açıkça dile getirebiliriz.
Film Japon bir adamın yolun ortasında bir anda görme duyusunu kaybetmesiyle başlıyor. Bu durum göz doktoru ve hastalar üzerinden bir salgına dönüşerek çığ gibi büyüyor. Büyüyen bu çığın altında kalmak istemeyen devlet yönetimi ise bir karantina alanı oluşturarak bu sorunla mücadele etme yolunu seçiyor. Uzun süren karantina sürecinde insanın yaşam mücadelesi kişiler bazında işleniyor. Sonrasında ise adeta bir körler geçidi izliyoruz. Tüm ahlaki değerlerin artık bir önem teşkil etmediği dünyada her şeyin gözler önüne serildiği… Sonunda ise artık gözlerin açılması ile birlikte insanın uyanışı başlıyor. İnsanlığın dünyaya başka bir açıdan bakması artık mümkün…
Peki filmde neleri “görüyoruz” aslında? İşin içinde “görmek” varsa “bakmasını” da bilmek gerekiyor. Bu bir agnozi mi? Yoksa sadece sıradan bir görme kaybı mı? Şayet bu insanlar agnoziye sahip ise aslında neye inanıyorlar? Tanrının olmadığı yerde ya gerçekçi bir agnostisizm anlayışı hüküm sürüyorsa? Ya da hiçbir şeyi görmemek aslında bakmayı bilmemek miydi çoğu zaman?
Tüm bu sorgulamaları bize yaptırarak başlayan ve biterken ince bir tebessüm bırakan filmde herkes görme yetisini yitirirken bir kişi “gören” olarak onlara doğru yolu gösteriyor. Görmeyen gözlere olan yardımseverliği ve şefkati takdire şayandır oysa. Gözlerinden öper görmeyenleri. Çünkü hikâyemizde diğerlerinin görmediğini gören “O”dur: İsa. Sevdiğinin görmeyen gözlerle aldatışına şahit olur. Benliğindeki ağır başlılıkla affedicidir tüm her şeye rağmen Magdalalı Meryem’ini.
Hikâyemizdeki İsa’nın yanı sıra başından beri yer alan, görmediği hâlde aralarında saklı olan liderlerimiz vardır. Bu hikâyenin antitezleridir onlar. İyi olan antitezimiz hayatta kalmak için güçlü grubun yanında yerini alırken kötü kahramanımız var olan tüm değerlere karşı bir başkaldırıdır. Bu iyi ve kötü antitezler bir yin-yang’tan öte tüm alaycılığıyla varlığını sürdüremeyecektir elbet. Doğruluğun yol göstericisi İsa adaletin de uygulayıcısı olacaktır. Kötü antitezin başarısı, varlığının son bulmasıyla bitecek ve gözler bu dünyayı yaratan bir Panoptikon’un varlığına çevrilecektir. Başından beri gözetleyen ve kontrol edenler işler yoldan çıktığı zaman kulelerini terk edeceklerdir. Arkalarında bıraktıkları bilinmezlikleriyle… Nasıl olsa “gözetlenen” görmüyordur dünyayı. Bir salgınsa bu, bulunduğu yerde kendini infilak etmelidir. Kapılar açıktır oysa. Engellerin ortadan kalktığı anlaşıldığında ise özgürce görmediği bir dünyaya adım atacak olan görmezler ordusu için artık ahlakın varlığı da yanan duvarlar ile birlikte son bulmuştur. Artık ne yaparsanız yapın Bruegel’in körleri yola çıkmış ve size doğru geliyordur. Duvarlar arasında tek sıra birbirlerine tutunan körler için artık bireysel bir yolculuk vaktidir. Yine de Yüce İsa’nın arkasında olanlar hiçbir zaman bırakmayacaktır onun ellerini. İsa’nın varlığını hisseden körler onun yokluğunu düşünemezlerdi. Sokaklar boştu ve kiliselerde tapınılan İsa’yı isteseler de göremezdi onlar. Ama merhamet bazılarını sıcak bir duşa ve temiz giysiler eşliğinde yenen bir akşam yemeğine kadar götürecekti. Belki de bu mutlu bir körlükle yenen yemek havarilerin son akşam yemeğiydi.

“Görmek” ve “Bakmak” arasındaki çizgi her zaman olduğu gibi inceldiği yerde kalınlaşan bir ip üstündeki cambazın elinde bir oyun ve bir oyuncak. Ellerin kavuşturulduğu, açgözlülük peşinde koşulan günlerin tüm fiziki ve psikolojik salgınlarla ileriye gittiği dünyada insan bir Homo Deus olarak dimdik ayakta. Varlığı bu dünyada son bulan İsa ve arkasında bıraktığı, sevdiği Magdalalı Meryem filmde bir doktor ve karısı olarak karşımıza çıkıyor. Açlığını doyurmak için tüm değerlerini hiçe sayanlara elma uzatan Şeytan’ı ve gözünü kurtarıcısından ayırmayan Cebrail’i de unutmayalım.
Eller üretmez, tutmaz artık. Eller antibakteriyel düşüncelere teslim bugünlerde. Siz siz olun önünüzde göremediğiniz “körlük”lere göz açtırmayın. Çünkü “görmek” ile bütünleşen ne varsa elinizde, sizi “bakmak” ile değişime hazırlayacak olandır. Güvenin bana. Aynı kişi olmak için artık çok geç!
Editör: Martı Esin Şemin
Görev Alan Yayın Kurulu: Cemre Yıldırım, Melis Fettahoğlu-Hallier