Yazar: Utku Baran Ertan
Mandalorian ile ilgili giriş yazımız için tıklayınız
Mandalorian: Bir Star Wars Western’i
Daha önce de bahsetmiştim. Star Wars bir uzay Western’idir. Büyük sonsuz siyah çöl olarak da nitelendirebileceğimiz evrende geçen olaylar, bir Western’de görebilecekleriniz ile hemen hemen aynıdır. Kaçakçılar, kanun kaçakları, sınırlı gücü olan otorite, sınırsız gücü olan otorite, teknolojiye boyun eğmiş veya ayak uydurmaya çalışan yerel yaşam formları ve benzeri şeyler. İşte Mandalorian’ın tüm bu basit ama Star Wars’ı Star Wars yapan ince detay üzerine oturtulmasıyla dizinin çoktan fanlar tarafından kült kategorisine girmesine yardımcı oldu.
Aslında Star Wars markasının Disney’e satılmasının ardından herkes ilk etapta çok heyecanlanmıştı. Çünkü serinin altıncı bölümden sonrası anlatılacaktı. Ancak hepimizin de bildiği pek çok sebepten ötürü Disney, Lucas’ın kaldığı yerden devam ederken yanlış tercihler sebebiyle bu hedefinde pek başarılı olamadı. Bunun yanında spin-off[1] filmlerin de devreye girmesi ile beraber Star Wars bir nevi ‘’Marvellaşmaya’’ başladı. Ancak Rogue One’ın göreceli başarısının yanında özellikle Han Solo’nun gençliğini anlatan, ‘’Solo a Star Wars Story’’ (Han Solo: Bir Star Wars Hikâyesi) filminin gişede hayal kırıklığı yaratması ile beraber Disney açısından işlerin pek de yolunda gitmediği iyiden iyiye anlaşılır oldu. Mandalorian da böyle bir ortamda, görece iddiasız, sessiz ve sakin bir şekilde yoluna devam etti. Aslında söylentilerin Boba Fett’in bir spin-off filminin olacağı yönünde idi ancak Disney sürpriz bir şekilde belki de Boba Fett karakteri ile yapılacak bir filmin de taşıyabileceği riskleri düşünerek Mandalorian isminde bir dizinin yapılmasına karar verdi. Bu noktada, Solo filmi ve yeni üçleme gibi net bir şekilde ‘’Başarısız’’ kabul edilebilecek işlere imza atan Disney’in, Mandalorian ile birlikte nasıl böylesi bir başarıya ve hype’a[2] ulaştığı da merak edilesi bir soru… Ancak aslında sorunun cevabı da gayet basit: Doğru isimlerle çalışılması… Bu açıdan bakıldığında Mandalorian’ın yapım sürecinde Jon Favreau’nun bulunması, tercihin ne kadar da doğru olduğunun bir göstergesi. Zira ben Favreau’nun, Kathleen Kennedy, Ryan Johnson ve J.J. Abrams’tan çok daha fazla Star Wars’ın ruhunu anlayabildiğine inanıyorum…
Böylesi bir girizgahın ardından gelelim ilk sezonu çok tadımlık ama belki de cıvıtmadan bitmiş olan Mandalorian’a… Sadece sekiz bölüm ile Mandalorian bize o uzaydaki yolculuk hissiyatını, bir sürü değişik gezegeni ve Star Wars ruhunu fazlası ile gösterdi. Öncelikle hikâyemiz, altıncı bölümün 5 yıl sonrasında geçiyor. Büyük Galaktik İç Savaşı sonlanmış, Şeytani İmparatorluk yenilmiş ve Yeni Cumhuriyet kurulmuştur. Ama tabii ki işler tamamen tıkırında gitmemektedir çünkü Yeni Cumhuriyet’in otoritesi oldukça kırılgandır. Tüm bu ortamda da İmparatorluk dönemi valileri olan Moff’lar, savaş lordlarına dönüşmüş, hâlâ etkin ve güce sahip konumdadırlar. Dizide hitap edilen şekli ile karakterimiz ‘’Mando’’, bir ödül avcısıdır. Gizemli Mandalorian öğretisini kabul edip yetiştirilmiş bir ödül avcısıdır. Kendisinin ilk bölümde girişi ise tam anlamıyla bir Western sekansı içermektedir. Klasik bir Westernvari bar kavgası ile başlayan dizi, sonrasında ise yavaşlamayacak bir tempo ile, başladığı hızı ile devam ediyor. Tabii işler, kahramanımız Mando’nun Bebek Yoda olarak adlandırılan gizemli arkadaşımız ile tanışması ile beraber farklı bir seyir almaya ve uzayda süren güzel bir kovalamacaya dönüşüyor. Daha fazlası için ön ipucu (spoiler) vermek ne kadar uygun olur bilemiyorum. Ancak, Star Wars’a meraklı olanlar, diziyi kesinlikle izlemeliler çünkü hepimizin özlediği Star Wars orada, uzak bir galakside, sekiz bölümün içerisinde… Unutmadan bir önemli hususa daha değinelim. Günümüz dizi yapımlarının pek çoğunda görülen ve neredeyse dizinin tematik bütünlüğü ile en hafif tabiri ile absürd sayılabilecek sjw (Social Justice Warrior)[3] bir içerik bulunmamakta. En azından varsa da ben fark etmedim. Sjw içeriklerin yapımlara eklenmesi izleyenlerde çoğu zaman hayal kırıklığına sebebiyet verebiliyor. Witcher izlemiş olanlar burada neyi kastettiğimi çok iyi anlamışlardır.
Yazının bu kısmından sonra, okuyucuyu çok da derinlemesine ön ipuçları (spoilerlar) ile boğmadan, dizinin aslında nasıl Star Wars’ı yansıttığına ve niye bu yüzden sevildiğine dair çıkarımlarımı paylaşacağım. Öncelikle dizinin başarısı bence, galaktik iç savaşı olarak adlandırdığımız aranın yani dördüncü, beşinci ve altıncı bölümün geçtiği dönemin hemen 5 sene sonrasında geçiyor olması… Bu büyük bir pozitif katalizör. Aslında bunun da sebebi gayet basit durmakta zira ben de dahil pek çok kült ve göreceli olarak ‘’boomer’’[4] sayabileceğimiz kuşak, özellikle de x kuşağı için fütüristik anlam ifade etmesi açısından orijinal bir saga (destan), kült bir yapımdı. Doğal olarak hepimiz de altıncı filmin sonunda, “Battle of Endor” (Endor Savaşı) sonrası imparatorun yenilgisinin ardından nasıl bir ortam devam ettiğini yıllarca merak ettik durduk. Aslında bu konuda Lucasarts bünyesinden çıkmış olan iki adet güzide bilgisayar oyunu da (Star Wars Jedi Knight: Jedi Outcast ve Star Wars Jedi Academy) mevcut. Ancak bu oyunlar, oyun olma hüviyetinin ötesine geçip de yeni saga olabilecek bir boyuta erişemediler. Tüm bu noktada hâlihazırda Geoge Lucas’ın yedinci, sekizinci ve dokuzuncu bölüm için senaryo yazdığını ama bizleri her anlamda çıldırtmayı kendine düstur edinmiş Disney tarafından bu senaryo üzerinde fazla durulmadığını da belirtmek isterim. Kısacası, Disney yeni üçlemesinde başarısız oldu çünkü Lucas dönemi filmlerinin üzerine kendi gerçekliğini kurup yaratmak istedi ve başaramadı. Ama Mandalorian, Favreau’nun sayesinde gayet de bu temel üzerinden mirası devir alıp yoluna devam etti. Tam da bu yüzden fanlar üzerinde müthiş bir pozitif etkiyle başladı tüm macera… Bu arada tabi minik Disney hinlikleri de her ne kadar yeni üçlemede olduğu kadar olmasa da burada da mevcut. Evet, bahsettiğim şey tamamı ile ‘’baby yoda’’… Öyle ki, ‘’biz bu karakteri diziye sıkıştıralım. Hem Force’a[5] bir yenilik getiririz hem de oyuncaktan iyi para kırarız’’ mantığı ile yapılmış gibi durmakta. Ancak garip bir şekilde bu karakter bile sakil durmamış dizide. Gelelim Mandalorian’ı bizlere sevdiren diğer güzel unsurlara…
Öncelikle Star Wars, geniş bir biyom skalası ve canlı yelpazesi ile görebileceğimiz kadar bir sürü güzel gezegeni görmektir. Buna ek olarak da uzayın sonsuz siyah çölünde oradan oraya sürüklenip yolculuk etmektir. Bu anlamda da bizlere Star Wars kronolojisinde bu hissiyatı en güzel biçimde yansıtan film de şüphesiz birçoklarının kabul edeceği üzere Episode V: The Empire Strikes Back’tir. (Beşinci Bölüm: İmparatorun Dönüşü) Mandalorian’da da ben açıkçası bu ‘’avare’’ havayı sezinleyebildim. Her bölümün neredeyse farklı bir yerde geçiyor olması, sınırlı uzay savaşı sahnelerine karşılık diziye bir dinamizm ve hareket getirmiş ve bu bağlamda da dizi, izleyiciyi hiç sıkmadan devam etmiş. Aslında bu bahsettiğim şeye de yine Westernlerden alışığız… Batının uçsuz bucaksız çöllerinde macera içerisinde sürüklenme hissiyatını pek çok John Wayne Westerninde de hemen hemen aynı parametrelerde görmek mümkün. Zaten diziyi izleyince şunu çok açık bir şekilde fark edeceksiniz: Favreau, dersine oldukça iyi bir şekilde hazırlanmış ve yapım aşamasında Mandalorian’ı adeta uzayda geçen Spaghetti Western’in başarılı bir örneği kıvamında oluşturmuş. Kahramanımız Mando ve Bebek Yoda’nın ikili ilişkisi ise adeta 1948 yapımı ‘’Three Godfathers’’ filmini andırmaktadır. Tam anlamıyla Western tematiği temelleri üzerinde yükselen Mandalorian, bu bağlamda Star Wars hakkında uzun zamandır fanların yüzünü güldüren en güzel yapım olabilir. Diziyi izlerken, Endor Savaşı’nda gördüğümüz scout trooper’ların görünmesi gibi küçük detaylar, sizin diziyi sevmenizde ufak ama tesir bakımından güçlü detaylar olarak öne çıkıyor.
Elbette Star Wars demek biraz fütüristik şekilde uzayda gezinmenin yanında biraz da ‘’Robotlar’’ ile anlamlı olan bir seridir. Orijinal Canon serilerde de şüphesiz damga vuran droidlerimiz R2D2 ve C3PO’dur. Kötü tarafta özellikle ikinci üçlemede yer alan “Trade Federation” (Ticaret Federasyonu) ve CIS (Confederacy of Independent Systems)[6] ordularının neredeyse tamamı ile droidlerden oluşuyor olması, size Star Wars’ın verdiği bir başka güzel özellik. Hangi çocuk robotları sevmez ki? Disney’in yeni üçlemesindeki en büyük eksikliklerden birisi de bence bu robot eksikliği. Yani aklınıza gelen, serüvenin devamında katalizör görevi gören bir droid var mı? Muhtemelen yok. BB8 demeyin o tamamen oyuncak piyasası için oluşturulduğu bariz ortada olan turuncu bir Spalding. Yeni dönem yapımları arasında öne çıkan iki güzel yapım olarak adlandırabileceğimiz Rogue One ve Mandalorian ise Star Wars’ın teknolojik anlamdaki egzotik ortamını yeterince bizlere göstermiş başarılı yapımlar. Rogue One’daki K-2SO ve Mandalorian’daki IG-88 ünitesi, bizlere bu çeşitliliği ve renkliliği sunuyor.
Üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus ise Mandalorian’da galaksi içerisindeki farklı türlerin çeşitliliğini fazlasıyla görebiliyor olmanız. Dizinin ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkan Twi-lek ırkına mensup iki karakterin macerası fazlasıyla güzeldi. Hatta sizleri bilemem ancak ben Disney’in yeni üçlemesinde öyle akılda kalan bir çeşitlilik veya tür hatırlayamıyorum. Bilemiyorum belki de ben biraz fazla bilendim Disney’e… Ama sonuna kadar haklıyım!
Özetle efendim, Star Wars artık maalesef Disney’in himayesinde olan bir yapım. Kuşakları etkilemiş ve popüler kültürün ikonik simgelerinden birisi hâline gelmiş bir yapımın kâr markajı gözetilerek bambaşka bir yola girmesi, Star Wars ruhu ile büyümüş insanlar için biraz kötü oldu ve olmaya da devam ediyor. Kim bilir? Belki de yeni üçlemeyi Z kuşağına mensup genç arkadaşlar şu an acayip derecede seviyorlardır. Belki de ben de ufak ufak huysuz bir yetişkine dönüşmeye başlamışımdır… Ama yok o kadar da değil. Yeni üçleme kesinlikle bir fiyasko sevgili dostlar. Böyle garip guraba bir Disney soslu ortamda ise Mandalorian, bizlere özlediğimiz o eski ve bize aitmiş hissi yaratan Star Wars evreninde geçen, başarılı ve iyi bir yapım. Buradan John Favreau’ya tekrar çağrımı yapıyorum. Rian Johnson, J.J. Abrams ve Kathleen Kennedy’den uzak dur!
Dipnotlar
[1] Spin-off, radyo ve TV programları, ağırlıklı olarak da film ve çizgi roman gibi hâlihazırda üretilmiş medya ürünündeki belirli bir olayın, karakterin ya da konunun daha ayrıntılı bir şekilde işlendiği bir başka yapım veya diğer tabirle yan ürünü ifade etmektedir. (e.n.)
[2] Türkçede tam karşılığı olmayan günümüz kavramlarından olan hype, bir şeyin olması gerekenden fazla derece heyecan ve beklentinin yaratılması olarak ifade edilebilir. Bu minvalde hype’a ulaşmak, hype yaratmak vb. türde kullanımlar görmek mümkündür. (e.n.)
[3] Social Justice Warrior (Sosyal Adalet Savaşçıları), din, dil, ırk, cinsiyet, mali durum vb. türde ayrımlara karşı duran insanların yer aldığı gruplar olarak nitelendirilmektedir (e.n.).
[4] Günümüzde çok sık kullanılan bu kullanımın varoluş sürecine baktığımızda, “büyük dalga” veya “ekonomik büyüme dönemi” olarak çevirebileceğimiz bu kavram daha sonra “baby boomer” yani çocuk sayısının fazla olduğu dönemde doğan kişiler olarak ifade edildi. Günümüze gelindiğinde ise bu kavram ekonomik durumun yetersizliği sebebiyle zorluklar yaşan grubun bu zorlukları görece daha az bir şekilde yaşamış olan gruba karşı yönelttiği eleştirel tutumun göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. (e.n.)
[5] Force, kavram olarak Star Wars evreninde iyi ve kötü taraflar haricinde tüm her yerde varlığı hissedilen bir gücü ifade etmektedir. (e.n.)
[6] Bağımsız Sistemler Konfederasyonu
Mandalorian ile ilgili giriş yazımız için tıklayınız