Epiphanius
Yazar: Neşe Yıldıran (Bu yazı Gorgon e-Dergisi’nin 1. Sayısı’nda yayımlanmıştır.)
Çevirmen: Arman Tekin
“Biz idam hükmünü putlara kurban verdikleri ya da taptıkları kanıtlananlar için ceza olarak buyururuz.”
Milano, 19 Şubat MS 356, II. Constantinus
“Biz bir sorunun çözümünü sahip olduğumuz akıl yürütmeleri ile değil, kutsal kitapların öğretilerine dayanarak söyleriz.”
MS 377, Salamisli Epiphanius, Panarion 653
“Eğer biz yaşıyorsak, hayat ölü.”
4. Yüzyılın sonlarında Pagan dizeleri
Giriş
Geç Roma Dünyası inançlar açısından çeşitlilik gösterir. Bu zenginlik ve fakirliğin, toplumsal bağlamda geniş çaplı bir dönüşümle birlikte görüldüğü bir dönemdir. Öte yandan siyasi bağlamda, imparatorluğun bölünmesine sebep olan bir karmaşa göze çarpar. MS 330’lu yıllarda Suriye’de doğmuş olan ve orduda görev yapan Roma İmparatorluğu’nun son dönem tarihçilerinden Ammianus Marcellinus bu çağdaki muazzam yıkımdan bahseder ve imparatorluğun doğu ve batı cephelerinde yüzleşmek zorunda kaldığı zorlu koşullar ile ilgili yeterli bilgi verir. Siyasal çözülme Roma vatandaşlarının akıllarında ve kalplerindeki toplumsal güvensizliği tetikliyor ve özellikle şehirlerde onların düzene duydukları inancı sarsıyordu. 2. ve 3. yüzyıllarda Hristiyanlığın Roma şehirlerinde yaygınlaşması, insan ilişkilerinin mesafeli, yaşamın zor olduğu büyük, karmaşık ve kozmopolit olan bu şehirlerde birçok insanın yeni bir kimlik kazanmasına yardım etti. Buna karşın, özellikle refah içinde yaşayan yerel egemenlerin denetimi altında bulunan Ön Asya, Filistin ve Suriye’deki doğu vilayetlerinde, Yunan felsefesi –Sokrates, Platon ve Aristotales özelinde- yaşamını sürdürmeye devam etti. 4. yüzyılın başında, Roma şehirleri çoğunlukla Hristiyanlığa geçtiğinde, doğunun aristokratları ne I. Konstantin’e (272/3-337) ne de bir tür Pagan inancı gibi pazarlanan Hristiyanlığa inanmamışlardı. II. Konstantin’in hüküm sürdüğü sırada (337-361) ise piskoposlar, yönetici sınıfın yeni üyeleri olarak siyasi elit tabakanın içinde bürokratların yanında yer aldılar. Doğu Akdeniz’deki vilayetler özellikle 4. yüzyılın ortasında zengin toprak sahiplerine ve onların geniş halk kitleleri üzerindeki yüksek vergi temelli baskılarına tepki olarak Hristiyanlığa geçtiler. Köylüler manastırlarda toplanıyor, klasik ve pagan kültür ile ilgili olarak giderek daha köktenci oluyorlardı. Mısır ve Suriye’de kötü ruhları uzak tuttuğunu, hatta duaları ile Tanrı buyruğunu bile değiştirdiğini iddia eden, katı köktendinciliğin temsilcisi olan birçok keşiş vardı ve şeytana, onun yılan gibi birçok farklı imgesine karşı açtıkları savaş nedeniyle itibar kazanmışlardı. 4. yüzyılın sonunda, Mısır, Ön Asya ve Suriye’deki birçok yer, rakiplerinin klasik hitabete dayalı bilgilikli söylemlerine karşı savundukları basit Hristiyan söylemleriyle gurur duyan yerel keşişlerin yarattığı korkutucu bir din terörü ile karşı karşıya geldi. Hristiyanlık dışı söylemler içinde kabul edilen Pagan, Yahudi ve din karşıtı olan her kimse, bu terörün kurbanı oldu ve Hristiyan söylemleri yönetici elitler tarafından sürekli yüksek vergiler karşısında ayaklanan şehirleri denetim altında tutmak için kullanıldı. I. Theodosius (379-395) Hristiyanlık adına geniş halk kitlelerini yönetmede İskenderiye ve Selanik piskoposlarıyla iş birliği yapmış ve Hristiyan söyleminin en iyi uygulayıcısı olarak tarihe geçmiştir. Onun politikası batıdan çok doğu eyaletlerindeki otokrasiyi güçlendirmiş ve bu otokratik yapı ile merkezi eyalet yönetiminin bir parçası olarak piskoposlar da kendi sahip oldukları etkiyi arttırmak için yerel keşişlerle işbirliği yapmışlardır.
Salamisli Epiphanius (315 – 12 Mayıs 403) Roma İmparatorluğu’nun iki parçaya ayrıldığı siyasi kargaşanın içinde, doğu otokrasisinin bir parçası olarak yaşamıştır. Öyküsü diğer köktendinci keşişlerinkinden farklı değildir, bir Yahudi olarak doğmuş, Mısır’da olduğu sırada Pagan ayinlerini sürdüren Ofitler -Gnostikler grubuna katılmış, onları İskenderiye piskoposuna ihbar etmiştir. Bu yolla 30 yılı aşkın bir süre ana vatanı Filistin’deki Yahudiye’de kendi kilisesini kurma ve yönetme şansı bulmuştur. Eski Yahudi ve Pagan olarak şöhreti onu önce M.S. 367’de II. Konstantin’den sonra Constantia olarak da bilinen Salamis’in piskoposu, daha sonra da yaklaşık kırk yıl görevde bulunacağı Kıbrıs adasının metropoliti yapacaktır. Onun neden böyle bir görev için seçildiğinin temelinde ise muhtemelen Kıbrıs’ın yüzyıllarca Yahudi ve Pagan topluluklar için bir merkez olması gerçeği yatar. Epiphanius Ortodoks kilisesi içinde yer alan ve bölgenin otokrasisi içinde din adamları arasındaki güç savaşının bir parçası olan çok sayıdaki dine aykırı düşünceye karşı verilen savaşın ilk isimlerden olmuştur. Hill, “zamanının dini tartışmalarında büyük ancak tamamen saygın bir rol oynamadığını” ve “gerçekten sıradan bir zekanın getirdiği malumatfüruşlukla geri kafalı bir inatçılığın birleşimi olarak karakterize edildiğini” belirtir.
1. Roma İmparatorluğunun Mistik Kültlerinden Biri Olarak Gnostisizm
Roma Dünyası, Mare Nostrum -Bizim Deniz- etrafında pax romana tarafından korunan birçok farklı kültürün zenginleştirdiği çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştı. MS 1. yüzyılın başlarında ölen antik dünyanın seçkin tarihçisi ve coğrafyacısı Strabon, 17 ciltten oluşan meşhur kitabı Geographica’da imparatorluğun kültürleri ve halkları ile ilgili ayrıntılı bilgi vermiştir. Büyük tarım alanlarını içeren ve tarım topluluklarına ev sahipliği yapan Ortadoğu, Mısır, Ege Adaları, Anadolu ve Kıbrıs’ta, yılan, Antik dönemden beri pek çok değişik sembolizme konu olmuştur. Bu topraklarda yılan için bulunulan simgesel yaklaşımlar üç gruba ayrılabilir: ana tanrıça kültü ve verimlilikle ilgili olanlar; yaratığın gizeminden yola çıkarak bilgelik ve bilgililik ile ilişkilendirilenler; ve özellikle Zerdüştlük ve tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasından sonra karanlık güçler ve şeytanla ilişkilendirilenler. Yılan fiziksel özelliklerinden ötürü Doğu Akdeniz’de öncelikle cinsellik simgesi olarak değerlendirilmiştir. Baş kısmı erkeklik organı biçiminde, kıvrımlı gövdesiyle kendi başına doğurabilmesi ise verimlilikle ilişkilendirildiği için dişi olarak düşünülmüştür. Diğer taraftan, derisini yenileyebilme yeteneği, yeniden doğuş hatta Gılgamış Destanı’nda görüldüğü üzere ölümsüzlük ile bağdaştırılmaktadır. Antik metin ve kayıtlardan gördüğümüz kadarıyla, yılan bölgedeki her kültürün kendi mitolojisi içinde öncül bir sembol olarak yerini almıştır. Antik Mısırlılar, Sümerliler, Babilliler, Zerdüştler, Greko-Romenlerin inançları, yanı sıra Eski ve Yeni Ahit, yılanın gizemli simgeselliğinin pek çok örneğini sergiler.
Yılanın en ilginç kültü, Gnosis inancı -doğaüstü ve göksel bilgi anlamında- kutsal şeylerin bilimini uygulamak için gerekli olan bilgi, Hristiyan söylemlerinin Pagan ayinleriyle birleşmesi sonucu, Gnostisizm ile ortaya çıkmıştır. Tam olarak nerede doğduğuna yönelik süregelen tartışmalara karşın, Gnostisizm’in Ortadoğu kökenli olduğu yaygın kabul görmektedir. King, MS 1. yüzyıl civarında Roma İmparatorluğu’nun doğu eyaletlerinde oldukça farklı tarikatların türediğini ve onların asıl mezheplerinin Ephesus (Efes), Pergamon (Bergama) ve Apamea (Apameia Kibotos) gibi Anadolu’nun ve Ön Asya’nın birçok şehrinde kendilerini kabul ettirdiklerini belirtir. MS 2-3. yüzyıllarda Gnostisizm için her şey yolunda gidiyordu ve en meşhur Gnostik düşünür, “Tanrının Büyük Gücü” Simon Magus’un takipçisi, Cerinthus Anadolu’luydu. Gnostiklerin teorileri dünyayı feminen/kadınsı bir varlık gözünden iyi ve kötü/karanlık ve aydınlık karşıtlarının çatışması içinde açıklamaktadır. Yılan, bu anlamda iyinin kötüyle, hastalığın sağlıkla olduğu gibi karşıt güçlerin tam dengesini temsil etmektedir. Mezhep, Hadrian’ın hükümranlığı sırasında (MS 110-138) İskenderiye’ye ve Mısır’a gelmiş, yüzyılın sonuna kadar burada bilinen tek meşru Hristiyanlık olmuş, daha sonra da Roma’ya ulaşmıştır. Strabon, kitabının 8. cildinde Batı Anadolu’daki Parium (Parion) şehri yakınlarında Ophiogeneis olarak adlandırılan yılan kabilesinden bahseder. Söylediğine göre, yılandan insana dönüşmüş olan kabilenin kurucu erkek üyelerinin yılan tarafından ısırılan kişilere dokunarak tedavi etme gücü vardı ve bu güç bir müddet soy içinde devam etti. Strabon ayrıca serinin 10. cildinde de Trakyalılar arasında Ofit ayinlerini konu eder. MS 2. yüzyıl civarında Suriye ve Mısır’da pek çok ofit tarikatı vardı. İlahi gerçekliğe ve günahlardan arınmak adına sırlara ulaşmak için yapılan pagan ayinlerinin bazıları, oldukça irkiltici ve ürkütücüdür, bunlar ya çoğunlukla tıpkı Dionysos için yapılmış olan antik arınma ayinleri gibi cinsel birleşme içeren ev toplantıları, ya da yılanlarla yakın temas içinde cenin kurban etme törenleri biçimindedir. Campbell’a göre, Gnostik ayinler iki şekilde de yapılabilmekteydi: sofuluk içinde de, sefahat içinde de.
Gnostik ayinlerde kullanılmış olmaları muhtemel bazı komünyon/ şükran paylaşımı ayini kapları bulunmaktadır. Bunlardan biri H. Leisegang tarafından tanımlanmış ve yorumlanmış olan alabaster/ mermer kasedir. Bu kasenin içindeki kabartmada dairenin merkezinde sarmal şeklinde duran büyük bir yılan etrafında tapınan yedisi erkek dokuzu kadın olmak üzere toplanmış 16 kendini adamış insan tasvir edilmektedir. Kadın, mistik manipülasyon ve arınma aracı olarak Orfik ayinlerinin temeli kabul edilmiştir. Epiphanius’un da İskenderiye’de iken ayinlerine katıldığı Phibionite toplantılar, muhtemelen bu tür örneklerdi, bu gruplar Suriye’den, ilk cemaatin Yunanlı yedi yardımcı papazından biri olan Nicolaus’un takipçilerinden gelmekteydi. Kendisinin anlattığına göre, bir seferinde şaşırtıcı bir şekilde yüzleri kadar çekici vücutları olan bazı genç kadınlarla karşılaşmıştı. Anlaşıldığı üzere cinsel birleşme ile sona eren bu toplantılarda bu türde komünyon kaseleri sıkça kullanılmaktadır.
Kasenin dışında, yiv sırasının hemen altında Orfik ilahinin dört Orfik satırı olacak şekilde, dört Yunanca satır deşifre edilmiştir:
“Dinle, sonsuza kadar dönen
uzak hareketin ışık yayan küresini…”
MS 2. ve 3. yüzyıllarda ayrıca Gnostiklerin muska ve tılsımları da bölgede yaygındır. Tanrı Abraxas’ın –“kutsal ad” ya da “kutsama”-simgesel betimlemesi, onu güneşle ve horoz başı ile ilişkilendirmekte, takan kişiyi koruyan kırmızı veya yeşil akik ya da kantaşı tılsımlarda yer almaktadır. Genelde bir kalkan ve tüm kötü ruhları korkutup kaçırmak amaçlı kamçısıyla, veya “Ioa” yani “Kainatın oğlu” unvanı ile tasvir edilmektedir.
2. Geç Roma Döneminde Kıbrıs ve Salamis
Kıbrıs Adası Geç Roma döneminde Soli’deki bakır madenleri nedeniyle Doğu eyaletleri içinde çok önemli bir merkez olmuştur. MS 4. yüzyılda aralarında birkaç Hristiyanın da bulunduğu madenciler Filistin’deki madenlerden MS 310’da adaya taşımışlardır. Madenciliğin yanı sıra, gemi yapımı ve özellikle tahıl, şarap ve incir gibi yerel tarımın bazı ürünleri, başlıca ihracat alanıydı. Hill yerel kuruluşların bir konsey, bir halk meclisi ve bir ihtiyar heyeti oluşturmuş olduklarına işaret etmesine karşın, yine de valilik makamı ya da liman gümrük müfettişliğinin -limenarcha- Roma merkez tarafından görevli tayin edilerek doldurulduğunun altını çizmektedir.21 Hill ayrıca Mısır’ın Makedon kralı I. Ptolemy’nin hükümdarlığından beri (MÖ 367-382) adada hatırı sayılır bir Yahudi nüfusunun varlığını belirtir. Kaydettiğine göre Trajan döneminin (MS 98-117) sonlarında, Yahudi ayaklanmasının hemen ardından, Salamis’in tamamı yıkıldı ve Yahudi olmayan tahmini 240.000 kişi öldürüldü. Bu adaya herhangi bir Yahudinin ayak basmasına yönelik yasağı getirecekti, ancak Hill bu tür yasakların belli bir zamandan sonra esnemeye meyilli olduğunun ve adada bazı Yahudi topluluklarının yeniden ortaya çıktığının altını çizer. Hill ayrıca sismik sarsıntılar gibi doğal felaketlerin adayı özellikle Salamis’i vurduğundan bahseder. Önce MS 332’de, 10 yıl sonra yeniden, Salamis sismik dalgalarla sarsılmış, ardından gelen dev dalgalar –tsunami- ile her şey temeline kadar inmiştir. II. Konstantin, hayatta kalanları dört yıl boyunca vergiden muaf tutmuş, şehri küçük çapta yeniden inşa etmiş ve Constantia olarak adlandırmıştır, her iki isim de kullanılmıştır. MS 4. yüzyılın ilk yarısında korkunç bir kuraklığın ve kıtlığın şehri ziyareti 36 yıl sürmüş, bu durum ada nüfusun azalması ile sonuçlanmıştır. Hill’e göre bu kuraklık MS 324’te kaydedilen doğu eyaletlerinin geniş bir bölgesinde sıkıntı yaratan büyük çevresel kuraklıkla örtüşüyor olmalıydı. Görüldüğü kadarıyla imparator dağıtım için kilise örgütlenmesini kullanarak halkın tahıl depolarından beslenmelerine izin verdi. Bu durum doğal koşulların Hristiyanlığın toplumsal varlığının meşrulaşmasına nasıl yardımcı olduğunu açıklamaktadır.
Aslında Salamis’e ayak basan Aziz Paul ve Aziz Barnabas’ın orada bulunmalarından başka, MS 325’te Nicaea/İznik konseyi tarafından Baf’a piskopos atanmasına kadar adadaki Hristiyanlarla ilgili kesin bir kanıt yoktur. Bu şehir, önceleri Afrodit tapınağının varlığından ötürü -Afrodit yılan eşiyle birlikte adanın koruyucu tanrıçasıdır- adanın dini merkezi olmuştu. Maier, MS 4. yüzyılın ortalarında piskoposluk sayısını 15 olarak vermiştir. “Yaşama bir Pagan olarak yaklaşmak anlayışı, ‘yaşayan Afrodit’in kahkahası’, sofuluğa ve dünya nimetlerinden vazgeçmeye” uyum sağlamalıydı. Maier ayrıca Salamis üzerine de özel bir vurgu yapmıştır. II. Konstantin’in vali konağını yeniden inşa ettirmesinden sonra MS 5. yüzyılın başlarıyla birlikte şehir kiliseye ait bir metropol olarak kabul görmüştür. Bunda şehrin önce piskoposu, daha sonra metropoliti olan Epiphanius’un da rolü bulunmaktadır.
3. Epiphanius ve Kitabı Panarion
Bilinen mahlasıyla “Filistin’in kahini” Epiphanius, MS 315 civarında Yahudiye’deki Eleutheropolis’in yakınlarında yer alan Besanduk adlı küçük bir yerleşim yerinde Yahudi bir ailede doğdu. Gerçek adı ve ne zaman Hristiyanlığa geçtiği bilinmemektedir. Hem kadın hem de erkekler için kullanılan Hristiyan ismini bizzat kendisi seçmiş olmalıdır, Epiphanius, vaftiz edildikten bir hafta sonra, 6 Ocak’ta Beytüllahim’de bebek İsa’nın ziyaret edilmesi ve doğumunun kutlanması törenlerine verilen addır. Epiphanius’un yaklaşık MS 333 yılına değin Mısır’da keşiş olarak yaşadığı, sonrasında ise doğduğu şehre bir kilise rahibi olarak döndüğü bilinmektedir. 18 gibi çok genç bir yaşta bu türden bir ayrıcalığa sahip olabilmek için, Hristiyan kilisesine gerçekten çok büyük bir hizmette bulunmuş olmalıdır. Yapmış olduğu, özellikle MS 2. yüzyıldan beri Mısır ve Suriye’de etkin olan Gnostik bir tarikat, Ofitlerin, ayinlerine bizzat katıldığı İskenderiye’deki Phibionit kolunu otoritelere ihbar etmek olmuştur. Bu tarz bir tutum bu yaşlardaki keşişler arasında terfi alabilmek adına çok yaygın olarak görülmektedir.
İzlediğimiz kadarıyla, bilinen vasıfları nedeniyle Salamis’in piskoposu olarak atanmak gibi önemli bir görev için 34 yıl sonra bile hatırlanmıştır. MS 367’de Ortodoks kilisesi kendisine, Gnostik Marsiyonit tarikatının yanı sıra Yahudiler, Pagan Yunanlılar, Nestoryenler ve Monofizit toplulukların bulunduğu Kıbrıs adasının hristiyanlaştırılmasının tamamlanması için sıra dışı bir otorite vermiştir. Ayrıca MS 376’da teolojik tartışmalarda aktif bir rol almış, tamamen kulaktan dolma bilgilerle doktrinini eleştirdiği Apollinaryanizm’i soruşturmak üzere Antakya’daki kilise meclisinde bulunmuştur. Daha sonra MS 394’te doğudaki kiliselerin desteklediği Meletius’a karşı Roma tarafından desteklenen rahip Paulinus lehine karar vermiştir. MS 394’te Filistin’i ziyareti sırasında Origen’in teorisine ve savunucularına yine sadece dedikodular üzerinden saldırmış, Kudüs piskoposunu onun yazılarını kınaması için zorlamıştır. MS 402’de İskenderiye piskoposu Theophilus’u desteklemek için İstanbul’a gitmiş ve piskoposun Chrysostom’a karşı yürüttüğü kampanyada aktif olarak yer almış, hükümlünün sapkınlıkla suçlanması ve hüküm giymesine katkıda bulunmuştur. Her durumda denilebilir ki kararlarını faydacı bir anlayışla güçlü tarafın yararı için vermiş, bu durum onun Ortodoks kilisesi hiyerarşisi içinde kendi konumunu da destekler bir sonuç doğurmuştur. Epiphanius bu katıldığı son davanın ardından MS 403’te Kıbrıs dönüşünde gemide öldü. Mezarı ilk önce Famagusta/Salamis/Gazimağusa’da tutuldu, sonrasında da kemikleri MS 9. yüzyılda İstanbul’a Patrikhane’ye taşındı.
Epiphanius’un en iyi bilinen kitabı Panarion -Ecza Sandığı- 16. yüzyıldaki Latince çevirisiyle Adversus Haereses “Sapkınlıklara Karşı” olarak adlandırılmıştır. Bu toplam 7 bölümlük 3 büyük ciltten oluşan, 80 sapkın doktrini kataloglayan, MS 374-377 yılları arasında yazılmış geniş bir çalışmadır. İlk üç kitabın birinci bölümü İsa’dan önceki 20 aykırı tarikatı içerir, bunların üçü genel adlarıyla Helenizm, Samaritanizm ve Yahudilik’tir. Çalışmanın geri kalanı ise sırasıyla numaralandırılmış olarak Hristiyanlığın 60 sapkın tarikatının tanımlamalarını içermektedir. Epiphanius genel olarak herbir tarikatı dört bölümde ele almıştır. Bunlar sırasıyla tarikatın daha önce bahsi geçen tarikatlarla ilişkisinin kısa bir özeti, tarikatın inançlarının tanıtımı, kutsal kitaptaki tartışmaların da ışığında bu tarikatın doktrininin ayrıntılı olarak çürütülmesi ve tarikatın özellikle yılan gibi tiksindirici hayvanlarla karşılaştırılması biçiminde bir izlek gösterir.
Diğerleri arasında kaydedilmişlerin şüphesiz en ilginci, Epiphanius’un kendisinin de aralarına katılmış bulunduğu Ofitler ve onların paylaşım ayinleridir. Olasılıkla çok kişisel bir kıskançlık onun diğerlerini ihbar etmesinde kışkırtıcı bir rol oynamıştır. Görünüşe göre takip eden yıllarda duygusu iyiden iyiye kadınlar hakkında genel bir hayal kırıklığına dönüşmüş ve en kutsal olanı da dahil olmak üzere tüm kadın varlığını küçümsemesine yol açmıştır:
““Tanrı’nın sözü onu ete kemiğe büründürdü ve Meryem’i gerçek kıldı, buna karşın bakire olana ne tapınılsın ne de hiç kimse onu tanrısı yapsın. İzin ver ki Meryem el üstünde tutulsun ama izin ver ki Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a tapılsın ama Meryem’e kimse tapmasın… Kimse yılanın sesinin ardından gitmesin… Meryem kutsal ve onurlandırılan olsa da o tapılmak için yaratılmamıştır.”
Sonuç
Tarihte MS 4. yüzyıl politik ve toplumsal açıdan adeta dönüm noktasıdır. Bu dönem en büyük patron ve süper güç olan Roma İmparatorluğu’nun, birbirinden tamamen farklı iki dünya biçiminde iki parçaya bölündüğü bir çağdır. Batı gerçek bir kaos ile karşı karşıya iken, doğu, yönetici sınıf ile baskıcı bir skolastisizm uygulayan Ortodoks kilisesinin işbirliğiyle mutlak monarşiyi destekleyen güçlü bir otokratik yapıya sahip olmuştur. Böylesi kaos ortamlarında birey varlığının önemi yoktur. Sadece biri olmak için değil asgari koşullarda hayatta kalabilmek için bile bir topluluğun parçası olmak gerekir. Belli ki bazı topluluklar diğerlerinden daha çok ümit vadedebilir. Parlayan bir yıldız olarak Ortodoks Hristiyanlık bireylere kazan-kazan stratejisi içinde kendisine hizmet ederken onun adına hakimiyet sürme imkanı da sağlayan bir yapının parçası olma şansı sunmuştur.
Salamisli Epiphanius ve onun seçimi bu perspektiften değerlendirilmelidir. Görünüşe göre o önce eski bir Yahudi, sonrasında da kelimenin tam anlamıyla sapkınlıkla baştan çıkarılmaya çalışılmış “kurtarılmış” ruhun tam bir örneğini oluşturmaktadır. Kariyerinin ilk dönemindeki ihbarcılığını, etik olmamakla birlikte, genç ve tecrübesiz bir adamın doğduğu şehirde iyi koşullarda hayatta kalma çabası olarak açıklamak mümkündür. Ancak sonraki dönemde, yeterince olgun bir insan olarak kilise ile yeniden girdiği angajmanın yaşam boyu devamı sadece bir şekilde okunabilir: bu gücü gerçekten çok istemiş olmalıdır. Öte yandan, kökleri bu coğrafyada kendisininkinden çok daha eskilere dayanan rakip cemaatleri yok etmek isteyen ve aslen aralarında en saldırganı olan Ortodoks kilisesi, doğru kişiyi bulmuştur. Kıbrıs-Salamis için yapılan seçim, bu bağlamda doğru bir seçimdir.
Salamisli Epiphanius’un bu pozisyonu kabul ettiği ilk andan başlayarak, statükoyu korumaktan başka bir alternatifi yoktur. Teolojik tartışmalarda, ana akımları takip etmek, olasılıkla diğerlerini yenebilme şansına sahip olan eski moda ve muhafazakar olanları desteklemek zorundadır. Anlaşıldığı üzere Panarion kitabını yazmak kendi yaşam yolunu savunmak kadar, güç savaşında olmak için de bir zorunluluktur. Kitap dönemindeki histerik paranoyayı, Hristiyanlık içinde ortaya çıkan ve ana akımlardan sadece küçük nüans farkları gösteren 80 sapkın düşünceyi listeyerek -ki bu kitabı çok önemli bir toplumsal tarih belgesi haline getiriyor- açıkça göstermektedir. Öte yandan Epiphanius’un önemi, kitabın öneminin çok gerisinde kalmaktadır, yine de onun adanın toplumsal yapısını değiştiren rolü unutulmamalıdır.
Dipnot, Kaynakça ve Görsellere dergimizin 1. sayısından erişebilirsiniz.
Epiphanius Epiphanius Epiphanius Epiphanius Epiphanius Epiphanius Epiphanius Epiphanius
Anicia Iuliana: Bizans’ta Gücünü Sanata ve Bilime Adamış Bir Kadın