4. Sayı Yazıları

Hey Bacaksız… Piano Piano!

Yazar: Berna Güler

(Bu yazı Gorgon e-Dergisi’nin 4. Sayısı’nda yayınlanmıştır.)

-Piano piano… bacaksız

-Kerim dayı piano piano ne demek?

-Yavaş yavaş demek… İtalyanca

Kemal Demirel’in biriktirdiği anıların bir derlemesi “Piano Piano Bacaksız (Evimizin İnsanları)” kitabı, Ümit Ünal başta olmak üzere; Tunç Başaran ve Kemal Demirel’in senaryolaştırmasıyla 1991 yılında Piano Piano Bacaksız ismiyle beyaz perdeye aktarıldı. Caz esintili, döneminin ötesindeki film müziklerini Can Kozlu öyle güzel yapmış ki, asillik ve naiflik harmanı olan bu filme gıpta etmemek mümkün değil. 81 dakikalık filmin oyuncu kadrosu ise tam bir yıldızlar geçidi! Emin Sivas ve iç sesine hayat veren Müşfik Kenter, Rutkay Aziz, Yaman Okay, Ayşegül Ünsal ve Taner Barlas başta olmak üzere birçok isim bize göz kırpıyor.

1.Bacaksız: Kemal Demirel

1926 İstanbul doğumlu yazar ve yayıncı Kemal Demirel, Taksim Lisesi’nde okuduktan sonra, İstanbul Üniversitesi’nde 2 yıllık bir Matematik-Astronomi bölümü macerasına giriyor. İzmit Askeri Hastanesi’nde yaptığı 3 yıllık inzibat subaylığının ardından ilginçtir ki 1964’te serbest muhasebeci oluveriyor. Fakat 1966 itibariyle Yankı Yayınları’nı kurmasıyla birlikte akabinde içindeki yaratıcı ruh şahlanıyor!

1966 itibariyle kendini tüketene kadar eser veren Demirel’in ilk göz bebeği ise 1966’da yazdığı ve ’73-74 yıllarında Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen oyunu Antigone. Bunun dışında pek çok oyun, hikaye, anı-deneme, roman ve senaryo kaleme alan Demirel’in tüm bacaksızlara bıraktığı en güzel miras da bu olsa gerek!

2.Bacaksız: Tunç Başaran

İstanbul’da 1938 yılında hayata gözlerini açan Tunç Başaran, tiyatrocu Meriç Başaran’ın kardeşidir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde okuduğu zamanlarda ünlü yönetmen, senarist, oyuncu, yapımcı ve futbolcu olan değerli Memduh Ün ile tanışınca her şey değişmiştir. Memduh Ün’ün asistanlığını yapan Başaran; Ertem Göreç, Ömer Lütfi Akad, Atıf Yılmaz ve Halit Refliğ’in de asistanlığı yaparak bacaksızlık konusunda büyük adımlar atmaya başlamıştı bile.

İlk yönetmelik duygusunu 1964 yılında “Hayat Kavgası” filmiyle tadan Başaran, 80’li yıllarda Magnum Film Şirketi’ni kurarak yapımcılık hayatına da giriş yaptı. “Uçurtmayı Vurmasınlar”, “Sen de Gitme”, “Abuzer Kadayıf” gibi Türk sinemasında yer edinmiş güçlü filmlerin yönetmeni Tunç Başaran da, az bacaksız değil!

3.Bacaksız: Kemal ve Evinin İnsanları

Bak Kemal ne kadar güzel; bütün gün Beyoğlu’ndan çamaşır topladı, fırından köz getirdi, çamaşırları yıkadı, karnını doyurdu, şimdi şarkı söyleyip mutlu olabiliyor. Şarkı söyleyebiliyor, düşün bir kere! Üstelik sesi de güzel değil…

1933-40’lı yıllar arasında Adolf Hitler’in tehdidini Kasımpaşa’dan hisseden insanların olduğu bir dünya var. Yoksulluk bir yandan, kapıda bekleyen kara kış bir yandan, kaos hakimiyetinde sürüklenen insanların hayata tutunma umudu aramaları bir yandan… İşte Kasımpaşa’da tüm bu zorluklara beraber göğüs geren, tabiri caizse bir konakta komün yaşam süren bir grup insanın, evdeki bacaksız Kemal’in gözünden hikayeleri anlatılıyor bize. Kemal Demirel’in adını taşıyan bacaksız Kemal ve insanlarının yek vücut bir aile oluşları anlatılıyor. Her biri ayrı bir karakter ve hikayeye sahip tiplemelerin tek dertleri, günü sıcak ve karınları tok bitirebilmek. Her biri ayrı işlerde çalışan bu insanların bazısı o gün eve eli boş gelse de, tencerede pişen herkese pay ediliyor. Bir gram yağ için hasretlik çeken ama sokakta dağıtılan yemeklerden bir kap alıp evde suyla arttırınca dünyanın en mutlusu olan buruk bir samimiyet hakim bu evde.

Kemal’in ve evdeki herkesin tek umudu onları bu sefaletten kurtaracak kişi Kerim Dayı. Kerim Dayı; okumuş, bilgili ve sessiz bir tipleme. Odasında koskocaman bir İtalya posteri ve bir de içindekini filmin sonunda öğreneceğimiz beyaz bohçası var. Kemal biliyor ki, Kerim Dayı bu posteri indirdiği gün buradan gidecek. Bu yüzden her gün kontrol ediyor odayı. Bir nokta da; Kerim Dayı’nın posteri duvardan indirmesi demek, hepsinin kurtuluşu demek. Çünkü Kerim Dayı gidiyorsa, para bulmuş demektir. Onlara da para vermeden asla buradan gitmeyeceği de bir gerçek. Yine de Kemal, ne Kerim Dayı’nın gitmesini ne de paralarının olmasını istemiyor içten içe… Onun için en büyük sihir, bir arada, bu büyük sefalette bile birbirlerine bağlı ve mutlu yaşayabilmeleri çünkü.

“…bizimkiler akşama yemek olmayınca kavga bile etmiyorlar.”

Evdeki diğer önemli iki figür: Feriha ve Senai. Fabrikada çalışan Feriha ve zamanında Berlin’de felsefe okurken esrara alışıp okulu bitiremeyen, böylece ülkesine dönen Senai’nin beraberliği, Kemal’in çocukken anlayamadığı ama büyük gözünden -iç sesiyle- görebileceği en büyük aşkı hissettiriyor. Nasıl ki, Kerim Dayı için cebinde sakladığı fotoğraftaki kadın Napoli’yse, Kemal için de Feriha İstanbul! Kemal, içinde olduğu bu yoğun aşkı o kadar benimsiyor ki, Senai ve Feriha’nın birbirlerine aşık oluşlarını seviyor, Feriha’yı da İstanbul kadar güzel görüyor haliyle. Bu yoğun duyguların yanı sıra Senai’nin yer yer yaptığı Hitler eleştirileri de filmin politik temasını vurgular nitelikte.

Kemal’in çekirdek ailesiyse tam bir fiyasko! İçkici, kumarbaz ama gururlu ve kendini baba olarak çok sorumlu gören Hasan, yumuşaklık ve sertlik arasındaki çizgiyi bir türlü tutturamıyor. Kemal’i sürekli hayata hazırlamaya çalışan Hasan, bazen onun para kazanmasını, kimseye boyun eğmemesini öğütlerken bazen de okumasını istiyor. Kendi yetersizliğinin boşluklarını Kemal’le kapatmaya çalışan Hasan’ın, Kemal’i derinlerinde bir yerlerde çok sevdiğini de göz ardı edemem. Annesi Asiye ise bu hayattan bıkmış ama yine de mutlu olmaya çalışan, Hasan’la çok sık kavga eden bir tipleme. Asiye’nin filmdeki asıl mesajı ise, aç kalmamak için “ailenin” ara sıra yaptığı masum hırsızlıkları sürekli sorgulaması-sorgulatması.

“Biz namuslu hırsızız kızım, senin kocan gibi amuduyla götürmüyoruz. İhtiyacımız kadar çalıyoruz!”

Arabacı Tevfik ve annesinin arasındaki mükemmel anne-oğul ilişkisine hayran olmamak elde değil. İki yan karakterin hikayedeki dolgunluğu ve tamamlayıcılığı fazlasıyla yerinde verilmiş. Münevver ve Hızır gibi diğer yan karakterler de, ayrı hikayeleri olan ve bir şekilde bu evde bir araya gelmiş insan manzaralarını sunuyor seyirciye. Eve yeni taşınan dul bir kadın ve küçük kızını da direkt kendi aileleri gibi benimseyen ev halkı, onları da kayırmıyor ya da para kopartmaya çalışmıyor. Aksine kira ya da yemek konularında aynı toleransı tanıyıp, aynı sofrayı paylaşıyorlar. Yan karakterlerin de bütünden ayrı hikayelerinin oluşu ve bütünde tüm aileyle kusursuz birlikteliğin elde edilmesi takdir ister bence!

Filmdeki en güzel detaylardan biri de, Kemal’in filmin başından itibaren ayaklarının hep çıplak olması. Bir çift ayakkabısı bile olmayan Kemal, eve yeni taşınan komşu kızın ayakkabılarını kaçırıp giyiyor ara sıra. Gündüzleri sinemada çalışan Kemal, çalışırken ayakkabılar kirlenmesin diye ayağına giymiyor, cebinde taşıyor. Sadece eve gidip gelirken ve sinemada film izlerken ayakkabıları kullanan Kemal, geceleri ise ayakkabıları yerine bırakıyor.

“En büyük umudum; bir gün, yeterli paraya sahip olunca, bu lastik çizmelerden alabilmekti. Benim olmasalar bile çizmeler vardı ya, bir gün benim de olabilir demekti bu…”

Kerim Dayı çok hareketli olan ve çat kapı sürekli olarak odasına giren Kemal’e İtalyanca “yavaş yavaş” anlamına gelen “Piano Piano, bacaksız” diye sesleniyor. Kemal’den başka kimseyle pek iyi iletişim kurmayan Kerim Dayı, odasında devamlı sahte sikke yapmaya çalışıyor. Yaptığı sikkeleri bir eser kaçakçısı ya da antikacıya satarak hem aileyi hem de kendini kurtarmanın derdinde durmadan çalışıyor. Ev halkı da kolektif bir çalışmayla Kerim Dayı’ya yardım etmekten geri durmuyor. Beraber yatıp beraber kalkan, ne bulursa onu yiyen, iyi-kötü demeden herkesi kabullenen bu ev Kemal için o kadar büyük mutluluk ki, Kerim Dayı’nın sikkeleri yapabilmesini hiç istemiyor aslında. İçine mi doğuyor nedir, sanki büyük insanlar parayla değişir gibi geliyor Kemal’e…

Filmin sonunu yine ve yine söylemiyorum fakat bu defa, başka bir sebebim var. Filmin sonunda Rutkay Aziz’in tiyatral büyük tiradını dünyadaki herkesin izlemesi gerekiyor, hissiyatım beni buna itiyor. Evet, bu da benim 4. bacaksız olduğumun bir kanıtıdır!

“İnsanın yoksulu çocuksa benim gibi; barıştan yanadır, yani umuttan yana…”

Gorgon Dergisi 4. Sayı

Related posts

Leave a Comment