• Home
  • Felsefe
  • İktidarın Olduğu Her Yerde Direniş De Vardır – İkinci Bölüm
Felsefe

İktidarın Olduğu Her Yerde Direniş De Vardır – İkinci Bölüm

Foucault

Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız

 

Yazar: Jean-François Bert

Çevirmen: Melis Fettahoğlu-Hallier

Hapishanelerin Hangi “Tarihi” ? 

Bu ceza tarihi, ilk olarak, cezaya ilişkin değişimlerle ilgilidir: bunlar halka açık yerlerde vuku bulmuş işkencelerden ıslah edici cezalara, Eski Rejim’in[1] ceza adaleti uygulamalarından daha az göze çarpan -ve bu yüzden birçoğu için daha acımasız olan- baskı ve ıslah edici toplumsal kontrol biçimlerinin doğuşuna kadar yaşanan süreçleri içerir. Foucault için bu durum “cezanın suçu azaltmakta her şeyin üstünde olduğu yanılgısından” kurtarma meselesiydi. Bu yüzden de “cezalandırmanın somut sistemlerini analiz etmeye çalışarak onları ne toplumun kanuni yapılandırması ne de temel etik tercihleri tarafından izah edilemeyecek sosyal bir fenomen” olarak görüyordu (Foucault 1977, 24). Oldukça önemli bir diğer yadsıma ise -adalet ile ilgili bütün söylemlerin merkezinde olmasına rağmen- suçlu figürünün yapı-bozuma uğramasıydı. Foucault suçluların, nüfusun geri kalanının itaatine karşılık “dengeleyici” bir unsur olarak hareket eden uç noktalardaki bireylerden oluştuğunu öne sürmektedir. Dolayısıyla Foucault’ya göre, herhangi bir toplum için suçu üretmenin ve devam ettirmenin avantajları vardır.

Sorun çözümsüz kalmaktadır: neden hiçbir zaman gelişmiş veya daha insani bir cezalandırma biçimi olmadığı hâlde hâlâ hapishane sistemi vardır? Eğer bu sistem devam ediyor ise bunun sebebi hapishanelerin yeni bir güç teknolojisinin -ki bu teknoloji 19. yüzyılın bitiminden itibaren okullar, akıl hastaneleri ve hastaneler gibi diğer kurumların da yeni yatırımlar yapmalarına önayak olmuştur- anahtarı niteliğinde olmasından kaynaklanmaktadır. Bu, toplumdaki rolleri normları/kuralları çağa uygun olarak pekiştirmek olan “normalliğin koruyucuları” (öğretmenler, doktorlar, gençlik liderleri, sosyal hizmet görevlileri vs.) tarafından güvence altına alınmış bir yatırımdır.

Tarihçiler François Zysberg ve Jacques Léonard, psikanalist François Roustang, sosyolog Philippe Robert ve hukukçu Jean Pinatel; Foucault’nun tarih çalışmalarını ve güncel yaklaşımları birlikte değerlendirme kapasitesine hayranlık duymalarına rağmen bazı düşüncelerini de eleştirmekten geri kalmadılar. Foucault ilk olarak tamamen tarihi bir bakış açısı ile toplumsal olanı analizlerinden çıkardı ve kendisini rasyonel ve cezalandırıcı modern çağ ile Eski Rejim’in kaotik ve hiddetli görünen sahte imgesine “hapsolmuş” bir hâlde bıraktı (Léonard, 1977). Sosyolojik açıdan ise kitabı muğlak görülmüştü. Foucault’ya hapishane meselesine ışık tuttuğu için minnettar olmalarına karşın, kitabın tehlikeli etkisini de vurgulama eğilimi içindeydiler. Günlük hapishane hayatı açısından uygun cezalandırma üzerine söylemlerle meşgul olurken Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak, dikkatleri kurumlardaki iç meselelerden başka yöne çekti (Faugeron vd. 1996). Böylesi bir çalışmanın katkıları söz konusu olduğunda şüphesiz ki en ihtiyatlı kesim hapis sistemi üzerine yoğunlaşmış uzmanlardı. Onlar için, kitabının üçüncü bölümünde Foucault’nun tanımlandığı üzere; insanın ıslah edilmesi ve eğitilmesi, askeri eğitimde ve zorunlu eğitimde öğretilene ya da toplumda sağlık hizmetlerinin karşılanmasına tekabül edene dek hapishane hücrelerini kapsaması şart değildi. Suç gibi bazı kavramların daha önce hiç bu şekilde göz önüne alınmamış bir gerçekliğe ışık tutmaya olanak sağlamasına rağmen Foucault, insanları kilit altında tutmayı içeren yöntemlerin sosyolojisine mesafeli duruyordu.

Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’a verilen tepkiler, Foucault’nun açıklamalarının, geriye dönük olarak, bir sene sonra “Bilme İstenci Üzerine Dersler”de (La volonté de savoir) ortaya attığı yeni güç teorisi ışığında çok hızlı bir şekilde okunduğu gerçeği tarafından gölgelenmişti. Bu kitapta Foucault, iktidar hakkında 19. yüzyılda cinsiyetçilik örneğine dayalı yeni bir söylem ileri sürmeye çalıştı. Buna en temelden başladı ve diğer bir deyişle iktidarın işleyişinin ilişkisel gözlemi ile öznelerin zapt edilmesi ve otoriteye tabi tutulması mekanizmalarının karmaşık dinamiğinin detaylı ve sistematik bir şekilde incelenmesini bir araya getirdi. Bu yüzden, en dipten başlamak, aslında güç olgusuna, bir toplumun oluştuğu ve geliştiği bir dizi ağ örgüleri olarak yaklaşmak demektir. Güç ilişkilerinin bu retiküler (karışık) kavramı, Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’da Jeremy Bentham’ın panoptikonu şeklinde takdim edilen, Foucault’ya toplumu farklı güçlerin bir yan yana bulunması veya bir bağlantısı -takımadası- olarak tanımlamasına olanak sağlamıştır. Bu onu Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’da olduğu gibi, iktidarın/gücün iki işlevsel seviyesini ayırt etmeye itti: öznelerin üretiminin ve bireyselleştirilmesinin yer aldığı cezalandırıcı bir seviye ve ana işlevin tabiatı gereği orantısız ve eşit olmayan boyun eğdirme süreçlerini maskelemek olduğu siyasi-hukuki seviye.

Burada bahis konusu iktidarın nerede ve kimde olduğu, kimler tarafından desteklendiği veya kaynağının ne olduğu ile alakalı olmaktan çıkmıştır. Artık konu güç ilişkilerinin -toplumsal dünya ile eş zamanlı olarak- nasıl istikrarsız olduğunu ve bu ilişkilerin nasıl aile, komşularla ilişkiler, cinsel ilişkiler veya tutuklu ile gardiyan arasındaki ilişkiler gibi toplumdaki sürekli (mikro ölçekli) unsurları etkisi altına aldığını göstererek, iktidarın toplumdaki işleyiş usullerinin sorunsallaştırılması olmuştur.

“Bundan dolayı bu belirli durumlarda iktidar ve bilgi ilişkisinin ‘yerel tezahürleri’ olarak adlandırılabilecek bir noktadan başlayacağız. Bunlara tövbekâr ile günah çıkartan papaz arasındaki veya devamlı müşteri ile yönetici arasındaki ilişkileri örnek gösterebiliriz… Buna benzer şekilde bir çocuğun bedeni de beşiği, yatağı ya da yatak odasının etrafında toplanmış çocuk bakıcıları, aile üyeleri, öğretmenleri ve doktorlarından oluşan bir sürü ilişki çemberi içerisinde sürekli olarak gözlenmekte ve çevrelenmektedir” (Foucault 1976, 130).

Neden Hapishane?

Bu cezalandırma sistemi çıktığı ilk andan itibaren sorgulanmasına ve hiçbir zaman bir önceki sisteme göre güvenilir bir alternatif olarak itibar edilmemesine rağmen neden hapishaneler hâlâ tercih edilmektedir? Neden hapishane hâlâ bir cezalandırma yöntemi olarak devam ediyor? 1973 yılında hapishane sistemi, hapishanenin ortaya çıkardığı üç boyutun birbiriyle olan bağlantısı üzerinden yorumlanmıştı: ceza, hapis ve zor kullanma. Foucault, Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’ın diğer sebeplerini de ortaya koymuştur.

Genellikle çok az anlaşılmış ve yalnızca Foucault tarafından sınırları göstermek için bahsedilen ilki 18. yüzyılın sonlarında değişen zihniyeti ile ilgilidir. Aslına bakılırsa hümanizmin yaygınlaşması hapis cezasının yeni bir cezalandırma yöntemi olarak seçilmesini bütünüyle açıklamamaktadır. Foucault, en önemlisi, hükümdara ait gücün işleyişinde içsel bir çelişki görmektedir. O zamana kadar bir egemenlik sembolü olan işkence sahnesi, ritüelleştirmeyi hedeflediği güç ilişkilerini başarısız bir biçimde yönlendiren bir tören hâline geldi.  Otorite karşıtı münferit isyanların sayısı gittikçe arttı ve sıklıkla toplanmaya başlayan kalabalıklar hükümlüyü ya kurtarmak ya da öldürmek için yakalayarak tutmak istediler. İktidar hâliyle her yerde uygulanabilecek ve sürekli bir şekilde, toplumsal zümrelerin en küçük ögelerine kadar nüfuz edebilecek yeni bir cezalandırma şeklini ortaya koymaya mecbur kaldı.  Foucault için insanların yeni ve özellikle caydırıcı türden bir cezalandırma sistemi talep etmeleri iktidar tarafından bireylerin doğrudan esir alındıkları o eskiden kalma sistemin sona yaklaştığının habercisiydi. Bu şu anlama geliyordu: toplumdan tecrit edilmiş her bir bireyin düşüncelerinin ve hareketlerinin sürekli olarak izlendiği ve kontrol altında tutulduğu ıslah edici, disiplinli yöntemler geçerli olacaktı.

Foucault, Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’da en başından beri bu şahlanmış hümanizmi eleştirmektedir. Genç tutuklulara uygulanan işkence, aşağılama ve yiyecekten mahrum etme gibi yöntemler doğrultusunda  hırpalanmış, eziyet edilmiş, yakılmış ve yerde sürüklenerek gövdesi dört parçaya ayrılmış kral katili Robert-François Damiens’ın uğradığı işkencenin ehemmiyetinden bahseder. Foucault’nun bakış açısıyla, bu tarz uygulamalar sadece başka bir tür cezalandırma şeklini meydana getirmiştir. Hapishane sisteminin seçilmesinde rol oynayan diğer sebepler gibi, Foucault da, yasa dışı iktisadi davranışlar ile baş etmeyi amaçlayan hukuksal değişimleri öne sürmektedir. Batı toplumlarındaki mülkiyet dağılımı, nüfus artışı ve sermayenin tedrici genişlemesi gibi 17. yüzyıl itibarıyla kapitalist bir ekonomik anlayışa önayak olan unsurlardan kaynaklanan yeni sorunların çözülmesinde kraliyet iktidarının aslında etkili olmadığını bize hatırlatmaktadır. Kişiye olan suçların sayısı azalırken -ki bu Foucault’nın en kuvvetli muhalifleri tarafından sorgulanmamış bir gerçektir-  mülkiyete olan suçların sayısı artmıştır:

“Genel bir hareket suçun yönünü değiştirmiştir. Suç, topluluklara olan saldırılardan ziyade mal ve mülke el koyma formuna bürünmüştür ki kısmi olarak uzmanların alan olarak ‘kitlesel suç’ yerine ‘marjinal suç’a yönelmesini de sağlamıştır” (Foucault 1977, 76).

Yeni patlak veren ekonomik yolsuzluklara -özellikle de korsanlıkla alakalı olanlarına- tepki olarak yeni denetim ve gözetim görevleri devreye sokuldu. Foucault, yetkili mercilerin bu karaborsa ekonomilerini -durumu gerek dramatikleştirerek gerekse toplumun istikrarına bir tehlike olarak resmederek- yeniden mercek altına alabilecek yeni teknik önlemler bulmaları gerektiğini belirtti.

Hapishanenin seçimine yönelik üçüncü açıklama disiplin olgusunun mantığındaki değişimden ileri gelmektedir.[2] Söz konusu olan Orta Çağ’da salgın hastalıklardan etkilenmiş şehirlerin oluşturduğu tehlikelere karşı kullanılan bir çeşit “abluka cezası” artık bir fiziki zorlama değildi. Bundan böyle cezanın işlevi, zarar verici olarak addedilen davranışları gözlemlemek ve düzeltmek idi.[3] Kapitalist sistemin bireylerin varoluşuna nüfuz etmesi Foucault tarafından açıkça ortaya konmuştu (Bu konuyu 1973 yılında Collège de France’da verdiği derslerde de işlemişti). Gerçek şu ki, İnsanları işlerine bağlamak ve insanların bedenlerini ve zamanlarını sadece “çalışmaya” odaklamak için bir takım güç yöntemleri geliştirmeye zorlayan 19. yüzyılda yükselen “kapitalist” rejimin ta kendisiydi. Kapitalizmin gelişimi, burjuvazinin statüsünü de güçlendirerek yeni hukuksal ve etik yapıların belirmesine önayak olmuştur. Aslına bakılırsa:

“İnsan birikimi, sermaye birikiminden ayrı düşünülemez. Onları ayakta tutabilen ve kullanabilen bir üretim aygıtının gelişimi olmadan insan birikimi sorununun çözülmesi mümkün olmazdı. Buna karşılık olarak, insanların gideren artan çeşitliliğini faydalı kılan teknolojiler sermaye birikimini de hızlandırmaktadır” (Foucault 1975, 257).

Foucault tarafından betimlenen toplum yapısı, davranışları sürekli izleme ve düzeltme tavrıyla hareket ettiği için çok daha etkilidir. Bu her bireye ayrı ayrı değer biçilmesine karşı olan bir norma sahip olmayı gerektirir. Düzgün işleyebilmeleri için, ceza mekanizmalarının özel bir davranış anlayışına ihtiyaçları vardır: her bireyin kendine özgü kayıtları hakkındaki bilgilerini denetim altında tutan ve o bilgilerden yararlanan bir çeşit sosyal “ortopedi” gibi. İlaveten, herhangi bir toplumda yer alan farklı bireylerin davranışlarının karşılaştırılması da bu sürece dâhildir:

“Cezalandırma sanatı… oldukça farklı beş uygulamayı oyuna dâhil eder. Öncelikle bireysel eylemler, aynı anda bir karşılaştırma alanı, bir farklılaştırma alanı ve uyulması gereken bir kuralın ilkesinden oluşan bir bütün içerisinde ele alınır. Sonrasında bireyleri bir diğerinden ayrıştırır. Bu kural ayrıntılı olarak şu şekilde açıklanır: kuralın asgari eşik olarak işlev görmesi gerekmektedir. Öyle ki kurala itibar edilmelidir veya kişi kuralı ‘ideal’ olarak dikkate alıp ona göre hareket etmelidir. Nicel olarak ölçüm yapılır ve bireylerin ‘doğası’, yetenekleri, seviyeleri açısından hiyerarşik biçimde düzenleme yapılır. Buna göre, ‘değer katıcı’ bir tedbir aracılığıyla benzerliğin sınırlandırılması gerekir. Son olarak, anormal olanın dış sınırı olan bütün farklılıklara istinaden farklılığı tanımlayacak sınırın izi sürülmektedir” (Foucault 1977, 182-183).

Sonuncu sebep ise siyasi-felsefidir. Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’da Foucault, aslında toplumsal sözleşme teorisyenlerine de eleştiri yöneltir. Ona göre, hapis cezasının tercih edilmesi bu türden bir felsefi yorumlamanın direkt sonucudur. Eğer ki vatandaşların -ceza tehdidi ile birebir karşı karşıya olanlar da dâhil- toplum yasalarını ilk ve son kez kabul etmiş olmaları varsayılıyor ise, o hâlde suçlu kişi, başlangıçtaki toplum sözleşmesini ihlal ederek “bir bütün olarak toplumun düşmanını” somutlaştıran, kanuni açıdan çelişkili bir birey olarak peyda olacaktır. (Foucault 1977, 90). Diğer teorisyenler arasında Rousseau, Hobbes, Grotius ve Bodin bütünlüğünün muhafaza edilmesi gereken bir toplumun bütünü tarafından ceza verilmesi yoluyla çift vardiyayı (suçlunun kendisi ve oynadığı rolünü) olası kılmışlardır.

Hapishane, Tehlikelilik: Önemli bir Tartışma

Lakin -hapishane meselesinin ötesinde- tartışmayı burada sonlandırarak, Foucault’nun aynı zamanda kavramsal güvenlik anlayışı için önemli noktalardan biri olan tehlikelilik ile birlikte hapishaneleri benimsemiş bir toplum[4] oluşmasının arka planında yatanları anlamaya çalıştığını unutmamak gerekir. Üstelik Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’ı, Foucault’nun aynı dönemde yayınlamaya “kendini adamış” olduğu sosyal güvenlik meselesini ele alan diğer metinlerinden ayırmak imkânsızdır.  Tüm bu çalışmalar, tehlikelilik kavramının 19. yüzyıl sonlarından beri ne şekillerde kullanıldığını göstermektedir.  Bu kavram özellikle de siyaset, hukuk, psikiyatri gibi alanlarda bir bireyi veya bireyleri sınıflandırmak, ayırmak, tanımlamak ve gerektiğinde denetim altında tutmak için kullanılmaktadır.

Tehlikelilik kavramı, muazzam bir sistemin oluşumunu körüklemektedir. Tehlikelilik hakkında konuşmak güvensizlik duygusunu pekiştirir ve bu da dolayısıyla tehlike algısını daha da alevlendiren kanun ve nizam ideolojisini güçlendirir. Tehlikeliliğin bu stratejik kullanımının ve en nihayetinde suçun aşırı dramatize edilmesinin arkasında, Foucault tükenmekte olan apayrı bir siyasi gerçeklik görmektedir: “İşlevsel” bir adalet sisteminden güvenliğe ve korumaya dayalı bir adalet sistemine geçiş. Foucault’nun deyişiyle bu yeni “çevreleyen strateji” ile beraber, artık ne tehlikeli bireyleri saptamaya ne de tehlikeliliği tahmin edebilecek güvenli bir yöntem geliştirmeye gerek kalmamıştır.  Yeni stratejilerin işlevi güvenlik kontrolünü genişletmektir.  Bu stratejiler, toplumda korku uyandırarak vatandaşların eskisinden daha güçlü,  daha müdahaleci ve her şeyin ötesinde,  potansiyel suçları öngörebilecek yetenekte bir kolluk kuvveti talep etmelerine neden olmaktadır.

Eğer Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak 1970’lerin hâkim olan ceza teorisine büyük bir darbe vurduysa bunun sebebi öncelikli olarak ceza sistemini yeniden kavramsallaştırmaya, cezayı güç sisteminin bir parçası olarak görmeye ve suçluluğa ilişkin klasik yaklaşımları -bugün hâlâ önemini ve yıkıcı gücünü koruyan üç hipotez vardır- savuşturmaya yönelik Foucaultcu girişimlerdir.

 

Dipnotlar

[1] Fransızca “Ancien régime” kavramı, 1789’da vuku bulan Fransız İhtilali öncesinde Kıta Avrupası’ndaki mutlakıyet rejimini, siyasal ve sosyal sistemi tanımlamak için kullanılmıştır. Bu rejim üç temel sınıftan oluşmaktaydı: Din adamları, asiller ve halkın geri kalanı.  https://www.britannica.com/event/ancien-regime

[2] Foucault için disiplin kavramının temel anlamı tarihseldir. İşte bu nedenle birçok disipline edici iktidar teknolojilerini belirli bir alanda, -kurumlarda- ve kesin bir kronoloji içerisinde tanımlamaya çalışmaktadır. Bu zaman dizininde, Mettray ceza kolonisinin 1840 yılındaki açılışı da bir duraklamaya işaret etmiştir. Bu kavram aynı zamanda onun modern toplumsal gerçeklik için nasıl ve hangi amaçlara göre toplumumuzun cezalandırıcı bir yapıya büründüğünü açıklayan analitik bir çerçeve oluşturmasına olanak vermiştir.

[3] Foucault, “anatomo-politikayı” oluşturan dört büyük prensibi ayrıntılı olarak tanımladı: (i) Bireyleri bedenlerini, onları çeşitli parçalara bölünmeye zorlayarak çalıştıran disiplinler (eskrim, şebekelere ayırma, işlevsel alanların tahsis edilmesi, sınıflandırma); (ii) Zaman yönetimini teknik hale getirerek insan faaliyetlerini kontrol eden disiplinler; (iii) tekrarlanan idmanlarla vücudun dış cisimlere olan hareketlerini kolaylaştıran disiplinler ve son olarak (iv) Yukarıda belirtilen üç işlevi birbirine uygun olacak ve birbirlerini tamamlayacak şekilde bağlayan disiplinler.

[4] Ağ/şebeke sorunlarının, kilit altında tutmanın ve genellikle de kontrol altında tutmanın yarattığı problemler Gözetim Altında Tutmak ve Cezalandırmak’da sıklıkla akılda kalan unsurlardır. Bu kitap aslında yeni bir bakış açısı sunar. Histoire de la folie (Deliliğin Tarihi) kitabında olduğu gibi ‘‘büyük bir hapsetme’’ meselesiyle değil, gittikçe daha görünmez ve fark edilmez hâle gelen otoritenin/denetimin toplumda gömülü olmayışı sorunuyla ilgilidir. Buna binaen, metnin amacı, toplumsal uzamda cezai işlevi genelleştirmeyi hedefleyen çeşitli cezalandırma sistemleri arasındaki bağlantıları analiz etmek ve ortaya çıkarmaktır.

 

Yazının Kaynakça

Faugeron, Claude, Antoinette Chauvenet, and Philippe Combessie. 1996. Approches de la prison. Brussels: DeBoeck Université.

Foucault, Michel.

                     1961. Folie et déraison: histoire de la folie à l’âge classique. Paris: Librairie Plon. [Foucault, Michel. History of Madness, translated by Jean Khalfa and Jonathan Murphy. Oxon: Routledge, 2006.]

                              1977. Discipline and Punish: The Birth of the Prison, translated by Alan Sheridan. London: Penguin. [Foucault, Michel. 1975. Surveiller et punir: naissance de la prison. Paris: Gallimard.]

                       1980. L’Impossible Prison. Recherches sur le système pénitentiaire au XIXe siècle, réunies par Michelle Perrot. Paris: Seuil. [Republished in Dits et écrits, Tome IV. Paris: Gallimard, 1994.]

                       2000. “Penal Theories and Institutions.” In Ethics: Subjectivity and Truth, edited by Paul Rabinow, 17–21. London: Penguin Books. [Foucault, Michel. “Théories et institutions pénales.” Cours au Collège de France, 1971–2.]

                   2000. “The Punitive Society” In Ethics: Subjectivity and Truth, edited by Paul Rabinow, 23–37. London: Penguin Books. [Foucault, Michel. La société punitive: Cours au Collège de France, 1972–3. Paris: Seuil Gallimard, 2013.]

                            2002. The Archaeology of Knowledge, translated by A. M. Sheridan Smith. Oxon: Routledge. [Foucault, Michel. L’Archéologie du savoir. Paris: Gallimard, 1969.]

                      2003. Society Must be Defended, translated by David Macey. London: Penguin Books. [Foucault, Michel. Il faut défendre la société: Cours au Collège de France (1976), ed. Alessandro Fontana and Mauro Bertani. Paris: Seuil Gallimard, 1997.]

                        2013. Lectures on the Will to Know: Lectures at the Collège de France, 1970–1971, with Oedipal Knowledge, edited by Daniel Defert, translated by Graham Burchell. Basingstoke: Palgrave Macmillan. [Foucault, Michel. La Volonté de savoir. Paris: Gallimard, 1976.]

Gros, Frédéric. 2010. “Foucault et ‘la société punitive.’” Pouvoirs 135:5–14.

Léonard, Jacques. 1977. “L’historien et le philosophe. À propos de Surveiller et punir: Naissance de la prison,” with a foreword by Maurice Agulhon and Michelle Perrot. Annales historiques de la Révolution française 288:161–181.

 

Editör Kaynakçası

Michel Foucault, Hapishanenin Doğuşu, İmge Kitabevi Yayınları.

Michel Foucault, Deliliğin Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları.

Michel Foucault, Cinselliğin Tarihi, Ayrıntı Yayınları.

Michel Foucault, Toplumu Savunmak Gerekir, YKY.

Michel Foucault, Bilme İstenci Üzerine Dersler (1970-1971)/College De France Ders Notları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Michel Foucault, Biyopolitikanın Doğuşu College De France Dersleri (1978-1979), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Michel Foucault, Seçme Yazılar 2/Özne ve İktidar, Ayrıntı Yayınları.

Michel Foucault, Seçme Yazılar 3/Büyük Kapatılma, Ayrıntı Yayınları.

Michel Foucault, Seçme Yazılar 4/ İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları.

Ali Akay, Michel Foucault’ da İktidar ve Direnme Odakları, Doğu Batı Yayınları.

Veli Urhan, Michel Foucault ve Düşünce Sistemleri Tarihi, Say Yayınları.

 

Yazının orijinali için:  https://www.cairn-int.info/article_p.php?ID_ARTICLE=E_RDM_040_0161
  https://www.cairn.info/article.php?ID_ARTICLE=RDM_040_0161# 


Editör:
Martı Esin Şemin

Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız

Related posts

Leave a Comment