• Home
  • Felsefe
  • X. Sofistler ve İsimsiz Sofist Metinler 1. Bölüm
Felsefe

X. Sofistler ve İsimsiz Sofist Metinler 1. Bölüm

Gorgon Notu: Bu metin, Sokrates Öncesi Yunan Filozofları (Presokratikler) yazısının bir bölümüdür. Metnin diğer bölümlerini inceleyebilmek için tıklayınız: Sokrates Öncesi Yunan Filozofları 

Çevirmen: Naz İrem Güler

“Kiniklik”[1] ve “Stoacılık”[2] terimleriyle birlikte “Sofistliğin” günümüzdeki kullanımı, seyrini yaklaşık olarak 5. yüzyıl Yunanistan’ından alan bir düşünce okulundan gelir. Üstelik Kiniklik ve Stoacılık olduğu gibi, “Sofistliğin” güncel çağrışımı, Sofistler olarak adlandırılan tarihsel düşünce grubundaki kökeninden bağımsız değildir. Ancak Kinik ve Stoacıların düşüncelerini yalnızca kuşkuculuğa ya da duyumsamazlığa indirgeyemeyeceğimiz gibi Sofistlerin düşüncelerini de yalnızca yanıltmacaya indirgeyemeyiz. Gördüğümüz üzere, Sokrates öncesi dönemi Platon ve Aristoteles’in düşünce merceğinden okumak cazip gelirken Sofistlerle ilgili durum da bundan farklı değildir. Aslında Platon’un iki diyaloğuna Sofistlerin ardından Protagoras ve Gorgias isimleri verilmiştir ve bir tanesi basitçe Sofist olarak isimlendirilmiştir. Bunun ötesinde Sofist düşüncenin tipik temaları, en önemlilerinden biri olan Sokrates ve Sofistlerle aralarındaki benzerlik (üstü kapalı olarak Sokrates’in Savunması (Apology) ve başka bir yerde ele alınan bir konu) sıklıkla Platon’un çalışmasına konu olmuştur. Bu sebeple Sofistlerin 5. yüzyılda Yunanistan’a ve Yunan düşüncesine etkisi azımsanacak gibi değildir.

Genel anlamda Sofistler, eğitimlerinde retorik gibi önde gelen konular dâhil olmak üzere çeşitli konularda belli bir ücret karşılığında ders veren bir grup gezgin öğretmendi. Hepsinin olmasa da birçoğunun ortak özelliği, Sofistlerin, bir durumun iki karşıt tarafını savunuyor gibi görünmeleridir. Bu sebeple tartışmacı ve retorik sanatına özgü beceriler mahkeme salonlarında ve siyasi ortamlarda kullanışlı olabilirdi. Ancak bazılarının gözünde bu tür beceriler,  birçok sofistin ününün entelektüel hilekarlığa eşdeğer olarak görülen ahlaki ve epistemolojik görelilikler olarak düşünülmesine yol açmıştı.

Protagoras

En ünlü ve ilk sofistlerden biri Protagoras (MÖ 490-420) idi. Protagoras’ın felsefesinin yalnızca küçük bir bölümü günümüze ulaşmış olup Platon’un kendisine yer verdiği diyaloglar dikkatlice okunmalıdır. Protagoras görünüşte rölativist[3] olan bir sözüyle ünlüdür: “İnsan her şeyin ölçüsüdür: Var olan şeylerin var olduklarının ve var olmayanların var olmadıklarının.” Platon, en azından Protagoras’ın amaçları için, bireysel rölativizmi bu ifadeden yorumlar. Örneğin, eğer havuz suyu Henry’e soğuk geliyorsa o zaman Henry için gerçekten soğuktur; oysa Jennifer için sıcak gibi gelebilir ve bu yüzden de sıcaktır. Bu örnek algısal rölativizmi tanımlar fakat aynı zamanda etik için de geçerli olabilir. Şöyle ki, eğer X Henry için iyiyse o zaman X onun için iyidir; fakat X Jennifer’ın yargısında kötü olabilir. Ancak bu görüşteki problem, eğer her şey gözlemci/yargılayan için göreli ise o zaman her şeyin göreli olmasının kendisi de bunu ileri süren kişi için görelidir. O zaman iletişim düşüncesi tutarsız hâle gelmektedir.

Diğer yandan, Protagoras’ın ifadesi türe özelinde yorumlanabilirdi. Şöyle ki, şeylerin olup olmadığı ve nasıl oldukları gibi olup olmadıkları ve nasıl olmadıkları da sadece insanlar için (görünüşte) anlam ifade eden bir sorudur. Bu sebeple tüm bilgiler insanlar olarak bizim için görelidir; bu yüzden varlığımızla ve kapasitemizle sınırlıdır. Bu okuma, Protagoras’ın diğer ünlü ifadeleriyle de uyumlu gibi görünmektedir: “Tanrılara ilişkin olarak insan hayatının kısalığı ve sorunun belirsizliği dâhil olmak üzere bilmenin önünde birçok engel olduğu için var olup olmadıklarını  ya da ne formda olduklarını tayin edemem.” Burada bilginin mümkün olduğu ancak bu bilginin edinilmesinin zor, sorunun tanrıların var olup olmadığına yönelik olması nedeniyle de cevaplanmasının imkansız olduğu belirtilmektedir. Ayrıca buradan hareketle insanın ölümlü olma durumunun sadece insan hayatı üzerine değil bilgi üzerine de bir kısıtlama getirdiğini görebiliriz. Dolayısıyla eğer bilgi varsa bu insanlar içindir ancak bu bilgi muğlak ve kırılgandır.

Gorgias

Protagoras’ın arkasından Gorgias gelir (MÖ 485-380). Konu hitabet ve konuşmaya geldiğinde Protagoras’tan belki de daha çok göze çarpan Gorgias, sofistike ve şiirsel  biçemiyle bilinirdi. Ayrıca dinleyicilerin tavsiyeleriyle enine boyuna konuşabileceği muhtemel konular üzerine  doğaçlama konuşmalarıyla tanınırdı. En çok bilinen eseri Doğa Üzerine ya da Var Olmayan Üzerine’de Elea Okulu’nun [4] aksine, ne varlık ne de hiçliğin olduğunu göstermeyi amaçladı. Zaten herhangi bir şey olsaydı bile ne bilinebilir ne de üzerine konuşulabilirdi. Bu çalışmanın alaycı mı yoksa ciddi mi olduğu belirsizdir. Şayet bu daha önce ise, Elea Okulu ile dalga geçmesi ve bunun bir tartışma alıştırması olması ihtimal dâhilindedir. Eğer ciddiyse o zaman Gorgias fazlasıyla septisizm, rölativizm ya da belki nihilizmin bile savunucusu görülmüş olabilir (Graham 725).

Doğa Üzerine şöyle özetlenebilir: Eğer bir şey varsa, bu ya sadece var olandır ya da var olmayandır veya ikisi de var olan ve var olmayandır. O zaman Gorgias var olmayandan (hiçlik) başlayarak bu ihtimallerin her birini saf dışı bırakır. Eğer hiçlik olsaydı, o zaman burada bir çelişki vardı -eş zamanlı olarak ikisi de var olur ya da var olamazdı. Dahası eğer hiçlik olsaydı, o zaman varlık (var olan) olmazdı; ancak o zaman hiçlik, varlık özelliğine sahip olurdu ve varlık, hiçlik özelliğine sahip olurdu ki bu da anlamsız olurdu. Ancak varlık (var olan) da yoktur. Eğer varlık olsaydı ebedi, var edilmiş ya da ikisi de olmak zorunda olurdu. Eğer ebedi olsaydı her zaman olmuş olmalıydı ve bu yüzden de sınırsız olurdu. Eğer sınırsız olsaydı hiçbir yerde var olmazdı ve herhangi bir şey olacağı için herhangi bir yerde olmalı ve bu yer içinde olduğundan farklı olmalıydı. Varlık var edilemez; çünkü eğer edilebilseydi, olan bir şeyden (varlıktan) veya olmayan bir şeyden(hiçlikten) gelmesi gerekirdi. Eğer bir önceki geçerli olsaydı varlık zaten olurdu ve var edilmesi gereksiz olurdu. Eğer ikinci durum söz konusu ise, o zaman hiçlik varlığa sebep olurdu -ki bu da anlamsız olurdu. Son olarak hem ebedi olup hem de var edilmiş olmak bir çelişki doğururdu; çünkü eğer ebedi olsaydı var edilmiş ya da tam tersi olamazdı (Graham 741-743).

Dahası eğer herhangi bir şey olsaydı o zaman düşünülemez ya da bilinemezdi. Varlığın düşüncenin nesnesi olabilmesi için var olması gerekir; zira düşünülecek hiçbir varlık yoksa düşünce de olamaz  (Graham 743). Eğer düşüncenin nesneleri var olanla aynı olsaydı; o hâlde biz ne düşünürsek o olurdu (tek boynuzlu atlar, insan gövdeli atlar ve benzerleri) ancak bu da anlamsızdı (Graham 745). Ek olarak eğer düşünce nesneleri var oldukları şey ise o hâlde var olmayan hiçbir şeyi düşünemiyor olurduk; lakin biz olmayan şeyleri düşünebildiğimiz için (tek boynuzlu at, insan gövdeli at ve benzerleri) düşünce nesneleri var olan şeylere eşdeğer olamazdı.

Son olarak eğer var olanı düşünebilseydik bile onunla iletişim kuramazdık. Örneğin bizden farklı olan masa, şarkı veya koku gibi nesneleri algılarız. Bunları da görmek, duymak ve koklamak gibi ayırt edici duyularımızla algılarız. Konuşarak iletişim kurarız ancak konuşma algılanan ile aynı şey değildir: “İletişimimiz konuşmadır, ancak konuşma mevcut olan ve var olan şeylerin kendisi değildir.” (Graham 745).  Bu yüzden masadan, şarkıdan ya da belirli bir kokudan konuştuğumuzda, birbirleriyle ilişkili olan bu şeylerle bağlantı kurmaktan ziyade kelimelerle iletişim kurarız. Nasıl ki bundan dolayı bir görüş; bir ses veya tam tersi olamaz ise algılanan bir şey de bir konuşma hâline gelemez ya da tam tersi olamaz. Yine de bunun yalnızca tartışmada alaycı bir alıştırma ya da ciddi bir deneme olup olmadığı bilinmemektedir. Eğer ikincisi ise anlaşılması imkânsız bir dünyada dilsiz bırakılmış gibi görünüyoruz.

Dipnotlar

[1] Kuşkuculuk/Kinizm: Dünyadaki zevklerden arınıp doğayla iç içe bir yaşamı savunan her türlü zevkten ve sosyal gereksinimlerden arınmayı amaçlayan öğretidir.(Ç.N.)

[2] Felsefeyi mantık, ahlak ve fizik olarak ayıran genel anlamda akla ve doğaya uygun yaşamı ve erdemi ilke edinmiş öğretidir. İleri okumalar için öneri:  Brun, J. (2018). Stoa Felsefesi, (çev. Medar Atıcı), İletişim Yayınları, İstanbul.

[3] Rölativizm/Görelilik: Bilginin genel geçerliği ve mutlakıyetinden tüm bilgilerin kültürel, bireysel ve algısal olarak göreli olduğunu savunarak kuşku duyan düşüncedir. (Ç.N.)

[4] Metafiziğin öncüsüdür. Varlığın değişmemiş, değişmeyecek olduğunu ve yaratılmadığını savunur. (Ç.N.)

Redaktör: Martı Esin Şemin
Editör: Arman Tekin

Yazının ikinci bölümünü okumak için tıklayınız

Related posts

Leave a Comment