Sen Aydınlatırsın Geceyi
Bu yazı Gorgon E-Dergisi’nin 12. Sayısında yayımlanmıştır. 12. Sayımıza ulaşmak için tıklayınız.
“Sen Aydınlatırsın Geceyi” ve Melankoli
Yazar: Aysu Uzer[1]
Bellerophontes ve Melankoli Tarihine Kısa Bir Bakış
Yunanistan’ın Korinthos şehrinde, ölümlü babası Glaukos olan Bellerophontes[2] gerçekte Poseidon’un oğludur. Tanrıların, bir Tanrının oğlu olması nedeniyle güzellik ve tanrısal nitelikler bağışladığı Bellerophontes, bir gün çarşıda karşılaştığı Belleros’u yanlışlıkla öldürür. “[…] öldürdüğü bu Belleros›un kim olduğu da pek bilinmiyor, ne var ki bu yüzden yurdundan ayrılıp kendisini suçundan arındıracak birinin yanına gitmesi gerekiyor. Bu adam da Proitos’tur” (Erhat, 1994: 70). Bellerophontes, Belleros’u öldüren anlamına gelen ismini buradan alır. Anlatıya göre bu olay neticesinde yurdundan ayrılıp kendisini suçundan arındıracağı düşünülen Proitos’un yanına sığınır. Proitos’un karısının entrikaları ve iftiraları ile karşılaşan Bellerophontes, Proitos tarafından Lykia Kralı ve Proitos’un kayınbabası olan Iobates’in yanına gönderilir. Bellerophontes’e aynı zamanda Proitostan Iobates’e gönderilen bir mektubu teslim etmesi görevi de verilir. Bellerophontes mektubu teslim eder ancak mektubu okuyan İobates, onu öldürmesi gerektiğini anlasa da onu bizzat öldürmek istemez, misafirine doğrudan kendisinin zarar vermesi doğru olmayacaktır. Böylece ona gerçekleştirilmesi imkânsız görünen ve deneyenlerin sonunda öleceğini bildiği birtakım görevler vermeye karar verir. Bellerophontes bu görevleri suçunu temizleyeceklerine inandığı için kabul edecektir.
Günümüzde hâlâ anlatılan bu hikâyede, Bellerophontes’in bir nehirden su içerken karşılaştığı Pegasus’u Athena’nın yardımı ile ilahi bir altın eğer ile eğerleyip, aslan başlı bir ejderha olan Khimaira isimli canavarı öldürmeye gidişi betimlenir. Elindeki ucu kurşunlu mızrağını boğazına geçirerek canavarı öldüren Bellerophontes, böylece en zor görevi başarıyla tamamlamış olur. Kral bir ölümlünün asla başaramayacağı bu görevleri tamamlaması ile Bellerophontes’in aslında tanrılar soyundan geldiğini anlar ve onu kızıyla evlendirerek krallığını onunla paylaşır. Bütün bu başarılarından aynı zamanda büyük bir kibir de duymaya başlayan Bellerophontes, kendisini artık insan diyarında yaşamayacak bir üstünlükte görmeye başlar ve uçan atı Pegasus’a binerek tanrıların katına, Olympos’a ulaşmaya çalışır. Fakat dönemin bilinen en büyük suçlarından biri kibirdir (hybris) ve kendini tanrısal atfetmek Tanrıları en çok kızdıran şey olacaktır. Tanrılar özellikle kibrin cezasını bizzat ve anında verecektir. Böylece Zeus Bellerophontes’e karşı öfke dolar. Bir at sineği göndererek Pegasus’un ürkmesini sağlar. “Gurura kapılan yiğit kanatlı atının sırtında Olympos’a kadar yükselmek istemiş, Zeus da kızarak atmış onu gökten aşağı yeryüzüne” (Erhat, 1994: 70). Böylece Pegasus, Bellerophontes’i sırtından atar.
Bundan sonra çeşitli anlatılara göre Bellerophontes ya bir at sineği yüzünden gökten düşüp ölecektir ya da Tanrıların öfkesi hâlâ dinmeyecektir ve Bellerophontes tanrılarca terk edilmiş, insanlardan uzakta, tek başına yaşayacaktır. İlyada’nın IV. Bölümünde Bellerophontes’in sonundan şu şekilde bahsedilir; “Ama bir gün tanrılar tiksindi Bellerophontes’ten, Aleion ovasında kaldı o tek başına, insan uğrağından uzakta yedi kendi kendini” (Homeros, 1993: 179). Hem insanlardan, toplumdan ve sosyal yaşamdan uzak kalan hem de tanrıların nefretini kazanmış ve onlar tarafından terk edilmiş olan Bellerophontes, hikâyesi sebebiyle ilk melankolik karakter örneği olarak değerlendirilir.
Kara Safra
Antik Yunan’da, Hipokratik tıp geleneği oluşana kadar melankolinin varlığı bilinse de tanımlanması henüz mümkün olamamıştı. Melankoli kavramı, etimolojik olarak Yunanca melas ve khole sözcüklerinden oluşturulmuştur. Bu sözcükler birleştiğindeyse kara safra kavramı ortaya çıkar. Hippokrates ilk kez, İnsan Doğasının Özellikleri’nde melankoliden yani kara safradan bahsetmiştir. Ona göre, korku ve umutsuzluk eğer uzun zaman sürerse kişide ortaya çıkan duruma melankoli adı verilirdi. Homeros destanlarında melankoli, kahramanların öfkeye kapılması ya da tanrılar tarafından cezalandırılması sonucunda ortaya çıkmış ve bu durum yalnızlığa, sıkıntıya ve bazen de intihara yol açmıştır (Seven, 2018: 39).
Hippokrates’in teorisine göre insan bedeninde dört farklı sıvı bulunmaktadır. Dört sıvı anlayışının çıkış noktası ise elementlerdir. Buna göre ateş, hava, su ve toprak elementleri vücuttaki dört ayrı sıvı ile eşlenmişti: kan, balgam, sarı safra ve kara safra.
“Beden sıvılarının gerçek anlamda ortaya çıkması için üç koşulun öncelikle oluşması gerekecektir: Pythagorasçılar tarafından mükemmelliğin sayısı olarak kabul edilen 4 sayısına açıklanabilir bir içerik kazandırılması, ancak sayı sembolizmiyle evreni oluşturan kozmik elementlerin örtüştürülmesiyle mümkün olur. İkincisi, dört temel elementten her birine atfedilen niteliklerin insan bedenindeki karşılığı toprağın, suyun ve diğer elementlerin en saf anlamlarıyla tanımlanan durumlarından farklı olacaktır; her temel element ile insan vücudunun ilgili kısmı arasında illiyet bağı kurulacaktır” (Akın, 2014: 70).
Bunun yanında dört elemente dayalı dört sıvı anlayışı mizaç teorisinin de temelini oluşturmuştur. Bu sıvılar-humour[3]: kan (kalp), tükürük-balgam (beyin), safra kesesi içerisinde bulunan sarı safra ve son olarak melankoliye sebebiyet verdiğine inanılan kara safradır. En koyu renk organ olma özelliği ile bilinen dalak, kara safranın üretildiği organ olarak kabul edilirdi. İbn-i Sina (2007: 29) “Melankoli vakalarının çoğu dalak ile ilgilidir” demiştir. Kan, sıcak ve nemli oluşuyla neşeli insan mizacını, balgam soğuk ve nemli oluşuyla flegmatik-soğukkanlı insan mizacını, sarı safra sıcak ve kuru oluşuyla kolerik-öfkeli insan mizacını ve kara safra soğuk ve kuru oluşuyla melankolik insan mizacının kaynağı atfedildi. Ayrıca bu dört sıvı, dört ayrı mevsim ile özellikleri bakımından özdeşleştirilirdi. Buna göre kan, ilkbahar; sarı safra, yaz; balgam, kış ve kara safra soğuk ve kuru olması nedeniyle sonbahar ile eşlenirdi. Aynı zamanda bu sıvıların belirli bir oranda bulunmasının, insan bedenini sağlıklı kıldığına inanılırdı. Sıvılar beden içinde belirli bir oranda var olduğu sürece insan bedeni ve mizacı sağlıklı olacaktı. Ancak bu sıvılar arasındaki oran bozulduğunda, birinden biri arttığında veya azaldığında vücutta bir çeşit hastalık meydana gelirdi. Bu dört sıvının dengesi bozulduğunda insanın mizacının da değiştiği düşünülürdü:
“Son beden sıvısı kara safra (melaina chole) hastalık teorisinde yerini ilk üç beden sıvısına göre daha geç almıştır. Vücuttaki kara safra miktarının artmasının, insanları düşünceli, karamsar, üzgün, içekapanık, umutsuz, bezgin karakter özelliklerine sahip bir kişiliğe dönüştürdüğüne inanılmaya başlamasıyla, ‘melankoli’ kültürel bir fenomen hâline dönüşecektir. Kara safra sıvısının bedendeki artışıyla ortaya çıkan hastalıkların en önemlisi melankoli hâlidir” (Akın, 2014: 67).
Hipokratik anlayışta hastalıkların (beden sıvıları dengesinde bozulma) nedenini yanlış beslenme, iklimsel değişiklikler, hareketsizlik, olumsuz çalışma koşulları, kötü hava solunması veya sağlıksız su kullanımı gibi dışsal (doğal) koşullar oluşturur (Akın, 2014: 66). Yani hem bedensel hem de ruhsal değişim için dışarıdan içeriyi etkileyen faktörlerin olması gerekirdi. Antik Yunan’ın ünlü hekimi Galenos’a göre (2007: 131), dışarıdan içeriye alınan birtakım yiyecekler; yıllanmış peynir çeşitleri, sert et çeşitleri (erkek keçi, öküz, boğa, eşek, köpek, yaban domuzu, tilki eti), sirkede beklemiş bitkiler, deniz suyu ile pişirilmiş lahana, mercimek vb.) ve özellikle de şarap tüketimi artarsa vücudun dengesini bozacak şekilde kanı koyulaştırır, sürekliliği devam ettiğinde kanı kara renkli safraya dönüştürür ve böylece vücudun sıvı dengesini bozardı. Özellikle şarabın sıvı, yoğun, doygun, bilhassa kırmızı şarabın köpüren yapısıyla morfolojik özellikleri benzediği için vücudun kara safra üretmesinde en etkili olanın şarap tüketimi olduğuna inanılırdı. Aristoteles’in Problemata’da (30.1) belirttiği gibi şarap tüketimi aşamalı olarak insanın farklı karakter özellikleri göstermeye başlamasına neden olurdu (Leunissen, 2015: 198). Bu özelliği ile insanın mizacını değiştiren kara safraya benzerdi.
Tüketilen besinlerin kara safra oluşumuna neden oluşuna bir katkı da İbn-i Sina (2007: 27) yapmıştır: “Tüm bedene hâkim olan melankolide öne çıkan belirtiler vücutta siyahlık, aşırı zafiyet, halüsinasyon; mide, dalak, idrar ve dışkı yoluyla uzaklaştırılması gereken atıkların içeride sıkışması, aşırı siyah kılların çoğalması, evvelce sevdavi (melankolik) etkiye sahip kalitesiz besinlerin tüketilmesidir” der. Bu ifadeden hareketle Onaran (2012: 81) “Köklerini Antik Yunan’a, hatta Eski Mısır’a kadar götürebileceğimiz insanları mizaçlarına göre sınıflandıran bir sağlık kuramı, modern tıbbın doğuşuna kadar mutfakların şekillenmesine hatırı sayılır bir biçimde etki etti” demiştir. Kanın koyulaşıp dönüşmesiyle vücutta miktarı artmaya başlayan kara safra midenin üst kısmında, karın boşluğunda birikmeye başlar, melankolik insanda mide bulantısı ve tiksinti duyguları uyandırır. Kara safra birikimi arttıkça, beyinde birikmeye başlayan sıvı karanlık yapısıyla beyni ve düşünce sistemini etkilerdi. Derinin kararması, mide bulantıları, içe kapanma, anlamsız korku hâlleri, gaz, şişkinlik, gastrit benzeri mide yanmaları, sindirim problemleri, tiksinti duyma ve ne yapacağını bilemeyip sürekli fikir değiştirmek gibi sorunlara sebep olurdu.
“Melankolinin istila belirtileri, titreyişe dönüşen derin korku, her konuda olumsuz fikirlere kapılmak, derin keder, önü alınamayan yalnızlık isteği, ağır sıkıntı duygusu […] gerçekleşme ihtimali olan ya da olmayan musibetler için kaygı duymaktır” (İbn-i Sina, 2007: 28).
İbn-i Sina’dan farklı olarak Hippokrates “[…] melankolik durumu, bir duygulanım (affect) bozukluğundan ziyade bedensel kökenli bir hastalık olarak […]” değerlendirmiştir (Seven, 2018: 13). Fakat sadece Hippokrates değil, İbn-i Sina da çalışmalarında melankolinin sebebini fizyolojik özelliklerde aramıştır. Ona göre beyaz tenli ve şişman insanlar; esmer, kara yağız ve zayıf kimselere göre melankoliye daha uzaktır. Kalbin aşırı çalışması ve beynin nemli olması da ayrıca melankoliye neden olabilmektedir. Erkeklerde görülme ihtimali, kadınlara oranla fazladır ve yaşın ilerlemesi özellikle de erkeklerde melankoliye sebep olmaktadır (İbn-i Sina, 2007: 27).
Melankolinin fizyolojik bir hastalık olarak görülmesi, tedavi yöntemleri geliştirilmesine temel oluşturmuştur. Belirli bir perhiz önerilmesi ve kişinin bu öneriler doğrultusunda beslenmesiyle vücut sıvılarının tekrar dengeye girebileceği fikri çok yaygındı. Aynı zamanda hazımsızlık, şişkinlik ve mide boşluğunda hissedilen ağrılar insana huzursuzluk verir. Kişinin bu rahatsızlıklardan kurtulması için istifra etmesi ya da dışkılaması gerekir. Bu yöntemlerin onu rahatlatacağına ve vücudunu dengeye sokacağına inanılır.
Melankolinin daha ileri safhalarında (karın boşluğundan beyne nüfuz etmeye başlamış, kanın yapısını bozmuş ve karartıp yoğunlaştırarak bütün vücudu kara safranın sarmasıyla gerçekleşen) ise derinin kararması, boşluğa uzun süre sabit bir biçimde bakma gibi belirtiler yaşanır. Bu evredeki tedavide ise genellikle dirsekten gelen koyu renkli kan, sistemli bir şekilde birkaç defa boşaltılırdı. Özellikle toplardamardaki kanın atardamara kıyasla daha koyu kırmızı kan taşıdığının bilinmesiyle vücuttan atılması için bu damarlar tercih edilirdi. Düzenli uygulanan bu tedavi ile yoğun ve koyu renkli kanın vücuttan uzaklaştırılmasıyla beden sıvılarının normale döneceği böylece melankoli durumunun tedavisinin sağlanmış olacağına inanılırdı. Yani tedavi için belli başlı olarak bilinen yöntemler perhiz, sindirilmeyen ve hazımsızlık yaratan gıdaların istifra-kusma veya dışkılama yoluyla atılması ile koyu ve yoğun kanın uzaklaştırılmasını sağlayan düzenli kan alımları idi.
Sen Aydınlatırsın Geceyi
Onur Ünlü tarafından yazılıp yönetilen “Sen Aydınlatırsın Geceyi” isimli 2013 yapımı film, Manisa’nın bir ilçesinde yaşayan insanların hayatını konu edinir. Her zaman tragedyalarla derin bir bağı olan Ünlü’nün, bu filminde de olay örgüsü ve karakterizasyonu bu bağ ile kurduğu görülür. Filme göre tüm karakterler bir “özel güç”e sahiptir: Duvarların ardını görmek, duvarlardan geçebilmek, cisimleri bakarak harekete geçirebilmek, bir dev boyutunda olmak, zamanı durdurabilmek, görünmez olmak ve silaha somut olarak ihtiyaç olmadan ateş edebilmek, ölümsüz olmak vb. gibi. Ancak tüm bu özelliklere rağmen kasaba hayatı, bugün bildiğimiz yaşam çerçevesinin içinde sıkışıp kalmış durumdadır. Özel güçlerin gündelik ufak tefek işlerde bile hayatın akışını değiştirdiğini çok nadir görürüz. Karakterlere atfedilmiş olan bu yetenekler dünyaya yeni bir renk, farklı bir işleyiş getirememenin yanında anlamsız ve hatta etkisiz kalıp sıradanlaşmıştır. Filmin siyah-beyaz çekilmesi de adeta bu durağanlığı bizlere yansıtmış. Karakterler bildiğimiz gerçek dünya ile aynı çaresizliğe sıkışıp kalmış hâldeler, özel yeteneklere sahip olmaları bir “armağan” olmaktan çok uzakta…
İlk sahnesinden son sahnesine kadar bir melankoli tasviri olduğunu düşündüğüm film, bu özellikleriyle fantastik film sıfatına da sahip ancak bu özel güçler “süper kahraman” yaratmanın aksine bilinen ilk anlamıyla “trajik karakter” yaratmaktan öteye geçemiyor. Filmde bahsedeceğimiz özel güce sahip tüm karakterlerin, melankolik olduğu gerçeği birlikte ele alındığında Aristoteles’in Problemata metnini çağrıştırır:
“[…] Problemata başlıklı metni gerek melankoliye has ikili durumu göz önünde bulundurması gerekse melankolik kişilerin hastalık sonucu değil, doğaları ve yaradılışları itibarıyla olağanüstü olduğunu iddia ederek tartışmayı sonlandırmasıyla oldukça önemlidir” (Aliyev, 2019: 299).
Herkesin özel bir güce sahip olduğu bu dünyada, bahşedilen bu yeteneğin kaynağı belirsiz, nedeni tanımlanmıyor, bazı karakterlerin hiçbir gücü olmamasına rağmen, yeteneğe sahip olanların bu yetenekler sayesinde hayatlarına katabildikleri bir avantaj gösterilmiyor. Filmin ilk yarısında, karakterlerin yetenekleri sayesinde hayatlarında değiştirdikleri tek bir olay bile yaşanmıyor. Bu nedenle filmdeki her bir karakterin (filmin öyküsü içinde tanımadığımız ancak karakterlerin geçmişinden vakıf olduğumuz diğer karakterler de dâhil) yalnızca bu trajik olay örgüsünün içindeki birer “trajik karakter” olarak tanımlanabileceği aşikardır.
Film boyunca karakterler, sahip oldukları yetenek ve güç ile neleri değiştirebileceklerinin, neleri etkileyebileceklerinin ve bu güçler ile nasıl problemlere sebep olabileceklerinin farkında değillerdir. Filmin bir diğer özelliği ise karakterin tanıtımının ilk olarak flashback (geçmişe dönüş) bilgileri veren küçük sahneler ile kaybettikleri yakınları, ölen aile bireyleri ve hâlâ unutamadıkları acı verici anıları ile tanımlanmalarıdır. Bu kayıplar karakterlerin bugününü, hayata karşı tutumlarını ve ruh hâllerini derinden etkilemiş birer mihenk taşı şeklinde korunurken karakterlerin hafızalarındaki etkisi altı çizilerek sunulmaktadır (izleyiciye de aynı kare içerisinde hem karakter hem de başının arka tarafında beliren flashback görüntüsü ile sıkıştırılmış bir görüntüyle sunularak).
Karakterlerin kayıpları etrafında hayat bulan filmin açılış sahnesinde ana karakter Cemal, gözlerini sabit bir şekilde kilitlemiş bir biçimde oturur. Arkadan gelen, daha sonra babası olduğunu anladığımız, karakterin sesine karşı ne gözleri ne de mimikleri ile tek bir tepki vermez. Bu tepkisizlik ve sabitlik ile karşımıza çıkan Cemal, filmin daha açılış sahnesinde dahi “melankolik karakter”in tanımlayıcı özelliklerine sahiptir: “Beyin kaynaklı melankolide kişi aşırı düşünmekte, her konuda vesveseye kapılmakta, gözlerini tek bir noktaya kilitlemekte veya saatlerce toprağa bakmaktadır” (İbn-i Sina, 2007: 28).

Cemal, babası ile birlikte onun berber dükkanında çalışmakta ve bu sahnede babası Cemal’e o gün evde yapılması gerekenler ve iş ile ilgili bir şeyler anlatmaktadır. Bu sahnede Cemal’in, günlük hayatın gerekliliklerinden ve çalışmaktan bahsedilirken bunları neredeyse hiç duymaması, gündelik hayata karşı tüm ilgisini kaybettiğini gösterir. Freud’un ünlü Yas ve Melankoli makalesinde “Melankolinin ayırt edici ruhsal nitelikleri, derinlere kök salmış ıstıraplı bir keder, dış dünyaya yönelik ilginin kesintiye uğraması, sevme kapasitesindeki bir azalma, etkinliğin neredeyse bütüncül bir biçimde ketlenmesi […]”[4] olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla filmin ilk dakikalarından itibaren Cemal’in içinde taşıdığı keder onu sabit, eylemsiz ve hayata karşı tepkisiz bırakmıştır. Ayrıca Cemal’in tüm ekranı kapladığı bu planda, bir sineğin sesi babasının sesinden daha yüksek duyulur, vızıltı neredeyse babasının konuşmasını bastırırken çevresinde gezinen, omzuna konan kalkan, önünden geçen sineğe de hiçbir ilgi göstermemektedir. Bir süre sonra, kamera geriye doğru hareket etmeye başladığında, uçuşan başka sinekler de görürüz. Cemal’in etrafını saran sineklere karşı kayıtsızlığı ve donukluğu, onun adeta yaşayan bir “ceset” olduğuna dair anlatımdır.
Karakterin daha ilk sahnede sahip olduğu bu sıfatlar; filmin öyküsünü, karakterin geçmişini, karakterin içsel sıkıntılarını veya hayallerini bilmediği hâlde izleyicinin zihninde bir Cemal karakteri yaratmaktadır. Böylece hemen ardından gelen sahnede Cemal’in çalışan fakat hareket etmeyen bir motora binmesi, motorun ileriye ya da geriye gidemiyor oluşu filmin tamamında karakterin nasıl konumlandığı göstermektedir. Bu sayede ilerleyemeyen, geriye de dönemeyen, bir amacı olup oraya ulaşmak için çaba sarf edemeyen ve olduğu yerde sabit kalakalmış bir ana karakter olarak Cemal’in, film boyunca nasıl anlaşılması gerektiğine dair, henüz jenerik dahi görünmeden, izleyiciye tüyo verebilmiş olmayı başarıyor Onur Ünlü.

İntihar Sahnesi
Bu sahnenin hemen ardından ise Cemal’in intihar sahnesi gelmektedir. Bu sahnede önce berber dükkanında Cemal’i görüyoruz; içeriye giriyor, usturalara tanımadığı bir cisim gibi bakarak inceledikten sonra seyircinin göremeyeceği bir çerçeve içerisinde bileklerini kesip hiçbir şey olmamış gibi dükkânın önündeki sandalyeye oturuyor. Sahnenin devamında Cemal’in annesinin ve kardeşlerinin yangın sırasında öldüğünü öğreniyoruz. Freud’un tanımına göre, “Yas, sistemli olarak, sevilen bir kişinin kaybına ya da bir kimsenin yerini alan bir soyutlamanın –birinin ülkesi, özgürlüğü, bir ideali vs.– kaybına verilen bir tepkidir.”[5] Fakat bu sahnenin en önemli işlevi Cemal’in içinde bulunduğu hâlin sadece yas ile açıklanamayacak oluşunu seyircinin fark etmesi olacaktır:
“Melankolik kişi, yasta olmayan bir şey daha sergiler -özsaygıda olağanüstü bir azalma, egonun büyük ölçekte değersizleşmesi. Yasta dünya boş ve çorak bir görünüm sergilerken melankolide ‘ben’ boş ve çoraktır.”[6]
Cemal’in intiharı ile onun için sadece gündelik hayat dertlerinin, çalıştığı işin, babasının söylediklerinin değil; aynı zamanda Cemal’in iç dünyasının, kendi şahsi hayatının da onun için kıymetsiz ve anlamsız olduğunu görürüz. Öyle ki Cemal kendi yaşamından bir anda tek bir hamle ile vazgeçebilmiştir ve bunun dehşetine kapılması veya kestiği bileklerin acısını hissetmesi bile söz konusu olmamıştır. Kendi bileklerinin acısını bile duymamaya başlayan Cemal’in, hayatından vazgeçme hamlesi de artık onun için bir şey ifade etmemeye başlamıştır. Oturduğu sandalyede bileklerinden yere kan damlarken içeri para bozdurmak isteyen bir esnaf gelir. Günlük somut dünyanın en iyi imgesi olabilecek şekilde buraya yerleştirilmiş para bozdurma niyeti, Cemal’i daldığı boşluktan çıkarır ve yine aynı anlamsızlıkla para bozmaya çalışırken üstü başı kan içinde kalır. Bu noktada Cemal karakteri için ne hayatının ne yaşamının ne de ölümünün hem birbirlerine kıyasla hem de safi kendi tanımlamaları içinde bir şey ifade etmediği görülür. Artık onun içindeki boşluk ve hatta siyah-beyazlık, sadece annesini ve kardeşlerini kaybetmesi ile açıklanamaz.
Cemal bu kayıplarla “yas” tanımına beklediğimizden çok daha fazla özdeşleşmiştir. Bu nedenle artık kaybettiği aile üyeleri yüzünden ona dünya anlamsız görünmeye başlamaz, aynı zamanda kendisini anlamsız ve boş görmeye başlar. Bu sayede intiharı karşısında bu tepkisiz mizacını sürdürebilmektedir. Aynı zamanda onları kurtarmak için elinden bir şey gelmemesi, yanan eve girip annesi ve kardeşini oradan çıkaramamış olması ile kendisini değersiz görmeye başlamıştır.
“Hasta kendi egosunu değersiz, herhangi bir şeyi başarabilir olmayan ve ahlaki olarak da hakir bir şey olarak tasarımlar; kendisini suçlar, acımasızca kendisini eleştirir ve dışlanmak, cezalandırılmak gibi beklentilere girer. Kendisini herkesin önünde küçük düşürür […]”[7]
Bu nedenle Cemal’in intiharı, başarıya ulaşmamış oluşuyla yani Cemal’in kurtarılıp gözünü bir hastane odasında doktorun karşısında açmasıyla bu değersizlik hissini ve aşağılanma beklentisini de içinde barındırmış olur.
Hemen ardından gelen sahnede ise melankoli tanımlamasında en çok kullanılan, melankoliye kapılmış insanın herhangi bir günlük eylemi gerçekleştirme isteğinin içinden gelmediği vurgulanır. Cemal tüfeğini almış arkadaşıyla kuş avlamaya gitmiştir, arkadaşı ateş ettikçe Cemal sabit kalmaya devam eder. Neden ateş etmediğini soran arkadaşına ise “Gelmiyor içimden.” der. Artık Cemal, aynı Antik Yunan zamanında inanıldığı gibi, kendisine eylem yapma gücü verebilecek, onu harekete geçirecek, faaliyet göstermesine yardım edecek içsel dürtülerinden, o zamanların deyimiyle daimonları tarafından terk edilmiştir. Arkadaşının sohbetine de katılmayan, sadece sessizlik içerisinde dinleyen Cemal, yine daimonların verdiği bir güç olarak tanımlanan insanlarla iletişime geçme, sosyalleşebilme becerilerinden uzaktır. Daha sonra kahve de arkadaşlarının okey oynamasını izlerken oyunla ilgili soru soran arkadaşına bu ana dair atıfta bulunacaktır. Cemal okey masasındaki arkadaşına, vurduğu kuşa ne olduğunu sorar. Önce gülerek espri yaparlar bu soru üzerine. Sonra Cemal, “O kuş, hani vardı ya yok ya hani artık. Annemler de yok, kardeşlerim. Vardılar da hep yoklar ya şimdi… Biz buradayız sen varsın onlar da var duruyoruz ya böyle, hiç olmasaydık ya biz ne olacaktı o zaman?” der. Kahvede bu sorularıyla dalga konusu olan, “aşık mı oldun oğlum sen” gibi tepkilerle karşılaşan Cemal tekrar içine kapanacak ve boşluğa bakmaya başlayacaktır.
Bu nedenle melankolik bir karakter olduğuna kanaat getirilen Cemal’in bileklerini kesme sahnesi, aslında vücudun dört sıvı teorisine göre, Hipokratik geleneğin melankoli tedavisinin benzeri olarak okunabilir. Buna göre kara safra yoğunlaşan ve kararan kandan oluşurdu ve düzenli aralıklarla bu kanın vücuttan uzaklaştırılması bedeni tekrar dengeli ve sağlıklı kılardı. Filmin bahsettiğimiz intihar sahnesinde Cemal’in kendi kendini tedavi etme hamlesi ona kodlanmış olabilir. Zira, “İçedönük mizaçları, kaygı dolu bakışlarıyla birer yaşama acemisi haline gelen melankolikler ‘intihar’ı, varoluşa alternatif olmaktan ziyade doğrudan reddi olarak seçeceklerdir” (Akın, 2014: 480). Ancak Cemal başarılı olacağını düşündüğü bir intihar girişimine kalkışmamıştır. Doktor, onunla konuşarak bunları birlikte aşacaklarını söyler. Filmin devamında Cemal hem doktora hem de ilkokul öğretmenine “konuşa konuşa aşabilmek” için sıkça gitmeye başlar. İlaçlarını almayı reddetmez. Tekrar intihara teşebbüs etmez:
“Bu durumda, intihar bir örtülü savaş edimi değil, hüzünle ve hüznün ötesinde, hiçliğin, ölümün vaatleri gibi hiçbir zaman dokunulmayan, hep başka yerdeki o imkânsız aşkla bir bir özdeşleşme edimidir” (Kristeva, 2009: 21).
Böylece bu intihar denemesi sembolik olarak Cemal için başlayacak değişimin ilk adımı olmuştur. Sonraki sahnede kaybı telafi etmek için annesinden kalan kolyeyi aramaya başlayan Cemal, bu boşluğu kısa bir süre sonra aşk ile doldurmaya çalışacaktır. Böylece melankolinin getirdiği anlamsızlık ve boşluğun Cemal’i ittiği intihar girişimi, Cemal için aslında yüzyıllar öncesinden tedavi için tanımlanmış bir faaliyet işlevi görmüş olur. Bundan sonra sürekli olarak annesinden kaldığını bildiği bir kolyeyi aramaya başlar Cemal, bu kayıp kolye aslında annesinin yokluğunu değil; Cemal’in içindeki bir boşluğun doldurulma arayışını sembolize eder. “Bu açıdan bakıldığında melankoli sevgi nesnesinin kaybına verilen regresif tepkiden çok, elde edilemeyen bir nesneyi kayıpmış gibi göstermeye yarayan hayali kapasitedir” (Agamben, 2007: 259). Zira aranan ve bulunamayan bu kayıp kolye, Cemal’e yeni eşi tarafından getirilecektir. Bu sahnede, Cemal ile birlikte günlerce kolyeyi arayan babası, kolyeyi Cemal’e vermez. Onun yerine Cemal’in kaybı sonucu hayatında oluşan boşluğu dolduracak olan Yasemin, kolyeyi tamir ettirip Cemal’e teslim eder.
Uçma Sahnesi
Cemal, ilerleyen günlerde bir görüşme yapmak için fabrikaya gider. Yasemin bir kova süt taşırken çarpışırlar; Cemal, Yasemin’in üzerine süt dökülünce ondan özür diler. Yasemin tuvaletin olduğu binaya girer, üzerini temizleyip klozete oturur. Cemal duvarların arkasını görme yetisi ile Yasemin’i tuvaletini yaparken izlemeye devam eder.

Bir başka tedavi yöntemi olan hastayı tuvalete çıkarmak, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Hipokratik bir melankoli tedavi yöntemidir. Bu sahne ile izleyiciye tanıtılan Yasemin için melankoliden uzaklaşma durumunun ilk adımı burada atılır. Cemal, iş çıkışında Yasemin’i evine kadar takip edip onu parkta gazoz içmeye davet eder. Gazoz içerlerken Cemal, geçenlerde kendini öldürmeye çalıştığını ve bu nedenle ona bir sürü hap verildiğini söyleyerek cebinden hap kutularını çıkarıp Yasemin’e ikram eder. Yasemin sorgulamadan kabul ederken Cemal, nasıl içilmesi gerektiğini hiç bilmediğini söylediği hapları avuç avuç yutmaya başlar. Yasemin, gazozunun pipetini çıkararak hızla ona eşlik eder. Yutulan onlarca haptan sonra çok geçmeden Yasemin “Bana bir şeyler oluyor” derken Cemal ise “Gülmem var benim.” der. Böylece kahkaha krizine girerler.
Freud, mâni hâli ile melankolinin iç içe görülebildiği durumların varlığını şu şekilde belirtmiştir; “Melankolinin en kayda değer niteliği ve açıklanmaya en muhtaç olanı, melankolinin maniye –semptomları bakımından melankolinin tam zıddı olan bir durum– dönüşme eğilimidir.”[8] Böylece, melankolik karakterleri bilinen iki karakter tam zıddının tepkisine yine birlikte geçmiştir. İncelenen bu sahnede Cemal’in ikram ettiği antidepresan hapların, kara safra ile şarabın etkileşimine benzer bir özellik gösterdiği apaçık ortadadır. Kara safranın yoğun olduğu melankolik bedenlerde, şarabın fazla ve sürekli tüketiminin bu sıvı oranını kendi yapısı ile etkileyip kanın özelliklerini bozduğunu ve kara safra oluşumuna sebep olduğunu daha önce belirtmiştik. Şarabın, melankolik insanları (melankolinin soğuk ve kuru yapısını etkileyecek sıcak, köpüren yapılı ve doygun şarabın) kademe kademe değiştirdiğinden şöyle bahsedilmektedir:
“[…] Şarabın içenleri nasıl derece derece değiştirdiğine bakan kişi, onları türlü türlü etkilediğini görebilir: ayıkken soğuk ve suskun olan adamlar, şaraba düşüp ölçüyü azıcık kaçırınca konuşkanlaşır, daha içtikçe nutuklar çekip aslan kesilirler, orada da durmazlarsa gözü kara davranırlar, daha daha içilince şarap önce insanı bir küstahlaştırır, sonra deliye çevirir” (Aristoteles, 2007: 110).
Dolayısıyla adım adım suskunluklarından ve sakinliklerinden kurtulan ikili, kahkaha krizinin ardından uçmaya başlarlar. Bu sahne, büyüleyici bir sembolik anlatımdır. Karakterler yerden yükselerek şehrin üzerinde süzülürken tıpkı bir Marc Chagall tablosuna benzerler. El ele şehrin üstünde gezinmeye başladıkları anda Cemal, Yasemin’e onu sevip sevemeyeceğini sorar. Böylece iki melankolik karakterin aradıkları kayıp nesne, birbirlerine dönüşmüş olur.


Yasemin haplardan fenalaştığını söylerken ikili istifra etmeye başlayarak çimenlerin üzerine yığılır. Ağızlarından fışkıran kusmukların arasında Cemal Yasemin’e evlenme teklifi eder. Kusma, melankolinin en bilinen belirtilerinden biri olan mide boşluğunda sancı, ağrı, mide yanmasının bir sonucudur. Yüzyıllardır yapılan kusma tedavisinde, hasta istifra ederek rahatsızlık veren atık gıdaları vücudundan uzaklaştırır. Öyle ki melankolik insanların kusmuklarının daha kötü koktuğu, renginin koyu olduğu hatta neredeyse bazılarının siyah kustuğu söylenirdi. Bu önleyemedikleri uzun kusma sahnesi sonunda, filmin iki ana karakteri, Antik Yunan’ın Hipokratik geleneğinden başlayarak senelerce devam eden belli başlı melankoli tedavi metodları sıra ile uygulanmış olur. Ne yazık ki filmin sonuna yaklaştıkça karakterlerin arasındaki ilişki değişir:
“Tüm bu çarelerin, şifaların bir çözüm olmadığını bir şekilde biliyor insan. Kimilerinin önerdiği evlilik müesseside asla bir çözüme dönüşmüyor tabii. Ne kadar yazılırsa yazılsın ne kadar çizilirse çizilsin mucizevi bir ilacın ya da sihirli değnekli bir dönüşümün olmadığını herkes sessizce kabulleniyor” (Göle, 2007: 168).
Yine de birbiriyle uçabilmiş karakterlerin, görülebilecek en iyi aşk metaforlarından biri olduğu su götürmez bir gerçektir. Karakterlerin ayaklarının yerden kesilmesi aslında tedavinin tamamlanmaya başladığınına bir işarettir. Ancak melankoliden kurtuluş hâli çok kısa sürecek; Cemal önce Yasemin’e olan inancını daha sonra da karısını kaybedecektir.
Yasemin’in Gidişi
Yasemin’in başkasından hamile olduğunu öğrenen Cemal, Yasemin’i kabul etmez. Yasemin evi terk eder ancak Cemal pişman olmuştur. Karısını geri istemektedir. Yasemin’in uçağına yetişmeye çalışır. Bunun için ellerini birleştirdiğinde zamanı durdurabilen kitapçı kıza gider, ani bir hareketle kollarını keserek alır. Artık zamanı durdurma yeteneğini taşımaktadır. Ancak bunun karşılığında kitapçı kız ölmüştür. Bu hareketle Cemal, kendi hak etmediği ve sahip olmadığı bir yeteneğin sahibi olmak uğruna kitapçı kızı kurban vermiş olur. Hâlbuki trajik karakterlerden aşina olduğumuz hâliyle yeryüzüne ve zamana tutsak edilmiş insan, kendi eyleminin sonuçlarını ve bu sonuçların boyutlarını asla kestiremez.

Zamanı durdurabilen elleri kesip almış Cemal, uçağın yakınına gider. “Sana geldim Yasemin” diyerek zamanı durdurur. Havada asılı kalmış uçağın altında dört elli Cemal görülür. Cebinden haplarının bulunduğu kutuyu çıkarır, uçarak Yasemin’in yanına gitmek ister. Ancak kutudaki hapları içmesine rağmen Yasemin olmadan uçamaz. Bu noktada Yasemin’i kaybetmesiyle melankolik karakterine geri döndüğünü anlarız. Hapları içtikten sonra istifra da edemez. Yerden yükselemediğini fark eden Cemal, zamanı durduran elleri birbirine kenetler. Ama zaman akışı artık devam etmez. Bunu fark eden Cemal, herkesin sabitlendiği zamansız dünyada, sevdiği kadının uçağının asılı kaldığı gökyüzünün altında yapayalnız kalmıştır.
Sonuç
Yasemin’in gidiş sahnesinden sonra Cemal hem işlediği cinayet nedeniyle hem de toplumdan ve tanrılar dünyasından uzaklaştırılmış olmasıyla Yunan mitolojisinin melankolik karakteri Bellerophontes ile özdeşleşir. Mitolojide bilinen ilk melankolik karakterin tasviri ile Cemal’in hikâyesi, döngüsü ve vardığı nokta aynıdır. Dolayısıyla film, aynı koşullar içerisinde Bellerophontes gibi özellikler bahşedilmiş bir karakteri modern dünya içerisinde var eder. Ona aynı suçu işletir. İyi ve kötü kavramlarının tanımını asla yapmayan ve çerçevesini belirlemeyen film, yalnızca bu sahneden sonra yargı bildirir. Aynı zamanda bu özel güçlerin, hayatlarına asla gerçek anlamda derin ve büyük bir etki etmemesiyle akışını sürdüren filmde, Cemal’in başkasından zorla aldığı güç ile etken olma arzusunu görürüz. Sonrasında ise Cemal için bu güçlerin anlamı veya kullanabileceği bir dünya kalmamıştır. Özel güçlerin bir anlamı kalmadığında Tanrılar tarafından cezalandırıldığı ve terk edildiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda dünyanın zaman akışının kesilmesiyle aynı Bellerophontes gibi sosyal hayattan sürgün edilmiştir. Onur Ünlü, günümüzde geçen bu yeni melankoli anlatımında; kullandığı imgelerin, seçtiği karakterlerin ve onlara atfettiği güçlerin net bir perspektif ile sunulmasını sağlamıştır. Yönetmen, filmdeki melankoliyi izleyiciye oldukça başarılı bir biçimde aktarmıştır.
Dipnotlar
[1] Bilgi Üniversitesi, Felsefe ve Toplumsal Düşünce Yüksek Lisans Öğrencisi, uzeraysu@gmail.com
[2] Bu konuyla ilgili ileri okuma için önceki sayımıza göz atabilirsiniz: https://gorgondergisi.com/tarihte-melankolik-bir-kisilik-bellerophontes/
[3] İngilizce de hem bedensel sıvı anlamına gelen bir kelime hem de insanın mizacı, karakteri anlamına gelen bir kelimedir. (y.n)
[4] https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
[5] https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
[6] https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
[7] https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
[8] https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
Kaynakça
Agamben, G. (2007). “Kayıp Nesne”, çev. Şeyda Öztürk, Cogito, Sayı 51, İstanbul: YKY.
Akın, H. (2014). Antikçağ’dan Yeniçağ’a Delilik, Melankoli ve Cinlenme Avrupa’da Aykırı Olma Halleri Üzerine Tarihsel Bir İnceleme, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Aliyev, J. (2019). “Melankolinin Düşsel Zerafeti: Virginia Woolf’un Katı Nesneler Başlıklı Kısa Öyküsünün Bir Okuması”, RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (6), 290-301. DOI: 10.29000/rumelide.648879
Aristoteles, (2007). Problemata, çev. Ömer Aygün, Cogito, Sayı 51, İstanbul: YKY.
Erhat, A. (1994). Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi
Homeros, (1993). İlyada, çev. Azra Erhat ve A. Kadir, İstanbul: Can Yayınları.
Galenos, (2007). “Kara Safra Hakkında”, çev. Begüm Kovulmaz, Cogito, Sayı 51, İstanbul: YKY.
Göle, M. (2007). Aşk Melankolisi Diye, Cogito, Sayı 51, İstanbul: YKY.
İbn-i Sina. (2007). “Melankolinin Teşhisi ve Tedavisi”, çev. Sait Aykut, Cogito, Sayı 51, İstanbul: YKY.
Kristeva, J. (2009). Kara Güneş: Depresyon ve Melankoli, çev. Nesrin Demiryontan, İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Leunissen, M. (2015). “The Etnography of Problemata 14 in (Its Mostly Aristotelian) Context”, The Aristotelian Problemata Physica Philosophical and Scientific Investigations, (Ed.) Robert Mayhew, Leiden: Brill.
Onaran, B. (2012). “Kara Safra Ve Melankoli”, İstanbul: Metro Gastro.
Seven, R. (2018). “Antikçağ Mitolojisinde Melankoli”, Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Sayı: 11, 33-53.
https://ayrintidergi.com.tr/yas-ve-melankoli/ (Erişim Tarihi: 02.08.20)
Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi Sen Aydınlatırsın Geceyi