Yazar: Laura Rehwalt
Çevirmen: İpek Türel
Psikolojinin Antik Kökenleri
Bir düşünce alanı olarak psikiyatri ne kadar eskiye dayanır ve psikoterapi ne kadar süredir uygulanmaktadır? Bu iki kelime oldukça yeni olsa dahi, büyük ihtimalle Romalılar ve Yunanların bu iki alana dair fikirleri vardı. Platon ve Galen’in konu hakkında az çok bir şeyler söylediklerini göz önüne alacak olursak, doktorların binlerce yıldır beden ve ruhun birbiriyle ilişkili olduğunu bildiği gerçeği bizi şaşırtmamalı. Antik Yunanlar için “Ruhu İyileştirme” -psikoterapi ve psikiyatri uygulaması– amacına uygun olmanın ötesinde, tıp mesleği içerisinde ufuk açıcı nitelikte çalışmalara konu olmuş ve günümüzde de olmaya devam etmektedir. Biz çoğunlukla zihnin işleyişiyle ilişkili her şeyi modern psikolojinin bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Ancak Yunan bilge Thales’in yaklaşık MÖ 600 yılında Latince ifade ettiği “Mens sana in corpore sano.” yani “Sağlıklı bedende sağlıklı zihin.” sözünden de anlaşılabileceği gibi, eski Yunanlar ve Romalılar; psikoloji, tıp ve felsefeyi daha bütünleşik bir yapıda görmüşlerdir. Ruh ve bedenin birlikteliği, içsel ve dışsal yaşam deneyimimizin iki parçasını da birbirine bağlayan bir prensiptir. Ruhu iyileştirmeyle ilgili bakılacak yerlerden bir tanesi de tahminen Asklepion geleneğidir. Şifa merkezlerinde sadece bedenin değil ruhun da dikkate alındığı bu gelenekte, özellikle Epidauros’ta olduğu gibi, hastalar özel bir odada uyuduktan sonra gördükleri rüyaları rahip-doktorlara anlatırlardı.[1]

Ruh sağlığı terapisi ve psikolojik teşhislerin benzer biçimlerinin izi, antik döneme kadar sürülebilir. Yunanlar ve Romalılar zihin hastalıklarının, fiziksel sağlığı da etkileyen tıbbi durumlar olduğunu fark eden ilk insanların arasındaydı. Kimi zaman, kuşkusuz ki, bu durumları tedavi etmek adına bazı garip yöntemlere başvurmuşlardı. Örnek olarak, birçok kişi histerinin (Yunancada “rahim” ya da “hyster”) sadece kadınları etkileyen bir hastalık olduğu ya da depresyonun banyo yaparak tedavi edilebilir olduğu -bu çok yabancı gelmese de- ya da psikozun kişiden “black bile”[2]in kan alınması sayesinde azaltılmasıyla tedavi edilebilir olduğu düşünülürdü. Bununla birlikte, bazı eski uygarlıklarda olumlu sözlerin ve umudun ruhu iyileştirme konusunda önemli bir yeri olduğu anlayışı yer almaktaydı– hatta İncil 17:22’de şöyle geçer: “Neşeli kalp bir ilaç gibi iyi gelir, ancak kırılmış bir ruh kemikleri bile çürütür.” 15:1’de ise, “Tatlı bir söz gazabı söndürür ama tahrik edici bir söz öfkeyi körükler.” Öte yandan, batıl inanç ve cahillik hakim oldukça, tıbbi tedaviler, yanlış teşhisler ve yanlış ya da zarar verici uygulamalarla sınırlı kaldı.
Ancak Antik Yunanlar kısmen, psikolojinin bilimsel bir alan olarak önünü açarak depresyon veya iştah kaybı gibi psikosomatik durumların anlaşılmasını sağladılar. Aslına bakılırsa, Aristoteles[3] psikolojinin temellerini atan kişi olarak kabul edilebilir. Zira, Yunan filozoflar, insan kişiliği ve karakterinin ifade buluş şeklinin; tümdengelimli, akılcı bir sürecin mi yoksa bozuk ve mantıksız bir sürecin mi bir parçası olduğu üzerine çalışmışlardır. Aristoteles’in psikolojiyi, zihin felsefesi ile birleştirmesi ve böylelikle onun deneysel yaklaşımı, modern psikoloji yaklaşımın habercisi olması şaşırtıcı değildir.

Freud’un antik dönemlerden umduğu da, Antik Yunanların en ilgi çekici çözümsel yaklaşımlarından ve terapilerinden biri, bireysel kaygıyı anlamak için yaptıkları rüya yorumlarıydı. Yunan düşünür Artemidor (MS 2. yy.), seyahat ederek insanların rüyalarından akıllarında kalanları ve bu rüyaların sonuçları olarak adlandırılabilecek şeylerin herhangi bir mantık çerçevesinde rüyalar ile uyumlu olup olmadığına baktıktan sonra, ilk Yunan rüya tabiri kitabı olan Oneirocritica’yı yazmıştır. Rüyaları iki ana türe ayırmıştır:
“Bazı rüyalar, teoriktir (dolaysız), diğerleri ise alegorik (mecazlı). Teorik rüyalar kendi rüya tasvirlerinin birebir karşılığıdır. Örneğin, denizde olan bir adam gemi kazasına uğradığını görür ve olay aynı uykusunda olduğu şekliyle gerçekleşir. Uykudan uyandığında, gemi batmış ve kaybolmuş, adam diğerleriyle birlikte, boğulmaktan son anda kurtulmuştur. Öte yandan, alegorik rüyalar, bir şeyin olduğundan farklı bir manaya geldiği rüyalardır; bunların aracılığıyla, ruh fiziksel yollarla belli belirsiz bir şeyi aktarmaktadır.“[4]

Artemidor, aynı zamanda, rüyaları gören kişinin hem doğrudan kişisel anlık şartlarını hem de genel durumlarını bütüncül bir yaklaşım ile anlamaya çalışmıştır. Bunu yaparken en olmayacak ögenin rüyayı ve rüyanın nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde etkisinin çok güçlü olabileceği kanısındaydı. Bu modern tanı sistemini de andırmaktadır ve aynı zamanda bir deneyde değişkenleri ayırmanın bilimsel yönteminin bir parçasıdır.
“Rüyayı yorumlayanın, rüyanın sahibinin kişiliğini, mesleğini, doğumunu, maddi durumunu, sağlık durumunu ve yaşını biliyor olması hem rüyayı gören hem de rüyayı yorumlayan kişi için yararlıdır -aslında yararlı olmanın ötesinde gereklidir-. Üstelik, rüyanın doğası doğru bir şekilde incelenmelidir. Çünkü yorumlaması bir ekleme ya da çıkarma ile değişiklik gösterebilir. Bu yüzden, buna bağlı kalmayan kişi, eğer bir şeyler yanlış giderse bizi değil, kendini suçlamalıdır.”[5]
Artemidor zaman zaman dolaysız ya da teorik rüyalara ilişkin bir nedensel ilişki ortaya çıkarabilmiş olsa da mecazlı rüyaları yorumlamak için bir yol geliştirememiştir. Şimdi biliyoruz ki, bu iki bin yıl sonra dahi hâlâ anlaşılması güç olan ve oldukça karmaşık bir durumdur, ancak Artemidor’un oluşturmayı denediği mantıksal yaklaşımı övgüyü hak ediyor. Her rüyanın kişiye özgü olduğu ve uyanık geçirilen zamanın rüyaları etkilediğine ilişkin düşünceleri çığır açıcıydı. Kendisi aynı zamanda, çalışmalarını olabildiğince bilime dayandırmak için, yazdığı 95 tane rüya tabirini doğrulamaya çalışmıştır, bu da onun “sistematik” bakış açısı sayesinde oldukça çağdaş görünmesini sağlamıştır.[6]
Diğer uygarlıklar da psikolojinin gelişimine öncülük edecek katkılarda bulunmuşlardır, ancak bunların büyük bir çoğunluğu yazılı iletişimin eksikliğinden dolayı yok olmuştur. Aristoteles’in öğretmeni Platon, insan zihninin içyüzüne ilişkin bir kavrayış geliştirmiştir. Psişenin zihni ve ruhu tanımladığı belirten “İdealar Kuramı”nı geliştirmiştir. İdealar Kuramı ile Platon, insan düşüncesinin ve dürtülerinin nasıl geliştiğini öğrenmeye çalışırken, insan davranışıyla ilgili de bir çerçeve oluşturmuştur.

Platon, Devlet’in 4. bölümünde, üç parçalı ruh (psişe) kavramının birbiriyle bağlantılı üç parçasını kuramsallaştırmıştır. İlki logistikon, akıllı parçadır ya da mantık ve muhakemenin merkezi olan bölümdür. İkincisi, epithumetikon, ruhun arzulara odaklanan iştahlı kısmıdır. Üçüncüsü, thumoiedes ruhun ya da zihnin, duyguları belirleyen duygusal parçasıdır. Thumoiedes ayrıca logistikon’u, epithumetikon’un arzularını ve isteklerini kontrol etmesi için uyarır ve zorlar, bu işlevsel olarak, daha sonraları irade olarak adlandırılan şeye benzemektedir. Platon’a göre, sağlıklı bir zihin, üç parça arasında bir denge sağlayabilir. Örneğin, Platon’a göre ruhun yemek ve su gibi temel isteklerinin peşinde koşan iştahlı parçası, her şeye rağmen logistikon, yani mantık ve thumoiedes, yani duygular tarafından kontrol edilmelidir.[7] Günümüzde dahi, Platon’un düşüncesinin bir sonucu olarak, Yunanların duyguların hissedildiği yer olduğunu düşündüğü, göğüs bölgesinde yer alan organımızı –artık bağışıklık sistemine bağlı olduğunu bildiğimiz– timus bezi (Thymus) olarak adlandırıyoruz.
Nispeten, Platon’un teorisi şu anda birçok terapist tarafından kullanılmakta olan Bütüncül Sağlık modelini anımsatmaktadır. Prensipte, insanın bir bütün olarak tedavi edilmesi anlayışı Platon’un mantığıyla çok benzerdir; tek bir semptomu tedavi etmek bireyin ruhsal rahatsızlığını iyileştirmeyecektir.
Platon’u başka bir yerden alıntılayacak olursak, Phaedrus da ruhumuzun aklın atı ve arzunun atı olmak üzere iki at tarafından yönlendirilen bir at arabasına benzediğini öne sürmüştür; arzunun atı bizi isteklerimize doğru yönlendirirken, aklın atı bu istekleri inceler ve değerlendirir, doğru olduğuna inandığı şeye göre arzunun bilenmesini sağlar.[8]
Platon’un insanı içsel olarak neyin “güdülediğini” anlamak için insan davranışını incelemeye odaklanması; diğerlerinin yanında, kaygı ya da duygudurum bozukluklarındaki işlevsiz duygular ve uyumsuz davranışların, düşünceler tarafından etkileniş şeklini değiştirmeyi amaçlayan ve hedef odaklı bir ruh sağlığı modeli olan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) ile benzerlik gösterir. Platon’un içsel değişim ile öz denetim sağlanabileceği teorisine paralel olarak, BDT ve anoreksiya, blumiya gibi yeme bozukluklarının tedavisinde güçlü bir bağın olması bunun kanıtıdır.[9]
Yunan doktorlar, tıpkı bugün araştırmacıların yaptığı gibi, tıbbi sorunlara tedavi bulmaya ve çözüm üretmeye çalışıyorlardı. Fakat kimya ve beyin fizyolojisine dair bildiklerimiz şimdi çok daha ileri düzeyde ve detaylı olduğu için, bütüncül bir yaklaşım olarak ruh sağlığı şimdikinden önemli ölçüde farklıydı. Her ne kadar psikolojik meseleler ile sınırlı olmasa da “terapi” olarak kullandığımız kelime bile, Antik Yunan’da “tıbbi ya da cerrahi bir tedavi ya da şifa” anlamına gelen Yunanca kökenli therapeia’dan gelmektedir.[10] Galen (MS yaklaşık 129-210) bir başka Yunan hekimdi, hatta, Marcus Aurelius, Commodus ve Septimius Severus gibi imparatorların saray hekimiydi. 600’ün üzerinde tıbbi eserin arasında, Galen daha çok psikolojik hastalıklar üzerine yazmıştır (rüya teşhisleri ile birlikte) ve kendisini aynı zamanda bir filozof olarak görmüştür -şöyle yazmıştır “İyi bir hekim aynı zamanda bir düşünürdür”– bunun nedeni, saray hekimliği tecrübesinden kaynaklı, fiziksel hastalıklarla çalıştığı kadar ruhsal hastalıklarla da çalışmış ve bu hastalıkların psikosomatik birtakım bağlantıları olduğuna dair inanca sahip olmasıdır. Bir defasında aşırı stres altında, kendini yerden yere vuran ve Titan Atlas hastalanırsa, gökyüzünü yukarıda tutamayacağını (ve içindeki dünyayı) hayal edip endişelenen bir hastasından bahsetmiştir. Galen bunun bir distimi vakası olduğunu söylemiş, –uyumsuz istek ve iradenin, işlevsiz bir ifadesi olan şiddetli bir depresyon vakası– özellikle kendisine ait “Ruhun Anatomisi”nde de Platon’un izini takip ettiğinde olduğu gibi psikolojik ve duygusal stresin bedensel hastalıklara neden olacağına inanmıştır.[11]
Yaşamın dışarıdan görünümü her ne kadar antik dönemlerden farklıymış gibi görünse de, temel vücut ve insan psikolojisi anlayışı değişmemiştir. Yakın tarihe kadar, insanlar daha yavaş ve temkinli hareket etmişlerdir. İletişim; bilginin yayılmasında bugün karşılaşılmayan sınırlılıklar olduğundan, ya direkt ağızdan çıkan sözlerle ya da kağıt veya parşömenlerde yazılı şekilde gerçekleşiyordu. Modern dünyamız “daha meşgul” ya da daha fazla etkinlikle dolu olmayabilir ya da hayatın mevcut fiziksel metabolizması illa bu kadar hızlandırılmış olmayabilir – bir gün alt tarafı 24 saat uzunluğunda – ancak bilginin katlanarak artan yüksek bir hızla yayılması sonucu arzdan daha fazla bilgi birikimi var. Teknolojinin çok fazla ilerlemesiyle, atalarımızın bizden birkaç nesil önce yaptıklarını dikkatlice okumaya ve üzerine çalışmaya aynı vakti ayıramayacak kadar fazla materyal nedeniyle; insan iletişiminde bir şeyleri kaybetmiş olabiliriz. Muhtemelen şöyle söylenebilir ki, dünyamızın ve hayatın biçimi değişti. Yine de, büyük olasılıkla, insanlar ve bireysel psişenin de değişmesi gerekmedi.
Ciddi hastalıklar sırasında, haftalarca maruz kalınan aile travması, yoğun yas ve duygusal strese neden olur. Ancak Antik Yunan’da, bireylerin ve ailelerin bir yaşamsal kriz esnasında benzer duyguları deneyimlemiş olduklarını varsayabiliriz. Şimdiki modern tıbbi bilgimiz dahi, korku ve yası kolayca hafifletemiyor. Bugünün dünyasında stres tamamen aynı sebeplerle ortaya çıkmıyor olabilir; yine de, stresli bir durum sırasında bedenin içinden geçtiği süreç aynı. Böbreküstü bezi devreye giriyor, kortizol salınıyor ve “kaç ya da savaş” moduna giriyoruz. Antik dönemde stres tepkisinin belki farklı nedenleri vardı ancak bireyler stresi deneyimliyor ve bedenleri strese karşı aynı fiziksel sürecin içinden geçiyordu. Savaşlar ve muharebeler farklı şekilde yapılıyordu ama bedensel streslerimiz değişmiş olsa dahi, bireylerin strese tepki veriş şekilleri neredeyse şüphesiz bugün olduğu gibiydi: artık bir aslan ya da büyük bir kurtla karşılaşmıyor olabiliriz ama anlık bir tehdit ya da tehlikeye karşı oluşan fizikokimyasal ve duygusal tepkilerimiz, aynı kimyasal tetikleyicileri ve endorfin nörotransmiterleri gibi diğer aynı fizyolojik değişimleri içermekteydi.
Peki, bin yıl önce yaşamış Yunanlardan çok farkımız var mı? Tekrar, dünyanın o zamanki hali ile şimdiki hali karşılaştırıldığında, sosyal ve politik yapı, dil, iletişim türleri ve diğer dışsal uyaranlar açısından oldukça farklı gözükebilir, ama insanların içsel tepkileri neredeyse aynı şekilde kalmıştır. Algılayışımız değişmiş olsa da fiziksel beden ve insanın duygusal ve bilişsel yapısı (Yunanların psişe dediği şeye yakın) neredeyse bugünkü ile aynı gerginliklere sahipti. Zihinsel sağlık aleminin gerçekliğinde deneyimlediklerimiz söz konusu olduğunda, atalarımıza göre pek de farklı sayılmayız. Onların dillerinden yola çıkarak bir araya getirdiğimiz şekliyle iki kelimeyi bir araya getirmemiş olsalar bile, Artemidor, Galen ve Asklepion hekimleri gibi eski uygulayıcıların şimdi farkına vardığımız şekliyle bir tür “ruh iyileştirme” girişimleriyle birlikte, Yunanlar hem “ruh” için psyche, hem de “şifacı” için iatros kelimelerini kullanıyorlardı.
Yazının Orijinali
Editör: Gülcan Adar
Dipnotlar
[1] Antik ve modern dönem arasındaki bağlantı için bakınız: C. A. Meier. Healing Dream and Ritual: Ancient Incubation and Modern Psychotherapy. Daimon Verlag, Einsiedeln, Switzerland, 2012 ed. (a different Northwestern University Press earlier edition in 1967); Asklepion’u konu alan en kapsamlı ve örnek teşkil edecek çalışma olarak bakınız, Louise Cilliers editörlüğünde of Asklepios: Studies on Ancient Medicine, Acta Classica Supplementum 2, 2008, Bloemfontein, Classical Association of South Africa.
[2] Black bile: Antik tıpta, vücutta dengede bulunan dört vücut salgısından biri. Black bile’in fazla olmasının kişide melankoliye sebep olduğu düşünülüyordu. (çn)
[3] https://gorgondergisi.com/aristoteles/
[4] Artemidorus, Oneirocriticon I. 1.2. Robert J. White tr.
[5] ibid., I.1.9
[6] Robert L. Van De Castle. Our Dreaming Mind. Ballantine Books, 1995, s. 68.
[7] Plato, Republic Book 4.436 & ff.; also see Charles Siewart . “Plato’s Division of Reason and Appetite.” History of Philosophy 18.4 (2001) 329-52
[8] Plato, Phaedrus 246 a-b.
[9] R. Murphy, S. Straebler, Z. Cooper and C. G. Fairburn. “Cognitive behavioral therapy for eating disorders.” Psychiatric Clinics of North America (Elsevier) 33.3 (2010) 611-27.
[10] Henry G. Liddell and Robert Scott. A Greek-English Lexicon, Oxford, 1996 ed., 792-3.
[11] J. Hankinson. “Galen’s Anatomy of the Soul.” Phronesis 36. 2 (1991) 197-233.
Psikoloji Alanındaki Diğer Yazılarımız
https://gorgondergisi.com/travma-kusaklar-arasi/