Özalizm
E-dergimizin 14. Sayısı’nda yer alan tüm yazılarımıza ulaşmak için tıklayınız.
Yazar: Nazım Fırat Şemin [1]
Toplumdan Bireye Doğru: Özalizm ve Özalizm’in Türkiyede Yansımaları
Giriş
1980’li yıllar, Türkiye’de yaşanan olayların miktarını ve değişimini ele aldığımızda Cumhuriyet’in kuruluşundan beri geçen en hareketli 10 yıl olarak değerlendirilebilir. Bu 10 yıl, Gürbilek’in (2019: 13) belirttiği gibi “1980’ler, bir yandan çerçevesini baskının, yasağın, devlet şiddetinin çizdiği bir dönemdi. Bir yandan da bu toplumun daha az tanışık olduğu bir başka iktidar biçiminin, ilk bakışta kendini bir kurumsuzluk olarak sunan, yasaklayıcı değil oluşturucu, kışkırtıcı, içerici bir iktidarın olduğu yıllardı.” Turgut Özal’ı ve onun politikalarıyla değişen toplumu anlayabilmek için ilk önce ANAP (Anavatan Partisi) öncesi 12 Eylül rejimi ve bu dönemin halkta yarattığı huzursuzluk ortamının incelenmesi gerekmektedir. İkinci bölümde yeni sağ ve neo-liberalizm bağlamında Özalizm, son bölümde ise ANAP döneminde değişen toplum incelenecektir.
1. ANAP İktidarından Önce Türkiye’nin Durumu
Kenan Evren’in deyimiyle 12 Eylül Darbesi, 70’li yıllara hâkim olan sağ-sol mücadelesinin kamuoyunda infial yaratmasına çare olan tıbbi bir müdahaledir. Evren’e göre parlamenter sistem felce uğramıştı ve demokrasi sağlıklı bir şekilde işlememekteydi. Buna göre düzen karşıtı olanlar yok edilmeliydi (Gürbilek, 2019: 72-73). CHP’nin başı çektiği koalisyon döneminde çeşitli kesimler tarafından partiye verilen destekler birer birer kayboluyordu. CHP’ye karşı geleneksel bir şekilde sempati duyan ordu, Ecevit’i yumuşak başlılığından ve Marksist sola ılımlı davranması nedeniyle eleştiriliyor, ordu ile CHP’nin arası gittikçe açılıyordu. 1 Mayıs kutlamalarının İstanbul’da yasaklanmasına tepkili sendikalar, Ecevit’e verdikleri desteği çekmeye başladı. İş dünyası 1979 yılının mayıs ayında düzenledikleri geniş kapsamlı kampanya ile hükûmeti eleştiriyor ve istifa etmesi için baskı kuruyordu. Bunların sonucunda %29’a düşen CHP oylarına karşılık %46 oy alan AP (Adalet Partisi) 12 Kasım 1979’da Süleyman Demirel liderliğinde azınlık hükûmeti kurdu. Bülent Ecevit istifa etti (Sunay, 2009: 174-175). Sivil hükûmetin sıkıyönetim önlemlerini yetersiz bulan ve “tıbbi müdahale” için daha sıkı önlemler alınması gerektiğini savunan ordu ve Demirel, 7 Ocak 1980’de bir toplantı yaptı. Komutanlar İstiklal Mahkemelerine benzer önlemlerin alınmasını öneren yasa önerileriyle gelmişti (Sunay, 2009: 184).
12 Eylül rejimi ile ordu, bu önlemlerin büyük bir kısmını almayı başarmıştır. Bu dönem birçok kaynakta baskı ve yasaklama dönemi olarak anılmaktadır. 1970’lerin sonunda yapılan operasyonlar sonucunda darbe alan işçi sınıfının durağan hâlinden faydalanarak işçilere verilen geniş haklar ve artan ücretleri yok etme amacıyla 12 Eylül rejimi 1980’lerde pik yapan grevlerin önünü kesmek için yasaklamalara gitmiştir (Özçelik, 2011: 80-81). 1971-1980 döneminde yapılan grevlerin yaklaşık dörtte biri 1980 yılında gerçekleşmiş, bu durum beraberinde devletin yasaklamasıyla sonlanacak olan müdahaleler zincirini oluşturmuştur (Boratav, 2005: 37). Yasaklar sadece bu alana değil, neredeyse bütün kamusal alana yayılmıştı. 12 Eylül 1980’de 5 numaralı bildiri ile birlikte haberleşme ve seyahat hakları kısıtlanmış, 7 numaralı bildiri ile tüm siyasi faaliyetler durdurulmuş, Türk Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Kızılay hariç bütün derneklerin faaliyetleri dondurulmuştur. Bunların yanında bütün sendikalar kapatılmış, spor faaliyetleri ve bankaların işlevleri durdurulmuştur (Sunay, 2009: 230-231). Bunlarla beraber 12
Eylül Darbesi, 70’li yıllardaki çatışma ortamında tarafsız, kendi işinde gücünde olan geniş bir kesim tarafından ise “nihayet geldiler” ile özetlenebilecek kolektif bir memnuniyet ile karşılanmıştı (Arcayürek, 1986: 399). Bu durum, 70’li yıllardan beri planlanan sağ ve solun davalarını hedefinden saptıran kışkırtıcı unsurlar tarafından sağlanmış, neticesinde darbe rejimi bir kurtuluş olarak halka sunulmuş ve halk da beklenilen şekilde bu durumu kabul etmiştir (Sunay, 2009: 125-126).
Darbe rejiminin baskı kurduğu en önemli yerlerden biri de medyadır. Bu süreçte basına kısıtlamalar, cezalar, yaptırımlar ve sansür uygulamaları neticesinde bağımsız basın büyük bir yara almıştır. Eleştirilere tahammül edemeyen darbe rejimi, fikirlerini meşrulaştırmak için basını kullanmış, muhalif sesleri baskı altına almıştır (Dündar, 2016: 128). 24 Ocak 1980 kararları da basın üzerinde parasal açıdan bir baskı kurmuştur. Kâğıda yapılan dev zam, gazeteleri reklamcılığa yönlendirmiş, darbe sonrası gelen haber içerikleri Sıkıyönetim Komutanlığı’nın denetimine girmiştir. Bunların sonucu olarak haberlerin içeriği magazinsel bir nitelik kazanmıştır. Bu dönemde gazete görsellerine metinden daha çok önem verilmiş, renkli fotoğraf kullanımı artmış, sanayici ve iş adamlarının katıldıkları partiler, tatiller ve kutlamaları, siyasi liderlerin sosyal hayatlarına verilen yer artmıştır. Televizyonun günlük hayata girişiyle beraber TRT’de yayınlanan yabancı diziler ve eğlence programları ilgi odağı hâline gelmiştir (Dündar, 2016: 146-147). Medyanın bu durumu ANAP iktidarında eğlence ve tüketim odaklı medyanın bir fragmanı, bir tür ayak sesleri olarak görülebilir.
Sağ sol çatışma ortamı haricinde Türkiye o dönem ekonomik olarak da darboğazdaydı. 1970’li yıllar, devletin kapalı ekonomi ve ithal ikameci sanayileşme politikasından dolayı azalan döviz rezervlerinden kaynaklı karaborsacılığın yaşandığı, ithal ürünlerin eksikliğinden kahve, diş macunu gibi basit tüketim ürünlerinin bile lüks sayıldığı, yurtdışına çıkmak için izinlerin gerektiği, birkaç şanslı kişinin Adnan Menderes döneminde ithal edilmiş 20-30 yaşındaki Amerikan arabalarını sürdüğü bir yokluk dönemi olarak görülebilir (Bali, 2002: 25). Turgut Özal Türkiye’nin böyle bir kaos içinde olduğu dönemde siyasette üst basamaklara çıkmaya başlamıştır. Ordunun, hükûmet ve özellikle Süleyman Demirel üzerine baskı kurduğu darbe rejimi öncesi dönemin önemli isimlerinden biridir.
2. Dünyada Yeni Sağ Hareketi
Resim 1: Solda Margaret Thatcher – Ortada Helmut Kohl – Sağda Ronald Reagan – Kaynak
Yeni sağın neden ortaya çıktığı ve ne amaca hizmet ettiği hakkında farklı görüşler mevcuttur. Gamble’a (1988) göre yeni sağ hareketi 1970’lerde doğan ekonomik ve siyasi krizin çözülmesi için bir araçtır. Taylor (1989) ve Jessop (1984) ise 1970’lerde yaşanan ekonomik duraklama dönemini yeni sağın çıkış noktası olarak görmektedir: 1970’lerde ekonomik krizin etkisiyle savaş sonrası refah devleti düzeni çökmüştür. Coates’a (1989) göre yeni sağ ideolojisi sendikalara ve pazarın serbest işlemesini engelleyen sisteme denge getirmek amacıyla yapılmış bir saldırıdır. Ekonomik eksikliklerden doğan ve sol karşıtı olan yeni sağcılık, 1980’li yıllarda dünya çapında etkisini göstermiştir. Yeni sağ kendisini ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher (1979), Almanya’da Helmut Kohl (1982) yönetimleriyle göstermeye başlamıştır. 1980’lerde yapılan politika çalışmaları yeni sağcılığın ideolojik merkezini Anglosakson ülkeler olarak görme eğilimindedir. 1980’lerde yeni sağ fikirleri Türkiye siyasi hayatını da büyük miktarda etkilemiştir. ANAP bu ideolojinin bayrak taşıyıcısı olarak görülmektedir (Topal, 2000: 1).
Dünya ve yerel ekonomilerde değişen durumlara bir tepki olarak Frederick Hayek ve Milton Friedman’ın eserlerinde yer bulan yeni sağ, 19. yüzyıl liberalizminin rasyonel, kâr çoğaltıcı, özerk birey ve otorite üzerine kurulu geleneksel muhafazakârlık ve gelenekle iç içe olan bir toplum önermektedir. Yeni sağın neo-liberalizm ve neo-muhafazakârlık olarak iki kola ayrıldığı genel olarak kabul görmektedir. Ancak Topal’a (2000: 3) göre bu ikisi birbirinden ayrılmamalı, bir bütün hâlinde incelenmelidir.
Bireycilik üzerine kurulmuş geleneksel liberalizm, bireyin özerkliğine vurgu yapmaktadır. Bu düşüncede kişinin arzuları ve çıkarları en üst konumdadır. Liberalizmde bireylerin tercihlerini yargılayan kurumlar, bireyi bağlayan öğretiler veya ahlak kuralları bulunmamaktadır (Vincent, 1992: 32). Sınırlandırılmış veya asgari miktarda devlet kontrolü için bir çağrıdır (Gray, 1986: 70), düşünceye göre ekonomiler devletin insanlara müdahale etmediği zaman başarılı bir şekilde kalkınabilirler. Pazar devlet kontrolünün üstünde hem ekonomik kalkınmayı hem de devlet kontrolünün azaltılmasıyla kişisel özgürlüklerin desteklenmesini sağlar (Ryan’dan aktaran Topal, 2000: 5). Muhafazakârlık, 14. yüzyıla kadar uzanan bir kavram olsa da sözcüğün politik kullanımı Edmund Burke’un 1790 yılında yazdığı Réflexions sur la Révolution de France (Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler) isimli eseriyle önem kazanmıştır. Burke bu eserinde sosyal düzeni sağlamak için otorite, hiyerarşi ve denge kullanımını özellikle vurgulamıştır (Ryan, 2007: 361). Muhafazakârlar ve liberaller arasında derin bir fikir ayrımı bulunmaktadır. Buna göre bireylerin özgür bırakılması, sosyal düzenin kurulmasını sağlayan temel kurumların erozyonuna neden olabilir. Sonuç olarak muhafazakârlık, toplumun birliğine dayanmaktayken liberalizm, bireyin özerkliğine vurgu yapmaktadır. Ancak muhafazakârlık zaman boyunca değişmeyen kurumların korunması olarak algılanmamalı, muhafaza edilmek istenen kurumların zamanla değişebileceği unutulmamalıdır (Topal, 2000: 6).
1970’lerde devam eden ekonomik krizleri çözme sözüyle siyasi ve ekonomik meydanda boy gösteren yeni sağ, 1980’lerde hegemonik bir karakter edinmiştir. Muhafazakârlık ve geleneksel liberalizm, temelde birbirlerine karşı tezatlıklar gösterse de iki ideoloji de yeni sağ altında değişmiş ve birbirine uyumlu hâle getirilmiştir. Yeni sağ içindeki liberaller, bazı konularda devlet müdahalesinin haklı ve toplumun iyiliği için gerekli olduğunu düşünmektedir. Ekonomi sürekli değişen ve belirli bir hedefi ile sonu olmayan bir sistemdir ve bu yeni görüş yeni sağdaki insan kavrayışının değişimiyle açıklanmaktadır. Bu kavrayış, yeni sağdaki muhafazakârlığın etkisiyle oluşmuştur. Hayek’e göre (1960: 406) insan doğası plan kurabilecek kadar rasyonel değildir, pazarı kendi hâline bırakma durumunda planlı ekonomi çökme durumuna gelebilir. Dolayısıyla devlet ve ekonomi arasında dengeli bir ilişki olmalıdır. Birey pazarda özgürce davranabilmelidir ancak birey, her sorunun çözümünü bilmediği için pazar tamamen bağımsız bir noktada olamaz. Devlet gerekli olduğu durumlarda pazarın hatalarını çözüme kavuşturmak için hazır bir şekilde beklemelidir. Yeni sağın amacı, sınırlı da olsa yeri geldiğinde pazarın hatalarını düzeltebilecek güçlü bir devlet kurmaktır (Topal, 2000: 14-15). Aynı zamanda muhafazakâr düşüncede benimsenen ailenin rolü, yeni sağda da önemli bir yer tutmaktadır. Refah devletinin ailenin rolünü yok ettiğini iddia eden yeni sağ fikrinde aile, toplumun temel ekonomik ve sosyal birimidir (King, 1987: 25).
3. Turgut Özal’ın Muhafazakâr-liberal Kişiliği Üzerine
Turgut Özal’ın liberalizmi için teorik ve sistematik değil, pratik ve pragmatik bir yapıda olduğu söylenebilir (Fedayi, 1999: 470). Necmettin Erbakan ise 16 Kasım 1988 gününde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanan röportajında Özal’ın pragmatik yönünü ifade eden şu sözleri kullanacaktır:
“Özal yumuşak bir demirdir. Hangi mıknatısı görürse oraya yapışır. Bizim yanımızdayken, faizlerin kaldırılması gerekir diyordu. 1977 seçimlerinde milletvekili adayımız olduğu için televizyonda (radyoda olacak) konuşturmuştuk. Ağır sanayi hamlesi, Millî görüş deyip durdu. Sonra holdinglerin arasına düştü. Şimdi onların ağzından konuşuyor” (Aktaran Çölaşan, 1989: 99).
Ülsever’e göre (1999: 234) Özal’ın aklı bir mühendis gibi çalışıyor, toplumsal sonuçları ekonomik ve maddi gelişmelere bağlıyordu. Önceki bölümde ayrıntılı olarak açıkladığımız 1980’lerin neo-liberalizm rüzgârı, Özal’ın siyasi çizgisiyle büyük paralellik göstermektedir. Özal siyasete atılmadan önce uluslararası mali yönetim kuruluşlarında çalışmış, IMF gibi kapitalist kuruluşlar tarafından Türkiye’ye dikte edilen 24 Ocak Kararları olarak da bilinen ekonomik yeniden yapılanma programının uygulamasında büyük rol oynamıştır. [2] Bora (2018: 596) için 24 Ocak 1980 kararları oldukça önemlidir: “[…] bir radikal iktisadi önlem paketi olmanın çok ötesinde anlam taşır. 24 Ocak, Türkiye ekonomisinin devletçi-himayeci kayıtlardan soyunarak sahiden kapitalistleşmesine ve global kapitalist ekonomiyle bütünleşmesine giden yolu açmıştır.”
Resim 2: ANAP Şarkıları Kaseti – 1986 Murat Meriç Arşivi – Bengi, 2018: 27
Turgut Özal’ın muhafazakâr ve Millîyetçi kimliği 1960’lı yıllardan itibaren kendini kamusal alanda göstermeye başlamıştır. 1967-1971 DTP müsteşarlığı döneminde “Takunyalılar” olarak adlandırılan dindar bürokrat grubunun lideri olmuş, 1976 yılında ise başına getirildiği MESS (Madeni Eşya İşverenleri Sendikası) başkanlığı döneminde sendikanın sol tutumlu diğer sendikalara karşı militan bir misyon üstlenmesine katkıda bulunmuştur (Bora, 2018: 589). 1977 yılında İslamcı Millî Görüş Hareketi’nin ikinci partisi olan Millî Selamet Partisi’nden (MSP) İzmir Milletvekili adayı olmuştur (Bora, 2018: 593). Bu dönem konuşmalarının birisinde “Bizim hizmet anlayışımızda karşılık sadece Cenabıhakk’ın rızasını temin etmektir […] Bu hizmeti yürütecek güçlü kadrolara ihtiyaç vardır. Bu kadroların bilgili ve cesur olduğu kadar imanlı olmaları da lazımdır. Bilgili fakat imansız insanların ne kendilerine ne de memleketlerine hiçbir faydaları yoktur” ifadesinde bulunmuştur (Çölaşan, 1989: 98-99). Aynı zamanda Nakşibendiliğin İskenderpaşa Cemaatinin bir mensubu, cemaatin girişimlerinden birisi olan İlim Yayma Vakfı’nın kurucularındandı (Bora, 2018: 593).
4. ANAP’ın İdeolojisi
Turgut Özal’ın 1983 yılında TRT’de yayımlanan seçim konuşması partinin duruşunun bir özeti olarak kabul edilebilir:
“[…]Türkiye’nin başına da tecrübeli, iş bitirici insanları koyunuz. Kalkınma modelinin aslı varken taklidini koymayınız. Taklide intiba etmeyiniz. Sevgili vatandaşlarım, niçin iktisadi meseleler üzerinde bu kadar ısrar ediyorum? Biz 12 Eylül’ün getirdiği şu güzelim huzur ortamının devamını istiyoruz. İç barış istiyoruz, kardeşlik istiyoruz, işte bunun içindir ki Anavatan Partisi milliyetçi muhafazakâr bir partidir. Allah’a şükür ki yeni anayasamız ile memlekette siyasi istikrarın altyapısı tamamlanmıştır. Ama şunu bilmeniz şart: iktisadi meselelerimizi çözmezsek, yani hazinemizi doldurmazsak, işsizliğe çare bulamazsak, insanlarımızı refaha kavuşturamazsak, hiçbir meselemizi çözemeyiz. Ayrılık, bölünme tohumlarının atılacağı mümbit bir zemin ortam yaratmış oluruz. Bu memleketin çözülemeyecek hiçbir meselesi yoktur. Yapacağınız tek şey, bilgili, becerikli, iyi hazırlanmış iş bitirici akılcı bir idareyi iş başına getirmektir.” [3]
Resim 3: Anavatan Partisi Logosu – Kaynak
Diğer ülkelerin yeni sağ hareketlerinde olduğu gibi ANAP’ta Türkiye’de yıllardır süregelen siyasi ve ekonomik krizi çözme iddiası ile seçime girmişti. Bu dönemde ANAP’ın muazzam bir başarıya ulaşması 12 Eylül Askeri rejiminin CHP, AP, MSP gibi birçok partinin ve milletvekillerinin faaliyetini yasaklaması neticesinde sadece üç partinin seçimlere girebilmesi, parti üyelerinin birçok tarikat ile yakın bağlantılarının olması ve ANAP’a göre partinin dört farklı siyasi duruşu içinde barındırmasıydı. Bu stratejinin başarılı olma sebebi 1970’lerdeki kutuplaşma ortamının insanlarda bıraktığı tesirdi. Partinin milletvekillerinin büyük kısmı, sol muhalefet ve muhafazakâr partilerin milletvekilleri darbe döneminde tasfiye edildiğinden dolayı burjuva sınıfından gelmektedir (Özkazanç, 1998: 220). ANAP bunu önceki dönemlerde karşı kutuplarda duran zıt ideolojileri harmanlaması sonucu çıkan yeni bir ideolojiyle başardı. [4] Partinin selamlaşma şekli olan elleri başın yukarısında kavuşturmak, partinin bu birleştirici özelliğini vurguluyordu (Topal, 2000: 34).
Dört eğilimin arasında az önce Özal’dan aktarıldığı üzere Millîyetçi-muhafazakârlık partinin yönlendirici ideolojileri olarak kabul edilmektedir. Topal’ın (2000: 36) 1998 yılında ANAP başkan yardımcısı Abdülkadir Baş ile yaptığı görüşmesinde Baş, partinin milliyetçi görüşü hakkında bilgi vermektedir: “[…] Milliyetçiliğimiz MHP milliyetçiliği gibi toplumu huzursuz eden ve modern dünyaya karşı duran bir milliyetçilik değildir. Bizim anlayışımız Türkiye vatandaşı olmak üzerine kurulmuştur: ülkenin çıkarları herhangi bir çıkar ve kuruluşun üstündedir.” ANAP İslami değerlere de vurgu yapmış fakat diğer partilere kıyasla daha farklı, modern bir İslam anlayışı sunmuştur. Abdülkadir Baş, Topal (2000: 36) ile yaptığı aynı görüşmede Millî Selamet Partisi’nden kendi perspektiflerini şu sözlerle ayırmaktadır: “Muhafazakârız ama din konusunda bağnaz, modası geçmiş değiliz, dünyayı geriden takip etmiyoruz.”
5. Toplumdan Bireye: ANAP İktidarının Ekonomi ve Kültür Politikaları Sonucunda Değişen İnsanların Kısa Bir Hikâyesi
Özal’ın başbakanlık dönemi ve 17 Nisan 1993’teki ani ölümüne kadar devam ettirdiği 4 yıllık cumhurbaşkanlığı görevinde değişen Türkiye üzerinde bir fikir birliği bulunmamaktadır. Atilla Yayla (2018: 584-585), Özal’ı bir reformcu olarak tasvir etmekte, 1983 ardından Türkiye’yi restore ettiğini savunmaktadır. Bu savunması için de sıkıyönetimi bitirmesi, Kürtçe konuşma yasağını ve TCK’nın ifade özgürlüğünü sınırlayan 141., 142. ve 163. maddelerini kaldırması gibi örnekleri okuyucuya işaret etmektedir. Özal, amaç hâline getirilen devleti araçlaştırmış, toplumun huzuruna sunmuştur. Burada açık bir şekilde anlaşılması gereken olgu, Özal’ın daha önce hiçbir hükûmetin yapmadığı şekilde burjuva kesime büyük destek sağlamış olduğudur. O, daha yoksul kesimlerde Gürbilek’in deyişiyle bir “vitrin” yaratmış ama bir yandan da insanların onlarca yıl süren yorgunluk döneminden sonra bir molaya ihtiyacı olduğunu düşünmüştür.
6. Tüketime Özendirilen Birey
Tüketim, ANAP iktidara geldikten sonra adım adım yapılan reformlarla topluma özendirilmeye başlamıştır. Bunun ilk adımı Turgut Özal’ın başbakan seçilmesinden kısa süre sonra TPKK’nı değiştirerek döviz alım satımını serbest bırakmaktır. 1970’li yılların ithal ikameci döneminde karaborsaya düşmüş olan çikolatalar, sigaralar, alkollü içkiler gibi ürünler artık vitrinlerde
Resim 4: 80’li Yıllar Basınından Renkli Televizyon Reklamları – Bengi, 2018: 284
yerini almış ve böylece (gelir düzeyi nispeten daha yüksek olan) Türk halkı Avrupalıların tükettiği ürünleri tüketme şansına ulaşmıştı. Gelir düzeyi düşük olanlar bile bu bolluktan oldukça memnundu (Bali, 2002: 27). Bunlarla beraber sosyeteye hitap eden Rolex, Cartier ve Christian Dior gibi lüks markalar ya da Turgut Özal’ın İcraat’ın İçinden programında elinde tuttuğu Cross dolmakalem Türkiye’ye gelmeye başlamıştı (Bali, 2002: 28). Adnan Menderes döneminden kalan eski arabaların yerini ise ithal edilen son model Japon arabaları, 1989 yılının sonunda ise BMW, Mercedes gibi lüks Alman arabaları almıştı (Bali, 2002: 29). 12 Eylül rejiminden arta kalan yurtdışına çıkış yasağı, döviz transferleri dâhil olmak üzere piyasadaki mali işlem kısıtlamalarının kaldırılması sonucunda bankacılık sektörü bu dönemde büyük bir atılım yaşamıştır. Müşterilere kredi kartları sunulmuş, Türk insanı taksit kavramıyla tanışmıştır (Bali, 2002: 31). Gençler seyrettikleri televizyon reklamları, Batı’daki yaşam tarzını gösteren dizi ve filmlerden oldukça etkilenmekte, izledikleri hayat tarzına özenen bir kuşak doğmaktaydı. Orta sınıfa mensup genç orta kademe yöneticiler, pazarlamacılar, turizm sektörü çalışanları televizyonda izledikleri bu insanları kendilerine örnek olarak almaya başlamıştı (Southey’den aktaran Bali, 2002: 31-32). Bu dönem bir tüketim övgüsü dönemi olarak görülebilir. Özal amacına erişmiş gibi görünmektedir:
“Bugün ANAP bir ideolojinin savunması yerine ‘iş bitiricilik’ sloganını yerleştiriyor. Burada ideoloji yerine hizmet götürme meselesi ortaya çıkıyor. Bir ölçüde bireysel değerlere önem veriyor. Tüketim toplumunu sunuyor. Günün birinde İstanbul’daki kahveler Paris’teki gibi olacak. İstanbullular kendi kahvelerini ve meydanlarını seçecek, dünyanın başka yerlerinden sanatçılar İstanbul’a gelecek, İstanbul tarihinin üstüne modernliği katacak ve üretecek. İstanbullular, Parisliler gibi olacak ve farklı dünyaların insanı olmanın tadına varacak.” (Barlas’tan aktaran Bali, 2002: 32).
Resim 5: Gong Dergisi Kapağı – 26 Ocak 1983 tarihli sayısı – Bengi, 2018:
Özal dönemi, zengin ile işçi kesim arasındaki uçurumun iyice derinleştiği bir dönem olarak görülebilir. Darbe rejiminin kapattığı sendikalar kapalı kalmaya devam etmiş, 1970’lerde işverenleri rahatsız eden işçi haklarının birçoğu geri verilmemiştir. Özalizmin yarattığı ve Mehmet Barlas ile burjuvanın temsilcilerinden kabul edilebilecek Canan Barlas’ın sözlerine karşılık Özkazanç’ın tespitleri şöyledir:
“[…] Kentsel merkezli olup, yeni birikim tarzı tarafından dışlanan kesimlerin başında işçiler, kamu çalışanları gibi ücretliler ile emekli, dul, yetim gibi devletten aldıkları maaşa bağlı olarak yaşayanlar geliyordu. Özellikle işçi ve memurların çıkarlarının siyasi temsili de baskıcı yöntemlerle engellenmeye çalışıldı. 1989’a kadar işçi ve memurların Millî gelirden aldıkları pay sürekli azaldı. Diğerleri de sefalet ücretleriyle geçinme savaşı verdiler.
ANAP’ın tarıma yönelik popülist politikaları zamanla zayıflamış, kaynakların büyük bir kısmı kent merkezli sermaye gruplarına aktarılmıştır. Bunun neticesinde kırsal kesim sesini ve sistemden pay alma şansını yitirmiştir. 80’lerde bölgesel eşitsizlikler derinleşmiş, yatırımlar yoğun olarak büyük kentlere yapılmıştır. İçlerinde özellikle bankacılık, finans, ticaret, iletişim ve medya, turizm, reklamcılık, mühendislik ve işletme firmaları başta olmak üzere hizmet sektörü kalkınmıştır (Özkazanç, 1998: 221). Takip eden yıllarda ise Özal’ın konuşmalarında sıkça bahsettiği orta direğe hizmet etme niyetinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Özalizme göre insanlar devletten bir şeyler talep etmek yerine kendi zekâ ve yeteneklerine dayanarak yükselmeliydi. Bu noktada devletin görevi ise bireylerin önündeki pürüzleri engellemekti. Bu ortamdan iktidara yakın sermaye gruplarıyla beraber diğer “akıllı” kentli kesim de yararlandı (Özkazanç, 1998: 226).
Öne çıkan bir diğer arzu ise “zengin olma” arzusuydu. Özal, zenginliğin methiyesini Tunus ziyaretinde “Zengin bir Müslüman fakir bir Müslümandan daha iyidir” sözleriyle dile getiriyordu. Medya, her kesimden Türk gencine örnek olacak şekilde zenginlik hayallerini de sunmaktaydı. Bunlara örnek olarak Nokta Dergisi’nin ilk kez 1985 yılında “Türkiye’nin en zengin yüz ailesi” dosyası yayınlayarak bir gelenek başlatması ve kırsal kesimin zengin olma hayallerini pekiştiren Sakıp Sabancı’nın bizzat yazdığı kitabı ve yazı dizisi örnek gösterilebilir (Bali, 2002: 34-35). Servet, Türkiye’de en büyük statü ölçüsü hâline gelmişti:
“84’te [Türkiye’ye] döndükten sonra her şeyi değişmiş buldum. Özal dönemi başlamıştı. Ben Amerika’ya gitmeden önce insanlar asla para konuşmazdı, döndüğümde herkesi para konuşur buldum. Halbuki para özel bir şeydi. Paran yoksa kocanı, sevgilini çekerdin kenara, para meselesini özel konuşurdun. Alenen konuşulan bir şey değildi para Türkiye’de…” (Epik’ten aktaran Bali, 2002: 33).
Döneme damgasını vuran bir diğer sektör, Özal hükûmetinin vazgeçilmezi olan medya sektörüdür. Darbe döneminde yasaklardan dolayı medya organlarının son çaresi olan magazin bilgiler halk tarafından escapist bir tavırla oldukça tutulmuş, dolayısıyla ANAP iktidara gelmeden önce hâlihazırda Türkiye’de bir haber takip etme alışkanlığı oluşmuştu. Bununla beraber ithalatın serbest bırakılmasıyla reklam sektörü muazzam boyutlarda büyüme kat etti. Reklam şirketlerinin çoğu Amerikalı şirketlere satıldı veya ortaklıklar kuruldu, zira Amerikalılar reklamcılık konusunda alaylıydı (Bali, 2002: 31).
Resim 6: Fırt Dergisi’nin 4 Aralık 1984 tarihli sayısında bu kampanya ve reklamları hicveden karikatürü – Bengi, 2018: 285
Bu dönemde yayınlanan dergilerde bir cinsellik patlaması yaşanmıştır. Gürbilek (2019: 42) bunu “Yakın zamana kadar adı konmamış, bugünse ‘birey’, ‘kuşak’, ‘özel hayat’, ‘cinsellik’ gibi adlandırmalarla tarif edilen birçok alan bu dönemde söze döküldü; bir söz patlamasının nesnesi oldu, ayrıştırıldı, sözle kuşatıldı.” cümlesiyle özetlemektedir. Nokta Dergisi cinsellik konusunun adlandırılmasına dair güzel bir örnek olarak nitelendirilebilir. Dergi, ilk yıllarında sanatçıların özel hayatları, televizyonda oynayan filmler ve diziler hakkında bilgiler veren bir dergiyken, ilerleyen yıllarda çocukların cinsel eğitimi, evliliklerde yaşanan cinsel sorunlar, yatak odası fantezileri, pornografi, eşcinsellik ve zoofiliye kadar uzanan geniş bir yelpazede yayınlar yapmaya başlamıştır (Çeler, 2011: 284).
Televizyon ve yazılı basın gibi kitle iletişim organları bu dönemde bir yandan ANAP propagandası yaparken bir yandan da çeşit çeşit reklamlarla halkı tüketmeye çağırıyordu. Özal, kişisel hayatı ve ailesi hakkında birçok detayı fotoğraflarla beraber medyaya sunuyor, halka giyim kuşam ve konuşma üslubu hakkında bilgiler veriyordu. Özal bu medyatikleşme sürecinde gizli bir figür, Türkiye’yi bir kukla gibi oynatan karanlık ve mesafeli bir başbakan değil; esprili, popüler deyimleri kullanan “çiftçinin, memurun, esnafın anlayacağı dilde” konuşan bir liderdi (Özkazanç, 1998: 227).
Resim 7: Türkiye Feminizminde Bir Milat: Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü Kadıköy – 17 Mayıs 1987 – Bengi, 2018: 193
Sonuç: Bu İnsanlar Siyasetten Sıkılmış Olamaz mı?
Resim 8: Şöhretin Sonu film afişinde Bülent Ersoy (Milli Kütüphane Arşivi) Bengi, 2018: 330
12 Eylül Darbesini “nihayet geldiler” diyerek karşılayan bir toplumun siyasetten sıkıldığı açık bir şekilde ortadadır. Özal, toplumun siyasetten kaçınmasını sağlamak istemiş bu da zannımca hem Özal hükûmeti ve burjuva tabakasının hem de halkın işine yaramıştır. Türkiye’deki yeni sağ hareketi Özkazanç’a (1998: 222) göre pasif bir devrimdir: “Çünkü yeni sağda iki özellik öne çıkar: İlki, yeni sağın çok radikal bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirmeye soyunmasıdır. İkincisi ise bunu geniş kitlelerin pasifleştirilmesi, depolitizasyonu, etkisizleştirilmesi ve hatta baskılanması yoluyla gerçekleştirmeye çalışmasıdır.” Bu çalışmada atıfta bulunduğum Gürbilek’in kitabı Vitrinde Yaşamak tam anlamıyla bu konu hakkında yazılmıştır. Kitap boyunca yeni sağın özgürlük, zenginlik ve refah vaatlerinin içinde uyutulmuş olan bir toplum imajı yer almaktadır. Toplum 1970’lerde verilen mücadeleyi unutmuş, 1980’lerde ise Özkazanç’tan atıf alarak belirttiğim fakirleşmiş işçi ve yoksul kesimin durumunu görmezden gelmiştir. Öyle ki fakirleşmiş olan grup bile artık çektiği acıların farkında değildir, nasılsa alamayacakları ürünlerle dolu vitrinler vardır. Orhan Gencebay adalet isteyen 1970’lerin gecekondu kesiminin bir sesiyken, 1980’lere gelindiğinde özgürlük vaatlerinin peşinde koşan İbrahim Tatlıses aynı kesime hitap etmektedir (Gürbilek, 2019: 94-103). Dil nedensizleştirilerek önceden bir ağırlığı olan fikirler; 68’ler, Genç jakobenler, yorgun demokratlar gibi kalıplara sığdırılmış ve bir popüler kültür nesnesi hâline gelmiştir (Gürbilek, 2019: 27-29). Bu yazıyı bir soruyla bitirmek istiyorum: Halk, çatışmalar sonucunda ölen binlerce kişiyle anılan 1970’lerden ve yasaklarla dolu bir rejimden sonra gerçekten de yorulmuş ve biraz rahatlamak istemiş olamaz mı?
Dipnotlar
[1] Hacettepe Üniversitesi, Kültürel Çalışmalar ve Medya Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi, semin@hacettepe.edu.tr
[2] Turgut Özal, Anavatan Partisi’ni kurmadan önce oldukça aktif bir bürokrat hayatı yaşamıştır. 1950 yılında İstanbul Üniversitesi Elektrik Mühendisliğinden mezun olmuş, çalışmaya başladığı Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından 1952 yılında ABD’de mühendislik ekonomisi alanında uzmanlık eğitimine gönderilmiştir. Türkiye’ye döndükten sonra Elektrik işleri Etüd İdaresi Genel Müdür Yardımcısı olmuştur. 1961-1962 yıllarında Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi olarak askerlik hizmetini yerine getirmiş ve Devlet Planlama Teşkilatının kurulmasında rol oynamıştır. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde ders vermiştir. 1967-1971 yıllarında Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı olarak meslek hayatına devam etmiştir. Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulunmuştur. 1971-1973 yıllarında Dünya Bankası’nda danışman olarak çalışmıştır (TCCB).
[3] Turgut Özal 1983 Seçim Konuşması (İlk Defa). Erişim: https://www.youtube.com/watch?v=ZLbhpuD-mETw (Erişim Tarihi: 16.12.2020).
[4] Dört eğilim adı verilen bu ideoloji liberal, milliyetçi sağ, ılımlı sol ve İslami kesimden milletvekillerinin varlığıyla ortaya çıkmıştır. Daha fazla bilgi için: https://www.evrensel.net/yazi/84383/dort-egi- lim-bir-catiya-sigmaz (Erişim Tarihi: 16.12.20)
Kaynakça
Arcayürek, C. (1986). Demokrasi Dur-12 Eylül 1980. Bilgi Yayınevi: Ankara. Bali, R. N. (2002). Tarz-ı Hayat’tan Life Style’a. İletişim Yayınları: İstanbul.
Bora, T. (2018). Turgut Özal. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt. (7), 589-601. İletişim Yayınları: İstanbul.
Boratav, K. (2005). 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm. İmge Kitabevi: Ankara.
Coates, D. (1989). The Crisis of Labour. Philip Allan Publishers: Oxford.
Çeler, Z. (2011). 1980’lerde Türkiye’de Cinsellik ve Nokta Dergisi. Çankaya University Journal of Humanities and Social Sciences 8, 283-291. https:// dergipark.org.tr/tr/pub/cankujhss/issue/4022/53112>
Çölaşan, E. (1989). Turgut Nereden Koşuyor? Tekin Yayınevi: Ankara.
Dündar, L. (2016). 12 Eylül 1980 Darbesinin Basına Etkileri. Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal araştırmalar Dergisi, 16, 125-154.
Fedayi, C. (1999). Liberalizm ve Türkiye’de Liberalizm. Yeni Türkiye Liberalizm Özel Sayısı, 25.
Gamble, Andrew. 1988. The Free Economy and Strong State. London: Macmillan
Gray, J. (1986). Liberalism. Open University Press: Buckhingam. Gürbilek, N. (2019). Vitrinde Yaşamak. Metis Yayıncılık: İstanbul.
Hayek, F. (1960). Constitution of Liberty. University of Chicago Press: Chicago.
Jessop, B., Bonnett, K., Bromley, S., Ling, T. (1984). Authoritarian Populism, Two-Nations and Thatcherism New Left Review, 147, 32-60.
King, S. D. (1987). The New Right Politics: Markets and Citizenship. The Dorsey Press: Chicago.
Özçeli̇k, P. (2011). 12 Eylül’ü Anlamak. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 66 (01), 73-93. DOI: 10.1501/SBFder_0000002195
Özkazanç, A. (1998). Türkiye’de Siyasi İktidar ve Meşruiyet Sorunu: 1980’li Yıllarda Yeni Sağ, Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı, Ankara.
Ryan, A. (2007). Liberalism. Companion to Contemporary Political Philosophy. (Goodin, R.E., Pettit, P., Pogge, T. Der.).
Sunay, C. (2009). 12 Eylül Dönemi Türk Siyasetinde Sivil-Asker İlişkileri (1980– 1987), Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Tarih Bölümü, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Ana Bilim Dalı, İstanbul.
Taylor, Paul. (1989). Britain’s Changing Role in the World Economy in J. Mohan (ed.). The Political Geography of Contemporary Britain. London: Macmillan.
Topal, A. (2000). The New right and Özalism: A comparative perspective., Yüksek Lisans Tezi, İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı, Ankara.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı. Turgut Özal. TCCB. https:// www.tccb.gov.tr/cumhurbaskanlarimiz/turgut_ozal/ adresinden erişildi. (16.12.21).
Ülsever, C. (1999). Teneke Evin Torunu. Timaş Yayınları: İstanbul.
Vincent, A. (1992). Modern Political Ideologies. Basil Blackwell: Cambridge.
Yayla, A. (2018). Özal, Özal Reformları ve Liberalizm. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, cilt. (7), 584-588. İletişim Yayınları: İstanbul.
Görsel Kaynakçası
Resim 1: Solda Margaret Thatcher – Ortada Helmut Kohl – Sağda Ronald Reagan – Kaynak
Resim 2: ANAP Şarkıları Kaseti – 1986 – Murat Meriç Arşivi – Bengi, 2018: 27 Resim 3: Anavatan Partisi Logosu – Kaynak
Resim 4: 80’li Yıllar Basınından Renkli – Televizyon Reklamları – Bengi, 2018: 284
Resim 5: Gong Dergisi Kapağı – 26 Ocak 1983 Sayısı – Bengi, 2018: 247
Resim 6: Bu kampanya ve reklamları hicveden 4 Aralık 1984 sayılı – Fırt Dergisi Karikatürü – Bengi, 2018: 285
Resim 7: Türkiye Feminizminde Bir Milat: Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü Kadıköy – 17 Mayıs 1987 – Bengi, 2018: 193
Resim 8: Şöhretin Sonu film afişinde Bülent Ersoy (Milli Kütüphane Arşivi) – Bengi, 2018: 33
Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm Özalizm