• Home
  • Felsefe
  • Kadın Bir Filozof 17. Yüzyılda Kadın Düşmanlığını Haykırıyor
Felsefe

Kadın Bir Filozof 17. Yüzyılda Kadın Düşmanlığını Haykırıyor

Kadın Düşmanlığı

Yazar: Sam Dresser
Çevirmen: Burak Erdem

Kadın Bir Filozof 17. Yüzyılda Kadın Düşmanlığını Haykırıyor

İngiliz filozof Mary Astell (1666-1731) zamanının ötesinde bir kadındı. Bilginin ve anlamın toplumsal boyutları içerisinde yalnızca 21. yüzyılda eyleme dökülebileceğini düşünebileceğiniz keşifleri öngörmüştü. Ayrıca Astell, düşünsel adaletsizlik (epistemic injustice) kavramını ortaya atmıştır. Bu kavramın, kötü toplumsal koşulların neden olduğu ve kendimiz hakkında nasıl düşündüğümüzü temelden sarsan bilgi anlamına geldiği veya düşünme eylemi ile ilgili olduğu söylenebilir. Astell, bahsettiği koşullara maruz kalsa da farklı bakış açılarını göstererek adaletsizlik ile başa çıkmayı başarmıştır.

Düşünsel adaletsizlik, günlük hayatımızda tanımlanması en zor ve önemli hususlardan biridir. Tespit edilmesi güçtür zira kolaylıkla fark edemeyeceğimiz bir etkisi vardır. Ayrıca sahip olduğunu ya da yanlış olduğunu bile bilmediğimiz basmakalıp düşünceler ve önyargılar üzerinden işler. Düşünsel adaletsizliğin birçok türü vardır. Örneğin filozof Miranda Fricker’ın 2007’de bireysel adaletsizlik (testimonial injustice)[1] olarak adlandırdığı kavram, dinleyicinin karşısındaki kişinin kimliğini güvenilir bulmaması nedeniyle iddialarını ciddiye almamasını ifade etmektedir. Yorumsal adaletsizlik (hermeneutical injustice) örneğinde ise kişinin bir fikrin oluşum sürecinin dışında kalması nedeniyle iddialarının anlaşılması için düşünsel anlamda gerek duyulan kaynakların hiç olmaması durumu söz konusudr. Siyahileri sadece siyah oldukları için daha az güvenilir bulmak bir bireysel adaletsizliktir. “Cinsel taciz” kavramının yakın zamanda ortaya çıkmış olması bir yorumsal adaletsizliktir çünkü daha önce kadınlar, neyin uygun davranışı oluşturup oluşturmadığına dair bir görüşün parçası olmamıştır.

Bireysel adaletsizlik gibi bazı düşünsel adaletsizlikler, güvenilirlik hususundaki dengesizlikleri temel alırken yorumsal adaletsizlikler yorumlanabilen kaynaklara odaklanır. Ancak Astell’in ortaya attığı düşünsel adaletsizlik, bireysel adaletsizliğin ya da yorumsal adaletsizliğin bir türü değildir. Ona göre, kadınların kendi güvenirliklerini hafife almasına neden olan, diğer insanların, kadınları kadın oldukları için ciddiye almamaları değil, onun kötü gelenek (bad custom) olarak adlandırdığı yaklaşımdır. Ayrıca kötü geleneği anlamak için kaynaklar vardır. Yine de bu kötü geleneğin kendisi bu kaynakları kadınlar için erişilemez hâle getirmektedir.

Yeni bir iş yerine ilk kez girdiğiniz ya da bir yere ilk kez seyahat ettiğiniz zamanı düşünün. İnsanlar muhtemelen orada size farklı davranmışlardır. Belki de bu grubun üyeleri size yeni olan bir dizi değerler, inançlar, normlar ve uygulamalar paylaşmışlardır. Bunların paylaşılması sayesinde grup içerisindeki üyelerin olguları nasıl gördüklerini şekillendiren ve davranışlarına açıklık getirebilen, oluşabilecek tüm etkileşimlere uygun bir ortam oluşmuştur.

Açıklamalar, dünyayı anlamak ve dünyada yol almak için elzemdir. MIT’de (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) felsefe profesörü olan Sally Haslanger’in belirttiği gibi, belirli olayların perde arkasındaki sosyal yapıları hesaba katmayan açıklamalar çok da tatmin edici değildir. Haslanger’in verdiği örneklerden birinde, kadınların erkeklerden daha az para kazandıkları ve çocuk bakımının son derece pahalı olduğu bir dünyadan bahsedilir.[2] Bu dünyada sosyal yapı, neden yeni anne olan birisinin (yeni baba olan birisi yerine) bebeğiyle evde kaldığını açıklamaya yardımcı olan olayları bir vaka hâline getirmeye yardımcı olur.

Tıpkı Haslanger gibi Astell de arka planda kalan toplumsal yapıların davranışları nasıl açıkladığını fark etmiştir. Ancak Haslanger’in aksine Astell, gelenek olarak adlandırdığı toplumsal yapının ya da değerler, inançlar, normlar ve uygulamalar dizisinin bozulduğu vakalara odaklanmıştır.

Astell’e göre gelenek, tanrının istediği gibi entelektüel birikimlerimizi geliştirmemizi engellediği zaman kötüdür. Bunu yapmanın en iyi yolu eğitim olsa da Astell’in zamanında kadınlar resmî olarak eğitim görmüyorlardı (bu durumun kendisi de kötü geleneğin bir parçasıydı). Kötü gelenek bir sorundur çünkü kadınların doğalarına yani düzgün düşünebilme yeteneklerine zarar vermektedir. Bu durum kadınların nasıl düşündüklerini kısmen zayıflatır zira kadınlar, eğitim almadan bilgiden mahrum kalır. Buna ek olarak kötü gelenek, düşünme süreçlerini de bozar. Bunu da dünyayı nasıl gördüğünüzü ve bu sayede bildiklerinizi süzgeçten geçiren hatalı lensler diyebileceğimiz önyargılar yaratarak yapar. Daha da endişe verici olan ise önyargılar alışkanlık yaratabilir; önyargılı bir şekilde düşündükçe, dünyayı farklı bir şekilde görmek bir o kadar zorlaşır. Bu etki grup içinde daha büyüktür çünkü açıkça görmemize ya da yalnızca farklı bir şekilde görmenize yardımcı olacak kimse yoktur.

Astell’in ilgilendiği bir diğer önyargı ise filozof Alice Sowaal’ın 2007’de Kadınların Kusurlu Doğası Önyargısı (Women’s Defective Nature Prejudice)[3] olarak adlandırdığı ve kadınların doğası gereği zihinsel ve ahlaki olarak erkeklerden daha aşağıda olduğunu savunan bir önyargıdır. Bu, kadınların sadece çekici oldukları sürece değerli olduğu 17. yüzyıldaki baskın görüşe mükemmel bir şekilde uymaktadır. İnsanlar, dünyayı “Kadınların Kusurlu Doğası Önyargısı” merceğinden görüyorsa kadınların kafa yormaması hiç de şaşırtıcı değildir. Eğer bir kadına sadece görünüşünün önemli olduğu söylenirse neden tüm enerjisini buna harcamasın ki?

İnsanların sizi sevmesini istemek insani bir özelliktir. Ancak 17. yüzyıl kadınlarına göre görünüşlerine zaman ve enerji harcamak başkaları tarafından değer görmenin en iyi yolu gibi göründüğü için bilgi ve mantıklı düşünceden yoksunlardı. Bu durum da kadınları daha az özgür kıldı. Astell’e göre kendi değerlerimiz ve seçimlerimizi kendimiz belirlediğimiz kadar özgürüz. Kötü gelenek kadınların düşüncelerini daralttığı gibi kadınların değer görme isteklerine ulaşmalarını sağlayacak ihtimalleri de daraltır.

Astell kötü geleneği reddeder çünkü durumun böyle olması bunun böyle olması gerektiği anlamına gelmez: Kötü gelenek kadınları ikincil konuma getirir. Ancak bu, toplumun böyle olması gerektiği anlamına gelmez. Bazıları, İncil’de ortaya koyulduğu gibi Tanrı’nın isteklerini göstererek kötü geleneği haklı çıkarmaya çalışabilir. Evlilik Üzerine Bazı Düşünceler (Some Reflections Upon Marriage) (1700) adlı eserinde Astell, bu iddiaların seçici olma eğiliminde olduğunu ileri sürer:

“İncil’de bahsi geçen erkeklerin saç uzatmamaları gerektiği ya da kadınların erkeklere itaat etmek zorunda olmaları bir doğa kanunu değildir. Şimdi Hristiyan bir halk, bir havari tarafından yasaklanan ve onun tarafından insanlık adına utanç verici olarak ilan edilen doğa kanuna aykırı olan modaya nasıl izin verebilir? Gelenek bir vakada değişiklik yapabiliyorsa başkasında da yapabilir. Peki sonra bu durumun doğası ve mantığı ne olur?”

Astell’e göre İncil, kadınların kesin bir şekilde ikincil konumda olduğunu iddia etmekten daha çok erkeklerin uzun saçlı olmasını yasaklamaya zaman harcamaktadır. Astell şu küstah noktaya parmak basmaktadır: Erkekler saçları için tanrının iradesini ihlal ettiklerini ya da kanıtlar arasından en işlerine geleni seçtiklerini kabul etmeye istekli olmadığı sürece İncil, kötü geleneğin doğruluğunun kanıtı olarak kullanılamaz. Eğer İncil’deki bazı iddialar göz ardı edilebiliyorsa neden diğerleri de edilemesin ki?

Kötü gelenek ile ilgili bu yaklaşım yararlıdır çünkü arka plandaki toplumsal olayların, insanların düşünce ve davranış biçimlerini nasıl açıklayabileceğini göstermektedir. Kadınları bu etki ile sindirirken, onların düşünsel becerilerine zarar verir. Kötü gelenek, “Kadınların Kusurlu Doğası Önyargısı”nı sürekli kılar, kadınların dünyayı nasıl yorumladığını biçimlendirir ve sadece kadınların ne düşündüklerini değil, nasıl düşünebileceklerini de önceden belirler. “Daha fazla düşünsel beceri”ye sahip biri (yani bir erkek) ona yanlış olduğunu söylerse kötü gelenek sebebiyle bir kadının kendi bilgisine nasıl güvenebileceğini görmesi zorlaşır.

Ayrıca Astell, kötü gelenek gibi sosyal yapıların düşünsel içselleşme adaletsizliğine nasıl yol açtığını ya da daha doğrusu kötü geleneğin kadınların doğası gereği düşünsel olarak aşağılık olduklarına yönelik iddiaları nasıl içselleştirdiklerini gösterir. Öyle ki üzerlerindeki baskıyı kendi kendilerine sürdürdüklerini de ifade etmiştir. Bu, birisinin zorla farklı (ve çoğu zaman yanlış) olan bir gerçekliği savunduğu psikolojik bir istismar türü olan Gaslighting’e (Manipülatif Kontrol) benzer. Başkalarına güvenmeye eğilimli olduğumuz için Manipülatif Kontrol, birinin gerçek ve doğru olanı kavramasına ve bilebileceklerini anlamasını engel olmaktadır.

Astell’e göre kötü gelenek, Haslanger’ın toplumsal yapıya dair açıklamaları gibi 21. yüzyıl düşüncesi sistemini öngörmekte ve bize toplumsal yapıların ne kadar sinsi olabileceğini göstermektedir. Astell’in yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların da kanıtladığı üzere benzer zararlı çağdaş olayları anlayabilirsek, belki o zaman onları yenebiliriz.

 

Dipnotlar

[1] https://oxford.universitypressscholarship.com/view/10.1093/acprof:oso/9780198237907.001.0001/acprof-9780198237907-chapter-2

[2] http://www.mit.edu/~shaslang/papers/HaslangerCarus1hdo.pdf

[3] https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1111/j.1747-9991.2007.00071.x

 

Redaktör: Elif Eryiğit

Editör: Cemre Yıldırım

Görev Alan Yayın Kurulu: Arman Tekin, Kübra Karaköz, Martı Esin Şemin, Utku Baran Ertan

 

Metnin orijinali için:

https://aeon.co/ideas/a-woman-philosopher-calls-out-misogyny-in-the-17th-century

 

Kadın Düşmanlığı Kadın Düşmanlığı  Kadın Düşmanlığı  Kadın Düşmanlığı  Kadın Düşmanlığı 

Related posts

Leave a Comment