• Home
  • Psikoloji
  • Jacques Lacan – Lacancı Psikanaliz ve Ahlak Felsefesi I Dördüncü Bölüm
Psikoloji

Jacques Lacan – Lacancı Psikanaliz ve Ahlak Felsefesi I Dördüncü Bölüm

Lacancı Psikanaliz

Yazının üçüncü bölümü için tıklayınız.

Yazar: Matthew Sharpe

Çevirmen: Elif Eryiğit

Lacancı Psikanaliz ve Ahlak Felsefesi

Freud psikanaliz etiği üzerine hiçbir zaman sistemli olarak konuşmamış olsa da Lacan, en önemlisi olan yedinci seminerini (1959-1960) tam da bu konuya adamıştır. VII. Seminer: Psikanaliz Etiği’nde (L’Éthique de la psychanalyse) Lacan, geliştirdiği ahlak görüşünün sadece psikanalizin klinik uygulamalarıyla ilgili olduğunu vurgulamak için elinden gelen her şeyi yapar. Birinci bölümde incelediğimiz temel konu, öznel arzu ve kimliğin öznelerarası yapılaşması ile uygun olarak, araştırmacının arzusu Ötekinin hasta tarafından ele alınması ve aktarım yoluyla yapılandırdığı arzusuyla ifade edilmesidir. Buna rağmen Lacan, kendi görüşünü, Aristotales‘in Nikomakhos’a Etik adlı eserinin yanı sıra Kant’ın pratik yazıları ve Marquis de Sade’ın metinleri ile açık bir şekilde bilgi alışverişi yaparak geliştirmiştir. Dahası, Lacan’ın etiği, ikinci bölümde incelenen metapsikolojik önermeleri ve üçüncü bölümde incelenen dil kuramıyla uyumludur.

Bu doğrultuda, dördüncü bölümde Lacan’ın etik anlayışını, karşıt fikirler olmasına rağmen tutarlı bir Post-Kantçı ahlak felsefesi olarak da yorumlanabile çok yönlü bir görüş olarak ele alacağız. Dördüncü bölüm üç alt başlığa ayrılır. İlk ikisi, Lacan’ın metapsikolojik ve felsefi ilkelerini incelenmekte ve daha da ileri taşınmaktadır. İlk alt başlık, Lacancı “ana gösterenler” kavramının ayrıntılı bir şekilde incelenmesini içermektedir. İkinci alt başlıkta, Lacan’ın “temel fantezi” kavramının açıklaması mevcuttur. Son alt başlıkta ise, Lacan’ın daha sonraki görüşlerinden olan “fanteziyi aşma” kavramını etik görüşünün temeli olarak incelenmektedir.

1. Ana Gösterenler ve İnancın Merkezden Uzak Doğası

İkinci bölümün sonunda belirtildiği gibi, Lacan “ana gösterenler” adını verdiği psikanalitik sürecin kuramlaştırılmasına büyük önem vermiştir.  Bunlar, öznenin en derinlerinden bağlantı kurduğu ve bundan dolayı dünyayı anlamlandırma şeklinde kilit bir role sahip olan gösterenlerdir. Belirtildiği üzere, Lacan’ın bu gösterenler hakkındaki fikri şu şekildedir: bu gösterenlerin temel önemi, konunun sembolik anlam alanına ekledikleri herhangi bir olumlu içerikten daha fazlası olmamasıdır.  Konuya, kişinin kendini ve dünyayı algılama şeklini yapılandıran tüm gösterenler açısından yeniden yön vermek oldukça etkili olmuştur. Ana gösterenlerin aslında “boş gösterenler” ya da “gösterilensiz gösterenler” olduğunu iddia eden önemli Lacancı görüşünün temelini oluşturan tam olarak öncelikle yapısal veya biçimsel işlevdir.

Lacan’ın tüm önemli formülasyonlarında olduğu gibi, ana gösterenlerin “gösterilensiz gösterenler” olduğu olgusu da karmaşık bir olgudur. Ana fikir şu şekildedir: Herhangi bir “ana gösteren” tarafından gösterilen bir kavram ya da gönderge (veya her ikisi), her zaman bir bireyin tamamen anlayabilmesinin imkânsız olacağı bir durum olacaktır. Örneğin “Avustralyalı-lık”, birisi kendini “Ben Avustralyalıyım” şeklinde tanıtırken göstermeyi hedeflediği olgudur. Lacan burada şu soruyu sorar: Özne tarafından belirtilen “Avustralyalı” kavramı nedir? “Avustralyalı-lık”, Avustralya’da doğan herkesi kapsayan bir kavram mıdır? Yoksa öncelikli olarak kültür aracılığıyla aktarılan bir özellik midir? Bir ihtimal sözde tüm Avustralyalıların sahip olması gereken bazı erdemleri ve karakter niteliklerini mi adlandırmaktadır? Eğer tüm bunlara rağmen “Avustralyalıların” bazı özelliklerinin ortak olduğunu kabul edersek, bunlar hangileri olur? Herkesin hemfikir olacağı bir liste hazırlanabilir mi? Standart olarak “Avustralyalı” dediğimiz, ortak bireysel özelliklere sahip olan (Örneğin: cesaret, gösterişi saygısız bulma) insanları düşünmek kolay değil mi? Üstelik, “Avustralyalı” kavramı, bir birliği değil, tek bir varlığı belirtebildiği ya da belki de diğerlerini bir araya getirebilecek bir temel niteliği taşıdığı için, kavramın belirtmeyi hedeflediği olgu bunlardan hangisidir? Bu “esas” nitelik, yalnızca biyolojik midir? Belki de genetik ya da metafiziksel midir? Değilse nedir?

Lacan’ın “ana gösterenler” olarak değerlendirdiği olgu, iki şey arasındaki boşluğu vurgular.  Birincisi, “Avustralyalı-lık” gibi apaçık bir kavramın doğası hakkındaki kesinliğimizdir. (Hatta birisi tarafından sorulduğunda buna sinirlenebiliriz). İkincisi ise bu kesinliği kelimelere dökerken ya da tüm farklı görünüşlere rağmen “Avustralyalı-lık”ın “özüne” karşılık gelen bir adlandırma yaparken yaşadığımız zorluktur.

Lacan’ın aslında anlatmak istediği, merkezin dışında kalmış olan Ben’e yaptığı vurgu doğrultusunda, bu kelimeleri sürekli ve sorgulamadan kullanışımızın, anlam inşasının nasıl da “diğerleri bunu biliyor olmalı” aktarımsal varsayımına bağlı olduğunu gösterdiğidir. Biz kendi başımıza “Avustralyalı-lık” olgusunun ne olduğunu asla basitçe ifade edemememize rağmen Lacan, bu anlaşılması zor kavrama olan inancımızı (ve onunla özdeşleşmemizi) sağlamada etkili olanın, hâl böyleyken diğer insanların kesinlikle bu kavramın doğasını bildikleri ya da öyle gözüktüklerine olan kanaatimiz olduğunu belirtir. Lacancı teori, aynı Öteki’yi arzuladığımız gibi, inancın her zaman Öteki sayesinde inanç olduğunu savunur. (Örneğin Hristiyanlık dininde, inananların inancını ihsan eden Hristiyan gizeminin anlamını bilmesi gereken Ötekiler, rahipler olarak tanımlanırdı.)

Burada, Lacan’ın birinci bölümdeki tezini hatırlatmak gerekir: kastrasyon, çocuğun anne için fallik Şey olması arzusundan vazgeçmesi için yapıldığını işaret etmesidir. Lacan’a göre öznenin kastrasyonu temelde, annenin arzularını yöneten babanın emirlerinin ve onun adıyla yapılan toplumdaki büyük Ötekinin usullerinin kabul edilmesi anlamına gelir. “Ana gösterenler” aynı zamanda Lacan’ın fallik gösterenler dediği kavramdır. Bunun nedeni tam olarak, onlar için herhangi bir basit gönderge bulmanın zorluğuna rağmen bunların öznelere insan varlığı hakkında neyin “gerçekten önemli” olduğunu samimi bir şekilde ifade eden kelimeler olmalarıdır. Hiçbir Hristiyan “Tanrı”nın ne olduğunu bilmese de inananlar bu kavrama konulan isimler ne olursa olsun bunların yüce bir önemi olduğundan şüphe duymayacaktır.

Böylece Lacan, öznelerin fallik gösterenlerin neyi belirttiğinin bilgisinden mahrum kalmasının “kastrasyon”un bir sonucu olduğunu savunarak, felsefi antropolojisini ve dil teorisini bir araya getirir. Ayrıca psikanalitik alanda, sınırlı insan öznelerinin kendilerindeki şeylere erişiminin hemen engellenmesinin Kantçı varsayıma son derece benzeyen bir durum olduğunu savunmaktadır. Lacan’ın görüşüne göre özne, kastrasyonda konuşan bir özne olmayı kabul ettiğinde ilkel olarak bastırılmış olan işte tam da bu kayıp “gösterilen”dir. Çünkü öznenin kolayca işaret edebileceği diğer şeylerden “daha gerçek”tir. Lacan, öznenin simgesel olanı kabul ettiği zaman ensest ilişkinin, cinselleştirilmiş transgresif[1] haz ya da bunun getirdiği zevk olarak bilinen arzu edilen Gerçeklerin engellenmesi gerektiğini tekrarlar.

2. Lacan’ın Fantezi Anlayışı

Nevrotik özne annenin arzusunu tamamen tatmin edecek bir Şey olduğu Oedipal varsayımından vazgeçmezse bunun nedeni bu kayıp Şeyin doğası hakkında ve ona nasıl karşı koyduğuyla alakalı fanteziler kurmasıdır. Bu süreçte ilk olarak uygulanan amaçlar yukarıda bahsettiğim, fallik ana gösterenlerin göndergesini bilmenin zorluğunun özneleri, inançlarını Öteki yoluyla, “merkezden uzak” bir şekilde inşa etmeye zorlamasıdır. Özne, Gerçek fallik Şeyi kaybettiğini kabul ettiğinde, kendi hayal dünyasında fallik gösterenlerin ne olduğunu bilen ve zevk gerçeğine daha doğrudan erişimi olan Ötekiler olduğunu varsaymaktadır. Bununla aynı doğrultuda, Lacan’ın diğer görüşü, öznenin en derin hayali varsayımının her zaman, yoksun bırakıldığı Gerçek Fallik Şey’in, annenin arzusunu fark edilebilir şekilde şekillendiren yasaları olan “büyük Öteki” tarafından yedekte tutulmasıdır.

Buna takiben gelen, öznelerin bilinçdışı tezahürlerinin, sosyalleşmeye katıldıklarında kendilerinin uğradığı kayıplara karşı gösterdiği küçük bilinçdışı isyanları temsil ettiği görüştür. Hepsi, kastrasyonda yaşanan kayıptan kaynaklanan, kimliğin daha temel hayali yapılandırmasından destek almaktadır. Bu yüzden Lacan temel bir fanteziden bahsetmekte ve psikanalizde söz konusu olan temel fantezinin de ötesinde olduğunu savunmaktadır.

Lacan bu matematiksel (mathème[2]) “temel fantezinin” sabit yapısını biçimlendirmeye çabalamıştır: $ a. Bu matematiksel simge “$”, bilinçdışı arzuların Nesneye olan çekicilik ve iticiliğinin kastrasyon tarafından ikiye ayrıldığı “çizgili” özne, hayali kurulan kayıp nesne (“) ile bağlantılıdır.  Lacan matematiksel olarak “a” şeklinde tasarlanmış bu nesneyi, “a nesnesi” ya da nesne arzusunun nedeni şeklinde adlandırır. Lacan öznenin, Gerçek Şey’e saygı duyarak büyük Ötekinin içinde tutulan ve mahrum edilmiş Şey hakkında bir fantezi kurarak konumunu koruduğunu ve sadece anne Şeyinin ilk kaybının telafisi olarak kullanılabilecek bir dizi metonimik[3] veya kısmi nesnelerde (aşk nesnelerinin bakışları veya sesi, saç stili veya başka bir “Gerçek”in küçük bir parçası) kendini gösterdiğini iddia eder.

Temel fanteziden temel psikolojik “kazanç” sağlama, Lacan’ın bir sonraki tezidir. Temel fantezi, kaybetme ve sahip olma bağlamında kastrasyonda meydana gelen olayları temsil eder.  Böylece bu fantezi, özneyi bir noktada fallik Şeye sahip olduğuna inandırarak teselli eder fakat sonra kastrasyon sırasında bu düşünce öznenin elinden Öteki tarafından alınır. Bu da tabii ki şu anlama geliyor: Şey, öznenin elinden alındığından, muhtemelen özne tarafından tekrar geri kazanılabilir. Lacan, genellikle nevrotik insan arzusunu şekillendirenin bu olduğunu savunur. O halde fantezinin özneden gizlediği şey, anneyle ya da onun yerine geçecek metonimik başka birisiyle olan tamamen tatmin edici bir cinsel ilişki olasılığının yalnızca yasaklanmış olması değil, aynı zamanda asla mümkün olmamasıdır. Birinci bölümde bahsedildiği gibi, Lacan’ın bebek davranışlarının gözlemlenmesiyle ortaya çıkan görüşü, kastrasyon öncesi anne-çocuk ilişkisinin Edenik[4] olmaması, bunun yerine hayali geçişlilik ve saldırganlıkla nitelenmesidir.

Bu nedenle Lacan, XX. Semineri’nde “cinsel ilişki diye bir şey yoktur” ve başka bir yerde de “K” harfi büyük yazılan “Kadın’ yoktur” gibi espriler yapmıştır. O halde Lacan’a göre kastrasyonun en derin mantığının da son derece paradoksal olduğunu unutmamak gerekir. Babanın “Hayır!” sözü, imkânsız olan bir şeyi yasaklar. Ancak bu yasaklama, öznede söz konusu olan Şeyin ulaşılabilir olduğunu fakat yalnızca yasaklandığının hayali varsayımına neden olur. Böylece Lacan, temel fantezinin, kastrasyon sırasındaki kaybın doğasını özneden gizlemek için orada olduğunu ileri sürer. Ancak bu yalnızca bir tahmin değildir. Kendi eklediği kanıtlarla bu fikri desteklemektedir.

Lacan’ın görüşünü destekleyen kilit nokta, objet petit a[5]nın anamorfik bir nesne olması koşuludur. Bunun anlamı, en çok bilinen Lacancı objet petit a’nın örneklerine bakılarak bile görülebiliyor olmasıdır: “nesne bakışı”. Bazen nasıl okunduğunun aksine Lacancı “bakış” dünyadaki müdahaleci ve buyurgan erkek bakışından başka bir şey değildir. Lacan için bakış, öznenin gözle görünür gerçeği algılamasında “şeffaf görünürlüğü bozan”, “kör bir noktadır”. (Zizek, 1999a: 79) Tanık olunan, öznenin kendi görüş alanında ortaya çıkan nesneleri tam olarak çerçeveleyememesidir. Lacan’ın Psikanalizin Dört Temel Kavramı’ndan gelen nesne-bakışının klasik bir örneği Holbein’in Elçiler’inin ayaklarının mesafesinde duran yamuk kafatasıdır. Bu “Şey” hakkında bir tek şey vardır, o da kelimenin tam anlamıyla “yamuk” olarak görülebiliyor olması ve onu görme pahasına o anda resmin geri kalanının odak dışında kalıyor olmasıdır. Lacan’ın yorumu, tuvaldeki bu noktanın sanki bizi selamlıyor gibi gözüktüğüdür. Lacan’ın kast etmeye çalıştığı ise, kafatasının bize, arzularımız ve fantezilerimizle birlikte, sahneye nasıl dahil olduğumuzu hatırlatmasıdır.

O halde “$” a’nın başka bir anlamı daha vardır: Lacan için objet petit a büyüsünü sadece bunun üzerine kısmi bir bakış açısına sahip bireylere uygulayabilecek bir şey ve kendini tamamen “dış” bir bakış açısı olarak ele alan özneyi nesneler dünyasında temsil eden bir nesnedir. Eğer bir özne çok çabuk harekete geçerse kaybolur (ya da psikozda ve birisinin kendisinin iki katıyla karşılaştığında ne olduğunu bildiğimiz çok bilinen bir film motifinde olduğu gibi) bunun bedeli kişinin dünyanın geri kalanını algılama hissinin yok olması olur. Bunun gösterdiği, objet petit a’nın ya da en azından onun esareti altında olan özneyi taşıyan nesnenin büyüleyici etkisinin bu konudan bağımsız olarak “tarafsız” bir gerçekliği yoktur. Lacan’ın belirttiği gibi bunun mantıksal sonucu, bu sözde “kayıp” nesnenin asla özne tarafından kaybedilemez oluşudur çünkü özne başından beri ona hiç sahip olmamıştır.  Bu nedenle Lacan, objet petit a’nın görünüşte gerçek olmayan konumunun tanım gereği kaybolarak var olan bir nesne olduğunu savunur.

3. Lacancı Konular ve Ahlak

Lacan öznenin “gösterenin öznesi” olduğunu savunur. Bu iddianın en azından bir anlamı, babanın yasalarına ve kastrasyona özne olmuş, konuşan bir özne olmayan uygun özne olmamasıdır. Bunun yanında, aşağıdaki formülasyona geri dönülmeli çünkü tam anlamı, ancak Lacan’ın konu ile ilgili yaptığı başka bir önemli iddia doğru bir şekilde incelendiğinde açıkça ortaya çıkacaktır. Görünüşe göre bu, öznenin aynı zamanda hem dilsel bir özne hem de gösterenden yoksun olmasıyla birlikte çelişkili bir iddiadır. Lacan’ın söylemek istediği dili olmayan bir öznenin var olmadığı olsa da yine de özne esas olarak dilde bir yere sahip değildir.

En geniş düzeyde, Lacan bu iddiada, yapısalcı dilbilim dilinde, Sartre ve ondan önce Kojève ve Hegel (ve muhtemelen Kant) tarafından çoktan ortaya atılmış olan bir iddiayı yeniden masaya yatırmaktadır. Bu iddia öznenin diğer nesneler gibi (“masa”, “sandalye” vs.) doğal dil içinde yeterli bir şekilde adlandırılabilecek bir nesne olmadığını ifade eder. Bu hiçbir-şeydir. Kojève’nin Heideggerci Hegelciliğinin Lacan üzerindeki en net etkilerinden biri de özellikle 1950’lerde, var olma eksikliği (manque-à-être/olmak-istemek) ile ilişkili olarak konuya yaptığı vurgudur. Lacan konu hakkındaki görüşünü, konuyu ego veya “moi”/“Ben” ve “je”/“ben” değişimi tarafından açıklanmış özne arasında temel bir ayrım olarak ele almaktadır. Lacan, öznenin bölünmüş özne olduğunu ve Freud’un belirttiği gibi hem bilince hem de bilinçdışına sahip olduğunu öne sürer.

Lacan öznenin bölünmüş olduğunu söylediğinde, aynı zamanda bir dil öznesi olarak, her zaman aşağıdaki iki seviyeyi ortaya çıkaracağını kast etmiştir. İlki ego ya da sözce[6] öznesidir. Bu öznenin kendi hayali birliğini algıladığı/öngördüğü benliktir. Lacan’a göre ego, bir nesne olduğu için diğer nesneler gibi doğrulanabilmektedir. Biri kendisi hakkında, az ya da çok dürüst olarak “şişman” ya da “dürüst” diyebilir. Lacan için bu sözcelenmiş cümle, söz edilen durumlardaki kişinin egosudur.

Bu, ikinci derece bir öznellik “seviyesinden” ayırt edilmelidir: sözceleme öznesi. Başka yerlerde olduğu gibi, Lacan’ın görüşü İkinci Bölümde detaylı biçimde incelenmiş dil felsefesini alt üst etmektedir. Açıkça sözce özne ve sözceleme öznesi arasındaki ayrım, Lacan’ın Austin ya da John Searle gibi “söz-edimi” kuramcıları dilin “edimsel boyut”unu nasıl ifade ederdi düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Söz-edimi kuramcıları, verilen söz-edimi kelimelerinin asla boşlukla açıkça ifade edilemeyeceğini vurgular. Bunlar dili konuşanlar arasında her zaman belirli bir bağlamda dile getirilir. Söylenenler aracılığıyla özneler etkin bir biçimde bir şeyler yaparlar (bu nedenle Austin’in başlığı Söylemek ve Yapmak’tır). Bu özellikle emirler ve verilen sözler gibi durumlarda belirgindir. Bir söz verdiğimde (örneğin: sana söz veriyorum seninle saat 5:15’de buluşacağım) öncelikli olarak mevcut durumun gidişatı hakkında bir iddiada bulunmuyorum. Burada önemli olan benim ne yaptığımdır. Yaptığım şey de seninle gelecek bir zamanda buluşacağıma dair vaatte bulunmaktır.

Austin’in yanı sıra Lacan’ın temel savı, tüm dilsel eylemlerin iki önemli boyutu olduğu yönündedir: İlki Austin’in “betimleyici boyut” olarak adlandırdığıdır. Lacan bunu “sözce seviyesi” olarak adlandırır. Kelimeler, dünyadaki olgusal durumları ifade ya da temsil etmeyi amaçlar. İkincisi eylemsel boyuttur ki, Lacan bunu “sözceleme seviyesi” olarak adlandırır. Lacan, bilinçdışının öznesinin sözceleme öznesi olduğu konusunda ısrar eder. Bu onun, semptomlar ve paraprakslar[7] ile öznenin niyetlendiğinden daha fazlasını söylediği temel Freudcu hipotezi ifade ettiği tek yoldur.  Niyetlendiği şey, genellikle açıkça ifade ettiği şeylerin belli bağlamında ele alınacaktır. Yine de vücut diliyle ya da yanlış bir telaffuzla ortaya çıkan anlam zinciriyle vs. niyetlendiğinden analistlere daha farklı bir anlam aksettirecektir. Bu ‘meydana gelen’ ikinci anlam zinciri, konuşan birey tarafından açıkça ve bilinçli bir şekilde ifade edilmeden önce “Öteki bunu biliyor olmalı” nedeniyle gerçekleştirilir.

Lacan’ın sözce öznesi ve sözceleme öznesi arasındaki ayrımı, yalancı paradoksu araştırması incelenerek daha iyi anlaşılabilir. Bu, birisi şunu söylediğinde ortaya çıkan paradokstur: “Ben bir yalancıyım”.  Önermenin (“x kişisi yalancıdır”) doğru olduğunu varsayarsak, aynı zamanda kişi “ben yalancıyım” derken onun doğru söylediğine inanmak için hiçbir nedenimizin olmaması paradokstur. Bir yalancı olarak, kişi bunu söylerken de yalan söylüyor olabilir. Aslında bunun anlamı, kişinin samimi bir şekilde doğruları söylediğini varsaymamız gerektiğidir. Lacan bunun, yalnızca eğer biz cümledeki sözcelenmiş özne ve sözceleme öznesi arasındaki ayrımı hatalı bir şekilde yaparsak bir paradoks olduğunu savunur. Bu ifadeyi daha iyi anlamak için konuşma eylemi iki boyutta da sahnelenebilir: bu durumda sahnelemek için x kişisi: “ben yalancıyım” desin. Burada, konuşulan cümledeki “ben” ifadesi Lacan’ın “sözce öznesi” olarak ifade ettiği durumdur. Buradaki benlik kavramında, kişinin yalancı olduğu da olmadığı da doğru olabilir. Yine de bu benlik kavramı, yukarıda “x kişisi” olarak sahnelenen durumla hiçbir şekilde tanımlanamaz. Buradaki “x kişisi” bahsi geçen özne değildir.  “X kişisi” yalnızca konuşan kişidir. Burada Lacan’ın demek istediği şudur: analistinin huzurunda neyi iddia ettiği ile ilgili olarak analiz yapan kişi ister egosal oyunlar oynasın ister dalavereler çevirsin, kendisini Öteki’ye anlatan bu sözceleme öznesini analizde bilmesi gerekmektedir. Bu nedenle Lacan için histerik, ya yalan söyleme arzusuyla ilgili gerçeği söyleyen (sözceleme seviyesinde) kişi ya da en azından konuştuğu gerçeklere karşı kayıtsız kalan (sözce seviyesinde) kişidir. Buna karşın, saplantılı olan, her zaman gerçeği söyleme arzusuyla (ne söylediğinin seviyesinde) ne hakkında konuştuğuyla ilgili (sözceleme seviyesinde) gerçeği saklar ya da inkâr eder.

Lacan’ın bu konudaki görüşü, özneler kendileri hakkında konuşmak istediklerinde, sözceleme öznesi her seferinde ya konuşma eyleminin başındayken tahmin edilir ya da konuşma eyleminin sonundayken yanlışlıkla egoyla tanımlandığında ıskalanır. Geleceğin öncelikliliğine uygun olarak, özne her zaman “olmuş olacak”tır. Felsefi açıdan, Lacan’ın öznesinin herhangi bir konuşma eyleminin varsayımı olduğunu (birileri her zaman konuşuyor olacak), ancak bunun herhangi bir önemli içerikle doldurulmasının imkânsız olduğunu söyleyebiliriz.

Bu nedenle Slavoj Žižek son zamanlarda bu teori ile Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki özalgı birliği arasında bir paralellik kurdu. Lacan, kendi fantezi mantığı üzerine olan seminerinde, Descartes’in ünlü cogito ergo sum (düşünüyorum öyleyse varım) söyleyişini kendince yeniden ifade etmeye çalıştı: “Düşündüğüm yerde değilim.” Bu formülasyonun ana fikri düşünme ve varoluş arasındaki zıtlıktır. Lacan, düşündüklerim ve konuştuklarım (sözceleme öznesi) arasında, bilinebilecek katı bir varlığım yok, der. Aynı derecede “Düşündüğüm yerde değilim” ifadesi, telaffuz edilen cümledeki öznenin doğasının kaçınılmaz olarak yanlış anlaşılmasına yol açacaktır. Eğer Lacan’ın öznesi, Sartre’ın ve Kojève’in görüşünün doğrudan psikanalitik olarak yeniden ifade edilmiş hâli gibi gözüküyorsa, o hâlde öznenin “ana gösterenler” ve “temel fantezi” ilkeleriyle birlikte yeniden okunması gerekmektedir. Lacan, ana gösterenlerin “diğer gösterenlerin öznesini temsil ettiğini” söyler.

Varlığı olmayan bir özneyi tanımlaması göz önünde bulundurulduğunda bu açıklamanın ilk ifadesi açıklığa kavuşur. Yukarıda da incelendiği gibi, Lacan’a göre ana gösterenlerin açıkça şekilde ifade edilmiş bir anlamı ya da gösterileni yoktur. Fakat Lacancı görüşte, açıkça ifade edilmiş bir anlamdan yoksunluk kesinlikle özne ile bağıntılıdır. Bu şekilde, Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’te yaptığı gibi, Lacan’ın özne hakkındaki teorisi fenomenolojik (görüngüsel) bir analize dayanmamaktadır. Yukarıda incelendiği gibi, eğer konu öznenin “gösterenden yoksunluğu” ise Lacan yalnızca düşünme halinde nesneleştirilemeyeceğini kast etmez. Onun tahminine göre, özne doğrudan anlamlama alanında bir yoksunluktan dolayı ortaya çıkan bir şeydir. Bu konu hâli hazırda yukarıda Lacan’ın, ana gösterenlere olan inançlarını ve tanımlarını bir temele dayandırmak için Ötekilerin ne bildiğine olan varsayımlarını göz önünde bulundurarak öznenin nasıl fantezi düzeni yarattığını ele alan görüşünü anlatan “fantezinin mantığı” bölümünde anlatılmıştır. Şu an vurgulanacak nokta ise bu ana gösterenlerin, eğer işlevsel olmaları gerekiyorsa, öznel fantezi yorumu olmadan var olamayacakları durumudur. Lacan’ın hiçbir üst dil olmadığına ilişkin ünlü savı sadece şunu belirtmeyi amaçlar: özneler bu konuya kendi kısmi ve taraflı bakış açılarını katmadıkça, “dikilemeyecek[8]” ve tutarlı, sabit bir görünüşe erişebilecek hiçbir duyu alanı yoktur.

Lacan’ın matematiksel olarak açıklamaya çalıştığı $, son ve en zor ifadedir. Üçüncü bölümde gördüğümüz gibi, özne ana gösterenlerin hayali olarak konumlanmış nesnesine/göndergesine bağıntılıdır. Yine de Lacan’ın burada matematiksel olarak açıklamaya çalıştığı şeyi daha ileri bir seviyeye taşıyabiliriz. Fantezide bu, öznelerin yanlış tanıdıkları, basitçe ensest-annelik Şey’inin var olmaması değildir. Öznelerin ilkel olarak bastırdığı şey, hayatlarının sembolik koordinatlarını gereğinden fazlaca belirleyen anlamlama oyununda öznelerin ifadesinin gerekliliğidir. Lacan, prototipik nevrotik özne-görüşünün mağduriyet olduğunu belirtmektedir. Günahı işleyen Ötekilerdir, özne değildir. O yalnızca acı çeker.

Elbette bu düşünceler (ahlaki ya da hukuki açıdan doğru ya da yanlış olabilir) tarafından önlenen şey, öznenin hayatındaki etkinliklere kendini nasıl yatırım yaptığıdır. İlk olarak, “Ötekiler zevk alıyor olmalı” başlığı altında, başından geçen kastrasyon kayıplarına maruz kalmamış olması beklenen öznenin hayali yatırımı vardır.  Lacan, Freud’un sonralardaki süperego varsayımını okudukça bu ruhsal faaliyet, Oedipal babanın geriye kalan fantezilerinin, çocuktan mahrum bırakılmış annenin bedeninin egemen zevkine erişim sağlayabiliyor olması üzerine kurulmuştur. İkinci olarak önlenen ise, Freud’un öznelerin hastalıklarından “kazanç” sağlama ve hastalıklarına uyum sağlamalarından, büyük Ötekinin isteklerine meydan okuyarak zevke erişimlerini sağlamanın bir yolu olarak bahsederken, hâlihazırda kuramlaştırdığıdır. Lacan’a göre, özne en korkunç travmalara maruz kalsa bile, önemli olan bu travmanın temel fantezinin etrafındaki özne tarafından sonradan ve geriye dönük bir şekilde nasıl ortaya çıkarıldığıdır. Hayatlarına karşı edindikleri özne-görüşünün öznelleştirdikleri ve sürekli olarak kontrol altında tuttukları bir durum olduğunu itiraf etmelilerdir.

Bu nedenle Lacan, II. Seminer’de psikanalizin emirlerinin mange ton dasein[9]! (varoluşunu ye!) olduğuyla ilgili espri yapmıştır. Ona göre araştırmaların sonunda özne, şimdiye kadar olan hayatını ve Ötekiyle olan ilişkisini organize etme şeklini benimsemeli ve geride bırakmalıdır. Dolayısıyla bu noktada Lacancı psikanaliz ahlakı açıklanmalıdır. Lacan, tedavinin sonuna ortaya çıkan sonucu fanteziyi aşma olarak adlandırır. Ancak Lacan için, fantezinin işlevi öznenin dünyayı nasıl deneyimlediğine dair sorumluluğu ve çıkarımlarını ondan gizlemektir ve fanteziyi aşmak öznel sorumluluğu yeniden ifade etmektir. Lacan kuramında, fanteziyi aşmak için Ötekinin “kayıp” arzu nesnesini aldığını varsaymaktan vazgeçmek gerekir. Bu nesnenin, kastrasyon deneyiminin travmasını telafi etmek için varsayılan bir araç olduğunu kabul etmek gerekir. Kastrasyonun bir kazananı (baba) ve kaybedeni (özne) olmadığını fakat insanlar için konuşan tüm öznelerin maruz kaldığı, yapısal olarak gerekli bir vaka olduğunu kabul etmek gerekir. Aynı şekilde devamında gelen, objet petit a’yı Öteki’den geri kazanmaya çalışan dargın ve gözü doymaz projeden vazgeçmek ve “puanları hesaplamak”tır.

Bu, dünyanın dokusu içerisindeki nesnenin yeri ile bir kimliğe dönüşür ve sonunda onun yerine geçer. (Bunun, Lacancı “Onun olduğu yerde, ben de olacağım” okuması olduğunu unutmayın.)  Lacan’a göre, fantezisini aşmış bir özne arzusundan arınmamıştır. Bu arzu, temel fantezilerin yönlendirilmeleri ile düzeltilemez. Anneye duyulan mutlak arzunun yerine geçebilecek, tam anlamıyla tatmin edici güçte cinsel bir nesnenin var olmadığını kabul etme noktasındadır. Bu duruma eşit bir şekilde, büyük Öteki’yi kabul etmeye açıktır ve/ya da özne tarafından yetkili temsilci(ler) olarak belirlenmiş herhangi bir somut Öteki, Özne’nin “kayıp” ettiği şeye sahip değildir. Lacan bunu, öznenin şimdi savunabileceği bir Öteki var olmamaktadır diyerek açıklar: bu da eksik olan, yaptığı ve istediği öznenin müdahalelerine bağlı olandır. Özne, böylece Öteki’nin düzeni içerisinde olmanın neye mal olduğunu ve nihayetinde onun da düzgün olmadığını anlar. Artık bunun eksik, yoksun bir özne olduğu veya Lacan’ın da dediği gibi, bir arzu öznesi olduğu çekinmeden söylenebilir, fakat bu arzunun metonimik kaymasının bitiş süresi yoktur. Arzunun arzu nedenli cazibesine durmaksızın yakalanmak yerine, bu arzu şimdi, daha önce olduğu gibi, kendi etrafında dönmekte ve yalnızca kendisini arzulamakta özgürdür; bu da Lacan ve eserlerinde neredeyse hiç bahsetmediği Nietzsche felsefesi arasındaki tuhaf yakınlıktır.

 

5. Kaynaklar ve Ek Okumalar (Genel)

Lacan, J., (2001), Ecrits (trans. Alan Sheridan), Routledge, Londra.

Lacan, J., (1988), The Seminar of Jacques Lacan, Book I (trans. John Forrester. Edited by J.A. Miller), Cambridge Uni. Press, Cambridge.

Lacan, J., (1988), The Seminar of Jacques Lacan, Book II (trans. Sylvana Tomaselli. Edited by J.A. Miller), Cambridge Uni. Press, Cambridge.

Lacan, J., (2000), The Seminar of Jacques Lacan, Book III: The Psychoses (trans. Russell Grigg. Edited by J.A. Miller) Kent, W. Norton.

Lacan, J., (1992), The Seminar of Jacques Lacan, Book VII: The Ethics of Psychoanalysis (trans. Dennis Porter), Norton, New York.

Lacan, J., (1975), Seminar XX: Encore! (Trans. Bruce Fink), W. Norton: New York.

Žižek, S., (1989), The Sublime Object of Ideology, Verso, Londra.

Žižek, S., (1991), Looking Awry: An Introduction to Lacan Through Popular Culture, MIT Press, Cambridge, Mass.

Žižek, S., (1992), Enjoy Your Symptom! Jacques Lacan in Hollywood, Routledge, Londra ve New York.

 

Editör Kaynakçası (Bu bölüm için)

Heidegger, M., (2018), Varlık ve Zaman, (çev. Kaan Ökten), Alfa Yayıncılık, İstanbul.

Jung, C. G., (2006), Analı̇tı̇k Psı̇kolojı̇, (Çev. Ender Gürol), Payel Yayınevi.

Kolektif, Lacan Seçkisi, Monokl Yayınları, İstanbul.

Lacan, J., (1994), Fallus’un Anlamı (çev. Saffet Murat Tura), Afa Yayıncılık.

Lacan, J., (2012), Babanın Adları (çev. Murat Erşen), Monokl Yayınları.

Lacan, J., (2013), Psikanalizin Dört Temel Kavramı (çev. Nilüfer Erdem), Metis Yayınları.

Rifat, M., (2013), XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları: 1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

Sigmund, F., (2017), Psikanalize Giriş: Hatalı Eylemler (Çev. A. Can İdemen), Cem Yayınevi, İstanbul.

Tura, S. M., (2010), Freud’dan Lacan’a Psikanaliz, Kanat Kitap.

Tuzgöl, K., (2018), Lacanyen Psikanalitik Kuram ve Öznenin Konumu, Türkiye Bütüncül Psikoterapi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1.

Žižek S., (2011), İdeolojinin Yüce Nesnesi, (Çev. Tuncay Birkan), Metis Yayınları.

 

Dipnotlar

[1] Suç teşkil eden (r.n.)

[2] Lacan tarafından türetilen bir terim olan mathème, matematiksel gösteren anlamına gelmektedir ve Lacan, psikanalitik teoriyi formülleştirmek için kullanmıştır. (e.n.)

[3] Kinayeli, benzerinin ismini kullanan (r.n.)

[4] “Cennet Bahçesi” ile ilişkili olan; bozulmamış, tertemiz. (r.n.)

[5] “Lacan’ın diğer dillere yapılan çevirilerinde Fransızca olarak korunmasında ısrar ettiği bu kavram, Türkçe’ye kabaca “küçük öteki nesnesi” olarak çevrilebilir (buradaki “a”, Fransızca’da “öteki” anlamına gelen autre kelimesinin baş harfidir). Objet petit a, gerçek bir nesne değildir, bir fantezi nesnesidir.” (Žižek, S., (2011), İdeolojinin Yüce Nesnesi, (Çev. Tuncay Birkan), Metis Yayınları. – Sözlük) (e.n.)

[6] Sözce (fr. énoncé): dilsel ürün; sözceleme (fr. énonciation): sözce üretme edimi.

(Rifat, M., (2013), XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları: 1. Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.)

[7] Freud sürçmesi olarak da bilinen psikofizyolojik hatalı eylemlerdir. Dil sürçmesi, kaybolma, unutma bu eylemlerden sayılabilir. (Sigmund, F., (2017), Psikanalize Giriş: Hatalı Eylemler (Çev. A. Can İdemen), Cem Yayınevi, İstanbul.)

[8] Bu kavram Lacan terminolojisinde point de capiton (fr.) yani “dikiş noktası” kavramından gelmektedir ve anlamlama zincirinde, gösterenin gösterilene bağlandığı, sabitlendiği ya da “dikildiği” noktayı ifade eder. (r.n.)

[9] Alman filozof Martin Heidegger’in Varlık ve Zaman isimli eserinde kullandığı bir terim olan dasein, Türkçeye varoluş olarak çevrilebilse de Kaan H. Ökten’in çevirisinin önsözünde belirttiği gibi “zamansal varoluşumuzun nasıllığını” ifade etmektedir. (Heidegger, M., (2018), Varlık ve Zaman, (çev. Kaan Ökten), Alfa Yayıncılık, İstanbul.)

 

Redaktör: Melis Fettahoğlu-Hallier

Editör: Cemre Yıldırım

Görev Alan Yayın Kurulu: Arman Tekin, Martı Esin Şemin, Utku Baran Ertan

 

Bu yazı Internet Encylopedia of Philosophy (IEP)’nin izni alınarak Türkçeye çevrilmiştir.

 

Yazının orijinali için: https://iep.utm.edu/lacweb/#H4

 

Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz Lacancı Psikanaliz

 

 

Related posts

Leave a Comment