• Home
  • Tarih
  • İskandinav Hayaletleri ve Ölü Gömme Ritüelleri
Tarih

İskandinav Hayaletleri ve Ölü Gömme Ritüelleri

İskandinav Hayaletleri 

Yazar: Joshua J. Mark.

Çevirmen: İpek Ortaer Montanari

İskandinav Hayaletleri ve Ölü Gömme Ritüelleri

İskandinav inanışına göre ölen kişinin ruhu, öbür dünyadaki pek çok diyardan birine gidebilirdi. Ölen savaşçıların içki içtiği, savaştığı ve hikâyeler anlattığı Odin’in diyarı Valhalla iken Folkvangr (Halk Alanı) ise bereket tanrıçası Freyja’nın diyarıydı. Ruhların büyük çoğunluğunun gittiği Hel ise gri ve kasvetli bir yerdi.

Yaşayanlar son yolculuklarının hangi diyarda nihayete ereceğinden emin olmasa da bir şeyi kesin olarak biliyorlardı: Ölenler bir hayalet olarak geri dönebilirdi. Hayaletler, tarih boyunca dünyanın her köşesinde ve pek çok kültürde olduğu gibi İskandinavlar için de Viking Çağı’ndan (yaklaşık 790-1100) önce ve bu çağ sırasında fazlasıyla gerçekti. Ancak bu hayaletler ne Klasik Dönem’in ne de Orta Çağ İskandinavya’sının çağdaşları olan Anglosakson, Frenk veya Germen kabilelerinin semavi ruhları değildi. Bunlar, genellikle ölümlerini takiben muazzam bir boyut ve güce ulaşan dirilmiş cesetlerdi; yaşayanların başına dert açabilir, hatta onları öldürebilirlerdi.

 Bir Viking Cenazesi (Funeral of a Viking) – Frank Bernard Dicksee (1853–1928) 

İskandinavların hayaletlere inanmaları hakkında hikâyelere dayanan kanıtlar, köken olarak yaklaşık 13. yüzyıl İzlanda’sında yazılan büyük destanlardan gelmektedir. Bu hikâyeler, görsel kanıtlara ve insanların ölümden sonra dirilenlerden kendilerini korumak için gerçekleştirdikleri ölü gömme ritüellerindeki rivayetlere dayanmaktadır. İskandinav hayaletleri iki türdür:

  • Haugbui: Bir mezar içinde bekleyip buradaki eşyaları koruyan ruh.
  • DraugrAptrgangr (sonradan-ayrılan ya da tekrar-ayrılan, ölümden sonra ayağa kalkan) olarak da bilinir: Hayatta kalan ailesini veya toplumu rahatsız etmek için geceleri mezarından çıkan ruhtur. Draugrlar sıra dışı uzunlukta ve güçte olabileceği gibi her zaman açtı. Hem hava durumunu kontrol edebilir hem de geleceği tahmin edebilirdi. Tüm bunların yanında şekil de değiştirebilirdi.

Birinin başı Haugbui ile derde girmiş ise bu, o Haugbui’nin mezarını rahatsız ettiği içindir ve kişinin hatasıdır. Tıpkı tüm ölüler gibi Haugbui’nin de sürekli olarak bir kurt gibi acıktığı düşünülürdü. Mezarına sebepsiz yere giren birini yiyebilirdi. Bunun dışında kendisini saklardı. Öte yandan bir Draugr sırf huysuz olduğu, yaşayanları kıskandığı ya da ölü gömme ritüellerinin uygunsuz olduğunu gözlemlediği için yaşayan birini herhangi bir nedenle rahatsız edebilirdi.

Hâliyle ölü gömme ritüelleri en önemlisiydi. Bu ritüeller ile ölüler şereflendirilerek iyi hatırlanmaları sağlanırdı. Bu nedenle de ritüeller doğru bir şekilde gerçekleştirilmediklerinde ölene karşı derin bir saygı eksikliği oluşurdu. Kuşkusuz ailenin hayatta kalan üyeleri, sevdiklerine uygun bir uğurlama gerçekleştirebilmek için ellerinden geleni yaparlardı. Yine de ölünün bu çabaları tam olarak nasıl yorumlayacağı belirsizdi. Bu yüzden emin olmak için başka ritüeller oluşturulmuştu. Böylece ölen kişi huzur içinde yatmıyorsa bile yaşayanlar huzura ulaşabilirdi.

Usule Göre Defin

Viking Çağı İskandinavya’sında, o dönemin Avrupa’sında olduğu gibi cenaze evleri ya da cenaze levazımatçıları yoktu. Ailesi, ölen kişinin naaşını defni için evde hazırlardı. Bu nedenle naaşa iyi bakıldığından ve düzgün bir şekilde gömüldüğünden emin olmak ailenin sorumluluğundaydı. Bu konuyla ilgili yazar Martin J. Dougherty şöyle demiştir:

Vikingler, ölen kişinin ruhunun öbür dünyaya geçmesi için usule uygun cenaze törenlerinin gerekli olduğuna inanıyorlardı. Ruh, yaşayanlara musallat olmasın ve ölümden sonraki yaşamda hak ettiği mevkiye sahip olsun diye ona uygun bir cenaze töreni düzenlenirdi. Bu mevkinin sağlanmasında mezardaki eşyalar önemli bir rol oynardı. Mezarlık alanları üzerine yapılan arkeolojik çalışmalar Vikingler ve yaşam şekilleri hakkında bildiklerimize önemli katkılar sağlamıştır”. (39)

Oseberg Gemisi, Norveç

Her ne kadar ölülerin mezar eşyalarıyla gömüldüğüne dair kanıtlar olsa da Demir Çağı öncesindeki İskandinavya’da (yaklaşık MÖ 6. yüzyıl) cesetleri ortadan kaldırmak için tercih edilen yöntem ölülerin yakılmasıydı. Defin işlemi Viking Çağı’nda daha yaygın hâle gelmiş ancak odun yığını üzerinde ölüyü yakma geleneği (Viking cenaze törenlerinin meşhur imgesi) de uygulanmaya devam etmiştir. İnsanları gemilere gömmek (Norveç’teki ünlü Oseberg Gemisi mezarlığı gibi), çok pahalı olduğu için zenginlere özgü bir uygulama gibi görünmektedir. Kaldı ki zengin bir aile bile bir gemiye ölülerini defnedemeyebilse de yeterli miktarda mezar eşyası temin edebilirdi.

Yine de zengin olduğu düşünülen kişilerin gömüldüğü yerler kazıldığında yalnızca birkaç mezar eşyası bulunmuştur. Bir ailenin, o zamanlarda maddi açıdan durumu iyi değilse özel bir değeri olan ve kolaylıkla yenisi alınamayacak bir lambayı, silahı veya aleti (örneğin ailenin kaybetmeyi göze alamayacağı bir çekiç) mezara koymadıkları düşünülmektedir. Araştırmacılar, zengin insanların mezarlarını kazıp beklenenden daha az eşya ile karşılaştıklarında bu sonuca varmışlardır. Nefes almaya ve yemek yemeye devam eden insanların bu eşyaları kendilerine saklaması anlaşılabilir olsa da ölenler için durum farklı olabilirdi. Diğer defin işlemleri layıkıyla yerine getirilmiş olmasına rağmen ölen kişinin ruhu en sevdiği kılıcından ya da çekicinden mahrum bırakılmayı hoş karşılamayabilirdi.

Ayrıca kişinin ölümünden yedi gün sonra Sjaund (Dougherty’ye göre aynı zamanda ziyafette ikram edilen biranın adıydı) adı verilen bir cenaze ziyafeti düzenlenerek ölen kişi için gerekenler yapılırdı. Mezara koyulmayan kişilere ait önemli eşyalar, ölen kişinin ya da yakın akrabasının istekleri doğrultusunda aile üyelerine ya da arkadaşlarına verilirdi. Sjaund, yaşayanlar açısından oldukça iyi düzenlenmiş olsa da bu ziyafetin ölen kişinin ruhunca nasıl yorumlanacağını veya hoşnut kalmadığı takdirde ne tepki vereceğini bilmek mümkün değildi.

Hayaletlerden Korunma

Viking Çağı’nda yaşayan İskandinavlar, kendilerini ve ailelerini üzgün ya da kıskanç bir ruhun rahatsız etmesinin önüne geçmek için birtakım önlemler almışlardı:

  • Başın sarılması
  • Kapıdan çıkarırken cesedin önce ayaklarının geçirilmesi
  • Her iki ayağın ayak parmaklarının ya da ayakların birbirine dikilmesi
  • Bacakların kırılması ya da ayakkabının veya çizmelerin birbirine bağlanması
  • Ceset Kapısı
  • Bir evi ziyaret ederken kapıya üç kez vurulması
  • Tılsımlar ya da imgeler kullanılması

Başın sarılması, ruhun nereye gittiğini görmesinin önüne geçmek içindi. Gözleri kapalı olsa bile ölünün hâlâ görebileceğine inanılırdı. Kapıdan geçerken önce cesedin ayaklarının geçirilmesi de bu sebeptendi. Kişinin ruhu, defin için nereye götürüldüğünü göremez ve böylece eve dönüş yolunu bulamazdı.

Cesedin yeniden canlanıp yürüyebileceğine inanıldığı için, cesedin ayakları ya da parmakları birbirine dikilir, böylece eve dönmesi zorlaştırılırdı. Bacakları ve bilekleri kırmanın veya ayakkabı ve çizme bağcıklarını birbirine bağlamanın amacı da aynıydı.

En fazla emek gerektiren koruma ise ceset kapısıydı. Ceset kapısı için evin duvarlarından birinde bir açıklık oluşturulur, ardından da tuğlalarla kapatılırdı. Evden biri öldüğü zaman yıkılıp açılarak ceset buradan dışarıya çıkartılırdı. Bir cesedin yalnızca çıktığı açıklıktan eve geri dönebileceğine inanıldığı için ölen kişi, kapıdan önce ayakları geçecek şekilde dışarı çıkartılıp mezarlığa götürülür ve ceset kapısı tekrar örülürdü.

Viking Çağı toplumunda, karanlık çöktükten sonraki yıl boyunca ve özellikle de bir cenazeden kısa süre sonra ziyaret edilen birinin kapısına üç kez vurulması yaygın bir adetti. Tek vuruş, bir ruhun varlığına yorulurdu. Kişi kapıyı açarsa ya delirirdi ya da bir daha kendisinden haber alınamazdı. Hayaletlerin sonbaharda harekete geçtiği ve kış boyunca, özellikle de Noel döneminde güç kazandıkları düşünülürdü. Kapıyı üç kez çalmanın Hristiyanlıktaki kutsal üçlüyle (baba, oğul, kutsal ruh) de ilişkili olabilir.

Thor’un Çekici (Mjollnir) Biçiminde Amulet – Viking Çağı – Rømersdal, Bornholm, Danimarka

Odin’in başı, Thor’un çekici ve Hristiyanlığın yükselişinden (yaklaşık olarak 10.-12. yüzyıllar) sonra gelen haçlar kapı dikmelerine, kapının hemen üstüne veya hemen içine oyulmuş küçük ahşap heykeller ya da imgeler gibi tılsımlar da ruhları uzaklaştırmak için sıklıkla kullanılmışlardı. Ölünün göğsünün üzerine saman parçalarını ya da açık makası haç şeklinde yerleştirmek de ruha huzur vermek ve geri dönmesini engellemek içindi.

Odin’in kuzgunları Huginn ile Muninn’i (düşünce ve hatıra) temsil eden kuş görselleri bir saygı göstergesi olarak mezarlara oyulmuştu. Ayrıca bağlama ve gevşetme gücünü simgeleyen Odin’in yaşam ile ölüm üzerindeki yetkisini gösteren Odin Düğümü (valknut) simgesi de yine mezarlara işlenmişti. Yine de ölmüş bir aile üyesinin ya da arkadaşın ruhunu yatıştırmanın en iyi yolu onu, mümkün olduğunca sevgiyle hatırlamaktı.

Hatıra ve Ölümden Sonraki Yaşam

Diğer kültürlerde olduğu gibi ölümden sonra iyi anılmak en önemlisiydi. İnsanların, aile ve toplum göz önüne alınarak hayatlarını iyi bir şekilde yaşamaları teşvik edilirdi. Böylece diğer yaşamlarında iyi hatırlanırlar ve hikâyeler de onlardan bahsedilmeye devam ederdi. Bu hikâyeler anlatıldığı sürece onlar hayatta kalırdı. Araştırmacı Preben Meulengracht Sørensen’e göre:

“Viking Çağı’na ait kaynaklarda açıkça karşımıza çıkan hayatın gerçeklerinden biri ölümdür. Daha sonra gelecek Hristiyan ideolojisinden tamamen farklı bir şekilde Eski İskandinav edebiyatı, bu konuyu hayatın amacı olarak alır. Hristiyanlık öncesi zamanlarda, ölümünden sonra iyi bir üne sahip olacak şekilde yaşamak önem teşkil ediyordu. Bu nedenle kişinin nasıl öldüğü çok önemliydi. Öyle ki, hiçbir şey utanç verici bir ölümden daha kötü olamazdı… İlahi bir kurtuluş olmasa da dünyada iyi itibara sahip olmak, yaşam ile ölümün en derin amacıydı.” (Sawyer, 216)

Ölümden sonraki yaşamın diyarı olan Valhalla bu iki değeri birleştirmiştir. Odin’in salonuna gidip yaşamaya başlayan kahraman aynı zamanda yaşayanlarca da hatırlanırdı. İskandinavların, Hristiyanların cennet kavramıyla karşılaşmasından sonra Valhalla önem kazanmış olsa bile daha önceleri, Viking Çağı öncesinde ve İskandinav döneminde pek önemli değildi. Diğer araştırmacılar arasında Kristen Wolf ise “ölülere ev sahipliği yaptığına inanılan Güney İsveç’teki bazı kayalara da atfedilmiş olan” Valhalla adının ve buraların “ölü kralların ve savaşçıların toplandığı muhteşem bir saray” olduğuna dair inanışın İskandinavların Hristiyanlığın cenneti kavramıyla tanışmasını takiben gerçekleştiğini belirtmiştir (Wolf, 216).

Kişinin itibarıyla ilgili anlatılan hikâyelerin önemi ile Hristiyan cennetinin sonsuzluk anlayışı ilişkili olarak kişinin ölümden sonra iyi anılması daha sonraki İskandinav Hristiyan yazmanların Valhalla’nın günümüzdeki İskandinav anlayışına kök salan imajını şekillendirmelerine yaramış olabilir. Wolf (ve diğerleri) Valhalla ve ölümden sonraki yaşamın muhteşem olduğu görüşünün, Hristiyanlık öncesi İskandinavya’sında önemli bir değer olmadığını iddia etmektedir. 10. ve 12. yüzyıllar arasında İskandinavya’da Hıristiyanlığın yükselişi ile birlikte bu görüş yayılmış ve daha fazla insan şu andaki varoluşlarından çok, ölümden sonraki yaşama odaklanmaya başlamıştır. Bu nedenle savaşlarda korkusuzca ölümle yüzleşen Viking savaşçılarının tanınmış hikâyeleri daha sonraki Hristiyanlık döneminden daha kurgusaldır. Viking Çağı süresince ise İskandinav inancının ayrılmaz bir parçası olmamışlardır.

Valhalla

Hristiyan yazmanların İskandinav inançlarını kendi bakış açılarına göre yorumladığı ve düzenlediği elbette doğrudur. Ancak Hristiyanlık öncesi İskandinavya’sının ölümden sonraki yaşamı pek düşünmediğini söylemek de mümkün değildir. Hristiyanlık öncesi Vikinglerinin, onları tüm ölüm korkularından arındıran ve görkemli bir ölümden sonraki yaşamına dair umutlarına Skaldik şiirin (Viking Çağı’nda, Hristiyanlık öncesi şiir çoğunlukla saraylarda krallar ya da onların maiyetince dinlenirdi) içinde bulunan bariz kanıtlardan tutun da tılsımlar, rünler ve oymalar gibi fiziksel kanıtlar içerisinde rastlamak mümkündür. Vikingler, yaşamlarında başka topraklara akın ederken eğlenirler ve öldükten sonra da bunu sürdürmek isterlerdi.

Bu görüş, efsanevi Viking lideri Ragnar Lothbrok’un adını taşıyan destanın son satırlarında da gayet iyi bir şekilde ifade edilmektedir. Her ne kadar Ragnar Lothbrok Destanı 13. yüzyıla tarihlense de hikâyenin daha eski olduğu ve Hristiyanlık öncesi değerleri yansıttığı düşünülmektedir. Northumbria Kralı Ælla, Ragnar’ı yılanlarla dolu bir kuyuya atıp idam etmeden önce Ragnar şöyle söyler:

“Balder’ın babasının [Odin] sofraları ziyafete hazırladığını öğrenmekten mutluluk duyuyorum. Yakında, boynuzlu kaplardan bira içeceğiz. Odin’in evine giren kahraman, öldüğü için yas tutmaz. Onun salonuna dudaklarımdan korku sözcükleri dökülerek girmeyeceğim. Æsir beni karşılayacak. Ölüm, yas tutmadan gelecek… Ölmek için can atıyorum! Göklerin sahibi Odin, bana Disirleri göndersin, evime doğru giderken eşlik etsinler bana. Æsir ile birlikte yüksek koltukta oturup memnuniyetle biramı içeyim! Günlerim artık sona erdi. Ölürken de gülüyorum.” (Davidson, 150)

Ragnar, yaşayanların hatıraları ve onun hakkında anlatılan hikâyeler sayesinde var olmaya devam edecekti. Çünkü arkasında iyi bir ad ile birlikte insanların anlatmak ve duymak istediği hikâyeler bırakmıştı. Ragnar’ın ölüm sonrası diyarlardaki mevkisi kadar Æsir (İskandinav tanrılarının ana tapınağı) ile Disir’e (bir aileye göz kulak olan kadın tanıdık ruhlar) kendisini eve getirdikleri için duyduğu minnettarlık da ona iyi bir yer sağlayabilirdi. Daha da önemlisi bu inanış, bir Viking savaşçısının, bir İskandinav dokumacısının, aşçısının ya da bira imalatçısının hayatla korkusuzca yüzleşmesine imkân sağlardı. Kimsenin ölümden korkmasına gerek yoktu çünkü varlığını sürdürmeye devam edebilirdi. Sorulması gereken tek soru ise kişinin öldükten sonra nereye gideceğiydi.

Sonuç

İskandinav inanışına göre birinin ebedi istirahat edeceği yerin neresi olacağı ile tanrıların yargısının hiçbir ilgisi yoktu. Ruh; Valhalla kadar heyecan verici, Folkvangr kadar huzurlu, Hel kadar kasvetli bir yerde nihai sona ulaşabilirdi ya da sadece mezarında oturup kalabilirdi. Bir kişinin, ruhunun nereye gideceğine karar verilmesi için yapabileceği hiçbir şey yoktu çünkü ölüler hakkında bir yargılama yapılmıyordu. Odin’in Valkürleri, kendi gerekçeleriyle Valhalla’ya savaşçı seçerlerdi. Freyja da kendi diyarı için aynısını yapardı. Hangi ruhların Hel diyarına gideceğini kimse tahmin edemezdi.

İskandinavlar ölümü trajik bir olay olarak görürdü. Çünkü bazıları her şeyini kaybeder, bazıları ise kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği başka bir dünyaya yolculuk etmeyi severdi. Yine de yaşayanların bu durum hakkında yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ellerinden gelebilecek en iyi şey sadece korkusuzca dolu dolu yaşamak ve ölümden sonraki hayatı tanrıların isteğine bırakmaktı. Bir kişi umduğu öte diyara gidemeyebilirdi ama sonunda bir yerlerde, bir şekilde var olmaya devam edecekti.

Bununla birlikte ölenlerin işleriyle ilgilenmek zorunda kalanlar için hiçbir şey şansa bırakılamazdı. Ruh, diğer tarafa ulaşıp istediğini bulamadığı zaman duyduğu minnettarlığı unutup mutsuzluğunu yaşayanlarla paylaşmak için geri gelebilirdi. Ölen kişi, ölümden sonraki yaşam ya da düzenlenen cenaze konusunda bazı yönlerden kızgın olsa da cenaze törenleri ve ritüeller ölülerin, yaşayanları bu konular hakkında rahatsız etmelerinin önüne geçilmesini sağlardı.

 

Kaynakça

Crawford, J. The Saga of the Volsungs. Hackett Publishing Company, Inc., 2017.

Dougherty, M. J. Vikings: A History of the Norse People. Amber Books, 2016.

Ellis Davidson, H.R. Gods and Myths of the Viking Age. Bell Publishing Company, New York, 1982.

Ellis Davidson, H.R. The Road to Hel. Praeger, 1968.

Ferguson, R. The Vikings: A History. Penguin Books, 2010.

Lindow, J. Norse Mythology: A Guide to the Gods, Heroes, Rituals, and Beliefs. Oxford University Press, 2002.

Sawyer, P. The Oxford Illustrated History of the Vikings. Oxford University Press, 2001.

Somerville, A. A. & McDonald, R. A. The Viking Age: A Reader. University of Toronto Press, Higher Education Division, 2014.

Sturluson, S. The Prose Edda. Penguin Classics, 2006.

Wolf, K. Viking Age: Everyday Life During the Extraordinary Era of the Norsemen. Sterling, 2013.

 

Redaktör: Burak Erdem

Editör: Cemre Yıldırım

Yayın kurulu: Martı Esin Şemin, Arman Tekin

 

Yazının orijinali için:  https://member.worldhistory.org/article/1291/norse-ghosts–funerary-rites/

 

Yazıda kullanılan görseller worldhistory.org’un izniyle kullanılmıştır.

 

İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri İskandinav Hayaletleri 

Related posts

Leave a Comment