Gorgon Notu: Bu metin, Sokrates Öncesi Yunan Filozofları (Presokratikler) yazısının bir bölümüdür. Metnin diğer bölümlerini inceleyebilmek için tıklayınız: Sokrates Öncesi Yunan Filozofları
II. Milet Okulu
Çevirmen: Mehmet Salih Keçici
Onları bir düşünürler okulu olarak isimlendirmek hatalı olsa da, Milet filozofları yalnızca coğrafya ile sınırlandırılamayacak bağlantılara sahiptir. İyonya’da bulunan (bugünkü Türkiye’de) Miletli Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’in her biri, Hesiodos ve Homeros’tan miras alınan şairane ve mitolojik (esatir) geleneklerinden kopmuştur. Miletlilere dair bildiklerimiz kısıtlı olduğu için, Platon, Aristoteles ve halefleri olan filozoflara gösterdiğimiz özeni onlara karşı göstermiyoruz. Onlara dair bildiklerimizin çoğunluğu, evrenin (cosmos) oluşumuna ve evren bilim üzerine (cosmology); evrenin (cosmos) doğası üzerine araştırma ya da çalışmalarına yöneliktir ve bu da bize, evrenin kökeni (kozmogoni)[1] ile alakalı ilk bilim insanları olduklarını göstermektedir. Onların evrenin kökenine ilişkin görüşleri ve evren bilimleri, geleneksel mitolojiden ziyade; öncelikli olarak doğaya uygun izahlar, tasvirler ve varsayımlar doğrultusunda konumlandırılmıştır. Başka bir ifadeyle Miletliler, Tanrıları tüm doğal olguların (phenomena) sebepleri ya da öncüleri olarak işaret etmek yerine, evreni görünürdeki hâliyle sahip oldukları terimler aracılığıyla izah etmeye çalıştılar.
Milet’in coğrafi konumu dikkate değerdir. Örnek verecek olursak Thales gibi birinin Mısır’a hatta Babil’e gitmesi pek mümkün değildir. Aslında, Babillilerin şu veya bu şekilde Eski Yunan astronomi ve matematik tecrübesine (knowledge) önemli ölçüde katkıları olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur. Astronomi, matematik ve diğer alanlardaki Presokratik keşifler göz önüne alındığında bu meselenin akılda tutulması önemlidir. Öyle ya da böyle Presokratik düşünürün, özellikle herhangi bilimsel bir buluşun ya da sahanın tek başına mucidi ya da kâşifi olduğunu iddia edecek kanıtımız sınırlıdır.
IIa. Thales
Batı felsefesi tarihinde genel manada ilk filozof olarak kabul edilen Thales (MÖ 624-545) efsaneler ve hikâyelerle kuşatılmış bir şahsiyettir. Tarihçi Herodot, Thales’in İyonya için devlet otoritesinin merkezileşmesinde etkili olduğunu ve onun İyonya’yı tek bir devlet haline getirdiğini ifade etmiştir (Graham 23). Bir Lidya savaşı sırasında, Kızılırmak Nehri’ni, Lidya ordusunun köprülerin yokluğunda güvenlice geçebilmesi adına, başka yöne çevirmesi gerekiyordu (Graham 25). Aristoteles başka bir hikayede, filozofların faydasızlığı iddiası karşısında Thales’in kendisini ve filozofları nasıl müdafaa ettiğini aktarır. Varsayıldığı kadarıyla, astronomi sayesinde Thales belirli bir yıl için, bereketli zeytin hasadını tahmin edebilmiştir. O kış için bölgenin, zeytin presleri için ihaleye girmiş ve ona karşı kimse karşı teklifte bulunmamıştır (hakikaten de tahminin inanılmaz buluyorlardı); o sadece küçük bir miktarla buna sahip olmuştu. “Hasat zamanı geldiğinde ve herkes zeytin preslerine ihtiyaç duyduğunda, o keyfine göre doldururdu ve bu şekilde çok para kazandı. Bu yüzden filozofların istemeleri halinde zengin olmalarının kolay olduğunu ancak bunu umursamadıklarını göstermiş oldu.” (Graham 25). Platon, Thales’in yıldızları gözlemlerken dalgınlıkla kuyuya düştüğü nükteli hikâyesini anlatır. “Mizahi anlayışlı Trakyalı hizmetçi bir kız, onun ayaklarının önünde ne olduğunu bilmeden gökyüzünde ne olduğunu bilmeye heves etmesini alaya almıştır” (Graham 25). Bu nedenle, bu mesele pratik manada kendisini yeterli gören ama dünyevî işlere tamamen kayıtsız kalan beceriksiz filozofun ilk hikâyesi olabilir.
Bu hikâyelerin herhangi birisinin hakikat ile örtüşüp örtüşmediğini bilmesek de, teoride ve uygulamada çok bilge bir Thales resmi çizerler; çoğu antik otoritenin dikkatini çekecek bir resim. 585’te İyonyalılara savaşta yardımcı olan bir güneş tutulmasını tahmin ettiği rivayet edilir zira onlara yaklaşmakta olan karanlığı bildirmişti ve düşman hakikaten de karanlıkta kalmıştı (Graham 23). Mısır’dan Yunanistan’a kadar tanıtımından tamamen sorumlu olmasa da, Thales’in geometri üzerine yaptığı çalışmaların bir hayli etkili olduğu rivayet edilir. Aslına bakarsak bir tarafı paylaşan iki üçgenin ve bitişik açıların eşdeğer olduğunu (Graham 35), bir dairenin yarıçapıyla ikiye ayrıldığını (Graham 33) ve iki ikizkenar üçgenin taban açılarının eşit olduğunu keşfetmiş olması muhtemeldir (Graham 35).
Belki de Thales dolayısıyla Milet Felsefesi, evrenin (cosmos) başlangıçları ya da ilk esasları için çalışma iştihasına sahip olmuştur. Thales, her şeyin kaynağının ve ilk ilkesinin (arche) su olduğu nazariyesini ortaya attı. Aristoteles, Thales’in buna inanma (believe) nedenini bazı sebeplere bağlı olarak açıklar (Graham 29). Öncelikli olarak her şeyin besleyici kaynağının nemlilik[2] olduğu görünür. Akabinde, sıcaklığın bir çeşit nemden geldiği ya da onu taşıdığı görülür. Son olarak her şeyin tohumu nemli bir tabiata sahiptir ayrıca su nemli şeylerin doğasının yaşam kaynağıdır. Bazıları, Thales’in her şeyin tamamlayıcı bir unsurunu suya mal ettiğini ileri sürse de bu yoruma şahadet edecek kanıt yoktur. Daha açık izah edersek, Thales’in suyu her şey için temel kaynak olarak göstermesi belki de dünyanın olmazsa olmazıdır (sine qua non).[3]
Thales’i burada nereye kadar götürebiliriz ya da her evren bilimine ait olguda suyun nasıl bir rol oynadığı tam manasıyla belli değildir. Thales, evrenin doğaya uygun açıklamalarına yönelirken, Tanrılara olan inancını bırakmamıştı. O, “her şeyin Tanrılarla dolu olduğunu” ve suya, dahası onun hareketliliğine ilahi bir güç tarafından nüfuz edildiği kanısındaydı (Graham 35). Her şey suysa veya suyun bir şekilde nihai manada izi sürülebilecekse, suyun kendisi ilahi hale gelir; evrenin (universe)[4] yaşamıdır ve bu nedenle her şey bir şekilde ilahidir. Hatta su evrendeki şeylerle az ya da çok hususi manada ilişkili ise, o zaman bazı şeylerin az veya çok ilahi olduğu akıllıca görünmektedir. Aetius’un delillendirmesine bakılacak olursa, “Thales, Tanrı’nın dünyanın zihni olduğunu, bütünlüğün bir defada canlılık kattığını ve ilahlarla dolu olduğunu ileri sürmüştür. Aynı zamanda ilahi bir güç, saf manadaki nemliliğe ve hareketliliğe nüfuz etmektedir (Graham 35). O halde Thales, Tanrısal ilmi (theology) doğanın adına terk etmemiş lakin daha ziyade onu köklü biçimde değiştirmiştir.
IIb. Anaksimandros
Anaksimandros (MÖ 610-545) astronomi bilgisini dünya yüzeyine uygulayarak Thales’in (Thales’in öğrencisi olma ihtimali vardır) izlerinin takipçisi olmuştur. Basit bir güneş saati olan “gnomon”u[5] icat ettiği varsayılmıştır (Graham 49). Gündönümü ve ekinoks bilgisini, günün on iki saatlik bölüme ayrılmasını Yunanlar’ın yanı sıra, muhtemelen Babiller’den edindiği tecrübelerle aktarmış olmalıdır (Graham 49). Geniş kapsamlı yolculuklar yaparak ilk elden coğrafi bilgiler edinmiştir. Hakikaten de edindiği bu bilgiyle ilk dünya haritasını çizmiş olması da muhtemeldir (Graham 49).
Thales gibi, Anaksimandros da evren (cosmos) için sınırsız (apeiron) olarak adlandırdığı bir kaynak belirlemiştir. Thales gibi, numune bir unsur (toprak, hava ya da ateş) tercihinde bulunmaması, onun düşüncesinin daha muhtemel varlık kaynaklarının ötesinde mevzilendiğini göstermektedir. Diğer unsurların karşılıklı olarak az ya da çok birbirine dönüştüğü görülürken, tüm değişikliklerin meydana geldiği bir çeşit zemin ya da köken; bunların ötesinde yer alan bir tedarikçinin olması gerektiğini düşünmüş olmalıdır. Hakikaten de, bu ebedi ilke her birisi sonsuzdan ayrılan (kopan) sıcak ve soğuğu var ederek evrenin oluşmasına yol açmıştır. Bu ayrılmanın (kopmanın) nasıl vuku bulduğu muğlâktır ancak bunun, sınırsızlığın vasıtasıyla doğal kuvvesi olduğunu var sayabiliriz. Yine de evren (universe) ayrılan ve birleşenlerin sürekli bir temaşasıdır. Anaksimandros sınırsızlığın (apeiron) var olanların kökeni olduğunu ve onların içinde yok olduğunu şiirsel bir tasvirle ifade etmiştir: “Şeyler ondan meydana gelir ve yine zorunlu olarak onda ortadan kalkarlar; çünkü onlar zamanın sırasına uygun olarak birbirlerine karşı işlemiş oldukları haksızlıkların cezasını (kefaretini) öderler.”[6]
Şimdi bildiğimiz şekliyle, evrenin (cosmos) neslinde, insan varlığı diğer hayvanlardan geliyordu. Anaksimandros’un evrim teorisinin babası olarak adlandırmak kusurlu olsa dahi, bu teorinin tarihi onun adını layıkıyla anmalıdır. Anaksimandros, insan varlığının şimdi olduğu şekliyle, başlangıçta olamayacağını düşünüyordu. Diğer bir ifadeyle, diğer hayvanlardan meydana geliyor olmalıydılar, zira insan varlığının bir terbiyeden geçmesi için hayvanlara nazaran daha uzun zamana ihtiyacı vardır. Ona istinaden, diğer hayvanların üretici gücü olmadan insan varlığı hayatta kalamazdı (Graham 57). İnsan varlığının asgari manada balık ile hısım olduğunu ya da ondan neşet ettiğini düşünüyordu (Graham 59). Bunun ötesinde, insanlar neslinin devamı için neme ve ısıya ihtiyaç duyuyor görünmektedir. Bilhassa, insanlar bir çeşit dış kabuğun içerisindeki nem ile hemhaldir, sonunda olgunlaşır (mütekâmil) ve karaya iltica eder sonrasında kısa bir süre zarfında farklı yaşam biçimi içerisinde hayatta kalır (Graham 63). Anaksimandros’un, bu iddialarını kuvvetlendirmek için sahip olabileceği kanıt üzerine yalnızca tahminde bulunabiliriz lakin dünyayı ilahi kuşaklara ya da müdahaleye başvurmadan (her ne kadar sınırsız (apeiron) olanın ilahi olduğunu düşünmüş olsa da) kendi koşulları içinde izah etme isteği yeni bir düşünce biçiminin tezahürüdür.
IIc. Anaksimenes
Tarihlerimiz yaklaşık olarak tutarlıysa, Anaksimenes (MÖ 546-528/5) ile Anaksimandros arasında doğrudan felsefi bir temasın ihtimali yoktur. Bunun yanı sıra aralarındaki kavramsal ilişki yadsınamaz. Anaksimandros gibi, Anaksimenes de diğer her şeyin altında yatan sınırsız bir şey olduğunu düşünmüştü. Anaksimandros’tan farklı manada bu sınırsız (apeiron) olan şeye, belli bir şey getirmesidir ki bu havadır (air). Anaksimandros için, sıcak ve soğuk sonsuzdan ayrılmıştı ve bunlar diğer tabiat olaylarına yol açmıştı (Graham 79). Anaksimenes için, havanın kendisi yoğunlaşma ve seyreltme aracılığıyla diğer tabiat olaylarına dönüşür. Seyreltilmiş hava yanmaktadır. Yoğunlaştığında, su haline gelir ve daha da yoğunlaşırsa taş gibi toprak ve diğer dünyevi şeylere dönüşür (Graham 79). Bu diğer tüm yaşam biçimlerine yol açmıştır. Dahası havanın kendisi ilahidir. Gerek Cicero gerekse Aetius, Anaksimenes adına havanın Tanrı olduğunu bildirmiştir (Graham 87). Öyleyse hava, temel unsurlara dönüşür ve bunlardan diğer tabiat olaylarını elde ederiz. Bu ise, sıcaklık-soğukluk, sertlik- katılık ve benzeri şeylerin görünüşte niteliksel özelliklerinin niceliksel özelliklere indirgenebilir olduğu manasına gelir (McKirahan 51). Hava sonsuz olduğu için, bir başlangıcı ve sonu bulunmamaktadır ancak sürekli bir akış halindedir. Hava her şeyi birbirine bağlayan biçimsel bir ipliktir.
Anaksimenes’in teorisinden oldukça elverişli psikolojik bir ana fikir geleneksel manada nefes aldığı düşünülen ruhun (psychê) kendisinin havaya ait oluşudur (Graham 87). Dolayısıyla ferdî insan ruhu, her insan varoluşu havanın mahiyetine katılmasıyla bir şekilde ilahidir. Yine Anaksimenes’in Miletli takipçileri gibi, dünyayı izah etmek için Homeros ve Hesiodos’a ait mitolojiye başvurmaması fevkaladedir.
Miletliler, bulguya ve kısıtlı yazılı metinlere sahip olmalarına rağmen, iptidai şartlara haiz olsalar da en azından bilimsel olduğunu düşündüğümüz farklı bir düşünce biçiminin tartışılır manada başlangıcında sükûn ettiler. Dünyanın doğaya uygun mizacına yönelik izahlarına rağmen onlar Tanrıların, dünyalarını derinlemesine ziynetlendirdiğini düşünüyorlardı. Miletliler ile birlikte düşünceye köklü bir değişim gelmiştir. Onların düşüncelerinin tabiatı, köklü manada külliyen ilahiliğin reddedilmesine dayanmaz lakin onun hakkındaki düşünme biçimimizi yeniden yapılandırmaya yöneliktir. Bu ise bizi öncelikle, ilahi olan hakkında geleneksel düşünme biçimlerinin eleştirisini açık olarak ifade eden Ksenofanes’e götürür.
Dipnotlar
[1] Kozmogoni evrenin kökeni ile ilgili Yunan tecrübesine ait en önemli iki kaynak, Hesiodos, İşler ve Günler: Theogonia. Bu Homeros’tan takribi yüzyıl sonradır (MÖ 7. yüzyıl). Yunanlılar, antropomorfik insan suretli çoktanrılı çağını Homeros’a borçludur. Lakin eğer bir kök ya da başlangıç aranacaksa adres Hesiodos’tur. Özellikle Theogonia’da Tanrılar’ın şeceresi ve evrenin nasıl meydana geldiği (kozmogoni) tek tek anlatlır. O başlangıç Khaos’a dayanır. Khaosun yani o boşluğun temeli olan Gaia (Yer) bulunmaktadır. Uranos (gök), Gaia vasıtasıyla ki -o toprağın dişiliğin göstergesidir- Titanlar doğmuştur. Pontos (okyanus), Kronos (zaman) ve Hyperion (güneş) bunların en önemlileri sayılır. Burada yeryüzü ve gökyüzü oluşumlarının bir varlık olarak kabul edilmesi ile bir teogoni (Tanrıların doğuşu) ve kozmogoni (evrenin doğuşu) tasavvuru görmekteyiz. Bu noktada İyonyalı filozoflar devreye giriyor; zira tüm bu geleneği ilk hesaba çekenler onlardır.
İleri okumalar için; Hesiodos, Theogonia: İşler ve Günler, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları; Homeros, İlyada, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları; Homeros, Odysseia, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları (ç.n)
[2] Aristoteles’e göre, Thales’i suyu “töz olarak” kabul etmeye götüren neden, her şeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğuna ve suyun, nemli şeylerin doğasının kaynağı olduğuna ilişkin gözlemi olmuştur. Hatta o dünyanın suyun üzerinde yüzdüğünü de ifadelerine eklemiştir. Onu bu inanca götüren şey, hiç kuşkusuz, her şeyin sıvımsı bir varlıktan beslendiğine ve sıcağın kendisinin de ondan çıktığına ve onunla yaşadığına ilişkin tecrübesiydi. (Aristoteles, Metafizik I.Kitap, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, 3.Baskı, İstanbul 2012, s. 156.) İlginçtir ki Aristoteles, bunları söyledikten sonra her şeyin ilk ilkesinin su olduğunu kadim kozmologların da söylediğini; aslına bakarsak bu görüşün özgün olamayacağını da vurgulamaktadır (Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi “Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi”, 8.Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2017, s. 89.) Bu vurgunun bir ucu Mezopotamya medeniyetlerinin yaratılış esaslarına dayandığı gibi, diğer ucu Homeros ve Hesiodos’un metinlerine dayanmaktadır. Özellikle Homeros ve Sümer kökenli Tufan mevzusunda bu suyun yaratılışın hammaddesi ve iadecisi olduğu açıkça vurgulanır.
[3] Thales’in burada çokluk içinde aradığı birliğin önemi ortaya çıkmaktadır. Daha doğrusu onun çokluğun altında olan birliğin ne olduğu sorgulaması önemli değildir; önemli olan şeylerin çokluğu içinde veya altında bir birliğin olduğu veya olması gerektiği düşüncesinin bir parçasıdır. (Arslan, a.g.e., s. 92.) Mesela su burada tamamlayıcı bir parça olmaktan ziyade olmazsa olmaz şart haline gelmektedir. Yani tabiatıyla şeyleri içine alarak (immanent) ya da şeylerle hemhal olarak suyun kaynaklığından söz ediyor olabilir (çn).
[4] Universe, Latince “universum”, bir araya gelmiş tüm ya da bütün olandır. “Cosmos” (κόσμος) ise Yunanca olmakla birlikte, en basitinden evren manasına gelir. Lakin kelimenin kökeninin M.Ö. altıncı yüzyılda Pisagor tarafından kullanıldığı tahmin edilmektedir. Kelime daha çok düzen ve uyum önermektedir. Buradan yola çıkarsak dini ve mistik alana göndermede bulunduğunu anlarız. (www.merriam-webster.com adresinden 21/01/2019 tarihinde çevirmen tarafından katkı yapılarak faydalanılmıştır). Burada yazar “universe” kelimesini kullandığı için böyle bir izaha gerek duyulmuştur (çn)
[5] Güneş saati, düz bir taban üzerine yerleştirilen dik bir çubuğun günün çeşitli saatlerinde meydana getirdiği gölgelerin yer ve uzunluklarına bakarak zamanı belirlemeye yarayan alettir (Arslan, a.g.e., s. 97.). Kısacası, gnomon, güneş saatinin kadranıdır. Gölgenin tabana yansımasını sağlar (çn).
[6] Arslan, a.g.e., s. 98’den aynen aktarılmıştır (çn).
Bu Bölümde Yararlanılan Kaynakça
Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi: Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi, 8.Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları
Aristoteles, Metafizik I.Kitap, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları, 3.Baskı, İstanbul 2012
Hesiodos, Theogonia: İşler ve Günler, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları
Homeros, İlyada, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları
Homeros, Odysseia, çev. Azra Erhat, İşbankası Kültür Yayınları