7. Sayı Yazıları

Émile Durkheim – Eğitim ve Sosyoloji: Eğitimin Doğası ve Rolü – 1. Bölüm

(Bu yazı Gorgon Dergisi’nin 7. sayısında yer almaktadır.)

Yazar: Émile Durkheim           

Fransızcadan Çeviri: Arman Tekin, Cemre Yıldırım, Deniz Yılmaz

1. Eğitim Tanımları – Eleştiri Yazısı.

“Eğitim” kelimesi bazen doğanın veya bir insanın zekâmız ve irademiz üzerindeki tüm etkilerini tanımlamak için çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. Stuart Mill: “Kendimiz için yaptığımız ve başkalarının bizim için yaptığı her şey kendi doğamızın mükemmelliğine olabildiğince yakınlaşmak içindir. En geniş ifadeyle, insanın karakteri ve yetenekleri üzerinden oldukça farklı amaçlarla üretilen yasalar,  yönetim biçimleri, endüstriyel sanatlar hatta insanın iradesi dışında gelişen iklim, toprak ve yerel konum gibi şeylerin dolaylı etkilerini bile bu tanımın içine giriyor,” demektedir.

Lakin bu tanım, aynı koşullar içerisinde vuku bulan bir karmaşanın olmadığı sürece bir araya gelemeyecek apayrı gerçeklikleri içermektedir. Bu şeylerin insanlar üzerindeki etkileri ve sonuçları insanın kendinden ileri gelen eylemlerden çok farklı olduğu gibi, yetişkinlerin gençler üstündeki etkisi de birbirine denk olan iki insanınkinden farklılık göstermektedir. Bizi burada ilgilendiren ikincisidir ve bundan dolayı eğitim kelimesini ayrı tutmak noktasında hemfikiriz.

Peki ama kendine özgü olan bu eylem nedir? Bu soruya verilen çok yanıtlar olmuştur ki; bu bağlamda iki temel tipe indirgenebilir.

Kant’a göre: “Eğitimin amacı, elverişli olan her bireyin mükemmeliyet vasfını geliştirmektir.” Peki ama mükemmellik ile kastedilen şey nedir? Bu noktada çoğu kez söylenen şey, bütün insan becerilerinin bir ahenk içindeki gelişimidir. Birbirleriyle çatışmaksızın bunları mümkün olduğunca eksiksiz bir şekilde gerçekleştirebilmek için içimizdeki tüm gücü ulaşabileceği en yüksek noktaya çıkarmak ideal olan değilse, başka ne olabilir?

Ancak bir dereceye kadar gerekli ve arzu edilir olan bu uyumsal gelişim, tamamen uygulanabilir değildir çünkü çok mecburi olmasa da insan davranışına ters düşen bir kural vardır; o da kendimizi özel ve bağlayıcı bir göreve adamaktır. Kendimizi aynı tür bir yaşama adayamayız ve adamamalıyız; sahip olduğumuz becerilere göre yerine getirebileceğimiz farklı işlevlerimiz ve üstümüze düşeni bir uyum içerisinde yapma sorumluluğumuz vardır. Ancak hiçbirimiz, insanın duygu ve eylemlerini harekete geçiren şeyin ne olduğunu düşünmedik. Aslında tam tersine bunu düşünme görevini üstlenmeliyiz. Bu bağlamda düşünce, kendisini eylemin dışında tutarak ve yalnızca kendi üzerine eğilerek ve kendini dış eylemlerde tamamen özneye bırakarak gelişebilir. Buna bağlı olarak ilk farklılaşma dengede bozulma olmadan gerçekleşir. Ve eylem, kendi tarafında bir düşünce gibi çok sayıda farklı ve özel formlar alma eğilimindedir. Kuşkusuz bu uzmanlık, belirli bir ortak paydayı ve sonuç olarak hem organik hem de ruhsal işlevlerinin dengesini bireyin sağlığının sosyal kaynaşma ile birlikte uzlaşmaya dâhil eder. Buna rağmen kusursuz uyum, davranış ve eğitimin nihai sonu olarak gösterilemez.

Hâlâ çok tatmin edici olmayan faydacı tanıma göre eğitim, “bireyi kendisi ve akranları için bir mutluluk aracı haline getirmesidir,” (James Mill). Çünkü mutluluk, esasen herkesin kendince değer biçtiği öznel bir şeydir.  Bu tarz bir formül, eğitimi bireysel bir keyfiyet durumunda bıraktığı için eğitimin amacını kendi içinde belirsiz bırakmıştır. Spencer haklı olarak mutluluğu nesnel bir şekilde tanımlama yoluna gitmiştir. Onun için mutluluğun koşulları yaşamın koşullarıdır. Eksiksiz bir mutluluk, mutlu bir yaşamdan geçer. Ancak hayatın anlamı nedir? Sözü edilen sadece fiziksel bir yaşam ise bunun pek de mümkün olmayacağı söylenebilir. Çünkü organizma ve çevresi arasında belirli bir dengeyi ve tanımlanabilir veri ile ilişkili olan bu iki terim için benzerliğin de aynı olduğunu belirtmektedir. Ancak en önemli hayati gereksinimler olduğu gibi ifade edilemez. İnsan için, özellikle de bugünün insanı için bu yaşanır bir hayat değildir. Yaşadığımız hayat için organlarımızın normal işleyişinden daha fazlasını isteriz. Kültürlü bir karakter zekânın verdiği hazdan vazgeçmek yerine yaşamamayı tercih eder. Materyal bir bakış açısı dahi olsa, gerekli olanın ötesinde bütün sınırlamalardan kaçar. İngilizlerin dediği gibi, “life of standard” yani yaşam standardı inilebildiği kadar aşağıdaki asgari koşullara, altyapıya ve zamana göre sınırsız bir şekilde değişir. Dün yeterli bulduğumuz şey bugünkü insanın gözünde saygınlıktan uzaktır ve geldiğimiz bu noktada her şey bizi taleplerimizin artacağına inanmaya sevk ediyor.

Bu kısımda tüm bu tanımların genel eleştirisine değineceğiz. Bu varsayımdan başlayarak, ayırt etmeksizin tüm herkes için geçerli olan ve teorisyenlerin tanımlamak için çaba sarf ettiği evrensel ve özgün nitelikte olan ideal ve mükemmel bir eğitim vardır. Ancak ilk bakışta tarihe baktığımızda böyle bir hipotezi doğrulayan hiçbir şey yoktur. Eğitim zamana ve ülkeye göre sonsuz derecede değişmektedir. Yunan ve Latin şehirlerinde eğitim, toplumun bir parçası olmak için bireyin kendisini topluluğa körü körüne bağdaştırmasını öğretmişti. Bugün ise onu özerk bir kişilik yapmaya uğraşmaktadır. Atina’da güzel düşünceleri ve saf spekülasyonun zevkini tadabilen hassas, bilge, zeki, sevecen beyinler oluşturmaya çalışmışlardır. Roma’da ise, her şeyden önce, çocukların harflerle ve sanatlarla ilgisiz, askeri bir şan için tutkulu ve eylemlerinin yiğitçe olması gerekiyordu. Ortaçağ’da eğitim her şeyden önce Hristiyanlık üzerineyken, Rönesans’ta eğitim seküler ve edebi bir karaktere bürünmüştür. Günümüzde bilim, bir zamanlar sanata ait olan yeri alma eğilimindedir. Gerçekliğin ideal olmadığı söylenecek mi; eğer eğitim değiştiyse bunun sebebi insanların ne olması gerektiğini anlamış olmalarıdır. Fakat Romalıların eğitimi bizimkine benzer bir şekilde bireyselcilik aşılanmış olsaydı, Roma şehri varlığını sürdüremez, Latin medeniyeti ve kısmen onlardan gelen modern medeniyetimiz kurulamazdı. Orta Çağ’ın Hıristiyan toplulukları, bugün onlara verilen yerlerin şayet ücretsiz incelemesini yapsalardı, hayatta kalamazlardı. Bu nedenle göz ardı edilemeyecek türde hayati gereksinimler vardır. Onu hayata geçirecek toplum için ölümcül olacak bir eğitimi hayal etmenin ne anlamı olabilir?

Kendi içinde sorgulanabilir olan bu varsayım daha genel bir yanılgıya dayanmaktadır. Eğer ideal eğitimin nasıl olması gerektiğini kendimize sormaya başlarsak, zaman ve mekân koşullarından ayrı olarak, eğitim sisteminin kendi içinde gerçeği yansıtmadığı dolaylı olarak kabul edilir. Zaman içinde yavaşça düzenlenmiş, diğer sosyal kuruluşlarla dayanışma içinde olan ve onları açıkça beyan eden, bu nedenle de toplumun yapısını artık iradesiyle değiştiremeyen kurum ve uygulamalar görülmemektedir. Ancak belirtilen kavramların salt bir sistemi olarak için tek bir mantığa bağlı olduğu görünmektedir. Her dönemden insanın nihai bir amacı gerçekleştirmek için onu gönüllü olarak organize ettiğini farz ediyoruz; eğer bu organizasyon her yerde aynı değilse, bunun sebebi, hem izlenecek hedefin hem de elde edilebileceği araçların doğasında bir hata olduğudur. Bu açıdan bakıldığında, geçmişteki eğitimler tüm veya kısmi birçok hata gibi görünmektedir. Bu nedenle göz önünde bulundurmaya gerek yoktur atalarımızın yapabildikleri gözlem ya da mantık hataları ile bir arada durmak zorunda değiliz; ancak verilen çözümlere bakmadan kendimize sorunu sorabilir ve sormalıyız, yani olanları bir kenara bırakarak sadece kendimize ne olması gerektiğini sormamız gerekir. Tarih dersleri yapılan hataların tekrarını önlemek için en iyi şekilde kullanılabilir.

Ancak her toplum, aslında gelişiminin ele alındığı belirli bir noktasında genel olarak karşı konulmaz bir güçle bireylere zorla kabul ettiren bir eğitim sistemine sahiptir. Çocuklarımızı kendi istediğimiz şekilde yetiştirebileceğimize inanmak anlamsızdır. Uymak zorunda olduğumuz geleneklerimiz var ki; eğer bunlara ciddi anlamda karşı gelirsek bunun vebalini çocuklarımız çekerler. Bu insanlar, başta yetişkinler uyum içinde olmadıkları kendi akranlarıyla yaşama halinde değildirler. Sahip oldukları fikirlerin de yoksa ilkel veya zamanından önce yetiştirilmelerinin de bir önemi yoktur; her iki durumda da normal yaşam koşulları içinde değillerdir. Bundan dolayı, fikir ayrılığı noktasında zayıf iradeye sahip güçlü bir direnişle karşılaşılmadığı sürece ekarte edemediğimiz bir eğitim düzenleyicisi vardır.

Buna karşın bu tipi belirleyen gelenekler ve düşünceler, biz değil bireysel olarak bizi biz yapanlardır. Ortak yaşamın bir ürünüdürler ve gereksinimleri dile getirirler. Bunlar çoğunlukla bir önceki neslin eseridir. İnsanlığın tüm geçmişi bugünün eğitimini yönlendiren bu maksimum değerlere katkıda bulunmuş, bütün tarihimiz hatta bizden önceki insanların tarihi bile iz bırakmıştır. Aynı şekilde yüksek organizmalar geçirdikleri her biyolojik devrimin nihai yansımasını kendi içlerinde taşırlar. Tarihsel açıdan eğitim sistemlerinin nasıl oluşturulduğuna ve geliştirildiğine baktığımızda, bunların dine, siyasi örgütlere, bilimin gelişim seviyesine, endüstriyel sanatlara ve benzeri şeylere bağlı olduğunu anlarız. Eğer bütün bunları tüm tarihsel sebeplerden soyutlarsak anlaşılmaz hale gelirler. Öyleyse birey kişisel düşüncesinden ileri gelen sade bir çabayla bireysel bir düşüncenin ürünü olmayan bir şeyi yeniden inşa edeceğini nasıl iddia edebilir? Kişi istediği küçük düzenlemeleri yapabileceği boş bir levha ile değil, kendi iradesiyle yaratamadığı, yok edemediği ve değiştiremediği mevcut gerçeklerle karşı karşıyadır. Onlara ancak tanımayı öğrendiği ve doğası ve koşullarını bildiği ölçüde etki edebilir ve okula gider, fizikçi hammaddeyi ve biyolog yaşayan organizmaları incelerken gözlemlemeye başlarsa ancak o zaman öğrenebilir.

Başka türlü nasıl olabilir? Salt bir diyalektik ile eğitimin ne olması gerektiği belirlenmek istendiğinde ilk önce eğitimin hangi amaca hizmet etmesi gerektiğini sormakla başlamak gerekir. Ancak eğitimin amaçlarından ziyade eğitimin bir amacı olduğunu bize söyleten nedir? Soluma ve canlılardaki dolaşım sisteminin öncülünü bilmiyoruz. Hangi ayrıcalıkla birlikte eğitimsel işlev hakkında daha iyi bilgilendirilebiliriz? Bu soru belli ki çocuk yetiştirmeyi düşünmek şeklinde cevaplandırılacaktır. Ancak problemi farklı kavramlarla yaratmak sorunu çözmez. Bu yetişmenin ne ile ilgili olduğu, bağlı olduğu ve hangi insani gereksinimlere cevap verdiği söylenmelidir. Bunun geçmişte ne olduğunu ve nasıl cevaplandırıldığını gözlemlemeye başlayarak ancak bu sorular cevaplandırılabilecektir. Bu nedenle sadece eğitimin ön konseptini oluşturmaksa, sözde olan bir şeyi belirlemek için tarihsel gözlem kaçınılmaz görünmektedir.

2. Eğitimin Tanımı

Eğitimi tanımlamak için, var olan ya da var olmuş eğitim modellerinin sistemlerini göz önünde bulundurmalı, onları bir araya getirerek ortak özelliklerini tespit etmeliyiz. Bu özelliklerin bir araya getirilmesi bizi aradığımız tanıma ulaştıracaktır.

Bu şekilde zaten açıklamış olduğumuz iki kavram var. Bu doğrultuda var olan eğitimin, birinci jenerasyondan, ikinci jenerasyona aktarılabilmesi için bir genç, bir de yetişkin jenerasyona ihtiyaç vardı. Bize bu eylemin doğasını açıklamak kalır. Öyle ki çift yönlü bir tutumun sergilendiği ne toplum ne de eğitim sistemi vardır; aynı anda tek ve çok yönlüdür.

Çok yönlüdür. Böylece pek çok farklılığın olduğu bu toplumda, en az o kadar farklı eğitim türünün olduğu söylenebilir. Var olan bu farklılık sınıfları oluşturabilir miydi? Eğitim bir sınıftan diğerine farklılık gösterebilir: soylular ve halk için aynı olmadığı gibi Brahmanlar ve Sudralar için de aynı değildi. Aynı şekilde Orta Çağ’da sınıflar arasındaki kültürel farklılık o kadar büyüktü ki, gençlerde tahsillilere şövalyelik sanatı öğretilirken, köylülere gittikleri kilise okulunda çarpma, müzik ve dil bilgisi gibi sıradan dersler verilirdi. Bugün bile hala verilen eğitimin sosyal sınıflara veya içinde bulunulan çevreye göre değişiklik gösterdiğini görmüyor muyuz?

Şehirde verilen eğitimle kasabada verilen eğitimin aynı olmadığı gibi burjuvalara verilen eğitimle işçilere verilen eğitim aynı değildir. Burada yalnızca mirasın gözden kaybolduğunu göreceksek, bu oluşumun ahlaki olarak adil olmadığını söyleyebilir miyiz? Bu tezi savunmak kolaydır. Bu tez çocuklarımıza verilen eğitimin rastlantısal olarak doğduğu yere veya ait olduğu aileye bağlı olmadığını kanıtıdır. Ama aynı zamanda dönemimizin ahlak anlayışı bu noktada beklenen doyuma ulaşılabilirken, eğitim bu şekilde tekdüze olmak zorunda değildir.

Her çocuğun kariyeri büyük ölçüde kör bir kalıtım tarafından belirlenmemiş olsa da, mesleklerin ahlaki çeşitliliği büyük bir eğitimin çeşitlenmesine yol açmayacaktır. Aslında her meslek, belirli fikirlere, belirli kullanım alanlarına, bazı şeyleri görebilmek için bir takım yeteneklere ve özel birikimlere sahip olmayı gerektiren kendine özgü bir ortam oluşturur ve çocuğun yerine getirmesi için başvurduğu fonksiyon için hazırlanması gerektiğinden ötürü belirli bir yaştan sonra eğitimin üzerinde uygulandığı hiçbir konu için aynı kalamaz. İşte bu yüzden bütün medeni ülkelerin kendilerini gittikçe daha çok çeşitlendirdiğini ve özelleştirdiğini ve bu özelleştirmenin gün geçtikçe daha çok arttığını görmekteyiz. Adaletsizlik ve eşitsizliklere dayanarak üretilen heterojenite ilk bulduğumuz hali gibi olmasa da daha azı değildir. Tamamen homojen ve eşitlikçi bir eğitim bulmak için insanlık tarihinde henüz farklılaşmanın olmadığı ve çok küçük de olsa hala mantıklı bir anı temsil eden prehistorik toplumlara geri dönülmelidir.

Ama bu özel eğitimler ne kadar önemli olursa olsun eğitimin tamamı değildir Her nerede gözlenirlerse gözlesinler sadece aşağıdaki belli noktalarda ayrılabilecekleri düşünüldüğünde kendi başına yeterli olmadıkları söylenebilir. Onları bir araya getiren tek bir ortak nokta vardır. Herhangi bir sınıf ayrımı gözetmeksizin eğitimin belli fikirlerle, yaklaşımlarla ve uygulamalarla yapılmasını telkin eden bir kişi yoktur. Bir toplum birbirine kapalı olan sınıflarla bölünse bile her zaman herkes için ortak bir din vardır ve bu yüzden dinin o zaman içerisinde temel olan kültürel kuralları toplumun her kesimine aynı şekilde yayılır.

Eğer her kastın ve ailenin kendine özgü tanrıları varsa herkes tarafından bilinen ve çocuklara dua etmeleri öğütlenen tanrılar arasında genel bir ayrım olur. Bu tanrılar dünyayı ve hayatı anlama yolunda bir takım davranışlar ve duyguları içselleştirerek kişiselleştirirken, aynı zamanda ibadetlerini dinsel hayatın sınırlarını aşan zihinsel boyuta taşımadığımız sürece gerçekleştiremeyiz. Aynı şekilde, Orta Çağ’da, köleler, din adamları, burjuvalar ve soylular eşit biçimde aynı eğitimi alırlardı. Ahlaki ve kültürel ayrımın bu derecede bir zıtlığa ulaştığı toplumlar söz konusuysa, onları birbirlerinden farklı kılan gelişmiş insanların yaşadığı sınıflar daha geniş bir uçurumla ayrılır. Herhangi bir eğitimin, bütün bu ortak unsurlarının kendilerini dini semboller biçiminde ifade etmediği durumlarda var olması mümkün olmaz. Tarihimiz boyunca aynı temelde insan doğası, farklı fakültelerin önemi ve milli ruhumuzu oluşturan hukuk, görev, toplum, birey, gelişim, bilim ve sanattaki birtakım fikirleri bir araya getiren, zengin veya fakir farketmeksizin örneğin endüstriyel işlevlere hazır serbest mesleklerin oluşmasına yönelik eğitim bilincini oluşturmayı amaçlar.

Bu işlerin sonucunda her toplum insanın sahip olması gereken belirli ideal fiziksel ve ahlaki bir bakış açısı belirler: belirli ölçütlere dayanan bu ideal herkes için aynıdır, belirli noktalardan yola çıkarak tüm toplumun algılayış biçimine göre farklılık gösterir. Eğitimin direği olan bu ideal, bir zamanlar tek ve benzersizdi. Bu nedenle asıl amacı çocukların ilgisini çekmektir: bazı fiziksel ve zihinsel özellikler ait olduğu toplumun hiçbir üyesinde yokmuş gibi gözükse de, bazı özellikler de ait olduğu sosyal sınıfın üyelerinin (kast, sınıf, aile, meslek) hepsinde olduğu düşünülür. Buna karşın toplum bu ideali kendi içinde ve var olan sosyal sınıflarda eğitimi uygulayabilmek için belirler. Toplum sadece üyelerinin arasında yeterli esneklik varsa hayatını sürdürebilir: Eğitim, çocuğun hayatına önceden topluluk halinde yaşamanın getirmiş olduğu alışkanlıkları oturtarak, bu esnekliği sürdürür ve pekiştirir. Ama öte yandan belirli bir ayrım olmaksızın bütün birliği sağlamak imkânsız olurdu: aynı zamanda eğitim çeşitlendirilerek ve özelleştirilerek gerekli olan çeşitliliğin kalıcılığı sağlanır. Eğer toplum kastlar ve sınıflar arasındaki eski ayrımdan söz edilemeyecek bir duruma ulaşmışsa,  temelinde bir eğitim daha belirler.  Eğer o anda iş çok fazla bölünmüşse, ortak duygu ve fikirlerden yola çıkarak çocukları daha profesyonel yetenek çeşitliliğine maruz bırakacaktır. Eğer toplum savaşla çevrili bir ülkede yaşıyorsa, milli temellere dayalı bir model üzerinden bilinçleri eğitmeye çalışır; ama eğer uluslararası mücadele daha barışçıl bir hal aldıysa gerçekleştirmek için aradığı tür daha genel ve insani olur. Eğitim yalnızca bu şekilde çocukların içinde kendisi için bir yer edinir. İleride bireyin bu gereklilikleri yerine getirebilmek için bunlarla nasıl ilgilendiğini göreceğiz.

Buradan yola çıkarak bir sonraki formüle ulaşıyoruz: Eğitim artık sosyal hayatta aktif bir şekilde yer almayan yetişkin nesil tarafından geliştirilmiş bir eylemdir. Amacı, çocuklarda kendisi ve siyasi toplum tarafından seçilmiş belirli fiziksel, entelektüel ve ahlaki nitelikleri geliştirmek ve özellikle bunları hedef kitle üzerinde gerçekleştirmektir.

Yazının ikinci bölümü için tıklayınız.

Yazıda bahsedilen görsellere ve yazının kaynakçasına Gorgon Dergisi 7. sayısından ulaşabilirsiniz.


Related posts