Egemenlik: Kısa Bir Giriş

Egemenlik Yazar: J. Kēhaulani Kauanui Çevirmen: Melis Fettahoğlu-Hallier Egemenlik: Kısa Bir Giriş 20 Ekim 2017 tarihinde, Donald J. Trump’ın başkan olarak göreve başlama gününde, antropologlar Amerika genelinde bir dizi protesto ve söyleşi düzenlendiler. Peki ya seçilen metin hangisiydi? Michel Foucault’nun Society Must Be Defended (Türkçesi: Toplumu Savunmak Gerekir), başlıklı ders notlarından bir bölümü referans alındı (Jaschik, 2017). Bu girişimi başlatan Paige West ve J. C. Salyer (2017), Foucault’nun çalışmasını seçmelerinin sebebi olarak, metnin “egemen güçlerin, disiplinin, biyopolitikanın, güvenlik kavramlarının ve ırkların karşılıklı etkileşimini eş zamanlı olarak düşünmeyi sağlaması” gerekçesini öne sürmüşlerdir. Savage Minds, American Anthropologist, American Ethnologist, Cultural Anthropology, ve Environment and Society gibi popüler akademik antropoloji dergileri bu etkinliğe olumlu anlamda yer vermişler ve West ile Salyer’in seçtikleri metnin önemine dolaylı olarak değinmişlerdir. Açıkça belirtmek gerekirse, Foucault’un egemenlik üzerine çalışması kültürel antropoloji alanında kalıcı bir etki bırakmıştır. 18. yüzyılda iktidarın uygulamalarındaki dönüşüm bağlamında egemenliği teorileştirmesi bu alanda kritik öneme sahiptir. Özellikle ‘biyoiktidar, kavramının bireysel gruplara ve toplumlara odaklanması, egemen  güçlerin siyasal ve yasal mekanizmalarından farklılaşmıştır. Foucault’nun biyoiktidar kavramını daha ileriye taşıyan Giorgio Agamben (1998, 2005), iktidarın nasıl hakları tanıma yetkisi ile doğrudan alakalı olmadığını ama paradoksal bir dışlanmaya, yani egemen gücün kararlarını ve akabinde gerçekleştirdiği şiddeti meşrulaştırdığı istinai durumlara yol açtığını incelemiştir. Son yıllarda, egemen gücün birincil temsili olan ulus-devletlerin yarattığı küresel krizler üzerine çalışan kültürel antropologlar, çok sayıda etnografik çalışmalara konu edilen devlet gücü ile ilgili yeni araştırmalara da ilham vererek ve temel varsayımlara meydan okuyarak, Agamben’in çalışmalarına konu olan egemenlik kavramını yeniden değerlendirmek için kolları sıvadılar. Peki neden egemenlik? Küreselleşmenin birçok çalışmanın odak noktası olması ile birlikte, kültürel antropologlar egemenlik kavramını yeni biçimlerde ele almaya başladılar (örn. Humphrey 2004; Wachspress 2009). ‘Devletin antropolojisi’ni konu alan çalışmalar 1990’larda ortaya çıktı ve o zamandan bu yana, daha önceleri ağırlıklı olarak otorite, krallık ve iktidarın geleneksel tiplerine vurgu yapan siyasal antropolojinin klasik sayılabilecek çalışmalarını yerinden ederek, antropoloji disiplininde merkezi bir yer edindiler. Ancak, özellikle 21. yy itibariyle, siyasal otoriteyi konu alan antropoloji çalışmaları, akrabalık, krallık ve hiyerarşik sosyal yapıların incelendiği tarihsel bağlamından uzaklaşıp (Graeber ve Sahlins yakında çıkacak[1]), modern yönetim biçimlerinin, devlet otoritesinin ve bunun yanı sıra bilim, sağlık ve güvenlik söylemleri aracılığıyla bireylerin, halkların ve nüfusların modern yönetiminin tarihsel oluşumu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Johns Hopkins Üniversitesi’nde verilmiş 2003 tarihli Sidney W. Mintz dersinde, Clifford Geertz (2004) şu soruyu sordu: “Bir devlet eğer egemenlik değilse, nedir?” Geertz, ada-ve-dağ antropolojisinin, 20. yy itibariyle, küresel Güney’de[2] çalkantılı bir biçimde ortaya çıkan yeni devletlerin doğuşunu yorumlamada yetersiz kaldığını kabullendi; zira bu yaklaşım, devletlerin birer kuruluş gibi belli bir bölgeyi ve bu bölgede yerleşik olan nüfusu kapsamlı olarak yönettiğine ve devletin modern ve ussal bir üniter yönetim biçimini temsil ettiğine dair egemen anlayışı kabul etmiştir. Yine de Geertz, antropologların günümüzde dünyanın büyük bir bölümünde işleyen otoritenin ve gücün çetrefilli tarihsel aşamalarının yanı sıra, siyaseti ve devletleri oluşturan farklı bağlılık yapılarını inceleyip kuramlaştırma konusunda da oldukça donanımlı olduklarını ileri sürmüştür. Thomas Blom Hansen ve Finn Stepputat’ın öne sürdüğü üzere (2006), egemenlik, bilfiil egemenliğin ötesine geçmeyi hedefleyen ve bunu da şiddete dayalı otoritenin belirsiz ve her daim gelişmekte olan bir biçimi olarak inceleyen bir kavram olarak antropoloji biliminde yeniden esas mesele haline geldi. Hansen ve Stepputat krallık üzerine yapılan klasik çalışmaların sömürgecilik sonrası bir dünyanın siyasi tahayyüllerini anlamada nasıl yeterli bir çerçeve sağlamayı başaramadığını açıklamışlardı. Bu durumu da şu sözlerle ifade etmişlerdi: “etkili yasal egemenlik her zaman ulaşılamaz bir ideal olsa da, tarihi olarak birçok yerel yönetim otoriteleri arasında dağıtıldığı çoğu sömürge sonrası toplumlarda, egemenlik bilhassa zayıf kalmıştır” (Hansen ve Stepputat 295). Egemen güçleri yeniden yapılandırmaya hizmet eden piyasa güçleri arasındaki ilişkiyi izlerken, yasadışı ağlar, isyancılar ve yasadışı kanun infazcıları gibi gayriresmî egemenlikler üzerine yapılan çalışmaların da altını çiziyorlar. Böylelikle, “pratikte” egemenliğe yönelik çizdikleri etnografik bir yaklaşımı savunmaktadırlar (Hansen ve Stepputat,  297). 2001 yılında, Kültürel Antropoloji Topluluğu, Vincanne Adams tarafından düzenlenen “Egemenliği Yeniden Düşünme” konulu Amerikan Antropoloji Derneği’nin yıllık toplantısında Culture@Large açılış oturumlarından birine ev sahipliği yaptı. Bu disiplinler arası etkinlik, egemenlik hakkında birbirleriyle ilişkili olarak ama farklı şekilde yerelleştirilmiş yollarla düşünen ve yazan bilim adamlarını ağırladı. En dikkat çeken kısım ise, oturumun egemenlik üzerine tanımlayıcı bir açıklama ile başlamaması ya da sona ermemesiydi. Aksine, “etnografik konumlarının özgüllüğü hususunda egemenliğin analizlerini incelemek için bir alan yaratmayı” amaçladı (Adams 2008). Oturumun özeti daha net bir şekilde izah ediyor: Egemenlik bir kavram ve iktidarın ayrıcalıklı bir düzenlemesi olarak geniş çeşitlilikte antropolojik tartışmalara ve araştırmalara konu olmuştur. Bu tartışmalar, bir dereceye kadar, Foucault’nun biyopolitika anlayışının sonuçlandığı noktada toplanıyor, küreselleşme bağlamında otorite ve yönetim biçimleri hakkında sorular soruyor ve bu tür çabaların teşvik edebileceği özgürleştirici politikaların yanı sıra, konu oluşturma mekanizmalarını ekonomi, devlet ve baskılayıcı güç açısından da açıklamaya çalışıyor. Bu sorular antropoloji alanında önemli rol oynamaktadırlar. Bir dizi önemli metin ve tartışma antropoloji alanında bu soruları ortaya çıkarmış ve bunun sonucunda, iktidar ‘temelde’ farklı şekillerde deneyimlendiği için, devletlerin yerel halklar tarafından itiraz edilen yasal egemenliği nasıl savunduğunu inceleyen projeler de dahil olmak üzere, çok farklı düşünme biçimleri ortaya koymuştur. Araştırmacılar özellikle şiddetin tekelci olması için mücadele eden devletlerin bu otoriteye meydan okuyan sosyal güçlerle -özellikle küresel Güney’deki kentsel alanlarda- çeşitli siyasi hareketler ve dini kurumlarla ilgili olarak nasıl davrandıklarına odaklandı. Antropologlar sömürgeci yönetim biçimlerinin Avrupa ve Amerika’nın ötesinde siyasi güçlerin işlevselliği ve meşrulaştırılması üzerine nasıl kalıcı izler bıraktığına özellikle dikkat etmişlerdir. Modern ulus-devlet, çağdaş dönemde siyasal otorite ve tahayyülün hakim biçimi olarak kalırken, iktidarın ve kamu otoritesinin daha eski dillerini tamamen kaldırmadan ya da askıya almadan dünya çapında birçok özel şekle bürünmüştür (bkz. Jennings 2011). Devletin, yasaların ve biyopolitikanın antropolojisi, iktidarın -kurumsal olandan özele kadar – bir dizi bağlamda faaliyet gösterme şekline yoğunlaşır ve siyasi aktörlerin ve bunları oluşturan yapıların yönettiği ilişkilerle ilgilenir. Bürokratlar, siyasi gruplar ve aktörler, siyasi hareketler ve devletsiz özneler gibi konuları kapsayan antropolojik çalışmalar, iktidarın uygulamalarına dikkat çekmekle birlikte, iktidarın ve sosyal yaşamın nasıl açığa çıktığına, kesiştiğine ve mobilize olduğuna ışık tutmaktadır. Bu analizler, vatandaşlık, suç ve polislik, çağdaş hukuk sistemleri, yönetim, dil ve hukuk, ritüel şiddet ve devlet örgütlenmesi, egemenlik, devlet oluşumu, sosyalizm ve post-sosyalizm gibi meseleleri içeren konulara odaklanmış bir araştırma külliyatına dönüşmüştür. Egemenlikle ilgili herhangi bir tartışmanın, mevcut siyasi durumumuzu kuramsallaştırma sürecinde, rekabet … Okumaya devam et Egemenlik: Kısa Bir Giriş