Psikoterapi
Yazar: George Prochnik
Çevirmen: Ayşenur Özdemir
Amerikan Kaleydoskopu: Morton Prince ve Psikoterapide Boston Devrimi
Fiziksel olarak sağlıklı, ideolojik olarak heterodoks,[1] ahlaken uzlaşmaz, psikolojik olarak parçalanmış olan Morton Prince, tipik bir New England karakterinin somut bir örneğidir. İşin aslı, Prince’in çelişkili unsurlarının hepsini kendi içinde tutarlı hale getireceğine olan ateşli inancı, kendi ruh sağlığını da en az incelediği hastaların ve politikacıların ruh sağlığı kadar büyüleyici kılmaktadır. Başkalarının kusurlarını teşhis etmeyi eline yüzüne bulaştırdığında bile, bazen sorunun özünde Prince’in çalışmasının kişisel gözlemlerden oluşan zengin ve ilgi uyandıran bir usta teori kavramından yoksun olduğu görülmektedir. Freud ve Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği değer değişimleri ruhunu yaralayana kadar Prince, neredeyse bütün toplumsal sorunlara karşı yaklaşımında gözü pek anarşik bir tavır sergilemişti. Onun düşüncelerine karşı bu aykırı mizacın tipik bir örneğinde Prince, üniversiteler arası futbolun “düşünce katili” olduğu için yürürlükten kaldırılmasını öneren Upton Sinclair’e cevaben, asıl yürürlükten kaldırılması gerekenin profesyonel koçluk olduğunu ve son görevinin de ofise kapanmadan önce oyunu çocuklara geri vermesi gerektiğini söylemişti.
Daha uygunsuz olan ise ünlü hastası Sally Beauchamp’ın bir zamanlar “aşırı derecede öfkeli ve üstün olma” eğilimi olarak tanımladığı, Prince’in bir yargıç olarak herkesin sorununun ne olduğuyla ilgili o hırçın “yanılmazlık” hissiyatıydı. Rakiplerinin belitsel (aksiyomatik) inançlarını zorlayan bulgularla mantık çerçevesinde ilgilenmeyi reddetmeleri sebebiyle Prince, döneminin iki tehdidi olan aylak tinselciler ve gayretli psikanalistlere karşı direnmek durumunda kalmıştı. Prince, kendi orta yolunun erdemini göremeyenlerin inatçılıklarıyla yüzleştiğinde başkalarında kınadığı mutlakiyetçiliğin bir parçası olan salt muhalefete yönelme eğilimindeydi. Freud’un öğrencisi olan Ernst Jones, Prince’in tavırlarına karşı çıktığında onu hemen işten çıkarmıştı. Bunun nedeni Jones’un ideolojisi değil, en başta muhalefet olmasıydı. Bir meslektaşına bu konu hakkında şöyle yakınmıştır: “John Brown’ın, Luther’in, Calvin’in rakipleri sadece ona muhalefet olduğu için ya da onlara inanmadıkları için ‘bir bebek gibi’ zırladıklarını hayal edebiliyor musun?” Daha saldırgan anlarında bile öfkesinin şiddeti olaylara canlı bir yorum katmaktadır.
Prince’in ömrü boyunca odaklandığı, beden ve zihin arasındaki ilişkiyi göstermek olmuştur. Prince çocukken kilisede vaaz sırasında vaiz, rüzgârla sallanan avizeyi işaret edip “İşte, insanın bedeni de bu kristallerin rüzgârdan etkilenip çınlaması gibi ruhundan etkilenir.” dediği günü hiç unutmamış ve bu bir nevi ömrü boyunca sürdürdüğü odak noktasının temelini oluşturmuştu. Bu ikisi arasındaki bağlantının ne olduğu bilmecesi bütün iş hayatı boyunca Prince’in aklından hiç çıkmamıştı. Sonunda, ikisi arasında bütünsel bir ayrım olmadığından zihinsel fonksiyonların ve bedensel mekaniklerin arasında herhangi bir zıtlaşma olmadığını göstermeye çabalamıştı. Ancak beden ve zihin arasındaki bu kusursuz yakınlığın insanoğlu için ne anlama geldiği sorusu Prince’in hayal gücünden yoksun bir ikircikle yaklaştığı bir konu oldu.
Kariyerinin ilk yarısında Prince, zihinsel devinimlere tamamen maddeci bir yaklaşım sergileyerek ruh unsurunu olabildiğince göz ardı etmeye çalışmıştı. Ona göre, düşünce ve duyguların beynin işleyişi üzerinde bir etkisi yoktu, daha ziyade o işleyişin bir özüydüler. 1880’lerde ve 1890’larda Prince, bilişsel terapinin birçok yönünü öngören karmaşık bir davranışsal teorinin gelişmesine katkıda bulunmuştu. Nevrozların, çoğunlukla olumsuz anılar ve onları çevreleyen olgular arasındaki rastgele çağrışımlar geliştiğini ileri sürmüştür. Prince’e göre bu çağrışımlar, daha sonra tekrar ve alışkanlık ile düzeltilirdi: Tedavide hem fiziksel hem de düşünsel yoğun bir “şartlandırma” uygulamakla açığa çıkarılabilir ve bu da zamanla yıkıcı davranışsal modelleri yeniden yapılandırılabilirdi.
Prince hususunda da sıkça görüldüğü üzere, kuramsal temel görüşler, kişisel tecrübeden doğmaktadır. Prince’in ailesinde herkes şimşek korkusundan muzdaripti. Fırtına çıkıp şimşekler çaktığında dolapların içine kaçar, yatakların altına saklanır ve birbirlerinin titreyen kollarına koştukları bilinmektedir. Prince bu korkusunu, kendisini en şiddetli şimşek çakana kadar dışarıda kalmaya zorlayarak yenmişti.
Dürtülerine rağmen Prince, semptomların gelişmesinde öğrenilmiş zihinsel bağlantı alışkanlıklarının rolünün altını çizerek bütün aileleri, mahalleleri ve toplumları kalıtsal yozlaşma temelinde kınayan toplumsal muhafazakarların mevkilerinin sarsılmasına katkıda bulunmuştu. Aynı süreçte, kendisinin de büyük bir rol aldığı, New England’ın büyük yenilikçi sivil reformcular ağı için açılan vakayı da gönülden desteklemişti. Dahası, Prince’in bireylerin ve devletlerin davranışlarında birleşen karmaşık güdü ağını anlaması, birçok ulusal ve uluslararası sahnede sosyal adalet meselesini savunmasına yol açmıştı. Prince, Sacco-Vanzetti kararını jürinin algının ve belleğin işleyişi hakkındaki bilgisizliğinin kaba ve alaycı bir manipülasyonu olduğunu söyleyerek eleştirmişti. Her türden damgaya sahip monolitik (tek parça) ve megalomanca devlet teşebbüsüne eşit güçle karşı koymak için Milletler Cemiyeti’ne katılmıştı.
1900’lerde Prince; açık fikirli, bilgili ve azimli klinik çalışmalarıyla zihnin nasıl işlediğine dair önceki Amerikan anlayışlarını alt üst etmiş Bostonlı psikoterapistlerden oluşan bir kadronun ön safhalarında yer almıştı. Jean Martin Charcot ve Pierre Janet gibi önde gelen Fransız psikologlar tarafından kurulan bu yapıya dayanarak Prince, nevrozları bir tür psikolojik çözümsüzlük ile sonuçlanan zihinsel durumlar arasındaki aşırı “disosiyasyonlara” (ayrışma) bağlamıştır. Bu çözümsüzlük, dışsal gerçekliğin akışına tepki veremeyen kalıplaşmış davranışlarda açığa çıkmıştı. Benliği yeniden bütünleştirme amacıyla, New Englandlı arkadaşlarıyla konuşma terapisinin şaşırtıcı derecede çok yönlü proto-Freudyen[2] bir türünü geliştirmişlerdi. Çevresindekiler gibi Prince’in kendisi de telkin gücünün incelikli anlayışını klinik uygulamaya çeviren yetenekli bir hipnozcuydu. James Jackson Putnam gibi meslektaşlarıyla birlikte Prince, hidroterapi ve elektrik terapisi gibi daha eski ve sözde “somatik” tedavilerin unsurlarını alıp bunları hastaların psikolojik durumlarının dile dayalı incelemeleriyle iç içe geçiren psikolojik tedavi yöntemine meydan okumak amacıyla yeni ve bütüncül bir yaklaşım öne sürmüştü.
Elbette bu yöntemin bazı karışık ve henüz oturmamış yönleri vardı. Amerika’nın ünlü ilk çoklu kişilik vakasının ilişkin son derece etkili bir anlatımı olan ve çok satan The Dissociation of Personality (Bir Kişiliğin Disosiyasyonu) adlı kitabında Prince, tedavinin sadece beklenmedik değil ayrıca ağızları açık bırakan bir doruk noktasını anlatmıştı. Prince, hastasına azap veren “Sally” lakaplı şımarık alternatif kişiliğini tamamen yok etmek için hastanın omuriliği üzerindeki “hipnogenetik nokta”ya baskı uyguladığı bir teknik kullanmaya başlamıştı. Prince şöyle anlatmıştır: “Sahip olduğunu düşünmediğim bir güçle saldırdı. Kavradığım elini geri çekmek için boğuştu, debelendi ve gücüme karşı direndi. Vücudundaki fiziksel duyumların hücum etmesi ve bilincinin unutulmaya başladığını gösteren zihinsel duygu, onun dayanabileceğinden çok daha fazlaydı. Zihinsel acı onu kıvrandırıyor, acıyla bağırtıyordu. İki saatimiz böyle mücadele ile geçti.”
İki saat mi? 50’li yaşlarının ortalarında, erdemli ve kendinden emin, Boston’daki çok ciddi bir muayenehanede çalışan bir tıp aydını ile mütevazi bir aileden gelen üniversite çağındaki bir kadının delicesine boğuştuğunu zihninizde canlandırmaya çalışın. İnsan, Prince’in asıl portre ressamı John Singer Sargent’dan ziyade Francis Bacon’ın bu düelloya hakemlik etmesini istiyor.
Prince için bu etik olarak karmaşık beden-zihin terapisi bilmecesinin daha semptomatik bir yanı vardı. Gelgitli klinik zekâsı açısından Prince ve Boston’lı doktor arkadaşlarının akıl hocalarından miras aldıkları sarsılmaz değer sistemleri, en nihayetinde uygulamalarını etkili bir şekilde çağdaşlaştırmaktan alıkoymuştu. Prince geçmişi görmüştü fakat geleceğe baktığında gördüğü şeyden öylesine tiksinmişti ki bakışlarını şiddetle tekrardan geçmişe çevirdi. Böylece Prince, The Psychology of the Kaiser and The Creed of Deutschtum (Kayzerlik Psikolojisi ve Almanlık Öğretisi) gibi eserlerinde Alman militarizminin tehlikeleri ve bu tür militarist ruh hâlleri hakkında ileri görüşlü olduğunu göstermişti. Bir önceki çalışmasında kayzer yönetimindeki militarizminden şöyle bahsetmiştir: “Dahili ve harici saldırılara karşı savunma sisteminden çok daha fazlası; hangi yönde olursa olsun ilerici politikaların, ulusal büyümenin ve devlet iradesinin uygulanmasına yönelik bir saldırı türü ve örgütüdür.” Yine de uluslararası arenalarda bu tür tehditlere karşı Amerikan müdahaleciliğine göre bir sav geliştirmeye çalışırken Prince, kendi ana vatanının tarihsel ahlakının temizliğine aşırı milliyetçi bir anlayışla yaklaşmıştı. Neden Amerika’nın 1915 yılında Almanya’nın Belçika’yı işgal etmesini engellemediği sorulduğunda ise “çok dilli bir ulus” olarak ülkesinin şimdiye kadar ulusal bilincin korunmasını sağlayan “tek ırklı homojenliğini” kaybettiği kanısına varmıştı.
1908’de Freud, Clark Üniversitesi rektöründen Amerika’ya gelmesi ve temmuz ayında yapılması planlanan okulun yirminci yıl dönümü kutlamasında psikanaliz üzerine bir ders vermesi için bir davetiye almıştı. Teorileri ülke içinde profesyonel çevrelerce yeterli ilgi görmediğinden ve psikanalitik akım zaten nahoş tartışmalarla bölünmüş olduğundan Freud’un analizini Yeni Dünya’ya açması için bu daveti geri çevirmeyeceği düşünülebilir. Oysa Freud, mektubunda Viyana’da yaz tatiliyle azalacak sezonluk gelir kaybını önlemenin mali zorluğunu sebep göstererek bu teklifi kibarca reddetmişti. Ancak özel olarak yaptığı açıklama farklıydı. Yakın dönemde Karl Abrams’ın cinsellik psikolojisi üzerine yazdığı makalesi Prince’in kuruculuğunu ve editörlüğünü yaptığı dergi olan The Journal of Abnormal Psychology (Anormal Psikoloji Dergisi) tarafından reddedildiğinde Freud, öğrencisine şöyle demiştir: “Şimdiye kadar kaleydoskopik (sürekli değişen) bir karakter olan Morton Prince bu defa gerçekten acınacak halde. Bu Amerikalılar bu namusluluk taslamalarıyla nereye varmaya çalışıyorlar?” Birkaç gün sonra Jung’a şöyle yazarak bu konu hakkındaki düşüncelerini dile getirmiştir: “Bizim psikolojik teorilerimizin cinsel özünü keşfettiklerinde bizimle ilişkilerini kesecekler. Namusları ve maddi olarak halka bağımlı olmaları onlar için çok önemli. Bu yüzden temmuzda oraya gidip bu riski almaya hiç niyetim yok.”
İleride “akla gelebilecek en kibirli ahmak” diyeceği Morton Prince’in de benzediği Amerikalı umacılara karşı duyduğu kin dolu nefretinden dolayı Freud, az kalsın hiç Amerika’ya gitmemiş olacaktı. Gerçekten de şampiyon bir yatçı, yetenekli bir binici, sosyal eğlence kulüplerinin gözde bir üyesi, özgüvenli Amerikalı sporcularının simgesi, ayrıcalıklı bir beyaz Protestan Amerikalı modeline uyan Prince, Freud’un kendi atalarından kalma kalıp yargılar ile ilgili oldukça öz-bilinçli hissetmesine neden olmuştu.
Prince için yapısal psikanalitik teorisi hakkındaki hoşnutsuzluğuna dair bütün anlaşılabilir kaygılarına rağmen Freud, Jung’a “Amerika’da esen nazik namus bekçiliği rüzgarları” sayesinde Prince’in “epey özel bir organı” olduğunu söylemiş ve Prince hakkında bir kanıya varamamıştı. Prince hiç de “namuslu” olmamakla birlikte, sonraki senelerde kendisinin de itiraf ettiği üzere bazı hastalarda hiçbir belirti olmadığı halde cinsel bir neden bulmak için çok zorlamıştı. Dahası, Freud’un eserlerine aşina oldukça Prince’in uygulamaları Freudyen teoriyi yansıtmaya başlamıştı. Hepsinin ötesinde Freud, Prince’i kendisine bir tehdit olarak görmekte yanılmıştı çünkü aslında tam tersiydi. Prince Freud’un Amerika’ya geldiği döneme yönelik olarak yazdığı yazıda şöyle söylemiştir: “Freudyen psikoloji […] tarlayı yükseklerden gelen bir dalga gibi sular altında bıraktı ve geri kalanımız kumlara gömülü istiridye gibi alçak suda kaldık.”
Cinselliğin insanın psikolojik yapısı için öneminden ziyade Prince’i asıl zorlayan, Freud’un bütün nevrotik semptomların cinsellikten kaynaklandığını ileri süren dogmatik ısrarıydı. (İstisnai olarak Prince, gurur ve utanç girişimlerinin kişinin ruh sağlığında bozulmaya yol açabileceği görüşünde Freud’a katılıyordu.) Prince, Freud’a karşı gelmesinin nedenini 1911’de Journal of Abnormal Psychology dergisinde Jones tarafından kendisine yapılan eleştiriye cevaben şöyle özetlemiştir: “Bana öyle geliyor ki Freud destekçileri bazen gerçeği ortaya çıkarmaktansa kendi yöntemlerini inançla vaftiz edip kabul ettirmeyi daha çok önemsiyorlar.” Kendisine bir kez akıl hocalığı yapan William James’in edasıyla şöyle devam etmiştir: “Sonuçlarda yanılgılara yol açmadığı sürece, bir sorunun araştırılmasında hangi yöntemin kullanıldığı umurumda değil.”
Freudyenlerin tepesini attıran ve ona karşı olan düşmanlıklarını körükleyen, bu ideolojik bağlılık hareketiydi. Yine de yakın tarih ele alındığında, Prince’in analiz hakkındaki dengeli şüpheciliği fazlasıyla haklı görünmektedir. Günümüzde Freudyen akım gerilediğine göre, Freud’un eserleri -doğru ya da yanlış- büyük ölçüde akademinin kültürel öğrenim programlarına yönlendirilirken, işin aslında Prince’in bilişsel terapiye erken dönemde yaptığı destekler ileri görüşlü olarak gözükmektedir.
Freud’un öğrencilerinin dogmatizminin psikoterapiye daha yararlı heterojen bir yaklaşım geliştirebilecek unsurları engellemelerinden önce, 20. yüzyılın başlarında psikoloji alanındaki tartışmalarda Prince gibi önemli bir yere sahip kişilerden öğreneceğimiz çok şey var. Onların üretken yazılarını okurken bazen birçok ilginç alternatif tarihlere göz atıyor, bazen de günümüzün tutuculuğunu sorgulamaya başlıyoruz.
Dipnotlar
[1] Kabul edilmiş din kurallarına aykırı, aykırı düşüncelere veya ilkelere saplanmış anlamına gelen Fransızca kökenli sözcük (Türk Dil Kurumu Sözlükleri).
[2] Ç. N. Freud’un teorisinden yola çıkan
Redaktör: Melis Fettahoğlu-Hallier
Editör: Cemre Yıldırım
Görev Alan Yayın Kurulu: Arman Tekin, Martı Esin Şemin, Nazım Fırat Şemin, Utku Baran Ertan
Metnin orijinali için:
Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi Psikoterapi