13. Sayı Yazıları

Ahıska Türkleri Üzerine Söyleşi

Ahıska Türkleri

Dergimizdeki diğer söyleşilere ulaşmak için tıklayınız.

 

“Ahıska Türkleri” Üzerine Söyleşi

Doç. Dr. Minara Aliyeva Çınar

Martı Esin Şemin

Dergimizin söyleşi bölümünde Uludağ Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitim Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Minara Aliyeva Çınar ile Ahıska Türkleri üzerine konuşacağız.

Hoş geldiniz. Öncelikle okurlarımız için kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Hoş buldum. Kim olduğuma geçmeden evvel ben de öncelikle böylesine manidar bir söyleşiye beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Manidar diyorum çünkü anladığım kadarıyla sizi daha çok ilgilendiren konu Ahıska konusudur. Ahıska konusu benim en hassas konumdur. Kendime gelince. Ben Ahıska Türküyüm. 1944 yılında anavatanlarından, Ahıska’dan sürgün edilen bir ailenin torunuyum. Benim dedem II. Dünya Savaşı’nda düşmanla savaşırken ninemi, halamı ve amcalarımı, diğer Ahıska Türkleriyle birlikte Orta Asya’ya sürmüşlerdi. Amcalarım -o zamanlar henüz çocuk yaşlarındaydı -Kazakistan’a geldiklerinde hayata gözlerini yummuşlardı. Çocuklardan hayatta kalan sadece halamdı. Babam 1947 yılında Kazakistan’da dünyaya gelmişti. Elbette ki annemin ailesi de aynı kaderi yaşamıştı; annem de Kazakistan’da dünyaya gelmişti. Ben de Kazakistan’da doğdum. Yirmi yaşıma kadar, daha doğrusu Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar Kazakistan’da yaşadım. İlköğretim ve lise eğitimimi Kazakistan’da tamamladım. Lisans eğitimime devam etmek için 1992 yılında Türkiye’ye geldim. Türkiye’de Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne yerleştirildim. Lisans eğitimimi tamamlayınca Yüksek Lisans ve ardından Doktora programını kazanarak Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde Türk Dili ve Lehçeleri bölümünde eğitimime devam ettim. Altı yıl süren bu sürecin ikinci yılında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtim ve gerekli aşamalardan geçerek öğretmenliği kazandım. 2000 yılında Edebiyat Öğretmeni olarak Kütahya/Tavşanlı’ya atandım. Öğretmenlik mesleğini dört yıl kadar süreyle icra ettim, daha sonra Uludağ Üniversitesinde düzenlenen sınavlara girip başarılı olunca üniversiteye geçiş yaptım. 2004 yılından bu yana Uludağ Üniversitesinde öğretim görevliliğiyle başlayıp öğretim üyesi olarak görevime devam etmekteyim.

“Ahıskalı” ve “Ahıska Türkü” gibi çeşitli tanımlamalar yapılıyor. Peki, siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Bu tanımlamalara bir ek de ben yapayım: “Ahıskalı”, “Ahıska Türkü” ve “Ahıskalı Türk”. Bu tanımlamalar son zamanlarda Ahıska Türkleri arasında bir tartışma konusu olmuştur. “Ahıska Türkü” değil “Ahıskalı Türk” tanımını kullanmamız gerektiğini öne sürenler vardır. “Ahıska Türkü” tanımı kullanılırsa Türkiye’de bizi başka bir Türk boyu olarak düşünecekler endişesi vardır söyleyenler arasında. Ben bu kavramlara bir dilci olarak şöyle cevap veriyorum. “Ahıskalı” demek, Ahıska’da yaşayan kimse demektir. “-lı” ekinin çeşitli fonksiyonları vardır. Bizi ilgilendiren kullanım da bir yere mensubiyetini ifade eden bir kullanımdır. “Ahıskalı” olduğunu söyleyen Ahıska’da yaşayan herkes, yani Ahıska Türkü, Gürcü, Kürt, Hemşin, Terekeme Türkü kendisi için bu tanımı kullanabilir. Bunların içerisinde tartışmalı konu daha çok “Ahıska Türkü” ve “Ahıskalı Türk” kavramları üzerinedir.

Aslında bu iki kavram da bu açıdan eş anlamlıdır, diyebiliriz. Bir gramer kalıbı olarak “Ahıska Türkü” yer adıyla yapılmış bir isim tamlamasıdır. Türkiye bir ülke adıdır, bir boy adı değildir. Ama Türkiye Türkü kalıbını kullanıyoruz. Keza Azerbaycan Türkü, Bulgaristan Türkü, Yunanistan Türkü vs. “Ahıskalı Türk” de yine yer adıyla yapılmış bir sıfat tamlamasıdır. Bulgaristanlı Türk, Yunanistanlı Türk, Azerbaycanlı Türk, Ahıskalı Türk vs. Bu kullanımda da dilsel açıdan bir sıkıntı yoktur. Anlamsal olarak her ikisi de aynı kapıya çıkıyor.

Aslında mesele şudur: Ahıska bir zamanları Atabek Yurdu’nun bir merkeziydi. Bu bölgede daha önceki asırlarda da Atabek Yurdu (1267/68-1578) döneminde Türkler yaşıyordu. Bu bölge bugün Ardahan’ı, Kars’ı, Artvin’i, Erzurum’un bir kısmını kapsayan bir bölgedir. Bugün Posoflu Türk, Şavşatlı Türk, Ardanuçlu Türk vs. neyse Ahıskalı Türk de bu anlama gelir. Bu bölgede yaşayan Türklerden zerre kadar farkımız yok: Dilimiz, kültürümüz, örf-adetlerimiz, hayat felsefemiz aynıdır. Ancak Türkiye’de bu şekilde kullanımlara pek rastlayamayız. Yani Ankaralı Türk, Konyalı Türk vs. kalıpları kullanılmaz. Ancak Ahıska bölgesi ve burada yaşayan ahali sınırların çizilmesiyle öte yanda kalınca “Ahıskalı Türk” veya “Ahıska Türkü”, yani Ahıska’nın Türkü ifadesi kullanılmaya başlandı. Bu durum bizim farklı bir Türk boyu olduğumuzu göstermez. Asıl sorun bundadır. Bu şekilde düşünebilenler olabilir. Bu insanların tarihten bihaber olduklarını düşünüyorum. Bilseler, böyle konuşmazlar. Kaldı ki bizim farklı bir Türk boyu olduğumuzu düşünenler varsa da bize düşen görev bunları izah etmektir. Nitekim Türkiye’ye ilk geldiğimizde“Ahıska Türküyüm” dediğimizde bize “Alaskalı Türk mü?” diyenler çoktu. Hatta “Alaska’da da mı Türk yaşıyor?” diyenler dahi olmuştu. Dediğim gibi tarihten yoksun insanlardı.

Aslında bizim daha önemli meselelerimiz vardır. Bence bu meselenin üzerinde durmanın bir anlamı yoktur. Sizin sorunuza gelince. Ben kendimi Ahıska Türkü olarak adlandırırım. Türk dilindeki yaygın kullanımın isim tamlaması şeklinde olması sebebiyle ben de daha çok bu tanımı kullanırım.

Bir Ahıska Türkü olarak Ahıska Türkleri üzerine çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Sizi bu alanda çalışmaya yönelten sebepler nelerdi?

Doğrudur. Son zamanlarda yaptığım bilimsel çalışmalarım daha çok bu konuyu kapsamaktadır. Aslında yüksek lisans öğrencisi iken Ahıska Türklerinin atasözleri ve halk takvimi üzerine yazmış olduğum ve Türk Dil Kurumunun dergisinde yayınlattığım iki makalem vardır. O dönemlerde bu konuyu ele alacağıma kendi kendime söz vermiştim. Ancak Türkçem o dönemlerde bana göre çok yeterli değildi. Bu yüzden öncelikle kendimi bilimsel yazı yazma konusunda geliştirmem gerektiğini düşündüm. Daha sonraki yıllarda daha ciddi çalışmaları ortaya koymalıyım diye düşündüm. Kısmen böyle oldu Kendimi Türkoloji alanında geliştirmeye gayret ettim. Son yıllarda kendimi bu alana adamaya karar verdim.

Bu konuya girmemin iki nedeni vardı. En önemli neden babama vermiş olduğum sözdü. Babam beni Türkiye’ye gönderirken ki Sovyetler Birliği’nin dağıldığı yıllarda işsizlik hat safhadaydı, yeterli gelirimiz yoktu ama buna rağmen babam beni okutmaya kararlıydı ve okuttu da. Bana söylediği bir söz vardı. Derdi ki: “Her şeye rağmen, ben seni okutacağım. Gece gündüz çalışacağım ama seni Türkiye’de okutacağım. Maddi olarak bir sıkıntı çekmeyeceksin. Ancak senden bir tek ricam vardır. Benim halkımla, yaşadıklarıyla ilgili bir kitap yazmanı istiyorum. Yazabilirsen çok mutlu olurum.” Ben de babamı mutlu edebilmek için, ümidini boşa çıkarmamak için bu konuyu ele almayı ve en azından bir kitap yazmayı kendime bir amaç edindim.

İkinci neden de şuydu: Ben halkımdan kendimi uzaklaştırmadım. Ahıska derneklerine, Ahıska federasyonuna, Türkiye’ye göç etmiş Ahıska Türklerinin aralarına girerek halkımın sorunlarını yakından görmek istedim. Elimden geldiğince faaliyetlere katılıp faydalı olmaya çalışıyordum. Her fırsatta sürgünü yaşamış olan yaşlılarımızın hikâyelerini dinledim ve içim kan ağladı. Bütün bu yaşananlar kaleme alınmalıydı, diye düşündüm. Bu da benim çıkış noktam oldu.

II. Dünya Savaşı sürerken Ahıska bölgesinden Kazakistan gibi ülkeler başta olmak üzere Türkiye’ye de zorunlu bir göç süreci yaşandı. Bu göçlerin insanların psikolojileri üzerinde yarattığı etkiler hakkında neler söylemek istersiniz?

Sosyolojik, psikolojik, ekonomik, kültürel yıkım diyebiliriz. Bütün yönlerden bireysel ve toplumca bir yıkım yaşandı. Yabancı diyarlara suç iftirasıyla gönderilip sıkıyönetim altında yaşamak zorunda bırakılmışlar. Yaşlılarımız yıllarca bu yıkımı anlattılar. Üstelik erkeklerimizin çoğu askerde, savaştayken sürgün gerçekleşmiş. Sürgüne gidenler kadınlar, çocuklar ve ihtiyarlar… Dil bilmezler, çoğu köylerinden hiç çıkmamış bu insanlar zorla binlerce kilometre öteye ansızın gönderiliyor. Daha yolculuk sırasında acılar yaşanıyor. Gittikleri yerlerde aralık ayında evsiz, yataksız ortada bırakılıyorlar. Bizimkiler gitmeden önce yamyam olduğumuz söylentisini de yayıyorlar. Ancak büyüklerimiz, Özbeklerin, Kazakların, Kırgızların evlerini bizimkilere açtığını, yiyeceklerini paylaştığını hep söylerler. Onlar da yoksul insanlardı ama insanlarımızı ölüme terk etmemişlerdi. Bu iyilikleri hiç unutmadık, unutmayacağız da.

Bütün bunları yaşayan bir insanın psikolojisi ne olabilir sizce? Hep bir korku vardı içlerinde. “Vatansız bir insan, insan değildir.” derler. Hakkı olmayan bir toplum. Önünü göremeyen bir toplum. Gününü geçirip yarının korkusunu yaşayan bir toplum. Başka söze ne hacet?

Ahıska Türklerinin geçmişten bugüne yaşadıkları dikkate alındığında Rus ve Gürcü toplumlarıyla olan ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında Ahıska Türkleri barışçıl insanlardır. Kötülüğü düşünmeyen, düşmanlık beslemeyen, yaşadıkları bölgelerde çalışkanlığıyla tanınarak her türlü ortama uyum sağlayan insanlardır. Gürcistan’da iken Gürcü halkıyla barış içinde yaşadıklarını Ahıska’da yaşayan Gürcülerin ağzından dinledim. Sürgün yıllarında küçük yaşlarda bizzat olaylara tanık olan Gürcülerle tanışma ve konuşma fırsatım oldu. Kendileri bu olayların yaşandığına dair çok üzüldüklerini, Müslümanlarla (Ahıska Türkleri için orada kullanılan terimdir) güzel komşuluk yaptıklarını, onların oradan gitmelerini asla istemediklerini dile getirdiler. Keza sürgün tanıkları olan Ahıskalı nine ve dedelerimizle konuştuğumuzda da aynı ifadeleri duydum. Yani Gürcülerle, daha doğrusu -altını çizerek söylüyorum- orada yaşayan Gürcü halkıyla bizim bir sıkıntımız yoktu.

Ruslara gelince. Aslında Ahıskalıların yaşadıkları bölgelerde ikamet eden Rus halkıyla da bir sorunumuz yoktu. İlişkilerimiz bana göre güzeldi. Ancak Sovyet hükûmeti en üst makamlara genellikle Rusları getirdiği için ve Ahıska Türklerinin yükselmelerine fırsat vermedikleri için bizler hep ikinci sınıf muamelesini görürdük.

Karşılıklı ilişkiler düşünüldüğünde Ahıska Türklerinin Müslüman, Rusların ve Gürcülerin Hristiyan olması Ahıska Türklerini hangi yönlerde etkilemiştir?

Ahıska Türkleri dini konuda yaşanan tüm olaylara rağmen, yani sürgünlere, baskılara rağmen bir taviz vermediler. Dinî kimliklerini daima korumuşlardır. Her ne kadar Sovyetler Birliği döneminde din tüm halklara yasaklandıysa da Ahıska Türkleri evlerinde gizlice dini ibadetlerini yerine getirmeye gayret ederdi. Doğrudur. Elimizde dini kitaplar mevcut değildi. Hatta her evde Kuran-ı Kerim de bulunmuyordu. Sürgün esnasında yanına alamayanlar çoktu. Dolayısıyla kitaplarda yer alan dini konuları nesilden nesile aktarmak, canlı tutmak hayli zordu. Hafızalarda kalan bilgilerle yetinmişlerdi. Ancak hiçbir zaman başka dinlere dönmemişler. En azından Sovyetler Birliği döneminde bunlar yaşanmadı.

Ahıska Türklerine, yaşadıkları coğrafyalar açısından baktığımızda dil ve kültürlerini ne derece muhafaza ettiklerini düşünüyorsunuz?

Bence Ahıska Türkleri kültürlerini çok güzel muhafaza etmişlerdir. Bu kültürel değerlerin başında bir milleti millet yapan, bir topluluğu toplum yapan en önemlisi olan dili koruyabilmişlerdir. Her ne kadar Rusçadan etkileseler de azınlık durumuna düşen ve diğer topluluklar gibi Rus kültürü içinde yaşamak zorunda kalan Ahıska Türkleri atalardan gelen dillerini tüm baskılara rağmen koruyabildikleri için asimile olmaktan da kendilerini kurtarabilmişlerdi. Elbette ki sadece dili değil örf ve adetleri de yaşatmaya gayret etmişler, yaşatmaya da devam etmektedirler. Şüphesiz ki bu konuda son zamanlarda eksilerimiz de oldu. Örneğin; Türkiye’ye göç eden Ahıska Türklerinin çocukları genel olarak artık Türkiye Türkçesiyle konuşmaktadırlar, eski geleneklerden de vazgeçip Türkiye’de gördüklerini uygulamayı tercih etmektedirler. Ancak madalyonun diğer tarafından bakacak olursak Sovyetler Birliği döneminde eser veremeyen Ahıska Türkleri, edebiyatın boşluğunu doldurmaya başlamışlardır.

Ahıska Türk Dili ve Edebiyatı içerisinde özellikle işlenen konu ve temalar nelerdir? Ahıska Edebiyatı denildiğinde akla gelen yazarlar kimlerdir? Bu yazarların Türkiye’de yeterince tanındığını düşünüyor musunuz?

Dediğim gibi Ahıska Türkleri Sovyetler Birliği döneminde eserlerini icra etmekten mahrum bırakıldılar. Diğer halklar, diğer azınlık boylar gibi şanslı değildi Ahıska Türkleri. Ana dilinde eğitimine, ana dilinde eserlerin icra edilmesine izin verilmemişti. Tabii ki o dönemde gizlice de olsa şiir yazanlar olmuştur. Ancak ele alınan bu el yazmaların pek çoğu kaybolmuştur. Edebiyat alanında en durgun dönemi Sovyetler Dönemi zamanında yaşamışlar Ahıska Türkleri. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bu alan hızlı bir şekilde canlanmaya başladı ve günümüzde de büyük bir hız aldı.

Şüphesiz ki bu edebiyatın en baştaki konuları “sürgün” ve “vatan”dır. Edebiyatımızın gerek nazım gerekse nesir tarzında yazılmış eserlerin büyük bir kısmı bu konuları işlemektedir. Son zamanlarda edebiyatımızı zenginleştiren romanların sayısı artmaya başladı: Mircevat Ahıskalı’nın Gurbetten İniltiler’in serisi, Fırat Sünel’in Salkım Söğütlerin Gölgesinde, Mikdat Topçu’nun Menemşe, Tayfun Atmaca’nın Dut Ağacı adlı romanları. Sayıları fazla olmasa da bu romanlar genel olarak Türkiye’de yaşayan yazarlar tarafından
kaleme alınmıştır.

Nazım tarzında yazılmış eserler konusunda çok daha şanslıyız. Şiir kitaplarımızın sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur. Bu eserler sadece Türkiye’de değil genel itibarıyla Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Rusya Federasyonu ve Türkiye’de olmak üzere farklı ülkelerde neşredilmiştir. Bu eserlerin bir kısmı Latin bir kısmı Kiril alfabesiyle, bir kısmı Ahıska ağzıyla bir kısmı ise Türkiye Türkçesiyle yazılmıştır. Şiirlerin konusu da genellikle “vatan” ve “sürgün”dür.

Yazarlarımızın Türkiye’de tanınıp tanınmadığını soruyorsunuz. Beklediğimiz kadar tanınmıyorlar. Ne yazık ki çok okuyan bir toplum değiliz.

Sizin bir sözlük çalışmanız olduğunu biliyoruz. Bu sözlük çalışmasında hangi dillere yer veriliyor? Bu dilleri tercih etmenizde hangi faktörler rol oynadı?

Evet. Benim bir sözlük çalışmam oldu. Aslında başka dillere yer verilmiyor bu sözlükte. Bu sözlük Türkçenin en saf, en temiz dönemini oluşturan Orhun ve Uygur dönemini kapsayan bir çalışmadır. Üniversitede göreve başladığım yıllarda Eski Türkçe sözlüğü üzerine bir hocayla ortak bir çalışma yürüttüm. Bu sözlük aslında Türkçe Öğretmenliği ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde okuyan öğrenciler için hazırlanma amacını taşıyordu. Çünkü Eski Türkçe dönemi üzerine derslerde incelediğim metinlere bağlı olarak öğrencilerimiz sözlük bulmak konusunda sıkıntı çekiyordu. Böyle bir sözlük hazırlamanın gereği duyuldu. Benim Rusça biliyor olmam Rusların hazırladıkları sözlüklerden yararlanmam açısından epey katkı sağladı. Baskısı Yalın Yayıncılık tarafından yapıldı ve tükendi. Bu yıl bu sözlük Ötüken Neşriyat’ta yeniden basıldı. Aslında benim için şu an yürüttüğüm sözlük çalışması Ahıska Türklerinin söz varlığıyla ilgilidir. İnşallah bu çalışmamı da kısa zamanda tamamlar, bilim dünyasına kazandırırım.

 

Ahıska Türklerinin sanat gelenekleri günümüzde hangi alanlarda devam etmektedir?

Aslında üzülerek söylüyorum sanat alanında pek ilerleyemedik. Resim, müzik, sinema ve diğer alanlarda pek fazla icraatımız olmadı. Günümüzde de çok fazla adım attığımız söylenemez. Amatörce icra edilen müzik, amatörce çekilen filmler… Aslında Ahıska bölgesi âşıkların icra ettikleri önemli bir bölgeydi. Sazla şiirleri icra etme geleneği kalmadıysa da en azından şiir yazma konusunda sanırım başarımız daha fazladır. Ahıska

Türkleri üzerine yakın gelecekte gerçekleştirmek istediğiniz projeler nelerdir?

Daha önce de belirttiğim gibi şu an birinci sıradaki projem Ahıska Türklerinin söz varlığında yer alan ve henüz unutulmayan kelimelerin sözlüğünü hazırlamak. Sözlük hazırlamak kolay bir iş değildir. Aslında bir ekip işidir. Ancak bir cesaretle bu konuya girdim ve dilerim ki hakkıyla tamamlarım. Tabii ki sadece bu çalışmayla kalmayacağım. Bundan sonraki süreçte Ahıska konusuna daha fazla ağırlık vereceğim ve hem Ahıska Türklerinin dili hem kültürü hem edebiyatı konusunda yazılarımı yayınlatıp bilim dünyasına kazandırmaya
gayret edeceğim.

Gorgon Dergisi olarak bizimle Ahıska Türkleri üzerine söyleşi gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

E-Dergimizin 13. Sayısında yer alan diğer yazılar için tıklayınız.

Related posts

Leave a Comment