Arkeoloji

Güney Afrika’nın Sömürge Öncesi Tarihi

Güney Afrika

Yazar: Thomas Huffman

Çevirmen: Cemal Özer

Ayrıca Gorgon Afrika Çalışmaları Özel Dosyası bakabilirsiniz. 

Güney Afrika, insan gelişiminin dünyada en uzun süre devamlılık gösterdiği yerlerden biri olma özelliğine sahiptir. Bu gelişim iki milyon yıl öncesine tarihlendirilen hominid[1] fosilleriyle başlar.

İnsanlığın Kökeni

Güney Afrikalı bilim insanları, Raymond Dart’ın “Taung çocuğu”nu maymunlar ve insanların arasında kalmış bir bebek olarak tanımladığı zamanda, yani 1925’ten bu yana insanlığın kökenine yönelik çalışmalara aktif olarak dâhil olmuşlardır. Dart, kalıntılara “güneyli maymun-adam” anlamına gelen Australopithecus africanus ismini vermiş ve sonuç olarak onun çalışmaları insan evriminin odak noktasını Avrupa ve Asya’dan Afrika’ya taşımıştı. Bu keşif, birçok yönden paleoantropolojinin bir disiplin olarak doğuşuna işaret ediyordu.

Bugün biz, australopithecinelerin[2] dik yürüyen ilk insan atalarını temsil ettiklerini ve bunların sadece Afrika’da bulunduklarını biliyoruz. Güney Afrika’da bilim insanları çoğunlukla breş[3] ve dolomitlerin içinde australopithecine kalıntıları bulmaktadırlar. Bunların büyük bir kısmı Johannesburg yakınlarındaki kireç madeni çıkarma çalışmaları sırasında bulunmuş[4] ve buradaki çoğu kireç madeni breşleri açığa çıkarmıştır. Bu dolomit grubu dünyanın en iyi bilinen australopithecine bölgelerini içinde barındırmaktadır. Örneğin Kromdraai, Swartkrans ve Sterkfontein gibi yerler, insanın kökeni ile ilgili olan bütün büyük ders kitaplarında yer alır. Zenginliklerinden ötürü, bu fosil alanının büyükçe bir kısmı “İnsanlığın Beşiği” olarak bilinen bir Dünya Mirası Sit Alanı olarak listeye eklenmiştir.

Yakın geçmişte, bu tarihin beşiğinden yeni bir keşif dünyaya duyuruldu. Lee Berger ve ekibi, olağanüstü şekilde iyi korunmuş olan yeni bir türe ait genç bir erkek ve beraberinde yetişkin bir kadın buldular; Australopithecus sediba. Bu hominidler derin bir çukura düşmüş ve üstleri yeraltı havuzunda kireç tortuları ile kaplanmıştı. Bu tortular 1.78 ile 1.95 milyon yıl öncesine kadar uzanmaktadır[5].

Birçok türün örnekleri breşlerde bulunsa da, australopithecines normalde mağaralarda yaşamıyorlardı. Muhtemelen nehir kıyısı boyunca uzanan tropikal orman dehlizlerinde yatmışlardı. Büyük ihtimalle bunlar omnivorlardı[6] yani şempanzeler gibi bitkilerin çoğunu ve biraz da et yiyorlardı.Kemikleri dolomit mağaralarında son buluyordu çünkü o mağaraları kullanan leopar, sırtlan ya da kılıç dişliler gibi kedigiller tarafından avlanıyorlardı ya da son keşiflerdeki gibi tesadüftü. İnsan evrimi konusunda sergiler düzenleyen müzeler, Dünya Mirası Sit Alanı’nın yakınındaki Maropeng’de ve Sterkfontein’de halka açıktır.

Paleolitik Çağ[7]

Alt Paleolitik Dönem

Bazı hominidler, 2.6 milyon yıl önce taştan aletler üretmeye başladılar ve böylece Paleolitik Çağ’ın kapısını araladılar. Oldowan endüstrisi olarak bilinen ilk aletlerin çoğu kaba çakıl parçaları ve basit alet çıkarımlarıydı[8]. Bu aletler et kesmek ve hayvan derilerini yüzmek gibi uğraşlar için kullanılıyordu. Günümüzde, Oldowan aletlerinin hangi hominidlerin yaptığı net değildir. Çoğu bilim insanı onları Homo habilislerin[9] ürettiğine inanmaktadır. Sterkfontein, Oldowan aletlerinin topluca bulunduğu birkaç bölgeden birisidir. Bu durum,burasının Dünya Miras Sit Alanı olmasının önemini daha da arttırmaktadır.

Yaklaşık olarak 1.4 milyon yıl önce hominidler taşlardan el baltaları[10], satırlar ve çekirdek gibi daha ayırt edilebilir işlenmiş aletler üretmeye başladılar. Her ne kadar birçok amaca hizmet etmiş olsa da, bu Aşölyen[11] eserleri muhtemelen doğal nedenlerden dolayı ölen fil, gergedan ve su aygırı gibi daha büyük hayvanları kesmek amaçlı tasarlanmıştı. Çünkü bu hayvanlar çok tehlikeli oldukları için hominidler henüz onları avlayabilecek kabiliyette değildiler.Demek ki, o zamanlarda atalarımız büyük ihtimalle uzmanlaşmış leş avcılarıydı. Bu leş avcılığı büyük miktarda protein sağlayarak insan beyninin gelişiminde kritik bir rol oynadı. Aşölyen aletleri yapan hominidler rahatlıkla Homo ergaster[12] (eski adıyla Homo erectus) olarak tanımlanabilir.

Aşölyen eserleri Alt Paleolitik Dönem’in sonuna kadar (GÖ 400.000-250.000) mağara yerleşimleri nadiren görülmüştür ancak birkaçı Sterkfontein ve Swartkans’da bulunmuştur. Aşölyen materyallerinin çoğunun mağara dışlarında bulunmasının nedeni atalarımızın henüz ateş konusunda ustalaşmamış olmasıdır. Swartkans bir istisna gibi görünmekte ancak 1 milyon yıl öncesi gibi bir tarih oldukça tartışmalıdır. Tarihlendirme ne olursa olsun, ateşin kontrol altına alınması şüphesiz Orta Paleolitik Dönem ile birlikte vuku bulmuştur.

Orta Paleolitik Dönem

Orta Paleolitik Dönem’in başladığı 250.000 yıl öncesinde mağaraların yeniden kullanılması atalarımızın bir ev konsepti ortaya koyduğunu ve ocakların olması da ateş yakabildiklerini göstermektedir. Dahası, alet çantası hazırlanmış çekirdekler, iki yüzeyli bıçaklar[13] ve üçgen uçları içermekteydi. Bu uçlar, Afrika antilobu, inek antilobu ve boğa antilobu gibi büyük otçulları avlamak için mızrakların ucuna takılıyordu. Bu evrede atalarımız artık başarılı avcılar haline gelmişlerdi.

Bu erken avcılar arkaik insanlar olarak sınıflandırılır. 100.000 yıl önce, anatomik açıdan tamamen modernlerdi. Davranışlarının da eşit derecede modern olup olmadığı ise hala araştırılmaktadır. Aslında Orta Paleolitik Dönem bu araştırma için bilhassa önemlidir.

Soyut düşünce, kompleks politika ve akrabalık sistemi gibi tamamen modern olan insan davranışları, dilin doğru bir şekilde kullanılmasını gerektirir. Diğer hayvanlar iletişim kurarlar, ancak yalnızca insanlar sesleri sınırsız kombinasyonlarla bir araya getirecek yeteneğe sahiptir. Arkeologlar ne yazık ki doğrudan soyut düşünce, akrabalık sistemi ve dil üzerine çalışma yapamazlar. Bu yüzden de bulunan küçük eserler fazlasıyla mühimdir. Diğer eserler arasında sap takılmış zıpkınlar ve mızrak uçlarını sapa tutturmak için kullanılan yapıştırıcılar gibi kompozit aletler kompleks düşüncenin bir göstergesidir. Durban yakınlarındaki Sibudu Mağarası ve Cape’deki Blombos Mağarasından elde edilen bilişsel ilerlemelere dair kanıtlar 70.000 yıl öncesine dayanmaktadır.Bunlar insanın kültürel evriminde önemli olan adımlardı. Ek olarak, muhtemelen vücut boyası olarak yaygınca kullanılan kırmızı aşı boyası da Orta Paleolitik Dönem’deki davranışın daha insancıl hale geldiğini göstermektedir. Son zamanlarda Blombos’ta süslenmiş aşı boyasının, Diepkloof’ta ve Cape’te de süslenmiş devekuşu yumurtaları bulunması bunu açıklar niteliktedir. Orta Paleolitik Dönem eserlerinin gösterimi Cape Town’daki Iziko Müzesi ve Johannesburg’daki Origins Center’da halka açıktır.

Üst Paleolitik Dönem

25.000 yıl öncesinden itibaren başlayan Üst Paleolitik Dönem ile birlikte arkeolojik çökeltilerde küçük kazıyıcılar ve büyük taneli materyallerden oluşan alet çantası yer almaktadır. Bu dönem insanları yaylar ve zehirli oklarla küçük av hayvanlarını avlamaktaydı. Ayrıca Cape kıyı şeridinde çok sayıda kabuk yığınlarının olması deniz kaynaklarının farklı mevsimlerde kullanıldığını doğrulamaktadır.

Yayla avlanmaya ve kabuklu deniz hayvanlarının toplanmasına ek olarak, insan davranışları da diğer taraftan modern olarak tanımlanabilirdi.Kaya sanatı ve süs eşyaları olan anlamlı mezarlar gibi eşsiz insani özellikler olağan uygulamalardı. Afrika’nın güneyindeki bu insanlar Sanların[14] (ya da Bushmen’lerin) atalarıydılar.

Sanların taş sanatı, estetik cazibe ve sembolik karmaşıklığından dolayı iyi bir üne sahiptir. David Lewis-Williams ve ekibi, 19. yüzyılın sonlarında İngilizce ve San dilinde kaydedilmiş 13.000 sayfalık metnin dikkatli bir şekilde kullanılmasıyla, en azından genel çerçevede bu karmaşıklığı çözebildi.Buradaki sanat, günlük hayatı kayda almaktan ziyade özünde dinseldir. Öyle ki, diğer tarafların arasında şamanların (yani şifacıların) yağmuru ve av hayvanlarını kontrol etmede ve trans halinde dans ederek iyileştirmedeki rolleri hakkındaki inançları üzerinde durur. Trans figürleri boğa antilobu, fil ve gergedan gibi güçlü hayvanlar ile birlikte ortaya çıkar[15].

Genel olarak, Afrika’nın güneyi dünyanın herhangi bir yerindeki en geniş kaya sanatı koleksiyonuna sahiptir ve Drakensberg de bunun en iyi örneklerinden bir kısmını içermektedir.Zenginliklerinden dolayı Ukahlamba-Drakensberg, Dünya Mirası Sit Alanı’nın bir parçasıdır. Gravür ve resimlerin önemli örnekleri Iziko Müzesi, Pietermaritzburg ve Johannesburg Origins Center’da sergilenmektedir. Ayrıca Cape’deki çeşitli mağaralar da halka açıktır[16].

Pastoral Topluluklar

San avcı-toplayıcıları ile Khoekhoe pastoral toplulukları arasındaki ilişki günümüz araştırma konusudur. Bu konunun ilgileri üzerine çekmesinin sebebi, Khoekhoe topluluklarının 17. yüzyılda ilk kez Güney Afrikalı Hollandalılarla sığır ticareti yapanlar olmasıdır. Asıl soru, Khoekhoe’nin kökenleri ile ilgilidir; bazıları koyun ve sığır sahibi olan yerel avcı-toplayıcı olduklarını düşünürken, bazıları da kendileriyle beraber evcil hayvanları Doğu Afrika’dan getirdiklerini düşünmektedir. Nihayetinde cevap, arkeoloji kadar dilbilimsel ve genetik verileri de kapsayacaktır. Bantu dili konuşan ilk çiftçiler yaklaşık 2000 yıl önce geldiğinde, San ve Khoekhoe toplulukları Güney Afrika’daydılar.

Sömürge Öncesi Çiftçiler

Tarihsel dilbilimine göre, Bantu dil ailesi günümüzün Nijerya ve Kamerun sınırı boyunca Batı Afrika’da doğmuştur. Genel olarak kanıtlar, MÖ 200 – MS 200 tarihleri arasındaki Doğu Bantu dilini konuşan insanların atalarının bu topraklardan Afrika’nın doğusuna ve güneyine taşındıklarını göstermektedir.Bu insanlar sorgum, darı, evcil sığır, koyun ve keçi yetiştirerek demir aletler ve bakır süslemeler yaptılar.Bu çiftlik evleri prensip gereği suya ve demir çapalarla işlenebilecek güzel topraklara yakına yapılmışlardı. Metal işçiliği çok yeni bir teknolojiyi temsil ettiğinden ötürü, bazı arkeologlar bu döneme Demir Çağı olarak adlandırmaktadırlar. İlk 900 yıl, Erken Demir Dönemi (EDD) olarak bilinirken, dönemin insanları kimi zaman Erken Tarım Toplulukları (ETT) olarak isimlendirilmektedir.

Ziraatçi olarak, bu tarım insanları sırık ve daggadan[17] (dal örgü[18]) oluşan yarı yerleşik çiftlik evlerinde ve hayvan ahırlarının etrafını çevreleyen tahıl ambarlarında yaşadılar. Merkezi Büyükbaş Modeli olarak bilinen bu yapılaşma başlık parası olarak sığır tercih eden, kan bağını babalarından alan, tecrübeli erkeğin liderlik yaptığı ve ataların günlük yaşamdaki rolü hakkında pozitif bir yaklaşım sergileyen Doğu Bantu dilini konuşanların karakteristik özelliğiydi.

Lydenburg yakınlarındaki bir ETT yerleşimi ruhani dünyayla ilgili eserler vermiştir.Yedi seramik baş yaklaşık 1200 yıl önce derin bir depolama çukuruna koyulmuştu. Bu miğfer heykellerinin her birinin gözleri, ağzı ve diğer insansı özellikleri vardı.İkisi bir kişinin kafasını saracak büyüklükteydi ancak diğerleri direklerinüzerine yerleştirilebilirdi. Bu heykeller büyük olasılıkla bir çeşit tören açılışında kullanılmıştır. Replikaları Lydenburg Müzesi’nde, orijinalleri Cape Town’daki Iziko Müzesi’nde sergilenmektedir.

Demir Çağı boyunca, iklimsel değişiklikler insan coğrafyasını şekillendirmede önemli bir rol oynadı. Erken Demir Dönemi insanları ilk kez Afrika’nın güneyine geldiğinde iklim bugünden daha sıcak ve nemliydi. Yaklaşık MS 700 – 900 yılları arasında iklim günümüzden daha soğuk ve kuruydu ve EDD çiftçileri daha uygun alanlara doğru geri çekildiler. İklim MS 900 – 1300 yılları arasında Orta Demir Dönemi’nde yeniden daha iyi hale geldi. Ancak yaklaşık 1700’lerde “Mini Buzul Çağı” en düşük seviyeye ulaştı ve bunun insan nüfusu üzerindeki etkisi bilhassa ağır oldu.

Bu değişikliklerin yanı sıra Demir Çağı çiftçileri öngörülemeyen kuraklıklarla başa çıkmak zorunda kaldılar. Kuraklığın çok şiddetli olduğu zamanlarda 3 ile 5 yıl arka arkaya yağmur yağdırmaya çalışan büyücüler özel tepelerde birtakım özel ritüeller gerçekleştirir ve halk onları çeşitli arınma ritüelleri yaparak takip ederdi. Bazıları gözle görülür bir şekilde tahıllarını yakmak ve üstüne yenilerini ekmek zorunda kaldılar. Bu yanmış yapılar arkeologların bir zamanlar düşündüğü gibi yaygın değildi ancak şimdi şiddetli kuraklıklar için kültürel bir vekil veri olarak kullanılabilmektedir. Kuraklıkların esas nedeni muhtemelen El Niño Southern Oscillation[19] (ENSO) iklim olayıydı çünkü güney yarım küredeki iklimsel değişkenliği etkileyen en önemli mekanizmadır. Güney Amerika’dan gelen bilgilere göre, ENSO iklim olayı özellikle son 2500 yıl boyunca sıkça görülmüştür.

İklim ve coğrafya, Limpopo Vadisi’nde daha fazla sosyal karmaşıklığın meydana gelmesinde önemli bir rol almıştır. Botswana, Zimbabwe ve Güney Afrika sınırlarının ortasında bulunan Shashe ve Limpopo nehirleri, Orta Demir Dönemi boyunca “Güney Afrika’nın Nil’i” olmuştur. Bu sırada devamlı olan su taşkınları yoğun tarım yapılmasını mümkün kılmıştır. Ortaya çıkan nüfus artışı, Hint Okyanusu’ndan altın ve fildişi ticaretiyle elde edilen ihtiyaç fazlası ile birlikte Mapungubwe’de belli sosyal sınıfların ve dini liderliklerin gelişimine yol açmıştır. Sonuç itibarıyla Mapungubwe, Afrika’nın güneyindeki Büyük Zimbabwe’yi dahi geride bırakan ilk yerli uygarlıktı. Mapungubwe’nin altın gergedanı ulusal bir simge olmakla beraber, Güney Afrika’nın en büyük sivil ödülü içinde bir ilham kaynağıdır. Mapungubwe coğrafyası, genel itibarıyla Afrika prehistoryası için önemi nedeniyle,  2003 yılında bir Dünya Mirası Sit Alanı haline geldi. Burası ayrıca halka açık olan bir milli parktır. Yeni olan eğitici merkezleri ise uluslararası ödül kazanmıştır. Ayrıca, Mapungubwe’den gelen hazineler Pretoria Üniversitesi’ndeki Mapungubwe Müzesi’nde sergilenmektedir. Pretoria’daki başka bir yapı olan Ulusal Kültür Tarihi Müzesi’nde de Mapungubwe yakınlarındaki kabul törenlerinden kalan çok sayıda kilden heykelcikler sergilenmektedir.

Mapungubwe’nin terk edilmesinden kısa bir süre sonra (yaklaşık MS 1300 yıllarında) bugünkü Sotho-Tswana’nın ataları Doğu Afrika’dan güneye taşındı. Arkeologlar, Limpopo eyaletinde Moloko denilen bir seramik stili ile karakterize edilen en eski Sotho-Tswana yerleşimlerini belirlediler. Sonrasında bir şekilde Sotho-Tswana halkı güneydeki Gauteng ve Kuzeybatı eyaletindeki geniş alanlara yerleştiler. Yaklaşık 100 yıl öncesinde de, Nguni dili konuşan insanların ataları Doğu Afrika’dan Kwa Zulu-Natal bölgesine göç ettiler. Bu Geç Demir Çağı Dönemi çiftçileri, Güney Afrika’da çok sayıda taş duvarlı yerleşim yeri bıraktı.

Güney Nguni ilk taştan duvar örmeyi yaklaşık MS 1300 yılında KwaZulu-Natal’ın Midlands bölgesinde gerçekleştirdi. Moor Park adı verilen bu duvar tepelerde ve mahmuzlarda savunma konumunda durmaktadır. Bu yerleşimin önden arkaya doğru yönlendirilmesi arazinin şekline uygundur. Bir süre sonra (MS 1450 yıllarında), birkaç Kuzey Nguni’li, Free State’in tepesine çıktı ve buraya dairesel yerleşim yerleri inşa ettiler. İçlerinden en iyi bilineni, bu duvar örme tipine ismine veren ve Ntsuanatsatsi tepesine (Bafokeng’e köken olan efsanevi yer) yakın olandır. Yine de daha sonra Nguni halkı, Vaal Nehri boyunca Gauteng ve Kuzey Batı eyaletlerinin engebeli yerlerine taşındı ve bu da Sotho-Tswana halkının nasıl duvar inşa edileceğini öğrenmelerine vesile oldu. 18. yüzyılın sonlarına doğru, Batı Sotho-Tswanalılar, Rustenburg’un batısındaki yerle aynı ismi taşıyan Molokwane tipini yarattılar. Bazı Molokwane yerleşimleri 20.000 kişiye ev sahipliği yapacak kadar genişti. Bu andan sonra kent yerleşimleri, Sotho-Tswana yaşamının karakteristik özelliği haline geldi.

Çok büyük olan Sotho-Tswana yerleşimleri Difaqane[20] (ya da Mfacane) olarak da bilinen olağandışı bir dönemin tipik özelliğiydi. Difaqane’nin yaşanmasının nedenleri ise tartışmalıdır. Vaktiyle tarihçiler, olayı 1821’de Hlubilerin KwaZulu-Natal’dan ayrılıp plato üzerindeki Tlokwa’ya saldırmaları ile başlatmışlardır. Bu yorumlamada Zulu’lu Shaka’nın etkisi büyüktür. Ancak yakın tarihte yapılan bir araştırma, Shaka’nın olayı nedeni değil sonucı olduğunu ve nedensel süreçlerin Nguni ve Sotho-Tswana halkları arasında on yıllar öncesinde başladığını göstermiştir.Bu nedenler arasında, uzun süren yağışlar, mısır tarlalarının açılması ve buna bağlı nüfus artışı, Sotho-Tswana bölgesinde fildişi ticareti ve KwaZulu’da sığır için yapılan rekabet, Karroo’da at üstünde silahla avlanma ve son olarak tarımsal çöküşe sebep olacak derecede ciddi bir kuraklık yaşanması bulunmaktadır.O dönemdeki yaygın kıtlık, yamyamlık ve tüm düşmanları yok etmenin sözlü geleneklerce anlatımı,insanlar ve kaynaklar arasındaki ekolojik dengesizliğe işaret etmektedir.Bu kaosa tepki olarak, Sotho-Tswana halkının tepelerin üzerinde yaşamaya ve karşılıklı koruma sağlamak amacıyla büyük yerleşim bölgelerinde toplanma eğilimindeydi. Bu savunma hamlelerihenüz 1780’lerde başlamış olabilir.

Yaklaşık 1826’da, Mzilikazi[21], Shaka’dan kaçmak için Magaliesberg’e taşındı. Mzilikazi’nin Gauteng’e girişi, Tarihi Dönem’in başlangıcına işaret etmektedir.

Tarihi Dönem

Mzilikazi, ilk karargâhını Heidelberg bölgesine kurdu ve daha sonra batıda Pretoria yakınlarında bir yere yerleşti. Büyük ve güçlü kuvvetleriyle Sotho-Tswana yerlilerini yendi, boyun eğdirdi ya da işgal etti. Yaklaşık 1830’larda Mzilikazi, Zulu’nun saldırısına uğramasının ardından karargâhını Zeerust’a doğru batı yönüne taşıdı. Bu nedenle Mzilikazi, Pretoria’da sadece dört ya da beş yıl kalmış oldu. Buna rağmen varlığı o kadar etki bıraktı ki, bölgenin Avrupalı toprak sahipleri onu engellemek için uğraştılar.

Mzilikazi, hem Guateng hem de Zeerust yakınlarında etrafının ıssız topraklarla çevrelenmesi için düşmanlarını ve takipçilerini uzaklaştırdı. Bu nedenle Vooortrekkerlar 1836’da Vaal’i geçtiği sırada arazi boş görünüyordu. Nihayetinde Voortrakkerlar, Mzilikazi’yi Güney Afrika’nın dışına kadar kovaladı ve Boerler’in Vaal’in kuzeyine kalıcı bir şekilde yerleşmesini mümkün kıldı.

Bu makale 2010 yılında Witwatersrand Üniversitesi Arkeoloji Bölümünden Prof. TN Huffman tarafından SAHO için kaleme alınmıştır.


Yazının Orijinali İçin

http://www.sahistory.org.za/article/pre-colonial-history-southern-africa

Editör: Arman Tekin


Kaynakça

Clarke, R.J. and T.C. Partridge 2010. Caves of the Ape-Men. South Africa’s Cradle of Humankind World Heritage Site. Pretoria: S.E. Publications

Deacon, H.J. & Deacon, J. 1999. Human beginnings in South Africa. Cape Town: David Philip.

Greenburg, J.H. 1995. Studies in African Linguistic Classification. New Haven: Yale University Press.

Hamilton, C. (ed.) 1995. The Mfecane Aftermath. Johannesburg: Witwatersrand University Press.

Huffman, T.N. 2007. Handbook to the Iron Age. The Archaeology of Pre-Colonial Farmers in Southern Africa. Scottsville: University of KwaZulu-Natal press.

Klein R.G. (ed.) 1984. Southern African Prehistory and Paleoenvironments. Rotterdam: A.A. Balkema.

Kuman, K. 1994. The archaeology of Sterkfontein: preliminary findings on site formation and cultural change. South African Journal of Science 90: 215-219.

Lewis-Williams, J.D. and D. Pierce 2004. San Spirituality: Roots, Expression and Social Consequences. Walnut Creek: AltaMira Press

Maggs, T. 1976. Iron Age Communities of the Southern Highveld. Pietermaritzberg: Natal Museum.

Mitchell, P. 2002. The Archaeology of Southern Africa. Cambridge: Cambridge University Press.

Pakenham, T. 1979. The Boer War. London: MacDonald & Co. (1982 edition).

Parkington, J. 2006. Shorelines, Strandlopers and Shell Middens. Archaeology of the Cape Coast. Cape Town: Krakadouw Trust.

Phillipson, D.W. 2005. African Archaeology (Third Edition). Cambridge: Cambridge University Press.

Pistorius, J.C.C. 1992. Molokwane: an Iron Age BaKwena Village. Johannesburg: Perskor Printers.

Smith, A.B. 1992. Pastoralism in Africa: Origins and Development Ecology. London: Hurst and Company.

Tyson, P.D. & Lindesay, J.A. 1992. The climate of the last 2000 years in southern Africa. The Holocene 2:271-278.

Wadley, L. 1987. Later Stone Age Hunters and Gatherers of the Southern Transvaal. Oxford: British Archaeological reports, International Series 380.

www.cllp.uct.ac.za


Dipnotlar

[1]Hominid veya taksonomik olarak Hominidae, insansı nitelikteki tüm cins ve türlere verilen addır. Türkçede “insansı” veya “insangiller” gibi çeşitli tanımlamalar mevcuttur.

[2]Australopithecine, Australopithecus, Paranthropus ve Ardipithecus gibi insansıları içine alan taksonomik sınıftır.

[3]Breş, köşeli olan çakılların taşınmadan veya biraz taşınmadan sonra doğal bir çimento ile sertleşmesi sonucu oluşan kayaçlardır. Breşlerin yapısı gereği içinde tuttuğu malzemeyi uzun yıllar aynı şekilde muhafaza edebilmesi hem buluntuların iyi bir şekilde ele geçmesi hem de kayacın yaş tayinine olanak sağlamasından ötürü arkeolojik açından büyük bir öneme sahiptir.

[4] Kireç, 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl başlarına kadar altın işlemek için kullanılırdı.

[5]Resimler ve daha fazla bilgi için www.wits.ac.za adresini ziyaret edebilirsiniz.

[6]Omnivor diğer adıyla hepçil, hem bitkisel hem de hayvansal besinlerle beslenen canlılara verilen isimdir. Başta insan olmak üzere karga, domuz, ayı, maymun ve fare gibi canlılar omnivorlara örnek olarak gösterilebilir.

[7] “Stone Age” kavramı arkeoloji literatüründe ilk olarak Türkçe “Taş Çağı” olarak yer bulmuş ancak yaklaşık 1860’lardan sonra “Paleolithic Age” kavramı geliştirildikten sonra tüm dünyada “Paleolitik Çağ” terimi kullanılmaya başlanmıştır. “Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman dilimi” olarak tanımlanan “Çağ” kavramı ile birlikte çağlar içindeki zaman aralıkları da “dönem” olarak ifade edilmektedir.

[8]İngilizce “flake” olarak tanımlanan bu basit alet çıkarımları, arkeolojik terminolojide Türkçe “yonga” olarak isimlendirilmiştir. Bir taşın başka bir taşa vurulmasıyla elde edilen ve eni boyunun iki katı büyüklükte olan aletler yonga olarak ifade edilmektedir.

[9]Homo Habilis, latince “Çalışan insan” anlamına gelen, fiziksel özellikleri ve ilk kez alet yaptığı düşünülerek insansılardan ayrılarak Homo genusu içinde yer verilen bir insan türüdür.

[10]İngilizce “hand-axe” olarak tanımlanan el baltaları, günümüzdeki balta aletlerin atası olarak değerlendirildiği için bu şekilde isimlendirilmektedir. Ayrıca arkeolojik terminolojide birbirine paralel iki yüzü olması sebebiyle bu aletler “iki yüzeyli alet” olarak da ifade edilmektedir.

[11]Türkçede “Aşölyen” olarak çevrilen “Acheuleen” kültürü Alt Paleolitik Dönem kültürlerinden olup, İsmini tip endüstrisinin ilk defa bulunduğu Fransa’nın Saint-Acheul (Amiens)’den almıştır.

[12]Homo Ergaster, Latince “Çalışan İnsan” anlamına gelen, Homo Erectus’a benzeyen ancak fiziksel özellikleriyle Homo Sapiens (Modern insan)’e yakın olmasıyla sebebiyle ayrı bir tür olarak nitelendirilen bir insan türüdür.

[13]İngilizcede “blade” olarak tanımlanan bıçak alet grubu arkeolojik terminolojide “dilgi” olarak isimlendirilmektedir. Yonga ile temelde benzer şekilde elde edilen dilgiler, yonga aletlerden farklı olarak boyu eninin iki katı büyüklüğünde olan aletlerdir.

[14] San halkı, Botswana, Namibya, Angola ve Güney Afrika’da günümüzde dahi avcılık toplayıcılıkla yaşamlarını sürdüren yerel kabile insanlarıdır.

[15]Resimler ve daha fazla bilgi için www.sarada.co.za adresini ziyaret edebilirsiniz.

[16]Daha fazla bilgi için www.cllp.uct.ac.za adresini ziyaret edebilirsiniz.

[17]Güney Afrika’da yetişen bir bitki türüdür.

[18] İngilizce “wattle and daub” olarak isimlendirilen ve Türkçede “dal örgü” olarak nitelendirilen bu teknik, toprak, kil, kum, hayvan dışkısı ve saman gibi malzemelerin karışımıyla elde edilen harcın dallarla örülmesiyle birlikte duvar vb. yapılar inşa etmek için kullanılmıştır. Bu tekniğin en erken örneklerini Neolitik Çağ’a tarihlendirilen Çatalhöyük yerleşiminde görmek mümkündür.

[19]El Niño Güney Salınımı,Pasifik(Büyük) Okyanusunda alize rüzgârlarının doğudan batıya esmesini engelleyerek suyun sıcaklığından önemli değişimlere neden olan küresel nitelikteki bir okyanus-atmosfer olayıdır. Genellikle yılbaşı zamanlarında vuku bulması nedeniyle “El Nino” yani “Küçük İsa” ismini almıştır.

[20]Difaqane, kırılma, dağılma ve mübadele anlamlarına gelmektedir. 1815-1840 yılları arasında Güney Afrika’daki yerli topluluklar arasında çıkan savaşın ismidir.

[21]Mzilikazi, bugünkü Zimbabve’de kurulan Matabele Krallığının Güney Afrikalı kurucu kralıdır.

 

Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika Güney Afrika 

Related posts

Leave a Comment