İpek Türel

Carl Gustav Jung ve Analitik Psikolojiye Kısa Bir Giriş

Carl Gustav Jung ve Analitik Psikolojiye Kısa Bir Giriş

A Brief Introduction to C. G. Jung and Analytical Psychology

Yazar: Marilyn Geist

Çevirmen: İpek Türel*

C. G. Jung

Carl Gustav Jung, Sigmund Freud‘un öğrencileri ve takipçileri olan, aynı zamanda ilk psikanalitik hareketin temellerini atan grubun en bilindik üyesiydi. Tıp eğitimini tamamladıktan sonra, İsviçre’nin Zürih kentindeki Burghoelzli Hastanesi’nde göreve başladı. Burada, şizofreniden muzdarip olan hastalar ile çalışırken, bir yandan da kelime çağrışımı üzerine araştırmalarını sürdürdü. 1904 yılında, en son çalışması hakkında Freud ile mektuplaştı ve Freud’un psikanalitik tedavi yöntemini kendi hastalarında uygulamaya başladı. 1906’da Freud, Jung’u Viyana’ya davet etti ve burada profesyonel ilişkileri başlamış oldu. Freud kısa bir süre sonra, yeni ve büyüyen psikanalitik harekette, Jung’u varisi olarak göstermeye başladı. Freud’un çabalarıyla, Psikanaliz Derneği’nin 1910’da gerçekleşen ikinci kongresinde, Jung, derneğin daimi başkanı olarak atandı. Freud ve Jung, bilinçdışının en temel işlevine ilişkin ortak bir anlayışa sahiptiler. Ancak, bilinçdışı yapısı ile ilgili bu ortak anlayışları, zaman içerisinde farklılaşmaya başladı. Bu durum, Jung’ın bilinçdışı psikolojisinde sembolizmin rolünü vurgulayan başlıca makalelerinden birini 1913 yılında yayımlamasından sonra, iki adamın arasında sancılı bir ayrılığın yaşanmasına sebep oldu.[1] Freud, Jung’ın kendi teorik görüşlerinden ayrılmasını kişisel bir ihanet olarak algıladı. Aynı şekilde Jung, Freud’un katılığından dolayı, ortak çalışmalarının genişletilmesine destek vermede başarısız olmasından ötürü, ihanete uğramış hissetti.

Sigmund Freud ve Psikanaliz Üzerine Yazımız İçin Tıklayın.

1913 ve 1917 yılları arasında, Jung psikanalitik topluluk tarafından büyük ölçüde dışlandığı sıralarda, “bilinçdışı ile yüzleşme” adını verdiği, derin, geniş çaplı (ve potansiyel olarak tehlikeli) bir kişisel analiz sürecine girişti.[2] Jung, bu bireysel yolculuğundan, arketipler, saplantılar, kolektif bilinçdışı ve bireyselleşme süreci ile ilgili teorilerinin temel yapıtaşlarıyla birlikte çıktı. Rüyalar ve diğer yaratıcı süreçlerde bulunan sembolizm anlayışı ile birlikte, bu teoriler, kendisinin “Analitik Psikoloji” adını verdiği, kendi klinik yaklaşımının temelini oluşturdu. Uzun süren yaşamı boyunca, Jung, hem klinik uygulamaları hem de simya, doğu dinleri, astroloji, mitoloji ve peri masalları gibi geniş kapsamlı çalışmalarını düzenleyerek, kuramsal çerçevesini geliştirmeye ve genişletmeye devam etti. 

Jung Kuramı

Jung kuramı, çoğunlukla deneyim odaklıdır. Bu yaklaşım, bir ayağını çevresel olaylardan oluşan dünyada tutarken; diğerini ise fanteziler, rüyalar ve sembollerden oluşan iç dünyada tutar. Jung’ın kendisi de insani gözlemden teoriye doğru geçiş yapmıştır. Kavramsal çerçevesini, kendi klinik gözlemlerini ve kişisel tecrübelerini, derin ve yoğun nitelikteki uzun bir bireysel analiz sürecini de kapsayan kanıtlara dayanarak oluşturmuştur.[3]

Jung, kuramını genişletmek ve aydınlatmak (kanıtlamaktan ziyade) amacıyla, mitolojik ve antropolojik çok fazla kaynaktan yararlanmıştır. Samuels, bu sıralanımın farkına varmanın, Jung’ın çoğunlukla aşırı derecede yoğun olan yazılarını anlayabilmek için oldukça önemli olduğunu belirtir:

“(Jung) analizde, insan etkileşimiyle veya hayatı gözlemlemekle başlayarak daha sonra karşılaştırmalı bulgular ve daha ileri gözlemler ile tasvir edilecek bir kuram geliştirdi. Ancak bu şekilde, o imgeler yığını ve çeşitli kaynaklardan gelen veriler düzenlenebildi. Bu düzenlemenin kendisi de, insan davranışının şu ya da bu tarafını anlamaya yardımcı olmuştur. Bu nedenle, süreç döngüseldir: insani materyal – kuram – tasvir – insan davranışına uygulama”.[4]

Jung’ın yapısal bazı terimleri, o zamanın Freudyen psikanalitik sözlüğünden yararlanılarak oluşturulmuş olsa da, tam olarak aynı şekilde kullanılmadı. (Tabii ki bu durum, aynı zamanda bu terminolojinin diğer çeşitli neo-Freudyen kullanımları için de geçerlidir.)

Freudyen kavramsallaştırmasında, ego, toplum (süperego) ve içgüdüsel dürtüler (id/[ego]) arasındaki dengeyi sağlayan psişik yapı olarak bilinir. Jung’ın kullanımı buna zıttır. Jung için ego çok daha dinamik, göreceli (ve hassas) bir bakış açısıyla;

“Aynı anda hem bireysel hem kolektif bir yanı olan, bireyin hem bilincinde hem bilinçdışında temsilleri olan bir grup duygu tonlarından oluşan karmaşık bir yapı olarak anlaşılabilir. Basit olarak, belki de çok fazla basit, ego kişinin kendini nasıl gördüğü ve bu görüşe eşlik eden bilinçli ve bilinçdışı duygulardır”.[5]

Junggiller tarafından ego, karmaşık bir yapı olarak (aşağıdaki gibi), psikolojik gelişimin hedefi olarak görülmez. Bireyin bilincinin taşıyıcısı olarak egonun görevi, kendi sınırlılıklarının farkında olmak, varlığını bireysel ve kolektif bilinçdışını temsil eden kocaman bir okyanusta küçük bir ada, ancak önemli bir tanesi olarak, görmektir.

Egonun görevlerinin ve psikoterapinin ana hedeflerinden biri Jung’ın Self [Benlik] olarak tanımladığı, bütünlük arketipi ile uygun bir ilişki geliştirmektir. Self psişenin merkezi düzenleme ilkesi olarak anlaşılabilir, yani insan kişiliğinin temel ve önemli bir parçası olarak tüm psişeye uyum, anlam, yön ve amaç veren kısımdır.

Bilinçdışının yüzeyine yakın olarak (çoğu zaman) seyredenler, genellikle ebeveyn ve toplumun onaylamaması nedeniyle egonun dışında kalmış, bireysel simgeler ve deneyim unsurlarıdır. Bu unsurlar, gölge olarak bilinirler ve daha az ayrıcalıklı bireyler ve gruplar üzerine yansıtılmaya yatkındırlar. Bu nitelikler, genel olarak olumsuz olmasına rağmen, gölge bireyin sahip olmaya gücünün yetmediği olumlu tarafları da içerebilir. Tipik olarak, bu özellikler, kişinin ailesi ve/veya yaşıtları tarafından hor görülen, “erkekliğe sığmayan”, “kadınsı olmayan”, “zayıf” ya da “çocuksu” olarak yapılan tanımlamalardır. 

Psikoloji Kategorimizdeki Diğer Yazılar İçin Tıklayınız.

Son olarak, Yunancada oyuncunun maskesi anlamına gelen persona kelimesi, başkalarına gösterilen yüzdür. Bireyin özellikle seçilmiş taraflarını açığa vururken, diğer bir kısmını da saklar. Hopcke şöyle yazmıştır: “Jung, persona’yı kişinin içsel benliğini muhafaza eden koruyucu bir yapı, bir kutu görevini gören ve kişilik için hayati bir öge olarak tahayyül etmiştir.”[6] İyi gelişmiş bir birey, iş ve sosyal ortamlarına ayrı ayrı uygun olan çeşitli persona’lara sahip olabilir. Burada sorun, persona’ya sahip olmaktan değil, onu kişinin içsel yaşamının ihmal edilmesiyle bir tutulmasından kaynaklanır.

Arketipler kavramı, Jung psikolojisindeki kavramlardan belki de en ayırt edici olanıdır.[7] Bu kavram, Junggillerin yaşam deneyiminde doğuştan var olduğunu benimsedikleri bir kavramdır, ancak bu diğer psikanalitik okullarını çoğunlukla rahatsız eder. Jung hastalarının rüyaları üzerine çalışırken, rüyayı gören kişi için az ya da hiç anlamı olmayan ancak müthiş bir duygu yoğunluğu olan sembollerin varlığını gözlemlemeye başlamıştı. Bu sembollerin, mitolojide, dinlerde, peri masallarında, simya yazınlarında ve yaratıcı dışavurumun bulunduğu diğer tüm eserlerde, tarih boyunca tekrar ve tekrar kendini gösterdiğini gözlemlemiştir. Jung, kendisinin kolektif bilinçdışı olarak tanımladığı bu sembolik materyallerin kaynağının, bireysel bilinçdışının altında yatan ve tarih boyunca yaşamış tüm insanlar tarafından erişimi olan ortak bir deneyim havuzu olduğuna ikna olmuştu. Arketipler, Jung’a göre, bu kolektif katmanın içinden doğan, “dışavurumun özgün biçimleri” idi. Arketipler, ne imgeler ne de fikirler değildi, daha ziyade, kişisel deneyimlerin düzenlendiği, bütün insanlarda ortak olan temel psişik örüntülerdi.

Jung önceki kelime çağrışımı araştırmalarının sonucunda, merkezi bir duyuşsal ve arketipik çekirdeğin etrafında şekillenen, bir grup fikir, düşünce, anı ve algının varlığının farkına varmaya başlamıştı. Bu grupları, “duygu tonlu karmaşık yapılar” olarak adlandırdı.[8] Duygu tonlu karmaşık yapılar psişenin temel yapısal birimleridir.

Jung bu yapıları, “psişenin yaşayan bölümleri” olarak[9], kendine özgü kişilik parçaları olarak görmüştür.

“Parçaların her biri kendi bilincine sahip yongaları, bir ölçüde niyetliliği ve bir hedefi takip etme yeteneği taşır. Bunların her biri, gerçek birer kişilik gibi, imgeler, duygular ve özelliklere sahiptir ve egoyu ele geçirirlerse, davranış için de belirleyici olurlar.”[10] Sıradan yaşam deneyiminde, karmaşık bir yapı tarafından ele geçirilme deneyimi dilde şu şekilde ifade edilir: “kendimde değildim.” veya “içime ne kaçmış anlamadım.” Jung bu karmaşık yapıların özerk nitelikleri ile ilgili canlı bir şekilde yazmıştır:

“Gerçeklik, benmerkezci fikirlerin sakin döngüsünün, güçlü bir duygu tonuna sahip fikirlerden, yani duygulanımdan dolayı, sürekli olarak kesintiye uğradığını görür. Durumu tehdit eden bir tehlike, sakince dolaşan fikirleri bir kenara iter ve yerine çok güçlü bir duygu tonu taşıyan diğer fikirlerden oluşan bir karmaşık yapıyı koyar. Yeni karmaşık yapı, daha sonra geri kalan her şeyi arka plana taşır. Bu zaman sürecinde en belirgin olanıdır çünkü tüm diğer fikirleri tamamen engeller; yalnızca durumuna uyan benmerkezci fikirlerin varolmasına izin verir ve belirli koşullar altında tam (anlık) bilinçsizliğin karşısında kendisine karşı gelen tüm fikirleri bastırabilir, ancak bu fikirleri güçlü olabilir. Artık en güçlü ilgi tonuna sahiptir”[11]

Jung Analizi/Psikoterapisi

Jung psikoterapisi, şimdilerde uygulandığı gibi, birincil olarak rüya ve fantezilerdeki arketipik materyallerin analizine verilen önemden, erken dönem gelişimsel sorunları çözmeye verilen büyük öneme kadar, bu her iki unsuru da birleştiren güçlü bir klinik odak noktasıyla geniş bir perspektif alanını kapsamaktadır. Birçok yazar, Junggilleri okullarına göre[12] sınıflandırmayı denemiştir, tam da teorinin deneyimsel olmasından kaynaklı olarak, bu Junggiller arasında bulunan çeşitliliği yakalamada kısmen başarılı olan bir denemedir. Joseph Henderson şunu ekler:

“…biz bireysel uygulayıcılar, kendi terapötik [tedaviyle ilgili] deneyimlerimiz ustanınkinden farklılaştığında, onları yeniden düzenlemek durumunda kaldık. Bu bireyleşme ilkesinden beri beklenen bir durumdu (…) bu şu anlama gelir ki, hiçbir psikoterapist, önce kendi kişisel analizine tam olarak karşılık bulacak şekilde birey olarak farklılaşmadan bir Junggil olarak adlandırılamaz”.[13]

Jung psikoterapisinde farklı farklı odaklar ve stiller olsa da, bütün Junggillerin ortak olarak sahip olduğu bazı önemli hedefler vardır. Murray Stein bunları aşağıdaki gibi özetler:

“Analizi yapan ve analiz olan kişi arasında diyalektik bir ilişkinin içinde var olan Jung psikoterapisinin amacı, analiz olan kişinin psikolojik bütünlüğe doğru hareket etmesini sağlamaktır. Kişiliğin bu dönüşümü, analiz sırasında erişilebilir olurken, bilinçdışıyla uzlaşmayı, bilinçdışı ve onun belirli yapıları ile bilincin arasında dinamik bir ilişki olmasını gerektirir. Dönüşüm, analiz başlangıcında ego bilincini şekillendiren ve kontrol eden bilinçdışı yapılarındaki belirgin değişime, analizi yapan ve analiz olan arasındaki etkileşim alanındaki arketipik yapıların ve dinamiklerin bir araya gelerek bir grup oluşturmasına bağlıdır”.[14]

Jung psikoterapisinin/analizinin başlıca hedefi, bilinçdışında olup biten ve günlük hayatta meydana gelenlerin arasında, bilinç (ego) ve bilinçdışı arasında süregelen ilişkiyi oluşturmaktır. Jung’ın teorisi, psişeyi, denge ve bütünlüğe ulaşma dürtüsünü içeren, bireysel bilinçdışının çeşitli elementlerini ayrıştıran-birleştiren ve kolektif bilinçdışının erişimi sağlayan bir yapı olarak görür. Jung bu sürece bireyleşme adını vermiştir. Psikoterapide, bu bilinçdışı materyalleri kendilerini sembolik olarak rüyalarda, aktif hayal gücünün ürünlerinde ve terapist ve hasta arasındaki transferans/karşıt tranferans [aktrarım/karşı aktarım] ilişkisinde kendini yavaş yavaş göstermeye başlar.

Uygun bir ilişki, ortam ve zaman yaratıldığında, danışanın psişesi kendini iyileştirme yoluna yönelir. Whitmont şöyle yazar:

“Nihayetinde, bilinç dışı yalnızca mevcut çıkmaza açıklama getirmekle kalmaz, aynı zamanda benliğin içsel planını referans alarak; karşıt durumlarda uzlaşma sağlayacak olası gelişim yolları için pozitif önerileri, hangi gelişim yollarının mevcut olduğunu, bu yollardan hangilerinin bizim için gerekli ve bize yakın olduğunu da ortaya koyar”.[15]

Junggiller çoğunlukla, terapötik süreci gereğinden fazla yönlendirmeye istekli değillerdir, terapistin uygun rehberliğinden çok, hastanın psişesine güvenirler. Karen Signell, Junggil perspektiften bakarak, terapötik süreç hakkında şöyle söyler:

“…Kişinin merkezinin rehberliğine, en derin sezgilerinin kaynağına, duygularına ve değerlerine saygı duyar…”.[16]


 

Redaksiyon: Büşra Erturan

Editör: Serkan Alpkaya

Psikoloji Kategorimizdeki Diğer Yazılar İçin Tıklayınız


Dipnotlar

[1] (Jung, 1912). [2] Jung, 1961, s. 170-199. [3] Jung, 1961 [4] 1985, s. 5 [5] Hopcke, 1989, s. 77 [6] 1989, s. 87. [7] Jung, 1934b, 1936. [8] Jung, 1907 [9] 1934a, s. 191 [10] Sandner ve Beebe, 1995, s. 302 [11] Jung, 1919, s. 41             [12] Samuels, 1985 [13] 1995, s. 10 [14] 1995, s. 33 [15] 1969, s. 294 [16] 1990, s. 22

* Metnin içindeki “[…]” kısımlar özgün metinde yer almamaktadır.


Kaynakça

Henderson, J. L. (1995). Reflections on the history and practice of Jungian analysis. In M. Stein, Ed., Jungian analysis. 2. Baskı. Chicago and La Salle, IL: Open Court.

Hopcke, R. H. (1989). A guided tour of The Collected Works of C. G. Jung. Boston and London: Shambhala.

Jung, C. G. The collected works (Bollingen Series XX), R. F. C. Hull, trans.; H. Read, M. Fordham, ve G. Adler, eds. Princeton: Princeton University Press, 20 Sayı.

Jung, C. G. (1907). The psychology of dementia praecox. In The psychogenesis of mental disease, Collected works 3.   [Erişim İçin: https://archive.org/details/psychologyofdeme00junguoft]

Jung, C. G. (1912). Transformations and symbols of libido, Collected works supplementary vol. B.

Jung, C. G. (1917). On the psychology of the unconscious. In Two essays on analytical psychology, Collected works 7.

Jung, C. G. (1919). On the problem of psychogenesis in mental disease. In The psychogenesis of mental disease, Collected works 3.

Jung, C. G. (1934a), A review of the complex theory, In The structure and dynamics of the psyche, Collected works 8.

Jung, C. G. (1934b). Archetypes of the collective unconscious. In The archetypes and the collective unconscious, Collected works 9, I.

Jung, C. G. (1936). The concept of the collective unconscious. In The archetypes and the collective unconscious, Collected works 9, I.

Jung, C. G. (1944). Psychology and alchemy, Collected works 12.

Jung., C. G. (1954). The psychology of the transference. In The Practice of Psychotherapy, Collected works 16.

Jung, C. G. (1951). The shadow. In Aion, Collected works 9, II.

Jung, C. G. (1961). Memories, dreams, reflections. New York: Pantheon. [Anılar, Düşler, Düşünceler, çev. İris Kantemir, Can Yayınları.]

Samuels, A. (1985). Jung and the post-Jungians. London and New York: Routledge & Kegan Paul.

Sandner, D. F. and Beebe, J. (1995). Psychopathology and analysis. In M. Stein, Ed., Jungian analysis (2nd ed.). Chicago and La Salle, IL: Open Court.

Signell, K. A. (1990) Wisdom of the heart: Working with women’s dreams. New York: Bantam.

Stein, M. (1995). The aims and goal of Jungian analysis. In M. Stein, Ed., Jungian analysis (2nd ed.). Chicago and La Salle, IL: Open Court.

Whitmont, E. (1969). The symbolic quest. New York: Putnam.


Gorgon Eklemesi: Türkçede Jung

Gökte Görülen Cisimler Üzerine Bir Mit, çev. Mustafa Tüzel, Kırmızı Kedi Yayınları.

Kırmızı Kitap, çev. Okhan Gündüz, Kaknüs Yayınları.

Ruh | İnsan, Sanat, Edebiyat, çev. İsmail Hakkı Yılmaz, Pinhan Yayınları.

İnsan ve Sembolleri, çev. Hatice Mukaddes İlgün, Kabalcı Yayınları.

Anılar, Düşler, Düşünceler, çev. İris Kantemir, Can Yayınları.

Rüyalar, çev. Aylin Kayapalı, Pinhan Yayınları.

İnsan Ruhuna Yöneliş, çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları.

Analitik Psikoloji Üzerine İki Deneme, çev. İsmail Hakkı Yılmaz, Pinhan Yayınları.

Psikoloji ve Din, çev. Raziye Kayabey, Okyanus Yayınları.

Dört Arketip, çev. Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları.

Maskülen | Erilliğin Farklı Yüzleri, çev. Didem Gamze Erdinç, Pinhan Yayınları.

Feminen | Dişilliğin Farklı Yüzleri, çev. Tuğrul Veli Soylu, Pinhan Yayınları.

Psikoterapi Pratiği, çev. Sami Türk, Kaknüs Yayınları.

Kişiliğin Gelişimi, çev. Duygu Olgaç, Pinhan Yayınları.

Analitik Psikoloji Sözlüğü, çev. Nur Nirven, Pinhan Yayınları.

Freud ve Psikanaliz, çev. İsmail Hakkı Yılmaz, Pinhan Yayınları.


Yazının Orijinali İçin:

http://www.cgjungpage.org/learn/resources/jung-s-psychology/140-a-brief-introduction-to-c-g-jung-and-analytical-psychology


Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Sigmund Freud ve Psikanaliz Üzerine

Psikoloji Tarihindeki Önemli Kadınlar | 8 Mart Özel Yazısı

Aşağılık Kompleksi

 

Related posts

Leave a Comment