Müzik & Sanat

Black Album 27 Yaşında

Black Album 

Yazar: Utku Baran Ertan  

Black Album 27 Yaşında

Tek konuya odaklanılan yazılar risk içerirler. Ya çok iyi olmak zorundasınız ya da çok kötü. Ortası diye bir şey mümkün değildir. İşbu yazı da bunaltıcı Ağustos ayının bir yaz akşamının dibinde yazılmış risk kokan bir yazı. Yazının içeriği de bizim yerli rock&metal müzik perspektifimizden bakıldığı vakit de bir o kadar risk kokmakta…

            Evet… Black Album… Metallica’nın medarı iftiharı… Kimilerine göre yeni bir çağ açan bu albüm, kimilerine göre ise Metallica’nın davasına ihanet edişi… Yazının bu kısmından itibaren ilk etapta sizlere albümün dünya çapında uyandırmış olduğu etki ile bizim ülkemizde uyandırmış olduğu etkiyi deneyimlerime dayanarak aktaracağım.

            Albüm ilk çıktığında açıkçası tüm dünyada Metallica fanları arasında bir sarsıntı meydana gelmişti. 1988’de çıkmış olan son albümleri And Justice For All ile grup 1986’da yaşamış oldukları acı kaybın ardından biz hala buradayız mesajı vererek And Justice For All ile yollarına kaldıkları yerden devam etmişti[1]. Sene 1991’i gösterdiğinde ise dünyada sadece Metallica değil, diğer başka şeylerde de bir değişim süreci başlamıştı. 1991’de ben henüz bebek mamaları ile beslenip pusette uyuklarken eski Sovyetler Birliği’nde, Moskova yakınlarındaki Tushino Havaalanı’nda büyük bir festival tüm coşkusu ile başlamıştı. 1991 yılında gerçekleşmiş olan Monsters Of Rock festivali, hem değişim sürecindeki Ruslar hem de festivale katılan Metallica için de yeni bir dönemin başlangıcıydı. Zira aynı sene grup, Black Album adındaki yeni albümlerini yayınladılar. Bu festivalde Metallica yeni albümlerinden de bazı parçalar çaldılar. Black Album ile Metallica daha önce hiç olmadığı kadar popüler bir konuma erişti ve Heavy Metal’in çivili tahtına oturdu.

            Albümün dünyada uyandırdığı etki büyüktü ama albümün seveni olduğu kadar sevmeyeni de çoktu. Hayranların bir kısmı Metallica’yı bu albüm ile beraber 1980’lerdeki Thrash[2] sound’unu terk etmekle suçluyordu. Diğer kesim ise çoktan şarkıların ambiyansına kendilerini kaptırmıştı. Bob Rock prodüktörlüğünde kayıt edilmiş olan albüm, önceki dört albümden sound yönü ile ayrı kalmaktaydı. Thrash sound’unun yerine tür olarak Heavy metal öğeleri daha ağır basan bir albümdür. Albümün çıkış yapmış parçaları arasında ise ”Enter Sandman”, ”Sad But True”, ”Wherever May I Roam” sayılabilir. Önceki albümler ile kıyaslandığı zaman Metallica’nın daha kendi içine dönük sözler yazdığı bir albüm şeklinde de yorumlanabilir. Zaten Black Album ile birlikte Metallica, 2008’de çıkmış olan Death Magnetic isimli albüme kadar kademeli olarak Metal sound’unu terk ederek daha çok ”Hard Rock” sound’una sahip Load ve Reload çıkartmıştır.

            Aslında Metallica’nın bu tarz bir değişim geçirmesinin altında yatan bir diğer sebep ise, 1990’larla beraber Heavy&Thrash metalin dünya genelinde düşüş yaşamaya başlamış olmasıdır. Aynı dönemde Iron Maiden, X Factor ve Virtual XI albümleri ile MTV’nin modayı belirlediği, doksanların bayık şekilde grunge kokan müzik piyasasında hayatta kalmaya çalışmıştır. Metallica özelinde düşünürsek eğer, elbette grup artık seksenlerin başlarında, California’da barlarda cayır cayır Thrash Metal çalan grup değildi. Hem büyüyorlardı hem de Metallica artık küresel bir marka olmaya başlamıştı. Kim bilir belki de Metallica fanlarının günah keçisi ilan ettiği davulcuları Lars Ulrich, MTV’nin teşviki ile yaklaşan grunge fırtınasını ve Heavy Metal’in düşüşünü önceden rüyasında görerek önlem almaya çalışmıştı. Doksanlarda Thrash Metal ile alakalı tek bir istisna vardır ki o da Megadeth’tir. Ancak Türk metal müzik severlerinin en sevdiği naftalinli kapışmayı elbette bu yazıda yapmayacağım. Megadeth’in 1990 yılında çıkardığı “Rust in Peace” sadece Trash Metal içinde değil, aynı zamanda tüm zamanların en iyi beş Metal albümü listesine tartışmasız girer. Kesin olan şey ise Metallica’nın istikrarlı bir şekilde albümler yapmaya devam etmiş olmasıdır. Hayranları genellikle beğenmemiş olmalarına karşın Load&Reload albümleri, içinde barındırdığı ufak country[3] esintileri ile harika albümler. Hatta bu albümlerden nefret edenler 50’li yaşlarında The Outlaw Torn dinleyip beğeneceklerdir.

            Gelelim yazımızın ikinci kısmına… Black Album’ün yurdumuzda yaratmış olduğu etkiye… Black Album tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de ufak çaplı bir kıyamet koparttı. Bizim insanımız hala ama hala Heavy Metal denen şeyi Metallica ve Black Album ile öğreniyor. Size şu anda Heavy Metal’i Black Album ile tanımış on kişi bulabilirim. Ülkemizdeki genç kesimi, Heavy Metal ile tanışması Black Album sayesinde olmuştur; daha sonrasında farklı türleri ve tarzları öğrendikçe, Metallica’ya ve Black Album’e sırt çevirenler olmuştur. En azından ülkemizde hatırı sayılır miktarda ”Black Album’den sonra Metallica çok bozdu” ve ”Nothing Else Matters Metallica’cısı” adında iki grup var… Black Album biz 90 kuşağını ve bizden büyük olan kuşakları da etkilemiş bir albümdür. Tabi bunda bir diğer göz ardı edilemeyecek unsur şüphesiz 1993’te Metallica’nın İstanbul’da vermiş olduğu stadyum konseridir. Diğer grupların genellikle 45-50’li yaşlarından sonra keşfettikleri Türkiye’ye Metallica, en zirvede olduğu dönemde, gelmiş olması ile şahsen ayrı bir öneme sahiptir. 1993 yılında Türkiye’ye gelmesi ile birlikte Metallica, Türk Heavy Metal severlerde ayrı bir yer edinmiştir. Öyle ki, ülke genelinde metal müzik severler ”Metalikacı” diye anılmıştır.

Kendimden örnek verecek olursam… Elbette ben de Heavy Metal ile Black Album ile tanıştım. İlk dinlediğim parçalar Nothing Else Matters ile Sad But True olmuştu… 16 yaşındayken dinleyince yaptığı etki tabi bambaşka oluyor. Sonrasında farklı farklı müzikler keşfettiğim ergenlik dönemlerimde de yeni tür ve gruplar da öğrenmiş oldum. Ancak Black Album hala özel bir yerde duruyor benim için. Belki de çıkış tarihi ile aynı sene doğduğum içindir… Bilemiyorum. Üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiş olmasına rağmen Black Album hâlâ Türkiye’de insanların metal müzik ile tanışmalarını sağlayan bir lokomotif görevi görmektedir.

Bu yazıyı yazarken arkadan 1991 Moskova konserini dinledim. Tek kelimeyle muazzam. Eğer metal seviyorsanız, kesinlikle 91 Moskova konserini size öneririm.

[1] Grubun ilk üç albümünde bas gitar çalmış olan ve grubun pek çok parçasında emeği geçmiş olan Cliff Burton 1986’da İsveç’te yaşanan bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Ardından gruba Jason Newsted dâhil edilmiştir.

[2]Thrash Metal: Heavy metalin bir alt türüdür.  1970’lerde ortaya çıkan NWOBHM (New Wave of British Heavy Metal / Yeni İngiliz Heavy Metal Akımı) akımı ile Punk Rock’ın etkileşimi olarak yorumlanmaktadır. Temel karakteristiği ise hız ve agresifliğin ön planda olmasıdır.

[3] Country, güney Amerika yerlilerinin İngiltere kuzeyindeki halk şarkıları diğer bir deyişle balatları uyarladığı ve içinde blues etkisi de görülen bir müzik türüdür.

Related posts

Leave a Comment